- Tevhid 3.Bölüm İmam Maturidi

Adsense kodları


Tevhid 3.Bölüm İmam Maturidi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Tue 30 March 2010, 03:42 pm GMT +0200
TEVHİD 3.BÖLÜM İMAM MATURİDİ

Îrade Hakkında Meseleler

Kaza Ve Kader Hakkında Mesele.

Mes´ele (Kaderiyyenin Zemedilmesi Hakkında)

Mes´ele (Günah İşliyenler, Günahları Sebebiyle İmandan Çıkarlar Mı?)

Mes´sele (Büyük Günah İşleyenler Hakkında Müslümanlann İhtilâfı)

Şefaat Meselesi

Mes´ele s (İman Hakkında)

Mes´ele (İman Marifet Midir, Yoksa Kalp İle Tasdik Midir?)

Mes´ele (Îrcâ : Tehir Etme Veyahut ALLAH´a Havale Etme)

(Îmanın Yaratılması)

Mes´ele (Îmanda İstisnayı Terketmek)

Bu Nüshada Metine Kattığım Mes´ele (Îman Ve Îslâm)



Îrade Hakkında Meseleler

îrâde meselesinin, eğer yaratıldığı sabit olursa, bu yönden fiillerin yaratılması meselesine katılmış olması mümkün olur[1]. Cenâb-ı ALLAH, emriyle olan şeyi irade etmiştir. Kendisi murid ve muhtardır. Yaratıl­makla vasfolunması yönünden irade sahibi olduğunu ifade etmek sabit olur. Eğer sabit olmazsa,[2] fiillerdeki irade ile galip gelme ve aldanmanın red edilmesinin murad edilmesi batıl olur. Çünkü O, dünyadaki irâdenin hakikatinin manâsıdır. Ancak, irade ile temenni, yahut emir, yahut duâ, yahut rıza, veyahut ta, onlardan basısı ile ALLAH´ın her şeyde vasfolun-maması caiz olan ve onun bir şeyde kesinlikle noksanlık veren hususlar­dan benzeri olanları müstesna. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Her ne kadar hak ve gerçek olan evvelkisi ise de, onları kelam ehli­nin tek olarak görmeleriyle, onlardan ayırt edilip münferid bırakılması mümkün olur[3].

Oysa ki, hergeyde irâdenin bulunmasının söylenmesinin icap etmesi, fiillerin yaratılmış olduğunun söylenmesini icap ettirir. Bununla bera­ber, bunun hakkında evvelkinde olmayan şeylerle delil getirmek müm­kündür. Her ne kadar bu husustaki sözün incelenmesinde evvelki söa hak­kındaki tetkik bulunsa da ALLAH-u Teâîâ «ALLAH kime hidâyet etmeği di­lerse, islâm´a onun göğsünü açar gönlüne genişlik verir. Her kimi de sa­pıklığa bırakmak isterse, onun kalbini öyle daraltır sıkıştırır ki, iman teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur. ALLAH, iman et-miyenler üzerine, böyle azap bırakır»[4]. Cenâb-ı Hak bu âyet-i celîle ile kendisinin hidayet etmesiyle fiilleri sebebiyle bir kavmin hidayetini, ve bir kavmin de sapıklığa bırakılmasını dilerse onların kalbini[5] daraltıp sı­kıştırdığını[6] haber vermiştir. Yine ALLAH-u Teâlâ, şöyle buyurmuştur : «Âyetlerimizi yalanlayanlar, cehalet ve küfür karanlığında kalmış bir ta­kım sağırlar ve dilsizler (Kur´ân´ı dinlemezler ve Hakkı söylemezler). Al­lah, dilediği kimseyi sapıtır, dilediğini de doğru yol üzerinde bulundurur»[7]. Binâenaleyh kavmin arasını iki meşietle ayırt etmiştir. Âyet-i celîleler, ALLAH-u Teâlâ´nın, onların her birinden hasıl olacak hususlardan bildiği şeyle her zümre için meydana geleceği şeyi dilediğine delalet etmektedir. Bu iki âyet-i kerîmede beyan edilen dilemeyi emir ve rıza olmadığına da de­lâlet etmektedir. Cenab-î Hak´ Kur´ân-ı Kerîm´inde şöyle buyurmuştur : «Eğer dileseydik, herkese (dünyada) hidayetini verirdik...»[8]. «Eğer ALLAH dileseydi, hepinizi tek şeriata bağlı bir ümmet yapardı...»[9]. (De ki : Tam hüccet ALLAH´ındır, O, dileseydi, hepinizi birden hidayete erdirir­di.»[10]. Bu megîetin, olan şeyler için emir veyahut rıza olmasının ihtimali yoktur. Öyle ise meşîetle mutlaka kendi nezdindeki fiili murad buyurdu­ğu sabit olmuştur. Onun, «Eğer o olsaydı, şu olurdu» dediği halde onun meydana gelmiş olmasının ihtimali yoktur. Kendisi ile vaad olunmıyan şeyin olmasının gerçekleştirildiğini ifade edünıesi yalandır. Cenab-ı Al­lah, bunlardan berî ve münezzehtir. îcbar ve ikrah edilmekle te´vil edil­mesi, bir kaç yönden dolayı muhtemel olmaz.

Birincisi : Hakikaten Cenab-ı ALLAH, hidayetin keyfiyetini, dininin mahiyetim ve onun hakikatinin bulunduğu hususu onlara öğretmiştir. Kendisine ilân tekaddüm etmeksizin bununla, onun zıttımn murad edil­mesi muhtemel değildir. Onların katında, her ismin hakikatte zıttımn ismi olan şeye ihtimali vardır. Bu da ALLAH-u Teâlâ´nm onlara bunu öğretmesi ile olur. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

İkincisi : Gerçekten ALLAH-u Teâlâ´nm vahdaniyetinin, O´na ve pey­gamberlerine iman etmenin yolu içtihat ve istidlal etme yoludur. Bu da mecburiyete muhtemel olmayan bir nevidir. Eğer yaratılışta ihtimali ol­mayan şeyde mecburi ilim caiz olsaydı ihtimal yolu bulunan şey de mec­buri ilmin nefyedilmesi caiz olurdu. Böylece mevcudat hakkındaki ilim batıl olur. Bununla beraber o husus, itaat etme ve emir kabullenme îdi. Cebir ise[11], onun hepsini iskat eden Binaenaleyh bu husus tahsil edildi­ğinde «Eğer dilemiş olsaydı, sizi iman etmekten ve bir din üzere bulun­maktan menederdi» demiş gibi olurdu. Bu ise sözü yerine getirmemektir. ALLAH-u Teâlâ, ancak şöyle haber vermiştir : «Eğer O, dilemiş olsaydı sizi hidayet üzere toplardı.» Bir kısım insanlar kendi istek ve ihtiyarları ile iman etmişlerdir. Eğer diğer bakî kalanları cebretmiş[12]olsaydı onları bir din üzere toplaması olmazdı. Fakat ALLAH´ın dini ve taatmdan kaçındık­larından dolayı onları menetmiştir. Bu da çok kötüdür. Ve yine cebr[13] ve kahr yönünden nıahlûkatm hiç bir sun´u yoktur. O, ancak mahlûkatm imanı´na rücu´ eder. Her cevher kendi yaratılışı ile mümindir, Hidayete ermiştir. Hatta kendisi ile mahlûkatm çoğunun hidayeti meydana gel­miştir. Bu takdirde Onu ALLAH, muhakkak dilemiştir. Binâenaleyh «Eğer dileseydi» sözü ile fikir yürütmenin hiç bir manâsı yoktur. ALLAH-u Te­âlâ´nm «Eğer Rabb´in dileseydi, yer yüzünde kim varsa, hepsi toptan iman ederlerdi»[14]. Kavl-i Celîli de buna göre tefsir edilir. Ve yine cebr ile te´vili iptal eden hususlardan biri de ALLAH-u Teâlâ´nın «Eğer dilesey­di, herkese (dünyada) hidayetini verirdi, fakat benden şu söz gerçekleş­ti : Muhakkak ki, Cehennem´i bütün {kâfir olan) cinlerle, insanlardan dolduracağım.»´[15] kavl-i celâlidir. Cebrin dilenmesi hak olarak zîkrolunan geyi iskat etmez. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

ALLAH Celle celaluhu şöyle buyurmuştur : «... ALLAH, dilediği kimseyi sapıtır, dilediğini de doğru yol üzerinde bulundurur.»[16]. Mu´tezileler ise, ALLAH-u Teâlâ, hepsinin hidayet üzere kumasını diledi dediler. ALLAH (c.c.) dilediği şeyin, dilediği gibi olmasını vadetti; fakat olmadı. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor : «Hiç bir şey hakkında : Ben bunu, muhakkak yarın yaparım, deme. Ancak sözünü, ALLAH´ın dilemesine bağlıyarak (ALLAH di­lerse yapacağım) de--»[17]., Bu şeyin hayırlar hakkında olması hâli değil­dir. Bu ifade ise onların söylediklerine göre boş ve faidesiz bir sözdür. Çünkü ALLAH, muhakkak diledi. Ve yine öyle olmadığı zaman yalan söy­lemekle memur olmuş gibi olur. Çünkü O böyle olmasını emretmiştir; fa­kat böyle olmadı. Eğer O şey ger olsaydı, onu dilemezdi. Buna göre, onun zikredilmesinin onlarca hiç bir mânâsı yoktur. Kuvvet ancak ALLAH´tan­dır.

ALLAH Azze ve Celle buyuruyor ki : «... Çünkü Rabb´in, dilediğini, hemen noksansız yapar»[18], Cenab-ı Hak, dilediğini yapmakla kendi zâtını methetmiştir. Mu´tezileyegÖre; ALLAH-u Teâlâ, mahlûkattan meydana ge­len hayır işlerden bir şeyi murad etmemiştir ki, bütün mahlûkatm hepsi toplanıp onu saymağa kalkışsalar. ALLAH´ın irade ettiği şeylerden bir cüz´ünden bir cüz´ünü saymağa ulaşamazlar. ALLAH, dilediğini yapmamış­tır. Halbuki O´nunla kendisini methediyor. Sonra onlaruı büyük sözle­rinden biri de, «ALLAH´ın nezdinden öyle mecburi dileme vardır ki, eğer o, dileme olmuş olsaydı, mahlûkat onun dediği şey üzere olurdu», sözüdür. Onların ALLAH-u Teâlâ´nm bu kudrete sahip olduğunu veyahut mahlûkat için şu hususların zahir olmasından sonra bu işi yapacağı[19], hakkındaki dilemesinin bulunduğunu ifade [20]etmelerini kim tasdik eder? Onların ileri sürdükleri hususlar şunlardır : Vaadettiğini yerine getirmemek, fiildeki acizliğidir. Yahut mahlûkata, kendilerinin hesabının ulaştığı şeyden daha çoğu murad ettiği şeyi yapmasını vadettiği hususa ne zaman kalp­ler mutmain olup inanır ki, sonra o vaadinde durmaz? Bundan sonra da onun vaadine kim güvenir? Veyahut onun vaıdinden ne zaman korkulur? îşte mu´tezilelerin katında kimsenin kabul etmediği şekildeki ifade edi­lenlerin ALLAH katındaki yeri budur. Binâenaleyh aczini ve vaadini yerine getirmeyi ve hikmetin vasfı ile lâyık olmayan şeyi meydana çıkarmasını murad ettiği zaman hangi şeyi izhar eder ki onunla bu hususlar, mu´tezile mezhebinee bilinsin. Rabb´imiz azze ve celle, bu hususlardan yücedir-berî ve münezzehtir.

ALLAH Celle Celâluhu buyuruyor ki : «Bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman o memleketin zevke düşkün öncülerine peygamberle­rinin dili ile itaat etmelerini emrederiz. Onlar, orada boyun eğmezler, ita­at etmezler, artık o memleket üzerine hüküm gerçekleşmiştir. îşte o memleketi kökünden helak ederiz de ederiz...»24 Âllah-u Teâlâ, bu âyet-i celîle ile, kendilerinden günah ve isyan sadır olmadan önce onların fışkım ve isyanının sebebleri ile memleketi ve o memleket halkını helak etmeği murad ettiğini haber vermiştir. Cenab-ı ALLAH, olmasını bildiği gibi onlar­dan günah ve isyan gelmemiş olsaydı ve fakat taât olmasını murad edip, onları helak etmiş olsaydı, bu husus zulüm olmuş olurdu. Binâenaleyh on­lardan zuhur eden hususu ALLAH´ın murad ettiği veyahut onun bildiği sa­bit olur.

Nuh aleyhisselâmın kavmine şöyle dediğini Cenab-ı Hak, Kur´ân-ı Kerîm´indeki «Eğer ALLAH, sizi saptırmayı (helakinizi) murad ediyorsa, ben sizo nasihat etmek istesem de benim nasihatim size fayda vermez...»[21] kavl-i celîli ile haber vermiştir.

(Kitabın yazarı şöyle diyor": ) Ben derim ki : Onu murad etmemiştir. Nuh aleyhisselâmm kelâmını beşerin anlamasının ihtimâli bulunmayan şeye sarfolundu. Kur´ân-ı Kerîm´de Mûsâ aleyhisselâmm şöyle dediği be­yan ediliyor :

Mûsâ, şöyle dua etti : Ey Rabb´imiz, Sen Firavun´a ve etrafındaki­lere dünya hayatında giyecek bir çok süs eşyası ve mallar verdin. Ey Rabb´imiz, yolundan saptırsınlar diye mi?...»[22].

Siz, ALLAH onlara bu hususları vermemiştir, diyorsunuz. Halbuki Al­lah onlara, hidayete kavuşmaları için onları vermiştir.

ALLAH-u Teâlâ, «... Onlar, öyle kimselerdir ki, ALLAH, kalplerini temiz­lemek istememiştir.»[23] buyuruyor. Siz ise bilakis ALLAH, Onu istemiştir, diyorsunuz. ALLAH-u Teâlâ «... ALLAH, kimin fitneye düşmesini dilerse, asla sen onun lehine ALLAH´tan hiç bir şeye sahip olamazsın»[24] buyuruyor. Halbuki siz, ALLAH onu murad etmedi veyahut da bu bir mihnet ve meşak­kattir, diyorsunuz. Nasıl olur ki, Resûlülîah olmamasını murad veyahut temenni etti ki kendisine «Asla sen onun leyhine ALLAH´tan hiç bir şeye sahip olamazsın»[25]dendi. ALLAH-u Teâlâ buyuruyor ki : «Bir de küfreden­ler, kendilerine ömür ve mühlet verişimizi, sakın kendileri için hayırlı sanmasın...»[26]. Onların ne malları, ne de evlâdları senin gözüne batma­sın...»[27]. ALLAH-u Teâlâ, vermiş olduğu şey ile onlara neyi dilediğini haber veriyor. Onlar ise ALLAH, dilemedi, diyorlar. Onlar gibilerine ancak yahudi ve hristiyanlara denildiği gibi denilir ki, onlara Kur´ân-ı Kerîm´de «... Pey­gamberlerin dinini siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa ALLAH mı?...»[28] denil­miştir. ALLAH-u Teâlâ da onlar hakkında, «... And olsun, Cehennem´i tama­men insanlardan ve cinlerden dolduracağım...»[29] buyuruyor. Biz onlara deriz ki : ALLAH-u Teâlâ, bu vadettiğini yerine getirmeyi murad etti mi? Yoksa vaadinde yalan söyleyip vaidini iptal tmı etti? Eğer ikinci hususu ifade ederlerse büyük söz söyletaiş olup ALLAH´ı sefeh ve yalanı murad etmekle vasfetmiş olurlar ki, rezil ve rüsvay olma bakımından bu söz onlara kâfidir. Eğer ALLAH-u Teâlâ, va´dini yerine getirmeği murad etti derlerse, kendilerine denir ki : ALLAH va´dini yerine getirmeği murad etti, O, kendisine itaat etmelerini murad ediyor ve vadini yerine getiriyor. On­lar ALLAH´a itaat mı ediyorlar, yoksa isyan mı ediyorlar? Eğer itaat edi­yorlar, derse; O, zulüm ve hadden tecavüz etmeyi murad etmiştir. Çünkü onun fiili zulümdür. Onun olmasını murad etmek ise, kendisinin fiili ol­ması için, zulüm fiilini murad etmektir. ALLAH-u Teâlâ : «... ALLAH, kulla­rına bir zulüm murad etmez.»[30]. Eğer isyan ederler derse, hakkı anlamış ve adaleti ifade etmişlerdir. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Cenab-ı ALLAH buyuruyor : «O küfürde yarışanlar, sana keder ver­mesin. Çünkü onlar ALLAH´a asla bir zarar edebilecek değillerdir. ALLAH, onlara ahirette bir nasip vermemeyi diliyor, onlar için çok acıklı bir azap vardır.»[31]. Kini ki, kendisinden meydana gelenlerin hepsi hayır olursa, Al­lah ona Ahiret´te bir nasip vermeyi murad etmiştir. Cenab-ı ALLAH : «... Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki ALLAH, Ahireti kazanmanızı diliyor, ALLAH Aziz´dir. Hükmünde hikmet sahibidir.»[32] buyuruyor. Yine Cenab-ı Hak : «ALLAH, din hususundaki ağır teklifleri sizden hafif­letmek ister.»[33] buyurmaktadır.

Cenâb-ı ALLAH, mü´minler için bunu murad etmiştir. Ve o da olmuş­tur. Kâfirler için ise evvelkini, yani kâfirlerin geçici dünya malını iste­melerini murad etmiştir ve o da olmuştur. Onlar itaatkâr oldukları halde ALLAH´ın kâfirler hakkında ifade edilen bu hususu murad etmesi caiz ol­maz. Öyle ise ALLAH-u Teâlâ onlardan meydana gelen şeyin olmasını mu­rad ettiği sabit olur. Kurtuluş ve her türlü kötülükten korunma ancak ALLAH´tandır.

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur : «Fakat âlemlerin Rabb´i olan Al­lah, (sizin dürüst olmanızı) dilemeyince, siz dileyemezsiniz.»[34]. Onlar an­cak ALLAH´ın dilemesi ile, diledikleri zaman, ALLAH, dilediği zaman onların dilememeleri ve ALLAH dilemezse de onların dilemeleri caiz olmaz. Zira O, ALLAH´ın aklen çirkin ve kötü kıldığı yalanın alâmet ve işaretidir. Yar­dım ve Tevfik ALLAH´tandır.

Sonra müslümanlarm arasuıda «ALLAH´ın dilediği olur; dilemediği olmaz.» deyimi yerleşip nesilden nesile intikal etmek suretiyle bilinmiştir. Bu husus hiç bir kimsenin kalbinde mecburi olarak veya başkasının yan­lış bir telkini olmaksızın ve ihtiyarî, icbarı olarak bütün fiillerin vukubul-duğu bilinen meşiet ve iradenin vukubulduğu şeyin hilâfına bir anlayış geçmeksizin insanlar arasında yerleşmiştir. Binâenaleyh, eğer ALLAH´ın ol­mayacak bir şeyi dilemesi ve olmayacağını bildiği bir hususun sonradan olması caiz olmuş olsaydı îlkinin rubûbiyyet sıfatlarından olması, ikin­cisinden dah lâyık olmazdı. Her bir mevzi için de bu böyledir. Hatta eğer gerçekten bu onların nezdinde evvelkine galebe çalar denilseydi, uzak bir ihtimal sayılmazdı. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Ve yine, vaad hakkında insanlar arasında bilmen bir husus şudur ki, verdikleri sözü yerine getirmemekte korktukları zaman inşaallah (ALLAH dilerse) derler. Yemin ettiklerinde de yemini tutamayıp bozmaktan en­dişe duydukları vakit inşaallah derler. Binâenaleyh, bütün müslümanla-rın inanç ve akideleri, mu´tezilenin hilafı hakikat olan kötü ve çirkin dü­şünceleri ortaya atıp onları süslemek suretiyle güzel göstermelerinden önce bir idi. O tıpkı Resûl-i Ekrem Sallellahu aleyhi ve sellem´in «Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Ancak onu mahlûkat arasında anası -babası yahudileştirir; hıristiyanlaştırır; mecusileştirir.»[35] buyurduğu gibi. Binâenaleyh, bu Hadis-i Şerif, zikroîunan hususlardan telbis gelinceye dek ALLAH-u Teâlâ´mn vahdaniyetine şahadeti icabeder. Mu´tezilenin adı geçen kötü hareketi gelmeden önce de dileme işi bütün müslümanlarm nezdinde böyle idi.

Yine, insanların örf ve âdetinde cari olan husus odur ki, dualarında kendilerine hayır ve kolaylık murad edilmesini temenni ederler. Bu ise, bir iradenin bulunduğundan onu hakikati ile kalbin mutmain olması için oluyor. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Yine, geytan´m dilediği olur, dilemediği şey de olmaz demek, insan­ların kalbini titretecek derecede büyük bir sözdür. Oysa, şu husus bilinen bir gerçektir ki, sayılamayacak kadar şerrin olması, hayrın meydana çık­ması, dilemeğin bulunmasından meydana gelmektedir. îblis´in bu husus­ları dilemesi de mevcuttur. Bunun içindir ki, bunların ALLAH-u Teâlâ´ya is­nat ve izafe edilmesini güzel gördükleri gibi Şeytan´a ve isyan edenlerden 1 Şeytan´ın gayrine izafe edilmesini de çirkin görmüşlerdir. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Sonra ibret, akim zaruri olarak icabettirdiği şeydedir ki o da, bu hususu icabettirir. Çünkü herkes bilir ki, gerçekten onun fiili güzel-çirkin, lezzetli-lezzetsiz ve elem verici, istenilen ve sevilen - istenmeyen, ve sevil­meyen hususlardan kendi dildiğinin gayri olarak meydana çıkar. Binaena­leyh onların fiillerinin meydana çıktığı gibi çıkması için, onların gayrinin bu fiilleri meydana getiren o irade üzerinde bir iradenin bulunduğu sabit olur. Tevfik ALLAH´tandır.

- Yine, başkasının hükmü ve mülkü altında bulunan bir şeyin, onun istemediği ve dilemediği halde meydana çıkarılması, o kimsenin zayıf ve mahkûm olduğuna delâlet eder. Sıfatı bu olan kimsenin de Rabb ve ilâh olması mümkün değildir. Bunun içindir ki, bu sıfatlarla yani irade etmek, istediğini yapmak, istemediğini yapmamak gibi kemal sıfatlarla ALLAH´ın vasfolunması lâzımdır. Tevfik ALLAH´tandır.

Yine, hakikaten Cenab-ı Hak, küfrün, olacağını bildiğinin gayri ola­rak ve olacağım haber verdiğinin gayri olmasmı murad etmiş olsaydı, sefih ve yalancı olmasını murad etmiş olurdu. İrâdesi böyle olan kimsenin ilâh ve rabb olması asla caiz değildir. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Yine, bilinen bir gerçektir ki, her kim bir işi yapar da olanın gayrini murad ederse, o kimse sonuçları bilmeyen cahil veyahut fiili abes olan kimse olur. ALLAH-u Teâlâ, bu iki vasıftan yücedir, berî ve münezzehtir. Görülmüyor mu ki, kim olraıyaeağmı bildiği bir şeyi yaparsa[36] o iş, ken­disinden zuhur eden abes bîr iş olur. Eğer dilediği şeyin gayri olursa onu bilmeyen cahil olur. Dünyada bilinen hata iki nevidir : Birincisi fiilin, bil­mediği takdir üzere meydana çıkması. İkincisi : Fiilin, dilemediğinin gayri olarak vukubulması. Eğer ALLAH-u Teâlâ, olacağın gayrini vermeği murad etmiş olsaydı, fiili hata olmuş olurdu. ALLAH-u Teâîâ, hatâ fiilden berî ve münezzehtir. Tevfik ALLAH´tandır.

Yine, dünyada carî olan hususlardandır ki, gerçekten düşmanlığını bil­diği kimseye dost olmayı murad eden kimsenin bu hareketi korku ve za­yıf olmasından meydana gelir. Binâenaleyh ALLAH-u Teâlâ´nm kendisine düşmanlığı ihtiyar edenlerin ve Şeytan´m dostluğunu murad etmesi caiz ol­maz. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Yine, gerçekten her fiili ihtiyarî olan kimse o, fiili dilemiştir. Ve her fiili mecburi olan kimse, o fiilini dilememiştir. Eğer ALLAH-u Teâlâ, kulun fiilini olduğu hal üzere olmasını dilememiş olsaydı, ALLAH mecbur olurdu. Bunun içindir ki, bir kimsenin gayrinin fiilinde iradesinin bulunması caiz olmaz. Çünkü onun dilediği şey üzere meydana çıkması muhtemel değildir. Binâenaleyh, buna temenni ismi verdiler. Buna göre eğer ALLAH´ın dileme­diği bir şeyin olması düşünülmüş olsaydı, ALLAH´ın iradesinin temenni ye­rine çıkması gerekirdi. Yine, eğer bize peygamberin nübüvveti, beşerin sözü ile meydana gelmiştir, diye ifade edilmiş olsa bunu temenni etmemiz bizim için masiyet olurdu. Bu her ne kadar ona isyan etmiş olmamış ise de onun âyet ve alâmet olması bakımından isyan olurdu. ALLAH-u Teâlâ´nm onu bilip ondan haber verdiği zaman ve olmayacağını bildiği zaman da hikmet hakkında murad etmemiş olması da onun gibidir. Buna göre Al­lah´ın, hidayete ulaşmayacağını bildiği kimsenin ALLAH´tan hidayet talep etmede kulun bulunmaması gerçeğin hilâfına olmuş olmaz. Tıpkı Şeytan´ın «Ey ALLAH´ım onu hidayete erdir», demesi vukubulmadiğı gibidir. Çünkü onun olmıyacağmı bilir. Sonra bizim onu murad etmemiz mümkün değil­dir. Olmıyacağını bildiği şeyi murad etmememiz gerektiğine göre bu hususun ALLAH hakkında söylenmesi caiz değildir. Çünkü onun bizim üzeri­mizde olması ancak onun halini bilmememizden dolayı olur. Kuvvet an­cak ALLAH´tandır.

Sonra, Resûlüîlah´a küfretmenin derece ve günah bakımından Şey-tan´a küfretmek gibi, olmasını dileyen kimseye sorarız : O kimse, sefih ve kâfir değil midir? Elbette ki evet demesi gerekir. Bunun üzerine şöyle de­nir : Kim, ALLAH´ın Resulüne küfretmenin, mah]ûkatta.n birinin küfretme­sinin O´na ulaşamıyacağı, övülen büyük bir iş olduğunu murad eder? Bu­na da mutlaka evet, der. Ve yine denir ki, kendisinden sövmek sadır ol­masının böyle vukubulmasını kim diler; çünkü O´nun daha büyük bir kim­seden veya daha küçük ve bunlara benziyenlerden olmaması mümkün de­ğildir. Binâenaleyh kâfirden sadır olur demesi mutlaka lâzımgelir. Bu hususta da bulunduğu yönden zemme muhtemel olmayan vecihten küfür fiilinin irade edilmesi hususunda cevaz vardır. Tevfik ALLAH´tandır.

Sonra mu´tezilenin dayanağı olan asıl şudur ki, gerçekten ALLAH-u Te­âlâ´nm irâdesi onun yaratmasından başka bir şey değildir. Ka´bî´nin tefsir ettiğine göre, irâdenin te´vil edilmesi de, ALLAH´ın fiilinde mecbur olma­masından gayri değildir. Bu manâyı, tüm olarak kulların fiiline verdiler. Binâenaleyh, bu manâ bulunduğu halde ve aynı manâyı umumiyetle kul­ların fiiline verildikten sonra onların iradeyi inkâr etmelerinin hiç bir ma­nâsı yoktur. Tevfik ALLAH´tandır.

Bize göre ise, asıl olan odur ki, biz AlTah-u Teâlâ´nm iradesinden so­rulduğumuz zaman, denir ki : ALLAH-u Teâlâ´nm kâfirlerin fiilleri bulun dukları hal üzere iki vecih üzere mütalâa edilir :

Birincisi : ALLAH-u Teâlâ´nın iradesi hususunda bilindiği gibi mecburi­yet olmamak ve serbest olmakla ifade etmek.

İkincisi : Soranın muradı ve maksadı anlaşılmadığı veyahut, o husus­ta inadlaşmayı kasd etmesinden korkulduğunda, serbest olmanın mene-dilmesi ki o, husus, şöyle ifade edilir : Gerçekten maişetin, yani dilemenin´[37] bilinen hususlarda bir çok manâları vardır :

1 - Temenni etme. Bu her şey hakkında, ALLAH-u Teâlâ´dan nefye-clilmiştir. Cenab-ı Hakk´a temenni izafe edilmez.

2 - Emir ve duâ : Bu da, her faili zemmolundu. Fîil hakkında Al-îah-u Teâlâ´dan sadır olması nefy edilir.

3 - O´na rıza gösterip, onu kabul etmek : Zemmolunan her fiil hak­kında, bu husus yine ALLAH´tan nefyedilir.

4 - O´nun, galebe çalmağı nefyetmek ve fiilin, ALLAH´ın takdir edip murad ettiği gibi meydana çıkmasıyla te´vil edilmesi. îşte onun ifade etti­ği de budur. Onunla manâsı üzerine icma´ edilmiştir. Kim ki, kendi manâ­sını verdikten onu inkâr ederse, o kimse meşieti, kendisinden murad edi­lenin gayri üzerine takdir etmiştir. Bizce ise o lâzımdır. Çünkü ALLAH her-şeyin yaratıcısıdır. Yarattığı şey hakkında onun irade ve dilemekle vasf o-lunması ve onun yaptığına zorlanmadığı, mecbur kılminadığı sabit olur. Kuvvet ancak ALLAH´tandır.

Sonra, bu babdaM Kâ´bî´nin yanlış anlayışını izah edeceğiz. O, insan­ların «ALLAH´ın dilediği şey olur, dilemediği şey de olmaz.» sözünü ele alarak kendi kendine soru sordu. Bu sorusuna ALLAH-u Teâlâ´nm «... Her-şeyi yaratan O´dur.»[38] kavl-i celîlinin te´vilindeki hususla cevap verdi. Ve sövmeyi dilemesinde ALLAH methedilmez dedi. Biz bu hususu beyan ettik. ALLAH-u Teâlâ´nm irâdesinde sövmenin hakikatini haber verdiği şeyde ya­lancı olması gerekir. Bu husus ise, söven kimsede sövme fiilinin olmasını murad etmesi, çirkin ve sövmek[39] değildir. Bu hususa iki yönden hasıl olan ilim delâlet eder ki, birinci yönden cehalet ve hatadır. İkincide ise hikmet ve doğruluktur. Dilemeği ise mecbur ve mahkûm olmağa sarfetti. Biz onun yanlış anlayışını beyan ettik. Oysa ki bunda ve gayrinde bulunan mecbur olma anlamını ele almak mümkün değildir. Çünkü o, îmanda, kü­fürde, yalan ve doğrulukta aynıdır. Yani, hepsindeki irade birdir. ALLAH, eğer hakikatte bir kimse için olmayan küfrü ve yalanı yaratmış olsaydı, o şeyin kendisinde yaratıldığım görenlerin hepsi katında kâfir ve yalancı olurdu, işte bunun içindir ki müslünıanlarin «ALLAH´ın dilediği olur» sözü­nün te´vilinde ALLAH küfrü ve yalanı[40] dilerse diye te´vil etmeleri gerekir. Bu te´vile mecbur olan bile rıza göstermez ki bu kişinin sözü kendisine yö-nelsin. Nasıl olur ki, bütün müslümanlar bu söze razı olur. Tevfik ALLAH´­tandır.