- Tarihin bir görgü tanığı

Adsense kodları


Tarihin bir görgü tanığı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 15 July 2012, 02:01 pm GMT +0200
Tarihin bir görgü tanığı: Para
Önder KAYA • 74. Sayı / TARİH


İran da tarihe bakış açısı itibariyle Türkiye Cumhuriyeti’yle benzer bir süreç yaşıyordu. Atatürk’ün ölüm yılı olan 1938’de basılan 50 riyalde, Perslerden kalma antik harabelere yer verilmek suretiyle İran’ın güçlü tarihsel bağlarına işaret edilmiş oluyordu. Şah Rıza Pehlevi’nin 1941’de oğlu Muhammed Rıza Pehlevi adına tahttan çekilmesi ile Pers tarihine yapılan vurgu daha da artmıştı. Nitekim Şah Muhammed Rıza döneminde, İran şehinşahlığının kuruluşu 2500 yıl öncesine yani Pers kralı Büyük Kiros’a kadar götürülüyordu.

Türkiye’deki nümizmatik ilminin duayenlerinden İbrahim Artuk, bu ilmin faydalarını kısaca şu şekilde sıralar: “Sikkeler, basıldıkları ülkenin zenginlik derecesinin tahmini, kaybolmuş şehir ve abidelerin tespiti, hanedanların soy ağaçlarının belirlenmesi, şehirlerin ve imparatorların almış oldukları unvanlar, yazılı kaynaklardaki tarihsel verilerin kontrolü, dinî ve sivil mimarinin nasıl olduğu hakkında bize genel bilgi verir”. Esasen sikke adı verilen madeni paraların üzerinde yer alan bilgilerden hareketle edebiyata, filolojiye, güzel sanatlara dair de önemli verilere ulaşmak mümkündür. Madeni paralar üzerinde uygulanan çalışma metodlarını biraz geliştirerek, yakın dönem kâğıt paraları üzerine uygulamak da mümkündür.

İran-Türkiye: Benzerlikler
20. yüzyıl başlarında İran tarihi ile Türkiye tarihi büyük benzerlikler gösteriyordu. Her iki ülke de I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupalı büyük güçlerin iştahını kabartıyordu. 1907’de İran İngiltere ve Rus çarlığı arasında nüfuz bölgelerine ayrılıp işgal edilirken, aynı yıllarda İngiltere, Fransa ve Rusya, yaklaşan büyük savaş öncesinde Osmanlı topraklarını kendi aralarında taksim etme planları yapıyorlardı. Bolşevik İhtilali’nden sonra Rusya’nın devreden çıkmasıyla İngiltere, İran’ı tek başına kontrol altına almak amacıyla 1919’da ülkenin idari ve askerî teşkilatlanmasına yardımcı olmayı vaat eden kibar bir mandaterya kurma teklifinde bulundu. Ancak bu amaçla hükümete imzalatılan anlaşmayı, İran parlamentosu onaylamayacaktır. Aynı tarihlerde son Osmanlı Mebuslar Meclisi İngiltere ve müttefiklerinin giriştiği işgalleri onaylamadığı için İtilaf Devletleri’nce dağıtılacak, böylelikle Anadolu’da örgütlü bir mücadelenin temelleri atılmış olacaktır. Her iki ülke de emperyalist Batılı güçlere karşı Sovyetler Birliği’ne yanaşmakta bir mahsur görmez. 26 Şubat 1921’de olası bir İngiliz işgaline karşı İran hükümeti, Sovyetler ile ittifak anlaşması imzalarken, üç hafta kadar sonra TBMM hükümeti de benzer bir anlaşma olan Moskova Anlaşması’nı imzalar. 1923 yılında Osmanlı saltanatının yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, İran’da 1796’dan beri hüküm süren Kaçar hanedanının siyasi gücü, bu yıl içinde gerçekleşen hükümet darbesi ile tarihe karışır.

Türkiye’de asker kökenli bir lider olan Mustafa Kemal, toplumsal reformlara imza atarken, İran’da bir başka asker kökenli devlet adamı Rıza Pehlevi de iş başındaydı. Bu idareciler devrinde, iki ülke arasındaki ilişkiler daha da yoğunlaşır. Batılılaşma konusunda tarihî tecrübeleri, coğrafi konumu ve ticari münasebetleri nedeniyle daha fazla yol katetmiş olan Türkiye, pek çok alanda İran’a model teşkil eder. Hatta Rıza Şah ilk ve son yurt dışı gezisini 2 Haziran-15 Temmuz 1934 tarihleri arasında bu amaçla Türkiye’ye yapar.

Şah’ın yönettiği ülkenin sorunları ile Atatürk’ün devraldığı ülkenin sorunları hemen hemen aynıydı. Güçlü bir ulema sınıfı, yabancılara tanınan ve ülkeyi yarı sömürge konumuna getiren ekonomik ayrıcalıklar, sanayi, ulaşım, bankacılık gibi kilit sektörlerin yabancıların elinde olması, kadınların arka plana itilmesi ortak sorunların başlıcalarını teşkil ediyordu. 1930’lu yıllarda Türk kadını seçme ve seçilme hakkını elde ederken İran’da kadınların çarşaf giymesi yasaklanıyor, Türkiye’de tekke ve zaviyeler kapatılırken, İran’da ulemanın gücünü kıracak bir takım tedbirler alınıyordu. Tüm bu gelişmeler her iki ülkenin tedavülde olan kâğıt paralarının da üzerine işleniyordu.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yaklaşık dört yıl boyunca Osmanlı döneminden kalan paralar kullanılmaya devam edildi. Zira para basımı oldukça masraflı bir işti. Bu durum doğal olarak yeni Türk devletinin egemenlik haklarını da zedeliyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci emisyon paraları 5 Aralık 1927’de tedavüle girdi. Bu paralar doğal olarak milliyetçi öğeler içeriyordu. Osmanlı’nın son zamanlarında Millet-i hâkime olan Türkler, Balkan Savaşları ve ardından gelen I. Dünya Savaşı’nda onurlarına büyük darbe almışlardı. Balkan toprakları tamamen yitirilmiş, Arapların yaşadığı bölgeler elden çıkmıştı. Bu durumda yapılan ilk iş, Türk milletinin köklü tarihsel geçmişine ve son dönemlerde kazanılan parlak zaferlere atıflarda bulunmak olmuştu. Bu emisyonun beş liralarında milliyetçi öğeler açıkça göze çarpıyordu. Paranın ön yüzündeki bozkurt ve ay yıldız Türk milletinin binlerce yıllık tarihi köklerine vurgu yapıyordu. Bu devirde bozkurt pek çok yerde kullanılıyor ve Türklerin köklü tarihsel bağlarına gönderme vazifesi görüyordu.

İran da tarihe bakış açısı itibariyle Türkiye Cumhuriyeti’yle benzer bir süreç yaşıyordu. Atatürk’ün ölüm yılı olan 1938’de basılan 50 riyalde, Perslerden kalma antik harabelere yer verilmek suretiyle İran’ın güçlü tarihsel bağlarına işaret edilmiş oluyordu. Şah Rıza Pehlevi’nin 1941’de oğlu Muhammed Rıza Pehlevi adına tahttan çekilmesi ile Pers tarihine yapılan vurgu daha da artmıştı. Nitekim Şah Muhammed Rıza döneminde, İran şehinşahlığının kuruluşu 2500 yıl öncesine yani Pers kralı Büyük Kiros’a kadar götürülüyordu.

Bu dönemde İran şehinşahlığının 2500. kuruluş yıldönümü büyük törenlerle kutlanıyordu. Bu törenlerden birinde Şah Muhammed Rıza, Kiros’un mezarı önünde bu büyük idareciye şu satırlarla sesleniyordu: “Kuroş, Ulu şah! Şahların şahı! Akamenid şahı! İran ülkesinin şahı! İran şehinşahı bulunan ben ve benim milletim tarafından sana selam ola. İran tarihinin bu şanlı gününde ben ve burada bulunan bütün İranlılar, senin elinle temelleri atılmış olan bu 2500 yıllık şehinşahlığın bütün evlatları, seni övmek için kabrinin önünde baş eğip, unutulmaz hatıranı bir kez daha anmaktayız.”

2500 yıllık gelenek iddiası sadece Şah’ın söylevlerinde yer almakla kalmamış, dönemin paralarına da yansımıştı. 1970’lerde basılan 50 riyalin arkasında Büyük Kiros’un mezarının yer alması, bu anlamda hiç de şaşırtıcı değildir. 1953’te basılan 20 riyalin ön yüzünde sağda ve solda duvar kabartmalarından fırlamış iki Pers askeri figürüne, resmin tam ortasına denk gelen kanatlı aslan figürü eşlik etmekteydi. Böylelikle İran paraları üzerinde “tarihî kökleri yüzyıllar öncesine kadar çıkan millet” anlayışının canlı izlerini görebilmekteyiz. Söz konusu millet, doğal olarak Şah’ın güçlü şahsiyeti çevresinde kenetlenmeliydi.

Böylelikle paraların hemen hepsinin ön yüzünde yer alan Şah’ın resimleri daha da bir anlam kazanmış oluyordu. Hatta 100 riyalin üzerinde yer alan ve Pehlevi hanedanının kurucusu ile oğlunu yanyana gösteren para, aynı zamanda hanedanın meşruiyetine işaret vazifesi de görüyordu. Bu para üzerindeki resimde baba-oğul uzaklara, muhtemelen İran’ın parlak geleceğine bakıyorlardı. Yine aynı paranın arka yüzünde yer alan şehinşahlık tacı da bu vurguyu pekiştiriyordu.

Türkiye Cumhuriyeti, büyük bir savaş sonrasında kurulduğu için paralarının üzerinde bu mücadeleye dair güçlü atıflar bulunuyordu. Birinci emisyondaki büyük paraların yani 50, 100, 500 ve 1000 Türk liralarının ön yüzünde Atatürk’ün resimleri yer alırken, arka yüzünde ülkenin farklı bölgelerinden görünümler göze çarpıyordu. 50 liralarda Afyonkarahisar, 100 liralarda Ankara köprüsü, 500 liralarda Sivas şehri gibi. Yüzyıllardır Osmanlı toplumuna başkentlik yapan İstanbul’a en ufak bir atıfta bulunulmazken, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı Afyon, Kurtuluş Savaşı öncesi çok önemli kararların alındığı Sivas ve tabii ki yeni devletin kalbi Ankara ön plana çıkarılıyordu.

Rıza Şah’ın iktidara gelişi ise dış güçlere karşı verilen bir bağımsızlık mücadelesi sonrasında olmadığından bu tür görseller yerine çağdaşlaşma konusunda verilen mücadele resmedilmiş, bu amaçla da paraların arkasına santral, baraj ve rafineri gibi tesisler yerleştirilmişti.

Rıza Şah’ın oğlu Muhammed Rıza Şah zamanında özellikle 1971’de basılan 100 riyal, bu anlamda ayrı bir önem taşır. 100 riyalin arka yüzünde Şah’ın 1963’de ilan ettiği “6 Bahman prensibi” adlı kalkınma planının izleri görülür. Buna göre İran’da toprak ağalığı kaldırılarak toprak köylüye dağıtılacak, otlak ve ormanlık alanlar millileştirilecek, okuma seferberlikleri başlatılacak, kadınlara seçme-seçilme hakkı tanınacak, tarımda makineleşme özendirilecekti. Paranın arkasında yer alan üç resim bu planın adeta özeti gibiydi. İlk resimde bir doktor küçük bir çocuğu muayene ederken, ikinci resimde fötr şapkalı ve traktörün üzerinde kısa kollu bir gömlek giymiş çiftçi figürü boy gösterir. Son resimde ise bir öğretmen, orta ve daha ileri yaş seviyesinden insanlara okuma yazma öğretmekteydi. Şah, askerlik çağına gelmiş üniversite mezunlarına halk mekteplerinde öğretmenlik yaparak vazifelerini yerine getirme hakkı tanıyordu. Bu para sayesinde 6 Bahman projesi, kamunun zihnine kazınıyordu.

Yine İran’daki rejim kesintisiz 2500 yıllık şehinşahlık geleneğinin devamı iddiasında olduğundan, eski dönemlerden kalan saray ya da medrese resimlerine yer verilmiş, Hafız gibi ünlü şairlerin mezarları paraların arkasına iliştirilmişti.

Türkiye Cumhuriyeti eski rejimin yerine köklü değişimler getirmiş olduğundan, 1927’de çıkan birinci emisyon paralarında Osmanlı Devleti’ni hatırlatacak hiçbir figüre yer verilmiyordu. Osmanlı’yı sembolize eden ilk emare 1939’da çıkan ikinci emisyon 500 Türk liralarının arkasındaki Rumeli Hisarı figürüydü. Bu figür, sonraki emisyonların hemen hepsinde kullanılacaktı. 1947’deki dördüncü emisyon on liraların arkasındaki Sultan Ahmed Çeşmesi, 1953’teki beşinci emisyon 500 liraların arkasındaki Sultan Ahmet Camii, 1976’daki 6. emisyon 50 liraların arkasındaki Topkapı Sarayı içinde yer alan fiskiye figürü, Osmanlı’yı çağrıştıran diğer görsellerdi. Bununla beraber paraların üzerinde bir Osmanlı padişahının resmini görmek için 1986’da piyasaya sürülen 1000 liralık banknotları beklemek gerekecekti. Bu banknotun arka yüzünde Fatih Sultan Mehmed’in Venedikli ressam Gentile Bellini tarafından yapılan portresi, Marmara Denizi ve Sultan Ahmed Camii eşliğinde sunuluyordu.

İran İslam Devrimi sonrası
İran’daki en büyük toplumsal kırılmalardan biri 1 Nisan 1979’da İran İslam Devrimi’nin patlak vermesiyle yaşandı. Doğal olarak mevcut değişmelerden paraların üzerindeki semboller de nasibini aldı. Yeni rejimin en önemli sorunlarından biri Şah zamanının paraları ve bunların üzerindeki semboller meselesiydi. 1981’de yeni basım paralar tedavüle girene kadar mecburen eski paralardaki Şah figürlerinin üzerini sürşarj ile kapatma yoluna gidilmişti. Bu anlamda 50 riyaller güzel bir örnek teşkil eder. Bu birim paraların ön yüzünde bulunan Şah’ın portresi kapatılırken, arka yüzde yer alan ve İran’ın İslam öncesi dönemine vurgu yapan Pers kralı Büyük Kiros’un mezarını gösteren resme dokunulmamıştı.

Bu dönem İran paralarında baskın olan ana tema, dinî mekânlar ve kutsal şahsiyetler (özellikle de İmam Humeyni) üzerine yoğunlaşmıştı. Devrimin hemen sonrasında dinî lider Humeyni, aynı zamanda ordu kuvvetlerinin başı, savaşa ve barışa karar verecek yetkili şahıs, yüksek mahkeme başkanı ve başsavcıyı atayan kişi konumuna da ulaşmıştı. Özellikle Şah’a karşı yürütülen mücadelede en önemli rolü üstlenmesi, sürgüne gönderilmesi ve geniş halk kitlelerini etkileyebilme gücü ona, bu yetkilerin tanınmasına yol açmıştı.

Fakat Humeyni’nin yaşadığı dönemde basılan paralarda dinî liderin portresi paraların üzerinde yer almazken, onun ölüm tarihi olan 1989’dan hemen sonra basılan ilk paralarda, özellikle yüksek değerdeki banknotlarda Ayetullah Humeyni portresine rastlanıyor. Yaşadığı süre içinde paralarda kendi resminin bulunmaması Humeyni’nin tercihi midir, bilemiyoruz. Bu durumun çeşitli nedenleri bulunabilir. İslam’ın portre sanatına sıcak bakmaması ya da Humeyni’nin kendisinden önceki şah rejimine benzemek istememesi etkenler arasında olabilir. Ama onun ölümü ile devrim ateşinin küllenmesinden çekinen idareciler belki de bu yolla kitlelere her daim Humeyni’nin, dolayısıyla devrimin varlığını hissettirmeyi amaçlamış olmalılar. Zira biliyoruz ki Humeyni’nin ölümünden sonra hiçbir din adamı onun popülaritesine yaklaşamadı.

Şah döneminin 100 riyalinde yer alan köylü figürü fötr şapkası ve kısa kollu gömleği ile modern tarımı sembolize eden traktörün üzerinde resmedilirken, devrim sonrası İran köylüsü 1982 baskısı İran 200 riyalinin üzerinde uzun kollu elbiseler giymiş ve sakallı olarak resmediliyordu. Yine ilk paradaki köylü traktör üzerinde resmedilirken, bir diğer paradaki köylüler toprağı geleneksel yollarla yani kazma ve kürekle eşiyorlardı.

Yine bu dönem paralarının arkasında yer alan figürlere göz atıldığında 1992’de basılan 1000 riyalin arkasındaki Kubbetu’s Sahra ve 2000 riyalin arkasındaki Kâbe motifleri hemen dikkati çekiyor. Bu figürler yeni İran parasına girerken, İran’ın İslamî dönemine ait olmayan figürler yani Pers motifleri ile İran’ın şahlık dönemine ait diğer figürler paradan çıkıyor, başka bir deyişle milletten ümmete geçiş yaşanıyordu.

Görüldüğü üzere ülkelerde yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeler hakkında paraların bizlere söyleyecek çok şeyi var, yeter ki bakmasını bilelim.

KAYNAKÇA

- İbrahim Artuk, “Nümismatik İlmi ve Faydalarına Kısa ve Toplu Bir bakış”, Türk Nümismatik Derneği Bülteni, Bülten No.9, İstanbul, 182, s.10.
- İran 2500 yaşında, İran Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı yayını, Ankara, 1972.
- Muhsin M. Milani, “Humeyni’den Hameney’e Velayet- Fakih Kurumunun Değişimi”, (çev: Fatih Topaloğlu), Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 19, İzmir, 2004, s. 189-210.
- Rameş Sanghvi, Aryamehr: İran Şahı Siyasi Bir Biyografi, İstanbul, 1971.
- Celali Yılmaz, “Kağıt Paralar Üzerine Sürşaj”, Collection, sayı: 16, s. 39-41.