ecenur
Thu 1 April 2010, 11:42 pm GMT +0200
Tearuzu´l Edille ve Çözüm Yolları
Bu bölümde, fakîhlerin, deliller arasında tearuz vuku bulup bulmadığıyla ilgili görüşlerinin nelerden ibaret olduğunu, deliller arasında -ister hakiki, ister zahiri manada- tearuz vuku bulduğunu kabul eden fakihlerin hangi usullerle tearuzu giderdiklerini bahis konusu edeceğiz. Tearuz´un tarifini, rükün ve şartlarını inceledikten sonra, tearuzu giderme yolları olarak tesbit edilen nesh, tercih, cem ve tevfîk ve terk (tesâkut) hakkında bilgi vermeye çalışacağız.[1]
1. FASIL
TEÂRUZU´L-EDİLLE
A. Tearuzun Manası Ve Mahiyeti:
Tearuz cihet, yön, taraf manalarına gelen urd´ kökünden gelmektedir. İki sözden birinin diğerinin önüne durup onu yöneldiği cihete gitmesini engelleyen iki söze "müteâriz kelâm" denmektedir.[2]
Istılahta, eşit kuvvette iki şer´i delilden birinin, bir mesele hakkında bir anda gerektirdiği hükmün, diğer bir delilin aynı mesele hakkında gerektirdiği hükme aykırı olmasına "tearuz" denmektedir.[3] Mesela, iki delilden biri müsbet (olumlu), diğeri menfi (olumsuz) bir hüküm ifade edebilir. Aynı şekilde bir delil bir konuda helâl, diğer bir delil ise haram hükmü ihtiva edebilir. Yine iki delilden birinin gösterdiği sayı, diğer delilin gösterdiği sayıdan farklı olabilir. Tearuza şer´î nasslardan bir misâl verelim:
1. Bazı fakîhler, "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar, eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak (bir) yılma kadar faidelenmesini (bırakılmasını) vasîyyet etsinler"[4] âyetinden, kocası ölen kadının iddetinin bir yıl olduğu hükmüne varmışlardır.[5]
2. "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları kadınlar (zevceler), kendi kendilerine dört ay on gün beklerler"[6] âyeti, kocası ölen kadının -ister gebe olsun, ister olmasın- iddetinin dört ay on gün olduğunu ifade etmektedir.
3. "Gebe kadınların bekleme (iddet) süresi, çocuklarını doğurunca biter"[7] âyeti de gebe kadının -ister boşanmış olsun, ister kocası Ölmüş olsun- iddetinin çocuğunu doğurmakla son bulacağını hükme bağlamaktadır.
Birinci âyete göre kocası Ölen kadının iddeti bir yıldır.
Gebe olup kocası Ölen kadının iddetinin ikinci âyete göre dört ay on gün, üçüncü ayete göre ise çocuğunu doğurmasıyla son bulduğu ifade edilmektedir. İşte bu üç âyet, kocası ölen kadının iddeti konusunda tearuz halindedir. Birinci âyet, 2. ayetle neshedümiştir. İbn Mes´ûd´a göre üçüncü âyet, ikinci âyetten sonra nazil olmuştur.[8] Bu son iki âyet arasındaki tearuz, üçüncü âyetin gebe kadınlar konusunda nâsih, diğerinin mensûh kabul edilmesi suretiyle giderilmektedir.
B. Tearuzun Caiz Ve Vâki Olup Olmadığı:
İslâm âlimleri, şer´î deliller arasında tearuzun caiz ve vâki olup olmadığı konusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakîhlerin bu konudaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
a. Şer´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değildir.
b. Şer´î deliller arasında tearuz hem caiz, hem de vâkidir.
c. Kat´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değilse de, zannî deliller arasında caiz ve vâkidir.[9] Bu görüşleri, delilleriyle birlikte kısaca gözden geçirelim.
A. Tearuzu Kabul Etmeyenler Ve Delilleri:
Dört mezhep imâmı, fakîh ve muhaddislerin çoğunluğu, îbn Hazm, Mutezile ve Şia´dan bazılarına göre, kat´î ve zannî deliller arasında hakiki bir tearuz bulunmaz. Cenab-ı Hak, Alîm ve Hakîm olduğundan O´nun hükümlerinde tearuz cereyan etmez Âyetler, zaman zaman nazil olmuşlardır. Sünnetlerde zaman zaman vârid olmuşlardır. İki mütenâkız delilin birden nüzulüne ve vürûduna imkân yoktur. Ancak şer´î deliller arasında olsa olsa müctehidin zannına göre tearuz bulunur ki, bu da hakiki değil, zahiri bir tearuzdur, imâm Şafiî (öl. 204)
"Peygamber (s.a.), ´den -husus ile umûm, icmal ile tefsir cihetlerinden başka bir cihetle- birinin isbat ettiğini diğerinin nefytder surette birbirine zıt iki hadisin -nesih, hali hariç- vürûdu vâkî değildir" sözüyle hadîsler arasında hakikatte tearuzun bulunmadığım ifade etmiştir.[10]
îbn Hüzeyme (öl. 311) "Sahih senedle Peygamber (s.a.v.)´den rivayet edilmiş müteâriz iki sahih hadîs bilmiyorum. Kimde böyle hadis varsa bana getirsin, onları te´lif edeyim" sözüyle bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur.[11]
Şu halde, tearuzun kat´î ve zannî delillerde kabul etmeyenler, tearuzun Şârî açısından muhal, müctehid açısından mümkün olduğunu kanaatini izhâr etmişlerdir.
B. Tearuzu Kabul Edenler Ve Delilleri:
el-Abbâdî (öl. 994)[12], İbn Sübkî (öl. 771) gibi bazı Şafiî fakihleri ile bazı .Caferiler, mutlak olarak tercihi imkânsız kılacak şekilde denklik vasfındaki deliller arasındaki tearuzun caiz ve vâkî olduğu görüşündedirler. Bunlar görüşlerini akli ve nakli delillerle şu şekilde ortaya koyarlar:
1. Tearuzun reddine aklen imkân bulunmaması,
2. Delillerin kat´î ve zannî olarak taksime tabi tutulması,
3. İçtihadın Peygamber (s.a.v.) tarafından doğru ve hatalı olarak taksime
tabi tutulması.
4. Âyetlerin muhkem ve müteşabih olarak taksim edilmesi,
5. Müctehidlerin birbirlerine uygun ictihadlarda bulunmaması gibi hususlar şeriatta tearuzun caiz ve vâkî olduğunu göstermektedir. Nitekim Ramazan ayında yolcunun oruç tutup tutmama hususunda muhayyer bırakıldığı âyet[13] ile sabittir ki bu da şeriatta tearuzun varlığına bir delildir.
C. Tearuzu Sadece Zannî Delillerde Caiz Ve Vâkî Olduğunu Kabul Edenler Ve Delilleri:
Şirâzî (öl. 476), Beyzâvî(öl. 685) gibi bazı Şafii fakihleri ile Molla Hüsrev (Öl. 885), Güzelhisari gibi Hanefi fakihlerine göre kat´î delillerde tearuz caiz ve vâki değildir. Çünkü tenakuz Şârî Teâlâ´ya nisbet edilmez. Fakat zannî delillerde caiz ve vâkidir.
Zerkeşî (Öl. 794) zannî delillerde tearuzun cevaz ve vukuunun hikmetini şöyle ifade etmektedir: "Cenâb-ı Hakk, her şer´î hüküm için kat´î bir delil koymamıştır. Genellikle hükümlerini kullarının maslahat ve faydalarına olmak üzere zannî delillere dayandırmıştır. Bu surette insanlar insanlar tek mezhebe bağlı kalmaksızın değişik hükümlerle ihtiyaçlarını daha kolay giderme imkânına sa-. hip olsunlar. Şer´î hükümlerde zannî deliller muteber ve makbul olunca, zahirde açıklık ve kapalılık itibariyle zannî deliller arasında tearuz bulunması tabiidir.[14] Netice itibariyle bütün âlimler, nasslar arasında zahirde tearuzun vâkî ve caiz olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Bunun yanında hakiki tearuzun caiz ve vâkî olduğunda ise ihtilaf etmişlerdir.
C. Tearuzun Rüknü Ve Şartları[15]
A. Tearuzun Rüknü: Kuvvete Eşitlik.
Hanefî hukukçuları, aynı mahal ve vakit için sevkedilmiş ve zıt hüküm ifade eden iki delilin eşit kuvvette olmasını, tearuzun rüknü olarak kabul etmişlerdir. Yani muayyen bir meselede eşit kuvvette bulunan ve iki zıt hüküm ifade eden deliller arasında tearuz caiz ve vâki olabilir. Delillerden birinin kuvvetli, diğerinin zayıf olması halinde tearuz vuku bulmaz. Bu durumda kuvvetli delille amel edilir. Mesela, mütevatir ve meşhur hadisler arasında tearuz vuku bulmaz. Çünkü mütevatir hadis kuvvet yönünden meşhur hadisten önce gelir.
B. Tearuzun Şartlan:
1. Mahal birliği : Zıt hüküm ifade eden iki delilin tearuz etmesi aynı konu (mahal) da olabilir. Mesele nikâhla ilgili nasslar, sahalarına göre farklı hükümler ihtiva etmektedirler."İstediğiniz kadınlardan... nikahlayınız"[16] ayetine göre bir erkeğin herhangi bir kadınla nikâhının mubah olduğu ifade edilmektedir. Fakat "Annelerinizle nikâhlanmanız haram kılındı"[17] ayeti de anne ile evlenilmeyeceği hükmünü belirtmektedir. Fakat mezkur iki ayet arasında tearuz yoktur. Çünkü konu (mahal)lan farklıdır. Birisinde anne, diğerinde ise anneden başka nikâhı düşen bir kadın konu (mahal) olmaktadır.
2. Tarih birliği : Tearuz aynı tarihte nazil ve vârid olup farklı hüküm ifade eden iki nass arasında sözkonusu olabilir. Nüzul ve vürûd tarihleri farklı olduğu kesin olarak bilinen âyet ve hadisler arasında tearuz olmaz. Mesela içki ile ilgili âyetler incelendiği zaman, önce inen âyetlerde içkinin helâl, sonra inenlerde ise haram olduğu görülmektedir.[18] Mezkûr âyetlerin nüzul tarihleri farklı olduğu için aralarında tearuz bulunmamaktadır. Çünkü, önce inen ayetler mensûh, sonrakiler ise nâsih olarak kabul edilir.
3. Vakit birliği : iki nassdan biri bir vakitte bir konuda bir şeyin yapılmasını helâl, diğeri de o konu ve vakitte o şeyin yapılmasını haram kılıyorsa, o iki nass arasında tearuz bulunuyor demektir. Ancak bir nass bir şeyin yapılmasını bir vakitte haram, diğer bir nass da başka bir vakitte helal kılıyorsa, o İki nass arasında tearuzun bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Mesela Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Oruç gündüz vaktinde tutulur. Oruçlunun gündüz vaktinde yeme, içme gibi hareketlerde bulunmasını, nasslar yasaklamaktadır. Fakat Ramazan ayında geceleri bu hareketler serbest bırakılmış, hatta sahura kalmak teşvik edilmiştir. Bu sebeble farklı hüküm ifade eden bu nasslar arasında vakit birliği olmadığı için tearuz yoktur.
Aynı şekilde, "Cuma günü namaza çağrıldığınız vakit alış-verişi bırakın"[19] ayeti ile, "Allah bey´i helâl kıldı"[20] ayeti arasında tearuz bulunmaz. Çünkü birinci ayette Cuma vaktinde ahş-verişi yasaklamakta, ikinci ayette ise alış-verişin bunun dışındaki zamanlarda mubah ve helal olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla vakit birliği olmadığı için tearuz da bulunmamaktadır,
4. Zıd hüküm : Herhangi bir konu mahal) için sevkedilmiş birden çok nass, aynı hükmü taşıyorsa, haliyle o nasslar arasında tearuzun bulunması mümkün değildir. Bir konu veya vakitte vârid olan nasslar, zıd hüküm ifade ederlerse o zaman tearuzdan basedilebilir. Mesela, namaz ile ilgili nasslar arasında bir tearuz bulunmaz. Çünkü hepsi namazın farz olduğunu ifade ederler. Mesela, şahitlikle ile ilgili iki hadis bulunmaktadır. Bunlardan birinde kendisine sorulmadan yapılan şahitliğin iyi bir iş olduğunu[21], diğerinde ise iyi bir iş olmadığı haber veriliyor.[22] Dolayısıyla bu iki nass arasında zahir de tearuz varmış gibi görülüyor. Bu iki hadis arasındaki tearuz cem ve tevfik usulü ile giderilebilir. Şöyle ki, birinci hadis Allah hakkını, ikinci hadis ise kul hakkım ilgilendiren konulardaki şahitliğe hami edilir ve böylece tearuz giderilmiş olur.
Bu bölümde, fakîhlerin, deliller arasında tearuz vuku bulup bulmadığıyla ilgili görüşlerinin nelerden ibaret olduğunu, deliller arasında -ister hakiki, ister zahiri manada- tearuz vuku bulduğunu kabul eden fakihlerin hangi usullerle tearuzu giderdiklerini bahis konusu edeceğiz. Tearuz´un tarifini, rükün ve şartlarını inceledikten sonra, tearuzu giderme yolları olarak tesbit edilen nesh, tercih, cem ve tevfîk ve terk (tesâkut) hakkında bilgi vermeye çalışacağız.[1]
1. FASIL
TEÂRUZU´L-EDİLLE
A. Tearuzun Manası Ve Mahiyeti:
Tearuz cihet, yön, taraf manalarına gelen urd´ kökünden gelmektedir. İki sözden birinin diğerinin önüne durup onu yöneldiği cihete gitmesini engelleyen iki söze "müteâriz kelâm" denmektedir.[2]
Istılahta, eşit kuvvette iki şer´i delilden birinin, bir mesele hakkında bir anda gerektirdiği hükmün, diğer bir delilin aynı mesele hakkında gerektirdiği hükme aykırı olmasına "tearuz" denmektedir.[3] Mesela, iki delilden biri müsbet (olumlu), diğeri menfi (olumsuz) bir hüküm ifade edebilir. Aynı şekilde bir delil bir konuda helâl, diğer bir delil ise haram hükmü ihtiva edebilir. Yine iki delilden birinin gösterdiği sayı, diğer delilin gösterdiği sayıdan farklı olabilir. Tearuza şer´î nasslardan bir misâl verelim:
1. Bazı fakîhler, "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar, eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak (bir) yılma kadar faidelenmesini (bırakılmasını) vasîyyet etsinler"[4] âyetinden, kocası ölen kadının iddetinin bir yıl olduğu hükmüne varmışlardır.[5]
2. "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları kadınlar (zevceler), kendi kendilerine dört ay on gün beklerler"[6] âyeti, kocası ölen kadının -ister gebe olsun, ister olmasın- iddetinin dört ay on gün olduğunu ifade etmektedir.
3. "Gebe kadınların bekleme (iddet) süresi, çocuklarını doğurunca biter"[7] âyeti de gebe kadının -ister boşanmış olsun, ister kocası Ölmüş olsun- iddetinin çocuğunu doğurmakla son bulacağını hükme bağlamaktadır.
Birinci âyete göre kocası Ölen kadının iddeti bir yıldır.
Gebe olup kocası Ölen kadının iddetinin ikinci âyete göre dört ay on gün, üçüncü ayete göre ise çocuğunu doğurmasıyla son bulduğu ifade edilmektedir. İşte bu üç âyet, kocası ölen kadının iddeti konusunda tearuz halindedir. Birinci âyet, 2. ayetle neshedümiştir. İbn Mes´ûd´a göre üçüncü âyet, ikinci âyetten sonra nazil olmuştur.[8] Bu son iki âyet arasındaki tearuz, üçüncü âyetin gebe kadınlar konusunda nâsih, diğerinin mensûh kabul edilmesi suretiyle giderilmektedir.
B. Tearuzun Caiz Ve Vâki Olup Olmadığı:
İslâm âlimleri, şer´î deliller arasında tearuzun caiz ve vâki olup olmadığı konusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Fakîhlerin bu konudaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
a. Şer´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değildir.
b. Şer´î deliller arasında tearuz hem caiz, hem de vâkidir.
c. Kat´î deliller arasında tearuz caiz ve vâki değilse de, zannî deliller arasında caiz ve vâkidir.[9] Bu görüşleri, delilleriyle birlikte kısaca gözden geçirelim.
A. Tearuzu Kabul Etmeyenler Ve Delilleri:
Dört mezhep imâmı, fakîh ve muhaddislerin çoğunluğu, îbn Hazm, Mutezile ve Şia´dan bazılarına göre, kat´î ve zannî deliller arasında hakiki bir tearuz bulunmaz. Cenab-ı Hak, Alîm ve Hakîm olduğundan O´nun hükümlerinde tearuz cereyan etmez Âyetler, zaman zaman nazil olmuşlardır. Sünnetlerde zaman zaman vârid olmuşlardır. İki mütenâkız delilin birden nüzulüne ve vürûduna imkân yoktur. Ancak şer´î deliller arasında olsa olsa müctehidin zannına göre tearuz bulunur ki, bu da hakiki değil, zahiri bir tearuzdur, imâm Şafiî (öl. 204)
"Peygamber (s.a.), ´den -husus ile umûm, icmal ile tefsir cihetlerinden başka bir cihetle- birinin isbat ettiğini diğerinin nefytder surette birbirine zıt iki hadisin -nesih, hali hariç- vürûdu vâkî değildir" sözüyle hadîsler arasında hakikatte tearuzun bulunmadığım ifade etmiştir.[10]
îbn Hüzeyme (öl. 311) "Sahih senedle Peygamber (s.a.v.)´den rivayet edilmiş müteâriz iki sahih hadîs bilmiyorum. Kimde böyle hadis varsa bana getirsin, onları te´lif edeyim" sözüyle bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur.[11]
Şu halde, tearuzun kat´î ve zannî delillerde kabul etmeyenler, tearuzun Şârî açısından muhal, müctehid açısından mümkün olduğunu kanaatini izhâr etmişlerdir.
B. Tearuzu Kabul Edenler Ve Delilleri:
el-Abbâdî (öl. 994)[12], İbn Sübkî (öl. 771) gibi bazı Şafiî fakihleri ile bazı .Caferiler, mutlak olarak tercihi imkânsız kılacak şekilde denklik vasfındaki deliller arasındaki tearuzun caiz ve vâkî olduğu görüşündedirler. Bunlar görüşlerini akli ve nakli delillerle şu şekilde ortaya koyarlar:
1. Tearuzun reddine aklen imkân bulunmaması,
2. Delillerin kat´î ve zannî olarak taksime tabi tutulması,
3. İçtihadın Peygamber (s.a.v.) tarafından doğru ve hatalı olarak taksime
tabi tutulması.
4. Âyetlerin muhkem ve müteşabih olarak taksim edilmesi,
5. Müctehidlerin birbirlerine uygun ictihadlarda bulunmaması gibi hususlar şeriatta tearuzun caiz ve vâkî olduğunu göstermektedir. Nitekim Ramazan ayında yolcunun oruç tutup tutmama hususunda muhayyer bırakıldığı âyet[13] ile sabittir ki bu da şeriatta tearuzun varlığına bir delildir.
C. Tearuzu Sadece Zannî Delillerde Caiz Ve Vâkî Olduğunu Kabul Edenler Ve Delilleri:
Şirâzî (öl. 476), Beyzâvî(öl. 685) gibi bazı Şafii fakihleri ile Molla Hüsrev (Öl. 885), Güzelhisari gibi Hanefi fakihlerine göre kat´î delillerde tearuz caiz ve vâki değildir. Çünkü tenakuz Şârî Teâlâ´ya nisbet edilmez. Fakat zannî delillerde caiz ve vâkidir.
Zerkeşî (Öl. 794) zannî delillerde tearuzun cevaz ve vukuunun hikmetini şöyle ifade etmektedir: "Cenâb-ı Hakk, her şer´î hüküm için kat´î bir delil koymamıştır. Genellikle hükümlerini kullarının maslahat ve faydalarına olmak üzere zannî delillere dayandırmıştır. Bu surette insanlar insanlar tek mezhebe bağlı kalmaksızın değişik hükümlerle ihtiyaçlarını daha kolay giderme imkânına sa-. hip olsunlar. Şer´î hükümlerde zannî deliller muteber ve makbul olunca, zahirde açıklık ve kapalılık itibariyle zannî deliller arasında tearuz bulunması tabiidir.[14] Netice itibariyle bütün âlimler, nasslar arasında zahirde tearuzun vâkî ve caiz olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Bunun yanında hakiki tearuzun caiz ve vâkî olduğunda ise ihtilaf etmişlerdir.
C. Tearuzun Rüknü Ve Şartları[15]
A. Tearuzun Rüknü: Kuvvete Eşitlik.
Hanefî hukukçuları, aynı mahal ve vakit için sevkedilmiş ve zıt hüküm ifade eden iki delilin eşit kuvvette olmasını, tearuzun rüknü olarak kabul etmişlerdir. Yani muayyen bir meselede eşit kuvvette bulunan ve iki zıt hüküm ifade eden deliller arasında tearuz caiz ve vâki olabilir. Delillerden birinin kuvvetli, diğerinin zayıf olması halinde tearuz vuku bulmaz. Bu durumda kuvvetli delille amel edilir. Mesela, mütevatir ve meşhur hadisler arasında tearuz vuku bulmaz. Çünkü mütevatir hadis kuvvet yönünden meşhur hadisten önce gelir.
B. Tearuzun Şartlan:
1. Mahal birliği : Zıt hüküm ifade eden iki delilin tearuz etmesi aynı konu (mahal) da olabilir. Mesele nikâhla ilgili nasslar, sahalarına göre farklı hükümler ihtiva etmektedirler."İstediğiniz kadınlardan... nikahlayınız"[16] ayetine göre bir erkeğin herhangi bir kadınla nikâhının mubah olduğu ifade edilmektedir. Fakat "Annelerinizle nikâhlanmanız haram kılındı"[17] ayeti de anne ile evlenilmeyeceği hükmünü belirtmektedir. Fakat mezkur iki ayet arasında tearuz yoktur. Çünkü konu (mahal)lan farklıdır. Birisinde anne, diğerinde ise anneden başka nikâhı düşen bir kadın konu (mahal) olmaktadır.
2. Tarih birliği : Tearuz aynı tarihte nazil ve vârid olup farklı hüküm ifade eden iki nass arasında sözkonusu olabilir. Nüzul ve vürûd tarihleri farklı olduğu kesin olarak bilinen âyet ve hadisler arasında tearuz olmaz. Mesela içki ile ilgili âyetler incelendiği zaman, önce inen âyetlerde içkinin helâl, sonra inenlerde ise haram olduğu görülmektedir.[18] Mezkûr âyetlerin nüzul tarihleri farklı olduğu için aralarında tearuz bulunmamaktadır. Çünkü, önce inen ayetler mensûh, sonrakiler ise nâsih olarak kabul edilir.
3. Vakit birliği : iki nassdan biri bir vakitte bir konuda bir şeyin yapılmasını helâl, diğeri de o konu ve vakitte o şeyin yapılmasını haram kılıyorsa, o iki nass arasında tearuz bulunuyor demektir. Ancak bir nass bir şeyin yapılmasını bir vakitte haram, diğer bir nass da başka bir vakitte helal kılıyorsa, o İki nass arasında tearuzun bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Mesela Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Oruç gündüz vaktinde tutulur. Oruçlunun gündüz vaktinde yeme, içme gibi hareketlerde bulunmasını, nasslar yasaklamaktadır. Fakat Ramazan ayında geceleri bu hareketler serbest bırakılmış, hatta sahura kalmak teşvik edilmiştir. Bu sebeble farklı hüküm ifade eden bu nasslar arasında vakit birliği olmadığı için tearuz yoktur.
Aynı şekilde, "Cuma günü namaza çağrıldığınız vakit alış-verişi bırakın"[19] ayeti ile, "Allah bey´i helâl kıldı"[20] ayeti arasında tearuz bulunmaz. Çünkü birinci ayette Cuma vaktinde ahş-verişi yasaklamakta, ikinci ayette ise alış-verişin bunun dışındaki zamanlarda mubah ve helal olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla vakit birliği olmadığı için tearuz da bulunmamaktadır,
4. Zıd hüküm : Herhangi bir konu mahal) için sevkedilmiş birden çok nass, aynı hükmü taşıyorsa, haliyle o nasslar arasında tearuzun bulunması mümkün değildir. Bir konu veya vakitte vârid olan nasslar, zıd hüküm ifade ederlerse o zaman tearuzdan basedilebilir. Mesela, namaz ile ilgili nasslar arasında bir tearuz bulunmaz. Çünkü hepsi namazın farz olduğunu ifade ederler. Mesela, şahitlikle ile ilgili iki hadis bulunmaktadır. Bunlardan birinde kendisine sorulmadan yapılan şahitliğin iyi bir iş olduğunu[21], diğerinde ise iyi bir iş olmadığı haber veriliyor.[22] Dolayısıyla bu iki nass arasında zahir de tearuz varmış gibi görülüyor. Bu iki hadis arasındaki tearuz cem ve tevfik usulü ile giderilebilir. Şöyle ki, birinci hadis Allah hakkını, ikinci hadis ise kul hakkım ilgilendiren konulardaki şahitliğe hami edilir ve böylece tearuz giderilmiş olur.