- Tarihi yeniden düşünmek

Adsense kodları


Tarihi yeniden düşünmek

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 30 June 2012, 12:39 pm GMT +0200
Tarihi yeniden düşünmek
Ali Şükrü ÇORUK • 62. Sayı / TARİH


Çoğu kere tarih yazımında bir konu ele alınırken sebeplerle vesileler birbirine karıştırılır yahut vesileler sebeplerin önünde değerlendirilir. Özellikle resmî tarih anlayışında karşımıza çıkan bu durum tarih biliminin en tartışmalı alanlarından birisi. Yapılan uygulamaları meşru göstermek için tarihin “araç” olarak kullanılması ve bu amaca uygun tarih yazımı, Osmanlı’dan günümüze hemen hemen her dönemde başvurulan bir yol.

Buna tepki olarak geliştirilen popüler tarih yazımı ise temelde aynı mantıktan hareket ediyor. Sonuçta devletin uygulamalarından ve tarih anlayışından şikâyet eden çevrelere hoş görünmek adına, olayların tam tersi bir bakış açısıyla değerlendirildiği popülist tarih metinleri zihinleri işgal ediyor. Osmanlı tarihinin bir “altın çağ” olarak düşünüldüğü bu tarz metinlerde eleştirel bir bakış hemen hemen yok gibi.

Bir hadiseyi veya problemi farklı açılardan değerlendirmek sosyal bilimlerin ve bu arada tarihin “hakikate” ulaşmak için başvurduğu yollardan birisi. Yine sosyal bilimlerin bir gereği olarak her metin, okuyanı ikna etmek iddiasıyla kaleme alınıyor. Kuşkuya yer vermeyecek surette, ikna kabiliyeti yüksek uzun ömürlü metinler aracılığıyla gerçeği ortaya koyma çabası sosyal bilimlerin temel amacı. Eğer bir metin okuyanı ikna edememişse, ele alınan konuyla ilgili tartışmaları azaltmak yerine arttırmışsa, hepsinden önemlisi ömrünü çabuk tüketmişse sunulan “hakikat” ile ilgili bir sıkıntı var demektir. Okulda ayrı evde ayrı tarih ikilemini yaşayan Türkiye maalesef bu durumu yaşıyor. Böyle devam ettiği takdirde her dönemde birbirini reddeden, birbirinden farklı pek çok “mazi” karşısında kalmamız kaçınılmaz oluyor.

Geri kalışımızın sebebi matbaanın Türkiye’ye geç gelmesi mi?

Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında geri kalışının sebepleri sıralanırken matbaanın Batı’da kullanıma girmesinden yaklaşık 300 sene sonra Türkiye’ye gelmesi çoğu kere ilk sırada yer alan bir “sebep” olarak gösteriliyor. Ancak nedense bunu söyleyenler bir ülkenin matbaa olmadan nasıl olup da 300 sene ayakta durduğunu açıklama zahmetine girişmiyorlar. Buna ek olarak “gavur icadı” diye birtakım çevrelerin matbaaya karşı çıktıkları söyleniyor.

Peki, Batılılaşma karşıtı çevreler tarafından çıkarıldığı söylenen 1730 isyanında neden isyancılar matbaaya dokunmadı? Ayrıca düşmanlarıyla savaşırken kendileri için gerekli olan silahları “gavur icadı” demeyip kullanmaktan çekinmeyen Osmanlı neden matbaa hakkında böyle bir düşünce üretme yoluna gitti? Yoksa bu gerekçe tarihçinin bir icadı mıydı?

Bundan başka matbaanın kullanılması Batı’da hemen yaygınlık kazanmış mıydı yoksa yerleşmesi için aradan çok uzun bir zaman mı geçmişti? Batı’da matbaa toplumun her kesimi tarafından alkışlarla mı karşılanmıştı? Hepsinden önemlisi toplumun okuma yazma oranlarını hemen değiştirmiş miydi? En önemli soru: 19. yüzyılın başında Avrupa’da okuma yazma oranı neydi?

III. Selim: Büyük ümitler, acı sonuçlar
Osmanlı’dan bu yana yazılan tarih kitaplarına göre Osmanlı Devleti’ni modernleştirmeye çalışan III. Selim, bu çabalara karşı çıkan gericiler tarafından düzenlenen Kabakçı İsyanı neticesinde tahttan indirilmişti. Yani isyanın sebebi modernleşmeye duyulan tepkiydi. Elbette III. Selim yeni tarzda talimi reddeden ve Osmanlı döneminde yönetimden şikâyeti dile getirmek üzere farklı kesimler tarafından farklı amaçlar için kullanılan siyasi bir slogan olan “şeriat isteriz” söylemini dile getiren boğaz yamaklarının Kabakçı Mustafa önderliğinde gerçekleştirdikleri bir isyan sonrasında tahtından vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Ancak bu ayaklanmayı, dolayısıyla III. Selim’in tahttan indirilmesini sadece yüzeysel bir sebeple açıklamaya kalkışmak resmin bütününü görmememiz anlamına geliyor. III. Selim’in tahttan indirilmesi sebebi olarak modernleşmeye karşı duyulan tepki yargısına varanların “Neden bu ayaklanma III. Selim’in modernleşme çabalarının başladığı 1793 yılında değil de 1807 yılında gerçekleşmişti?” sorusuna karşılık bulması zor. Dolayısıyla III. Selim dönemini sebep-sonuç mantığıyla bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.

Bu noktada dönemin Avrupa siyasetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu, 19. yüzyılın başında Avrupa’yı titreten ve kendisini İmparator olarak kabul ettiren Napolyon’un İngiltere ve Rusya’ya karşı III. Selim’i yanına çekme çabaları, aynı şekilde İngiltere ve Rusya’nın Napolyon’a karşı Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak girişimleri, bütün bunların neticesinde üst düzey bürokrasinin İngiliz yanlısı ve Fransız yanlısı diye ikiye ayrılmaları başlı başına üzerinde durulması gereken konular. Napolyon krizinin yaşandığı bir dönemde İngiliz donanmasının önemli bir engelle karşılaşmadan, tabiri caizse elini kolunu sallaya sallaya İstanbul’a, hilâfet merkezine gelip Topkapı Sarayı’nın karşısına demir atması, halkın bu durum karşısında yaşadığı büyük travma acaba III. Selim’e olan güveni sarsmamış mıydı?

Yine devlet adamlarının İngiliz yanlısı ve Fransız yanlısı diye ikiye ayrılmaları Ayrıca 1789 yılında büyük ümitlerle başa geçen III. Selim’in Müslüman Kırım’ı Ruslardan geri alma girişiminin sonuçsuz kalması, halkın yaşadığı ekonomik zorluklar, aynı şekilde padişahın Nizam-ı Cedid adına geleneksel kurumları geri plana iterek devlet işlerini yakınına topladığı bir grup eliyle yürütmeye çalışması kendisine karşı bir tepkinin doğmasına sebep olmuş muydu? Üstüne üstlük bu zor dönemde başa geçen III. Selim’in devlet adamı kişiliği ve karakteri de dikkate alınmak durumunda. Acaba dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemde başa geçen III. Selim, imparatorluğun selameti açısından bu ağır yükün altından kalkabilecek özelliklere sahip miydi? Mayıs 1807’de çıkan Kabakçı İsyanı’nın sebebi sadece Batılı askerî elbiselerin yeniçeriler tarafından giyilmesinin reddi miydi yoksa imparatorluğun genel durumuyla bir alakası mı vardı?

Servet-i Fünûn’nda Abdülhamit etkisi
Liselerde okutulan edebiyat derslerinde Servet-i Fünûn Edebiyatı anlatılırken üzerinde durulan basmakalıp bir hüküm var: Servet-i Fünûn mensupları Abdülhamit baskısı yüzünden toplumsal konulardan uzak durmuşlar, daha çok bireysel konulara yönelmişlerdi. Eserlerinde yer alan karamsar hava hep Abdülhamit tesiriyleydi. Bu görüş geçmişte olduğu gibi günümüzde de varlığını devam ettiriyor. Servet-i Fünûn mensuplarının özellikle Cumhuriyet döneminde yazdıkları hatıralarda kendilerini savunmak amacıyla dile getirdikleri bu görüş üzerinde fazla düşünülmeden kesin bir doğru olarak kabul edilmiş, edebiyat tarihlerinde ve bu arada ders kitaplarında da yer almıştı. Ancak bu görüşün iyiden iyiye tartışılması gerekiyor.

Öncelikle Abdülhamit döneminde siyasetin yasaklandığı ve basına sansür uygulandığı doğru. Bununla beraber aynı sansür nasıl oluyor da Halit Ziya Uşaklıgil’in bugünlerde dizi hâline getirilen ve Türkiye gündemini işgal eden Aşk-ı Memnu romanının 1900 yılında basılmasına izin veriyor? Vermek istediği mesajlar bakımından oldukça tartışmalı bir roman olan Aşk-ı Memnu’nun Abdülhamit döneminde yayınlanması dönemin sansür anlayışını göstermesi açısından çarpıcı bir örnek değil mi?

Siyaset meselesine gelince; Abdülhamit yönetimini beğenmeyenler ve rejimin değişmesini isteyenler bir şekilde yurt dışına çıkarak siyasi mücadelelerini sürdürmüşler, neticesinde 1908 Meşrutiyetinin ilân edilmesini sağlamışlardı. Abdülhamit “baskısı” yüzünden siyasetle ve toplumsal konularla ilgilenmeyen Servet-i Fünûncuların Meşrutiyet’ten sonraki durumlarına baktığımızda ise kendilerini savunmak amacıyla ortaya attıkları düşünceyle taban tabana zıt bir durumla karşılaşıyoruz.

Hürriyetin ilânıyla beraber sosyal ve siyasal konularla ilgilenmesini beklediğimiz(!) Servet-i Fünûncular -Hüseyin Cahit Yalçın hariç- yine eski tavırlarını devam ettirmişlerdi. Halit Ziya Uşaklıgil Sultan Reşad’ın başkâtibi olarak saraya girmiş, Mehmet Rauf pornografik romanın öncülüğüne soyunmuştu. Tevfik Fikret ise kendi tabiriyle “irfanı uyruk değiştirerek” Aşiyan’a çekilmiş ve bir ütopya tesisine uğraşmıştı. İngiltere ve ABD hayranı olan Servet-i Fünûncular’ın sanat görüşlerinden kaynaklanan toplumsal konulara mesafeli duruşları Millî Mücadele dönemi için de söz konusu. Abdülhamit döneminde İngiltere’nin Güney Afrika’daki savaşı sırasında İngiltere saflarında savaşmak için İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliğine başvurduklarını da hatırlamak gerekiyor. Abdülhamit baskısı yüzünden kendi meseleleriyle ilgilenemeyen(!) Servet-i Fünûncular çıkış yolu olarak İngiltere’yi kurtarma derdine düşmüşlerdir.

Yukarıya aldığımız sınırlı sayıda örnek tarihimizdeki pek çok hadisenin yeniden değerlendirilmesi lüzumunu ortaya koyuyor. Bunu yaparken olayları geniş boyutlu düşünmek ve her şeyden önemlisi tribünlere oynamadan hareket etmek gerekiyor. Tarihin değilse bile geleceğimizin buna şiddetle ihtiyacı var.