sumeyye
Wed 27 April 2011, 12:35 pm GMT +0200
3- Tarih Kapsamına Giren Şeyler:
Tarih geçmişte cereyan eden hadiselerin nakli olduğundan, gayet geniş bir kapasitesi vardır. Bu yüzden tarih ilminde bütün şubeleriyle kemale ermiş bir tarihçi gösterilemez. Tarih, hadiselerin cereyan ettiği yer ve ülkeler bakımından Coğrafyayı için alır. İnsanla ilgili olduğu için Sosyoloji'yi de içine alır. Bizden öncekilerin bilgi ve bulguları naklettiği için. Matematik, Tıb. Hukuk. Felsefe, Ahlak gibi ilimlerin genellemelerimde kapsamına alır. Hatta bütün ilimlerin incelenmesi aynen tarihçiliği gerektirdiğinden ilimler tarihine de uzanır.
Dîni ilimlerin incelenmesi ise başlı başına tarih konusudur. Ze-hebî şunları söyler:
«Benim Tarİhü'l İslam adlı ansiklopedik tarihimde bahsi geçen fenİere gelince; ben bunları gayet kısa olarak ele alıp onların layıkıyla hakkını vermedim. Öyle yapacak olsaydım 600 cilt tutardı. (Burada Zehebî'nin kendi el yazmasını kasd ettiğini unutmayın. Onun şu anda baskısı devam eden arabca 21 ciltlik el yazması aslı baskıda takriben 75 cilt olacaktır. Buna göre ilimlerin hakkını vereydi 2300 cilt eder.)
Sahavfnin "El-İlan bit-Tevbih" adlı eserinin 151 ci sayfasında bizzat Zehebî'nin el yazısından bunları okuduğunu ve bu kitaba tam kırk ayrı tabakadan insanın tarihlerinin verildiğini anlatır.
Günümüzde tarih: Yazının icadıyla bu güne gelinceye kadar insan oğlunun evreminde meydana gelen her türlü olayları, gelişmeleri ve bilimleri, belirli metodlar kullanarak inceleyen ilme Tarih deniyor. Buna göre Tarihçiler geçmiş çağlan: 1-Yazıdan önce 2-Yazıdan sonra olmak üzere ikiye ayırırlar. Tarih öncesi zamanı incelemek için batılılar, bir takım aslı olan ve olmayan nazariyeleri, bu günün gelişen tekniğinide yanına aldığını iddia ederek yeni bir ilim ortaya attılar. Buna Preistuar adını verdiler. Bunun usulü tarih usulüne uymaz.
Yeni tarih anlayışına göre insanlık tarihini devrelere ayırıp bunlara çağ adını verirler, tik çağ, orta çağ, yeni çağ, yakın çağ. Müslüman tarihçiler ise yaratılıştan başlayarak peygamberimize kadar olan kısmı mukaddes kitaplara, Kuran ve hadise ve reddi zor olan rivayetlere dayanarak genel hatlarıyla ele alırlar. Peygamberimize gelince onu Siyer Meğazî, Şemail, Mu'cizat. tebliğ ve ta'limât gibi ayrı ayrı konularda toplamışlardır. Kimide yıl sıralamasına giderek Mekke dönemi Medine dönemi diye tertip etmişlerdir. Ondan sonrası ise tabakalara ayrılırlar. Kimi 10 yılı kimi 20 yılı tabaka olarak alarak ona göre bilgi verirler.
Tabi materyalist kafa ile tarih bir çok yanlışlık ve tahminlerle doldu. Batıdaki keşifler, sanayi hamleleri, fizik ve kimyanın ilerlemesi batı insanına bir çok avantaj sağladı. Bunlar bu avantajı haklı oldukları yerde kullanmakla kalmayıp hiç bilmedikleri şeylerdede hakları olmadığı halde bu gelişimi istismar ettiler. "Yazının icadım" uydurma olarak icad ettiler. Sonra buna göre bilinen tarih ve bilinmeyen tarih (tarih öncesi) diye ikiye ayırdılar. Eski kemik ve taşların resimlerin incelenmesinde bir takım metodlaT kullandıklarını iddia ettiler. Bu araştırmaların çoğu geçen yüzyılda başlatıldı. Sırf Avrupa sömürü düzenine destek sağlayıp diğer milletlerin elinde avcunda ne varsa kendilerine geçmeyi planladılar. Bu çalışmalar tarih öncesi olaylar değil, tarih sonrasını da perişan etti. Bu nazariye ile insan Ademin çocuğu olmaktan çıkıp maymunun çocuğu haline geldi: Bu horlayıcı nazariyeyi batılı hür ve geçmişleri parlak olan bütün muhalif milletleri yok etme propogandası olarak kullandı. Kimi yerde çivi yazısını okudukları iddiasıyla bu gün Kuzey İrakta gayet azınlıkta olup neye taptıkları bile belli olmayan Asurluları tarihin en büyük imparatorluğu ilan ettiler, kimi etnik gurupları dünya medeniyetinin kurucusu ilan edip bütün insanlığı onlara borçlu kıldılar. Kimileri Allah'a inanan güçlü ve soylu milletleri horlamak için bu menhus metodu atom bombası gibi ilim adına patlatıp, o, yüzlerce yılda kurulabilen medeniyeti yerle bir ettiler. Orta Asya'da Orhun Anıtları hala okunup anlaşılamadığı halde onu okuduğunu iddia edip yer yer herkesin kabul edebileceği «Ey türk milleti, Üstündeki gök çökmedik-çe....» diye başlayan ululayıcı ifadelerle bu nazariyelerinin doğruluğunu tasdik ettirip, arkasından koskoca bir milletin atasını kurt yapıp çıktılar. Hiç bir İslam Ülkesinde bu güne kadar asla tek bir numunesi bile görülmeyen, kendi uydurdukları bir düzmeceye "Fatih Kanunnamesi" adını vererek Osmanlıyı şeriat devleti değil dikta rejimi diye yutturdular. Oysa bu kanunnamenin sadece bir nüshası olup oda Viyana'da bulunması İslam Ülkelerinin hiç birinin kütüphanelerinde bulunmayışı, İstanbul'a bağlı o günkü hiç bir Kadılık merkezlerinde olmayipta sâdece Batılılarda, o da eski bir nüsha değil daha yüzelli ikiyüz yıl önce geliştirilen bir hatla ve bozuk Osmanlıca ile yazılı bir nüsha oluşu nasıl bir rastlantı acaba "?...Evet Saltanat için sultanların birbirine kılıç çektiği, kan döküldüğü olmuştur. Ama buna meşruiyyet verme nereden çıktı.
Bize göre tarih Hz. Ademle başlamıştır. Zira iik suhuf ona inmiş, ilk kitabı okuyan insan Hz. Adem atamız olmuştur. Bu hususta yahu-diler de, hıristiyanlar da bizim gibi inanmaya mecburdur. Zira onların din kitablanda bunları böyle bildiriyor. Bir şeyi bilmiş olmak diğer şeyleride bilmeye yardımcı olur. Ama bildirmiş olmaz. Ne yazıkki insan acelecidir, ve fıtratında bilmediğini bilmişîik yapma gibi bir seciyesizlik vardır. Ona binaen ulu Yaratıcı: «Bilgiyin olmadığı şeyin (bilirim diye) peşine düşme! Zîra kulak, göz ve kalb bunların hepsi bu bilgiçlik taslama yüzünden sorumlu olmuşlardır.» [İsra36] buyurdu. Yine Allah (c.c) Hucurat 12.ci ayetinde şöyle buyurur:
«Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının! Çünkü zannm bir kısmı günahtır.»
Böylece Allah, tahmine dayalı, hiçbir ilmiliği olmayan fikir ortaya atmaktan sakınmayı emredip bunu haram kılıyor. Yine tahminin hepsini reddetmiyor, bir kısmını yasaklıyor.
İşte materyalist batı insanı, teknoloji silahının azametini kavrar kavramaz bütün dünyayı emrine almayı, dünyanın bütün nimetlerinin kendilerinin öz malı olduğuna inanarak onu kimin elinde olursa olsun ele geçirmek için bütün yollara başvurmayı meşru saydılar. Öyîe meşru saymaki adeta çarmıhtan îsa (a.s.)'ı kurtarma hücumuyla insanlığa saldırdılar ve koskoca Afrika kıtasını, sopalarla inlete inle-te esir pazarlarında satarak erittiler. Geri kalan direnç gücü olmayan zavallı Afrika insanını da kahırları altına aldıkları kıtanın nimetlerini sömürmede içşi-köle olarak kullandılar. Afrikayla beraber Avustralya, Hindistan, Güneydoğu Asya ile Pasifik, Hint Okyanusu ve Büyük Okyanustaki dünyanın en güzel adalarımda işgal ettiler. Bugün artık o yerlerde o yörelerin yerli halkı yoktur. Sadece neslin varlığına örnek göstermek için bıraktıkları birkaç talihsiz damızlık mevcuttur.
Bizde denedikleri ve yüzde elli başarılı oldukları gibi Avrupalı hakim güç, Afrikalının kara derisini görünce, ne olur ne olmaz, okurlarda başımızda bela olur diye Afrikalının tarihini Afrikalıdan önce yazıp «beyaz adam eti yiyerek geçinen» bir mahluk şeklinde takdim ederek tarihlerini kapkara katrana buladılar. Ondan sonra istiklal verdikleri yerlerin başına geçirdikleri münevverleri(!) de adam yiyen babasının utancını atmak ezikliğiyle hala belini doğrultup millet mefhumunun şuurunda olamadı. Bu utanmaz herifler yağmaladıkları Afrikayı Tarzan filimleriyle dünyaya öyle acayip olarak propaganda ettilerki. seyreden herkes Afrikalı zavallıyı yunalardı.
Amerika ise koskoca İnka medeniyetinin, Kızilderilinin yok edilen kültürü, elinden alınan yurtları üzerinde kuruntuyla dünyaya insanlık dersi vermeye başlamıştır. Gerçekte ise milyonlarca insanın suçsuzluğunu bırakın, mazlumluğun eşi görülmemiş biçimde katledilmesinin suçlusudur. Medeniyetinin her şubesi kızılderili kanı kokmaktadır. Ama siz Kızılderili tarihini Cowboy filmlerinden öğrendi-nizse suçlu kızılderilidir. Vahşi Apaçi görüldüğü yerde öldürülmelidir...
Tam yetmiş yıl Kuzey Asya ve Kuzeydoğu Avrupa'yı kasıp kavuran Sovyet İmparatorluğu dağılıp geri çekilirken en az yirmi milyon Türk insanının kanını içmenin, o ülkeleri 70 yıl geri bırakmanın suçlusudur. Şimdi bu suçluları cezalandıracak kim vardır.?
Osmanlının çökertilmesi için en az ikimilyon vatan evladının kanı heba edildi. Anadoluda köyler boşaldı, Ören haline geldi. Dost bildiğimiz yüz yıllar boyu kapitülasyon hakkı verip komşularına karşı müdafa ettiğimiz Fransa başta olmak üzere bütün Avrupa hıristiyan birliği aç köpeklerin yal kabına saldırdığı gibi üzerimize gelip sadece batı ve Çanakkale cephesinde; merhum Akif'in:
İlahi, altıyüz bin müslüman birden boğazlandı! Yanan can, yırtılan îsmet, akan seller biitiin kandı. diye ifade ettiği gibi, altı yüz bin insan yok edildi.
Burada Rahmetli dedeciğimin nlattığı bir hatırayı nakledeyim. Seferberlik bitmiş yirmi yıla yakın süren askerlik sona ererken Os-manli dağılıp ardından Kurtuluş Savaşı başlamış. İşte 1870 lerden beri yaşı 18 ile 30 arası gençliği cephelerde eriyen bu zavallı Millet, düşmanını atıp hürriyyetini aldığı gün Anadolu'da bayram yok. Zira her ev hürriyeti Galiçya'da, Kafkaslarda, Yemen'de, Balkanlar'da, Sirpla, Bulgarla, Yunanla, İngilizle, Fransızla. Rusla hatta Hintli ve yamyamıyla çarpışırken şehit olan erlerinin acısıyla, dul ve öksüz, bakımsız ve kimsesiz, salgın hastalık ve yoksunlukla karşılaya bilmiş ama nice ocaklar sönmüş köyler harab olmuştu. İşte Zâdü'l Meâd'ın son cildini yazarken âhirete yolcu ettiğim babam, o eseri beklediği halde göremeden, yavrusunun eserine sevinemeden giden anam ile bir güz düğünü yapılır. Babam çok yanık sesli idi. Köy odasında gençler ısrarla bir türkü söylemesini isterler. Büyükler içerde olduğu için ayıp olmasın diye dışarı çıkarlar. Babam o zamanın derdinin, hicranının tercümanı olan "Bura yemendir, gülü Çimen dir, giden gelmiyor acep nedendir" türküsünü tutturur. O zaman adetti. Çevre köylerde düğüne gelmişlermiş. Babam daha bir kaç mısra okumadan köyün dul ve oğulsuz kalan kadınları ağıdı basarlar. Öyle bir ağıt ki sanki yıllar öncesi Yemen'in kara haberi yeni ulaşmış gibi olur. Dış ardaki ağıta odadakilerle dedem de bakmaya çıkınca vaziyeti anlar ve o gece gerdeğe katacağı evladına sert iki tokat çarpar ve "Ulan kafasız! şu etrafındaki köyleri^ bizim köyü hiç bilmenmi, Yemenin ocağını söndürmediği hiç bir kimse varmi bunlar arasında. Hiç bu yanık yüreklilere Yemen hatırlatılırını?" diye azarlamış. Rahmetleri bol olsun.
Ölüm pahasına gelen hürriyet geldiği, devletini kurup yurdunu istila eden pespaye kafiri kovduğu gün, aynı zalim Avprupalımn hakkımızda verdiği bütün hükümleri esir gibi kabul edilişi, ettirilişi bir yana; bu öksüz millet o zaman Avrupalı olmak için her şeyi feda etmeye iman etmiş bir aydın gurubunun müthiş ve amansız bir hücumuna maruz kaldı. Ben bu konuyu geçen günlerde neşrettiğim Kur'an kültürü adlı eserimde geniş olarak ele aldım. Tarihimizi değiştirme gayretlerinin kültürümüzde açtığı derin yaralara temas ettim.
Müslüman tarihçilerin bu tür şeyleri yapmaları yukardaki ayet ve pek çok hadisle yasaklandığından kültür tahrifi söz konusu olamaz. Eğer bu tür şeyler için izin olsaydı bu gün hala edebi zevk sahiplerinin gözlerini kamaştırarak okudukları Cahiliye dönemi şiirleri bizlere intikal edemezdi. Binlerce dînî olsun, olmasın eserler bu güne gelemezdi.[5]
[5] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/14-19