- Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar

Adsense kodları


Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 5 January 2012, 02:46 pm GMT +0200
b) Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar


Maturidîlik ile Eş'arüik arasındaki ihtilaflı meseleleri uzlaştır­mak ve bağdaştırmak istemeyenler bir taraftan ihtilaflı konuların sa­yısını artırırlar. Hadimi Tarikat-ı Muhammediye şerhi'nde bu ihtilaf­ları 73'e çıkarmıştır. Diğer taraftan ihtilafa konu olan meseleler ara­sındaki farkı büyük ve önemli gösterirler. Mustafa Sabrı diyor ki:

“Maturidüer insan irâdesinin Allah'ın irâdesine tabi olduğunu in­kâr ederek, Allah'ın irâdesinin insan irâdesine tabi olduğunu iddia ediyorlar. “Düzenli bir âdet ve kaide olarak Allah kulların fiillerini irâdelerine uygun biçimde yaratır”, demeleri bunu gösterir. Biz bu görüşü Tahte sultani’l-kader isimli eserimizde tenkit ettik. Bu mezhe­bin tefviz konusunda Mutezileden daha aşırı ve şiddetli olduğu­nu gördük. Zira Maturidîlere göre Allah'ın irâdesi tabi, insanınki metbu olmaktadır.

“Maturidîler, insan fiili irâde-i cüziye ile müstakillen meydana ge­lir, îrâde-i cüziye Allah tarafından yaratılmamıştır. Zira mevcud de­ğildir, derler. Şimdi bakınız, insanın, fiiline yönelik irâdesi, fiildeki istiklâli artmasın, diye nasıl küçültülmekte... îrâde-i cüziye (küçücük irâde, ufacık irâde) denilmek suretiyle, doğru olmayan bir biçimde küçük görülmekte, sonra da, düzenli bir şekilde Allah'ın halk etme fiilini celb etme gibi en büyük tesir bu irâdeye isnad edilmektedir. Adeta irâde-i cüziye fiillerin hâliki şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hat­ta Mutezile, dâiye denilen ve Allah tarafından yaratılan bir arzu ve istekle insan irâdesinin her zaman dilediğini yapamayacağını söy­lemek suretiyle kulun irâdesine Maturidüer kadar istiklâl ve serbesti vermemektedir. Onun için Tahte sultani'I-kader isimli eserimde söy­ledim. Şimdi de söylüyorum: Maturidî mezhebinde insan irâdesine, Mutezile mezhebinden daha fazla hürriyet verilmektedir.

“Maturidî mezhebinin insan irâdesine verdiği serbestîliği Mutezile mezhebi vermemiştir. Biz, İslâmın önem verdiği ve reddedeni kötülediği kadere inanıyoruz. Cüzî irâdesinde hür ve insan irâdesine tabi olan, Maturidî mezhebindeki ilahî irâde anlayışına ve kadere değer vermiyoruz. Biz cebir inancım, Mutezilenin itizaline de, ondan daha şiddetli ve katı olan Maturidîlerin itizaline de tercih ediyoruz. Ma­turidî mezhebine tefviz mezhebi demek, Mutezile mezhebinden daha Çok layıktır”[49]

Son Osmanlı şeyhülislâmı Mustafa Sabri eskiden Maturidî iken mezhep değiştirmiş ve Eş'arî olmuştur. Türkiye'den ayrıldıktan son­ra Arapça olarak yazdığı Tahte sultanil-kader ve Mevkıfu'I-akl... (4 cild) isimli eserleri neşredilmiştir. Kendisini kelâm sahasında -her ne kadar bazan eski âlimler karşısında eğiliyor ve küçülüyorsa da- yetkili ve hatta müctehid olarak gören bu zatın fikirlerinde doğruluk Payı vardır. “Mutezile mezhebi Maturidîlik ismi altında sürekli olarak yaşamıştır”, diye bir not koyması oldukça dikkat çekicidir.

Görülüyor ki, İbn Sübkî ve Zebidî'nin basit gördüğü ihtilaf ko­nusu olan bir husus Mustafa Sabri tarafından oldukça büyütülmüş­tür. Bu nevi misalleri çoğaltmak mümkündür. Bu duruma göre, “Mu­tezile, insan fiilinin halikıdır”, sözü ile birden çok ilah kabul etmek­tedir, şeklindeki suçlama manâsız kalmaktadır veya bu konuda Mu­tezileye yapılan hücumun daha ağırını Maturidîîere yöneltmek ge­rekmektedir. Zaten Mustafa Sabri de bunu yapmıştır. Sırf irâde an­layışı ve insan fiili konusundaki anlayışları dikkate alınarak rivayet edilen, “Kaderiye, yani Mutezile bu ümmetin Mecusileridir”, mealin­de olup mevsukiyeti ve sıhhati şübheli olan hadis üzerinde de bu ba­kımdan düşünmek gerekmektedir.

Aslında meselenin esası şudur: Muhammed Abduh ve onu takib edenler, Eş'arüiğin kader ve irâde anlayışını İslâm cemiyetinin geri kalış sebeplerinden biri olarak görmekte, bunun için Matüridîlerin kader ve irâde anlayışına yönelmekte idiler. Mustafa Sabri'nin fikir­leri bu harekete gösterilen bir tepkiden başka bir şey değildir. Fakat içinde büyük hakikat payı vardır.[50]

Eş'arîlikle Maturidilik arasındaki görüş ayrılıkları bazan teklif ölçüsüne bile ulaşmıştır. İmam Kerderî'nin Feteva'sında Muhammed b. Fazl'ın şöyle dediğinden bahsedilin “İman mahlûktur, diyenin ar­dında namaz kılmak caiz değildir. Hanefî hocalar Buhara'da ittifak ettiler ki, îman mahlûk değildir, mahlûktur diyen kâfirdir. Bu yüzden en büyük hadis âlimi İmam Buharî memleketinden kovulmuştur”. (iman Eş'arilere göre mahlûk, Maturidîîere göre gayr-ı mahlûk­tur),[51] Tuğrul Bey'in veziri Amidülmülk Kündürî zamanında Eş'­arilere minberlerden la'net okunması bu konudaki hatıraların en acı olanıdır.

Âyetlerde ve sahih hadislerde açık ve kesin şekilde ifade edilme­yen, sahabe ve tabiûn zamanında üzerinde durulmayan, hatta ne ol­duğu bilinmeyen bahis konusu ihtilafları itikad ve iman konusu ola­rak değil, fikir ve kanâat meselesi olarak görmek ve değerlendirmek daha doğru olur. Aksi takdirde bu gibi mevzularda değişik düşünce­lere sahib olanların yekdiğerini bid'atcı veya sapık veyahut da kâfir olarak görmeleri ve itham etmeleri işten bile değildir. Fikir ve inanç tarihi bize örnek teşkil edecek misâllerle doludur.

İmam Gazali, itikadı mezhepler arasındaki farklar konusunda dikkate değer bilgiler verir: “Söz, fiil ve akideler konusunda halk bir şeyi benimserken veya reddederken, kendilerine önceden öğretilen ve telkin edilen fikirlere ve inançlara bağlı kalır. Onları, bu gibi evhama tabi olmaktan vazgeçirmek mümkün olmaz.

“Saf akla tabi olmaya, Allah'ın kendilerine hakkı hak olarak gös­terdiği ve ona tabi olma gücünü verdiği Hakk dostlarından başkası güç yetiremez. Eğer itikadı konularda bunu tecrübe etmek isterse­niz, şöyle yapınız; Avamdan olan bir Mutezile mezhebi mensubuna bir meseleyi makul ve açık olarak anlatınız. Göreceksiniz, anlattığı­nız şeyi derhal kabul edecektir. Sonra bu zata deyiniz ki: Kabul et­tiğin mesele Mutezilenin değil, Eş'arüerin görüşü ve akîdesidir. O za­man göreceksiniz, bu zat evvelce kabul ettiği meseleyi reddedecek, onu kabul etmekten vazgeçecek ve kaçınacaktır. Biraz evvel kabul ve tasdik ettiği bir meseleyi az sonra red ve tekzib edecektir. Bunun sebebi, küçüklüğünden beri Eş'ariler hakkında su-i zan sahibi olma hususunun ruhuna yerleşmiş, kalbine ve zihnine kök salmış olma­sıdır.                                                                                                   

“Aynı şekilde avamdan olan bir Eş'ariye makul bir hususu anla­tınız. Göreceksiniz bunu hemen kabul edecektir. Sonra bu şahsa de­yiniz ki: Kabul ettiğiniz bu görüş ve akîde Mutezile mezhebine aittir. Göreceksiniz. tasdik ettiği bir hususu bu sefer tekzib edecek ve bu sözü kabul etmekten kaçınacaktır.

“Bu sadece avamın ve halkın huyu ve âdetidir, demiyorum. Be­nim gördüğüm, âlim ismini alanların çoğunun huyu ve âdeti de bu­dur. Âlim geçmen bu kişiler esas itibariyle taklidçilik bakımından avamdan ayrılmış değillerdir. Avam ve halk bir mezhebi delile bak­madan taklid ederler, âlim geçinenler ise buna ilâve olarak mezhe­bin dayandığı delilleri de taklid ederler. Bunlar hak olanı araştırmaz­lar. Taklid ve görenek yolu ile hak diye benimsedikleri akideleri des­teklemek ve delillendirmek için çare arar ve araştırmalar yaparlar. Kendilerine göre, inançlarını destekleyen bir şeye tesadüf ettiler mi, delil bulduk, kanâatimizi sağlam delillerle ispatladık derler. Mezhep­lerinin zayıf olduğunu ortaya koyan bir şeye rastladılar mı, (kendi­lerinden şüphe ederek) bize şüphe ârız oldu, tereddüd hasıl oldu, der­ler. Taklid yolu ile derledikleri ve edindikleri akideleri asla terketmezler. Taklid yolu ile sahip oldukları akidelerine aykırı düşen her şeye şüphe ve tereddüd, uygun düşene ise delil adını verirler.

“Hak olan bu değil, bunun zıddıdır. O da şudur: Esas itibariyle hiç bîr akideyi benimsemiyeceksin. Delile bakacaksın, delilin gere­ğine ve gösterdiği şeye hak, zıddına bâtıl adını vereceksin”[52] .

Gazali'nin bu sözleri çok doğrudur. Eş'arîlere veya Mutezileye ait olan bazı meseleleri, tamamına yakın bir kısmı Maturidî olan Anadolu halkına, hocalarına, ve hatta âlimlerine makul, mantıkî, inandırıcı ve açık bir şekilde anlatınız. En azından kimse buna itiraz etmez. Hatta anlattığınız fikirlerin Bakillanî'ye veya Kadı Abdülcebbar'a ait olduğunu da söyleyiniz. Yine kimse ses çıkarmaz. Çünkü birinci zatın Eş'arî, ikincisinin Mutezile âlimi olduğunu bilmezler. Sonra anlattığınız şeyin Maturidî mezhebine aykırı olduğunu söyle­yiniz, işte kıyamet o zaman kopar.

“Ben Maturidî mezhebindenim”, diyen nice hocalara, “Bir mesele ortaya getiriniz ki, o meselede Eş'arîler, Mutezile, Şia ve Haricîler ay­rı, Maturidîler daha başka türlü düşünmüş olsunlar da siz de bu gö­rüşler arasında Maturidî görüşünü tercih etmiş olasınız”, deyiniz. Gö­receksiniz böyle bir mesele ortaya koyamayacaklardır.[53]


[49] Mustafa Sabri, Mevktfu'l-akl, î, 403, 413, 418, 419  (Mısır, 1950).

[50] . Abduh'tm Maturidî akaidinin tesirinde kaldığı konusunda bk; Fethullah Huleyf, Kitabu't-tevhid'in Önsözü, s. 10.

[51] Şeyhzâde, s. 46.

[52] Gazalî, el-îktisat ji'l-iiikad, s. 88   (Mısır, 1962).

[53] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 52-56.