hafız_32
Tue 26 October 2010, 10:34 am GMT +0200
3. BÖLÜM
TAKVANIN BOYUTLARI
TAKVANIN BOYUTLARI
1- Allah Sevgisi ve Takva İlişkisi:
Takva, Allah (cc) sevgisinin zirvesidir. Bir başka deyişle, Allah (cc) sevgisini kaybetme endişesinden dolayı için titremesidir.
Takva yaşayarak öğrenilir ve tadına varılır. Tekrar hatırlayalım ki, takvanın içerisinde korku unsuru olmakla beraber o salt korku değildir. Takvada olan korku, ateşten, cehennemden, azaptan, kahırdan korkmaktan farklı birşeydir. Bu tür korkulara 'havı' denir ki bunda sevgi unsuru aranmaz. Halbuki takvadaki korku, kulun Rabbiyle arasındaki sevgiyi yıpratma korkusudur, O yakacak diye değil, O sevmeyecek diye korkmaktır. Yanmanın en büyüğü O'nun sevmemesidir. İşte takva, kişinin Allah'la arasında oluşturduğu sevgiyi yıpratmamak için tetikte durması, o sevgiyi gözbebeği gibi korumasıdır. Bu durumda Vedûd olan Allah'ın değil yasaklarını, O'nun hoşlanmama ihtimalinin olduğu şeyleri bile terk eder; değil O'nun emirlerine, O'nu hoşnut edeceğini sandığı tüm eylemlere sarılır. Bütün bunları yaparken de başka hesaplar yapmaz. Yalnızca sevgiyi korumayı, onu yıpratmamayı amaçlar. Takvada titreyişin illeti, ödül veya korku değil, sevgidir.
Takva sevginin zirvesidir. Sevgi, umut, korku... Bu üçünün insan ruhunda meydana getirdiği halettir. Sevgi, umut, korku, üçü birlikte yalnızca Allah için duyulur. Bunların üçünü birden Allah'tan başkasına tahsis etmek, o şeyi 'ilâh' edinmektir. İnsan birini yalnızca sevebilir, bu akidevî bir mesele teşkil etmez. Ya da birine umut besleyebilir, veyahut da birinden korkabilir. Ancak bu üçünü birden Allah'tan başkasına tahsis edemez. Bunu yapmak O'na eşler (endâd) bulmak demeye gelir. Fakat bunları tümüyle Allah'a tahsis etmek, kişiyi övgüye en lâyık makama ulaştırarak onu 'muttaki' yapar. Bu üç ayrı ruh hâli insandaki üç farklı bilincin dinamiğidir; ulûhiyyet, rubûbiyyet ve ubûdiyyet bilincinin...
Evet, Allah'ı sever gibi sevenlerin durumunu belirten âyetini[411] üslubuyla, Allah'tan korkar gibi korkanların durumunu belirten âyetini[412] üslûbu ararasında açık fark vardır. Korku, cezada bile sevginin ayak topuğuna ulaşamıyor. Yamuk sevginin cezası, yamuk korkunun cezasından kıyas götürmeyecek kadar büyük. Allah'ı sever gibi sevmek âdeta şirkle tanımlanırken, Allah'tan korkar gibi korkmak sadece yeriliyor. Bu da sevginin azametine çarpıcı bir örnek."[413]
İnsan bu seviyeye, sevgi, umut ve korku bilincine nasıl ulaşabilir? Allah'ı gerçek anlamda nasıl sevebilir? Allah sevgisinin belirtileri kişi hayatında nasıl görülebilir?
Şüphesiz ki bir insan, takva sahibi bir mü'min olmadıkça Allah'ın veliliğine (dostluğuna) ulaşamaz. Takva sahibi olmayan kullar, Rablerinden hakkıyla çekinmedikleri, ya da O'na karşı sorumluluk bilinci taşımadıkları için, Allah'ın dışında birtakım ilâhları O'nu sever gibi severler. Halbuki takva ahlâkı insanı bu yanlıştan, bu sapıklıktan korur.
"Haberiniz olsun, Allah'ın veli kulları (dostları) için hiçbir korku yoktur ve onlar üzüntü içinde de olmayacaklar. Onlar iman etmişler ve takvaya ermişlerdir."[414]
Burada Allah'ın dostluğunun sıradan bir sevgi olmadığını, bunun da ötesinde 'velayet', yani daha yakın bir dostluk olduğunu görüyoruz. Bu dostluk da iman ve takva şartına bağlanmıştır.
Kul, Allah'ın emrettiklerini yerine getirmeye ve yasaklarından titiz bir şekilde kaçınmaya çalışmadan olgun bir mü'min olamaz. Böyle yapan takva sahipleri de Allah katında 'iyiler' makamına yükselirler. Onlar bundan sonra nafile ibadetlerle Allah'a daha da yakın olmaya, O'nun sevgisini daha çok kazanmaya çalışırlar.
Bir kutsî hadiste şöyle buyuruluyor:
"Kim durmadan bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya çalışırsa ben onu severim..."[415]
"Allah'ın iyi dediği işleri yerine getirmeden, kötü dediği işlerden uzaklaşmadan Allah'a yakınlık kurduğunu iddia edenler, kötü birer yalancıdırlar. Elbetteki yalancılar da Allah'ın dostu (velisi) olamazlar."[416]
2- Kişiyi Takvaya Ulaştıran Sebepler: Bilgi ve Amel
Takva, bilgi ve salih amel ekseninde döner. Allah (cc) ilâhî hükümleri açıklarken; "...Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın; umulur ki ittika edersiniz."[417] buyurmaktadır.
Yani size indirilen kitaptaki olan hükümlere, onları uygulamak üzere sarılın.[418] Onlara ciddiyetle, samimiyetle, bütün zorluklara katlanarak, azimle tutunun. Kitapla indirilen hükümleri unutmayın, hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın.[419] Âyette öncelikle insanın Allah'ı sürekli hatırlamasını sağlayacak salih amel emrediliyor. Bu da kişinin benliğine Allah'tan korkup sakınma şuurunu, Allah'ı düşünme ve O'ndan haşyet duyma bilincini yerleştirir.
Burada takvanın ancak Allah'ın hükümlerine sıkı sıkı tutunmakla ve onların bilinmesiyle gerçekleşeceğine işaret ediliyor. Öyleyse takva, ilâhî emirleri titizlikle yerine getirmekle elde edilir.
İnsan bilgili ve bilinçli olursa salih amele ulaşır, amelinin ihlâs derecesini anlar. Burada takvanın salih amele tâbi olduğu anlaşılmaktadır. Amel de, niçin yapıldığına dair yeterli bilgi olmadan meydana gelmez.[420]
Kendilerine kitaptan bir pay verilenlerden bazıları o kitabın içindeki hükümlere uymazlar. Hatta cahilliğe düşerek putlara ve tağutlara tapar hâle gelirler. Şüphesiz böyle yapanlar Allah'ın lanetine uğrarlar.[421] Buna karşın Allah'ın kitabında kendileri için ne indirildiğini idrak edip onun tavsiyelerine sımsıkı sarılanlar ve Allah'a hakkıyla ibadet edenler Kur'an tarafından övülmektedir. Onların işledikleri salih amellerin karşılığı mutlaka verilecektir.
Gereği üzere takvalı olabilmek için öncelikli olarak tevhid akidesine tam teslim olmak ve Allah'ın ipine istenildiği gibi sarılmak gerekir.[422] Takva, iman ve salih amel yoluyla elde edilir. İman, bir anlamda müslümanın neye nasıl inanacağını bilmesi, inandığı şeyden emin olmasıdır. Salih amel ise imanın hareketlerle doğrulanması, imanın pratize edilmesidir. Yaşanan, uygulanan, ahlâk ve karakter biçimine getirilen iman, insana takva bilincini kazandırır. Bu aynı zamanda kişiyi imanda sabit tutan ve ona salih amel işleten şuurdur.
Ameller takva merdiveninin basamaklarıdır. Dinin emrettiği salih ameller işlenmeden takva bilincine ulaşmak mümkün değildir. Azap korkusu, ahiret düşüncesi takvayı artırır, kuvvetlendirir.
Allah (cc) bütün insanların yalnızca kendisine kulluk yapmaları gerektiğini şöyle açıklıyor:
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvalı olursunuz."[423]
Allah'a hakkıyla ibadetin birinci şartı O'nu tanıma, O'nu Rab olarak algılama ve O'na karşı kulluk görevlerini idrak etmektir. Allah'a ibadet marifetsiz (O'nu tanımadan) ve emirsiz (O'nun emir ve yasaklarını yerine getirmeden) olmaz. Kimileri Allah'a ibadet ettiklerini zannederler. Ancak amel yönünden onlar marifete ulaşmazlar ve emredilen kulluğun dışında hareket ederler. Bundan dolayı onların ibadet sandıkları şey onlara bir sonuç kazandırmaz. İbadet emrinin gerçekleşebilmesi için kişinin mabudu (ibadet ettiği ilâhı) tanıması ve ona nasıl kulluk yapacağını bilmesi gerekir. Ondan sonra da ibadet etmelidir. Bunu da ancak muttakiler yapabilir.
Allah'ı tanıma (marifet), O'nun zâtını, sıfatlarını, güzel isimlerini, aklın anladığı ve naklin ortaya koyduğu gibi bilmesi mümkün olabilir. O'nun vahdaniyyetini, yani zât, sıfat ve fiillerindeki birliğini tanımayan marifete ulaşamaz. O'nun zâtına benzer başka kimse, O'nun sıfatlarına benzer sıfat yoktur. Şu varlığın başlangıcında ve sonunda O'ndan başka fail de yoktur.[424]
O'nun eşinin ve benzerinin olmadığını, yaratıklara ihtiyacının bulunmadığını, mahlûkatın kendisine muhtaç olduğunu bilmeyen de marifete ulaşamaz.[425]
O'nun başlangıcının ve sonunun olmadığını bilmeyen, O'nu yaratılmışlara benzeten, O'nun her şeyi olduğu gibi bildiğini bilmeyen, O'nun dilediği şeyi yaratabileceğini, her şeye gücünün yettiğini anlamayan da marifet sahibi olamaz.[426]
Allah'a ibadetin ikinci şartı, bizim için meşru kıldığı (şeriat yaptığı) şeylerle, sadık ve emin Rasûlü (s.a.v)'nün haber verdiği gibi O'na kulluk yapmaktır. İşlediğimiz her amelle emri gerçekleştiririz, ya da yasaklanan şeylerden kaçınırız, veya salih niyetle mubah olan işleri yaparız; o da bizim için ibadet olur.
İbadet işinde gerekli olan şey, öncelikle fıkıhtır (ne yaptığını bilmedir). Çünkü fıkıhsız bir kimse haram bir işi yapar da sonra zanneder ki sevap bir iş yapıyor. Nafile sebebiyle farzı terk eder, sonra da kendi kendine Allah'ın en faziletli kulu olduğunu zanneder.
Dinde anlayış sahibi olan, dinin maksatlarını idrak eden, her işi yerine koyar. O, dince zararlı olan şeyleri önlemenin, faydalı şeyleri elde etmekten daha öncelikli olduğunu bilir. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Gücünüz nisbetinde, sizi nehyettiğim her şeyden kaçının, size emrettiğim şeyi yerine getirin."[427] Böyle bir kimse açık haramları terk eder, şüpheli şeyler konusunda Allah'ın hükmünü bilir ve o hükümlere aykırı davranmaktan korkarak sakınır.[428]
3- Allah'ın Hediyesi: Takva
"Hidayet bulmuş olanlara gelince, (Allah) onların hidayetini artırmış ve onlara takvalarını vermiştir."[429]
Yani takva konusunda onlara yardım etti, veya onların mükâfatını takva olarak verdi, ya da onlara nasıl ittika edileceğini açıkladı.[430]
Allah (cc) onların takva hislerini, korunma sebeplerini artırır. O sayede onlar gereken hazırlığı yaparlar, kıyamet saati gelince Allah'ın huzuruna takva ile varmak için çalışırlar.[431] İman edenler, arzu ettikleri takvaya ancak Allah'ın lütfü ile ulaşırlar.
Allah (cc), Kur'an'la hidayete erenlere rüşd ile davranma anlayışını ilham etti.[432] Rüşd, aklı başında olmak, nerede nasıl hareket edeceğini bilmek ve olgun davranışta bulunmaktır. Bunu da en iyi yapacak olanlar, takva bilinci ile amel işleyenlerdir.
Allah (cc), Müslümanlara hidayet verdi ve onlar da doğru yolu buldular. Hidayetlerini artırdı, sonra da daha derin ve daha üstün bir karşılıkla onları ödüllendirdi: "...Allah onlara takvalarını vermiştir." Takva, kalpte kökleşen bir duygudur ki, kişiyi Allah'ın karşısında titretir, dikkatli olmaya sevkeder. Ona Allah'ın kendisini murakabe ettiğini hatırlatır, kızgınlığından sakındırır, rızasını istemesini sağlar. Allah'ın rızasının olmadığı işlerde ve durumlarda bulunmaktan onu uzak tutar. İşte bu derin duyarlılığın adı takva bilincidir. Allah (cc) onu, hidayate ulaşanlara ve O'nun rızasını isteyenlere bir mükâfat olarak nasip eder.[433]
Allah (cc), mü'minlerin temiz fıtratlarının gereği, onlara hidayet verdi, hidayetlerini artırdı ve imanda onların derecelerini yükseltti. Takva, hevâya (istek ve tutkulara) uymanın karşıtıdır. Allah'ın haramlarından uzak durmak, günâh işlemekten sakınmaktır.
Burada ortaya çıktı ki, hidayetin artırılması ilim yönünden, takvanın verilmesi de amel yönünden mü'minlerin olgunluğuna işaret etmektedir.[434]
4- Murakabe ve Takva:
Kur'an, fizyolojik bir ürpertinin yanında, olayların hikmetini sezmekten kaynaklanan endişenin vereceği dehşetten, inanç ve bilinçle oluşan kaygılanma durumundan söz eder. Peygamberler, doğal olaylardan korkmayı din edinen toplumlara, onların fizyolojik korkularını dağıtan mucizelerle gelmişlerdi. Hissî mucizeler dönemi, doğal olaylardan korkmanın azaldığı Hz. Muhammed (s.a.v)'in çağında son bulmuştur. Çünkü mucizelerin hikmeti, hissî korku yerine bilme korkusunu, daha doğrusu ilâhî kaygı ve korkuyu öğretmektir. Yani Kur'an, duygusal korku yerine bilme korkusunu getiriyor.[435]
Gökler ve yer Allah'ın mülküdür. O, bu mülkünün Melik'idir. Mülkünde yaşayan bütün canlılara her türlü iyiliği ve ihsanı yapmaktadır. Sayılamayacak kadar çok nimet vermekte, rızıklarını yaratmaktadır.
Kişi, kendisine iyilik yapan amirinin ikram ve ihsanlarına gereği gibi karşılık verememekten kaygılanır. Kulun bir ilâhtan korkması da böyledir. Bir ilâhî otoriteye inanan kul, O'na ihanet etmekten ve O'nun tarafından cezalandırılmaktan, bu nedenle de ondan gelen nimetleri kaybetmekten korkar.
Kur'an, otorite karşısında kötü bir sonuçla, ya da iyi birşeyi kaybetmekle karşılaşan kimsenin bilgisizlik, şüphe ve acizliğinden kaynaklanan ruh hâlini 'havf, 'rehbet', 'şefkat' ve 'feza" kelimeleriyle anlatıyor.[436]
Allah'ın makamından korkmak, O'nun makamına karşı sorumluluk hissi taşımak, O'nun emirlerine aykırı hareket etmekten sakınmak, O'nun öldükten sonra kendisini hesaba çekeceğine inanıp o günden ve o günün kötü sonuçlarından korkmak, şüphesiz ki takvanın gereğidir.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
"İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları (ittika ettikleri), iman ettikleri ve salih amelde bulundukları, sonra korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever."[437]
Müslümanlar, iman ettikten sonra salih amel işlerler, günah işledikleri zaman da hemen 'takva' ile kendilerini denetleyerek Allah'a tevbe ederler. Burada üç defa tekrarlanan şey, İslâm'da dinî hayatın üzerine oturduğu sorumluluk bilinci, yani 'takva'dır. Bu bir anlamda 'denetim korkusu'dur.
Allah'ı tanıma, sıfatlarını idrak etme, tecellilerini farketme ve O'nun fiillerinin nasıl işlediğini anlama soyut bir iştir. Soyut bilgilenme ise derin bir tefekkürü ve denetim hissini gerekli kılar. Yaratıcının üstün sıfatları olduğunu bilen kimse, ruhî boyutta bir saygı ve korkuyla dolar. İlâhî kudreti fark edemeyenlerin kalbinde böyle derin duygular bulunmaz.
Yüce bir makam tarafından denetlenme duygusu, dünyanın gaflete sürükleyen cazibesine karşı zühd, günahlardan tevbe, ilâhî muhabbet ve ünsiyet telkin eder, dinî gayreti artırır.
Kur'an'da bu duygu, 'takva' ve 'haşyet' kelimeleriyle anlatılıyor.
Burada korkulup sakınılması gereken bizzat Allah'ın kendisi ve O'nun Rabliğidir. Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, kendilerini denetleme, hareketlerini murakabe etme anlayışına sahip olurlar.
Her yerde ilâhî tecellileri düşünen, kendisini sürekli Yüce Yaratıcı'nın huzurunda ve denetimi altında bilen, kendisine o Yaratıcı'mn âyetleri okununca derisi ürperen, gizlide ve açıkta günah işlemekten çekinen kimse, 'fikrî korku' taşıyor demektir.[438]
Takva bilinci, kulun Allah karşısında dikkatli olmasını sağlar. Kişiye O'nun karşısında günah işlemekten utanma ve O'na itaat etmeye çaba gösterme şuurunu kazandırır.
Kur'an şöyle diyor:
"Siz, her nerede iseniz, O, sizinle beraberdir. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir."[439]
O kullarını gözetir, onların amellerine şahit olur. Nerede olurlarsa olsunlar, -ister karada, ister denizde, ister gecede, ister gündüzde, ister evde, isterse çölde- O'nun için hepsi birdir. Her şey O'nun görmesi ve işitmesi altındadır. Sözünüzü işitir, mekânınızı görür, açığınızı ve gizlinizi bilir.[440]
Allah (cc) göğüslerin gizlemekte olduğu şeyleri de bilir, açığa vurulan şeyleri de. O, sinelerin özünde saklı durandan haberdardır.[441]
İnsanı yaratan Allah (cc), ona nefislerinin ne gibi vesvese verdiğinden haberdardır. Çünkü O, insana şahdamarından daha yakındır.[442]
Bu duygu ve bilinçle hareket eden mü'min, yanlış yapmamaya çalışır. Rabbinin murakabesi (gözetimi) altında olduğunun şuurunda olan bir Müslüman, O'nun huzurunda kendisini utandıracak hataları yapmaktan çekinir. Kendini kontrol eder. Onu, mahkemelerin vereceği cezadan, halkın ayıplamasından, polisin korkusundan önce, bu anlayış frenler. Bu bilinç, onu gizlide ve açıkta günah işlemekten, başkalarına zarar vermekten, insanların haklarına tecavüz etmekten sakındırır.
Bu şuuru taşımayan insanlar, polisin ve hapishane korkusunun olmadığı zamanlarda istediklerini yaparlar. Onları kötülük yapmaktan hangi sorumluluk duygusu, hangi korku, hangi iyilik düşüncesi alıkoyabilir?
Takva bilinci, kişinin içindeki en zengin, en koruyucu, en etkili murakabe duygusudur.[443]
5- Takva, Ma'siyet (günaha düşme) Yollarını Gösterir, Onlardan Sakındırır:
İnsanın karşılaştığı pekçok zorluğun, sıkıntının veya şer işlerin sebebi, kendi hatalarıdır. Söz gelimi, sürekli alkol alan bir kimse alkolün vereceği zarara uğrar, sıkıntıya düşer, mutsuzluğu tadar. Hırsızlık yapan bir kimse, rezil olmadan tutun da hürriyeti kısıtlamaya veya daha ağır cezaya varıncaya kadar pekçok olumsuz sonuç ile karşılaşır.
Başkasının aleyhinde konuşan, bir kötülük yapan, yakışıksız söz söyleyen, bu yaptıkları veya söyledikleri karşısına gelince ya utanır, ya aynı karşılığı görür, ya da yaptıkları daha başka şer işlere sebep olur.
"Eden bulur" diyenler doğru söylemişlerdir. Bu gerçek, yalnızca insanların kendilerine veya başkalarına verdikleri zararlarda görülmez, kişinin Allah'a karşı görevlerini ihmal etmesinde de karşısına gelir.
Allah (cc), güzel bir hayatın ancak salih amel işlemekle, yani insana fayda veren en güzel davranışları yapmakla yaşanabileceğini haber veriyor.
"Erkek olsun, kadın olsun, bir Müslüman olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir yaşantı ile (tayyibe bir hayatla) yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz."[444]
Kur'an'ın bir adı da zikirdir. Bu hem bir hatırlatma, hem de bir öğüttür. Allah (cc), insanlara Kur'an'la bir hayat programı sunmakta, dünyada ve ahirette mutluluğa nasıl ulaşılacağının yollarını göstermektedir. Kim Kur'an'dan ve onun getirdiği ölçülerden uzak kalırsa, kim Kur'an'ın getirdiği prepsiplere uymazsa, onun kazanacağı zorluktur, sıkıntıdır ve mutsuzluktur.[445]
Takva bilinci, kişiye Allah'ın hidayetine uyarak salih amel işleme (en faydalı davranışları yapma) anlayışı verir. Kur'an'ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçma titizliği sağlar. Hangi davranışı yaparsa iyi sonuç elde edeceğini,
hangi davranışı yaparsa, karşılığında sıkıntıya ve mutsuzluğa düşeceğini öğretir.
Takva, kişiye lehinde ve aleyhinde olan şeyleri gösterir. Kötülükleri tanıma ve onlardan kaçınma bilinci kazandırır. Faydalı ve sevap olan işleri yapma anlayışı ve dikkatini verir.
Takva bilinci ile hareket edenler, insanı günaha sürükleyen sebepleri tanırlar, günaha giden yolları anlarlar ve onlardan sakınırlar.
Şeytan insanı günaha ve şer olan işlere davet eder. O, insanın kötülüğünü ister. Çünkü o Kur'an dediği gibi insanın düşmanıdır:
"Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkince utanmazlıkları ve kötülüğü emreder..."[446]
"Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır."[447]
Müslüman takva bilinci ile şeytanın hileleri, tuzakları ve davetleri karşısında uyanık ve dikkatli olur. Onun sevimli ve dışarıdan hoş gelen davetlerine aldanmaz. Onun vadettiği bütün sonuçların birer ümniyye (hayal ve aldatmaca) olduğunu bilir.[448]
6- Takva Hevaya Uymamaktır:
Takva, nefis insanı günah işlemeye davet ettiği zaman ona Allah'ı hatırlatır ve o günahı işlemekten vazgeçirir.
Emirlerin hepsinin özü Allah'a yönelmek, O'nun rızasını istemek ve O'na yaklaşmaktır. Çeşitli vesileler ve şevklerin amacı da O'na ulaşmaktır. Bir kimse bu konuda bir gayret göstermezse veya cennete ve onun nimetlerine kavuşmaya bir arzu duymazsa, Allah (cc) o kimseyi velilerinden saymıyor. Bir kimsede bunu arzu etmek için yüce bir istek bulunmuyorsa, isyan edenlere vaad ettiği ateşten haşyet duymuyorsa, o kimse bilsin ki böyleleri cennet için değil cehennem için yaratılmışlardır.[449]
Allah (cc) hevâya (aşırı isteklerine) muhalefet edenlere cennet için bir yol kılmıştır:
"Artık kim taşkınlık edip azarsa ve dünya hayatını seçerse, hiç şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir.
Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsini de hevâ (istek ve tutkular)dan sakındırırsa, artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir."[450]
Bir insan masiyet (günah) sayılan bir amel işlemeye niyet veya teşebbüs eder, sonra Allah'ın makamını düşünüp, O'ndan korkarak bu kötü işten vazgeçerse, Allah (cc) ona iki cennet söz veriyor.[451]
Kim kendi hevâsına (istek ve tutkularına) tâbi olur, başka birşeye kulak asmazsa, o kimse doğru yoldan ayrılır.
"Ey Dâvud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevâya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır..."[452]
Allah'ın hidayetini bırakıp hevâya uyanlar, zalimlerin zalimi olurlar.
"Buna rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymaktadırlar. Oysa Allah'tan bir kılavuz (doğru yol gösterici) olmaksızın, kendi hevâsına uyandan daha sapık kimdir? Hiç şüphe yok, Allah zulmetmekte olan bir kavme hidayet vermez."[453]
Görüldüğü gibi Kur'an, tâbi olmayı iki kısma ayırmaktadır: Kişi ya peygamberle gelene uyar, ya da hevâya. Üçüncü bir yol yoktur.
Takva, Allah'ı ve O'nun cezalandırmasını hesaba katarak hevâya (aşırı istek ve tutkulara) uymamak, nefsin gayrimeşru isteklerine sınır koymaktır.[454]
7- Takvanın Dereceleri:
Kur'an'da 'takva'nın üç aşamada gerçekleştiğini söyleyebiliriz:
a- İman edip şirkten ve küfürden kurtulmak; böylece ebedî olarak cehenneme gitmekten korunmak.
"Biz bunu (Kur'an'ı) senin dilinde kolaylaştırdık; takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için."[455]
İnsanlar iman eder ve bütün davranışlarında takva bilinci ile hareket ederlerse, Allah (cc) hiç kimsenin ecrini kaybetmez, herkese kazandığını tastamam verir.[456]
Allah (cc) temiz ile murdar olanın birbirinden ayrılacağını söyledikten sonra Müslümanlara şöyle sesleniyor:
"Öyleyse siz de Allah'a ve Rasûlüne iman edin. Eğer iman eder ve ittika ederseniz, sizin için büyük ecir vardır."[457]
b- İslâm'ın emir ve yasaklarını yerine getirerek ibadet etmek. Büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten kaçınmak. Farzları dikkatli bir şekilde yerine getirmek ve böylece kendini azaptan korumaya çalışmak.
"Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu hâlde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiyede bulundu; umulur ki ittika edersiniz."[458]
"Ey iman edenler! Allah'tan ittika edin ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin; umulur ki kurtuluşa erersiniz."[459]
İnanmış bir insana Kur'an'ın ölçülerine göre hareket etmeyi, Allah'ın hükümlerine uygun yaşama titizliğini takva bilinci kazandırır. Bundan dolayı Kur'an, bazı hükümleri bildirdikten sonra ittika edilmesini, bütün bu ahkâmın uygulanması hususunda Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyulmasını emrediyor. (Bak. Allah'ın Hükümleri ve Takva başlığı).
Hadiste geçtiği gibi helâl de bellidir haram da. Kim bunlara titizlikle uyar, sonra da şüpheli konularda Allah'tan ittika ederse, böyle bir kimse dinini ve ırzını korur.[460]
c- Takvanın en üstün mertebesi, Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirdikten sonra, bütün benlik ile Allah'a dönmek ve insanı Allah'tan uzaklaştıracak ve meşgul edecek her şeyden sakınmaktır.
Kur'an, bir yerde mü'minlere Allah'tan hakkıyla ittika etmelerini emrediyor.[461]
Bunun anlamı, güç nisbetinde dinin emirlerini yerine getirmek ve haramlarından kaçınmaktır. İbni Mes'ud (r.a) bunu, 'Allah'a itaat edip O'na asi olmamak, şükredici olup nankörlük yapmamak, sürekli zikretmek ve O'nu unutmamaktır' şeklinde açıklıyor.[462]
Gerçek vikaye (takvalı olmak), yani en kapsamlı ve kuvvetli korunma Allah'ın korumasıdır. Zira insanın korunması, istikbale ve sonuca tam hâkim olamadığı gibi, şimdiki hâlde görülen elem ve zararların bile hepsine hâkim olamaz. Bu sebeple hakiki ittika ancak Allah'ın korumasına (vikayetullaha) girmekle gerçekleşir. Bu da gerçek korku ve sevgi ile alâkalıdır.[463]
Takva, Allah'a yönelmek manasında saf dindarlığı ve O'na karşı huşuyu (saygıyı) ifade eder. Müslüman önce şirkten kaçınır ve imanını sağlamlaştırır. Sonra günahlardan sakınarak manevî olarak yücelir ve kalbini Allah'tan başkasıyla meşgul edecek şeylerden uzaklaştırır. Onu yalnızca Allah sevgisine ve korkusuna tahsis eder. Böylelikle tam bir huzura ve güvene kavuşur.
Bu takva hâlini yaşayan mü'minlere 'korkup sakınanlar' anlamında 'muttakiler' denir.
Maide 93. âyette iman edenler ve Allah'tan ittika edenler üç defa arka arkaya sayılıyor. Bu, takvanın üç derecesine işaret etmiş olabilir. (Allahu a'lem).
Takvanın ilk derecesi kişi ile kendi vicdanı arasında, ikinci derecesi, kişi ile diğer insanlar arasında, üçüncü derecesi de insanın kendisi ile Allah arasında uygulama alanı bulur.
Takvanın üçüncü derecesi 'ihsan' diye nitelendirilir. Nitekim 'ihsan' hadisinde buna işaret vardır. (Bakınız; İhsan ve Takva İlişkisi).
Yine Kur'an, gönülden inanmış mü'minlerin kestikleri kurbanların etlerinin ve kanlarının değil, onların takvalarının Allah'a ulaşacağını söyledikten sonra şunu ekliyor: "...Muhsinleri (iyilik edenleri, ya da Allah'ı görüyor gibi ibadet edenleri) müjdele."[464] Burada, Allah'a ulaşacak takva ile ihsan sahibi muhsinlerin davranışları arasındaki bağ dikkat çekmektedir.
"İhsan ederek (iyilik üreterek) kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim dinine uyandan daha güzel dinli kimdir?...”[465] Bu anlamda kim ihsan sahibi olarak kendini Allah'a teslim ederse, şüphesiz o kopması mümkün olmayan bir kulpa yapışmıştır.[466]
Muttaki olmalarından dolayı ihsan eden, sürekli iyi davranan, iyilik yapan, ya da Allah'ın huzurunda bulunduğunun şuuruyla hareket edenlerin mükâfatı sonsuz güzellikler yurdu cennet olacaktır.[467]
8- Âyetler Takva Sahipleri İçindir:
Allah (cc) kendi varlığının belgelerine âyet demekte ve onları, muttakiler için iman etmenin işaretleri saymaktadır.
"Gerçekten gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde ittika eden (korkup sakınan) bir topluluk için elbette âyetler (belirtiler, mucizeler) vardır."[468]
Yalnızca gece ile gündüzün farklı oluşu ve peşpeşe gelişi bile beşer bilgisi açısından bakıldığında, dünya hayatının özelliğini anlama, başlangıç nedir, sonuç ne olacaktır meselesini düşünme, ahireti ve hesabı hatırlayıp sevabı ve cezayı göz önünde bulundurma, hakka ve hukuka uyma, Allah'ın azabından korunmak için Allah'ın rızasını gözetme ve hak yolundan ayrılmama duygusunu vermeye yeterlidir.[469]
İnsan bir an durup Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarını incelese, varlık âlemini gözden geçirse, sayısız cinsler, özellikler, şekiller ve şartlarla karşılaşır. Dopdolu olur ve duygulanır; his dünyası zenginleşir. Hayatı devam ettikçe düşünür, etkilenir ve ibret alır.
Burada göklerin ve yerin nasıl yaratıldığına, yapısına ve bugünkü hâline kısaca dikkat çekiliyor. Sonra da büyük bir gerçeğin altı çiziliyor:
"Bunlarda muttakiler için âyetler vardır."
Müslümanlar kendilerine mahsus takva vicdanıyla bu âyetleri gönülden anlıyorlar. Zaten takva vicdanıyla onlar Allah'ın âyetleri karşısında hassas hâle gelirler. Yaratılışta göz ve gönüllere hitap eden güzellikleri yaratan gücün yaptıkları karşısında duygulanırlar.[470]
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır."
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten âyetler vardır.
“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Ve derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru."[471]
Kur'an'ın âyetleri, Allah (cc)'ın insanlara daveti, mesajı, hükmü, uyarısı ve müjdesidir. İnsanların uyması gereken hükümler Kur'an âyetleriyle onlara bildirilmiştir. Bu anlamda Allah (cc) âyetlerini açıklar, beyan eder, her şeyi ortaya koyar. Umulur ki insanlar kâinat âyetlerini anlama, Kur'an âyetlerine uyma konusunda ittika ederler, takvayı kuşanırlar.[472]
"Andolsun, size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için de bir öğüt (mev'iza) indirdik."[473]
Bu âyetler hiçbir kapalılığa yer vermeyecek derecede açıktır. Sağlam ilâhî hükümlerden uzaklaşmaya, Kur'an'ın ruhuna uymayan başka açıklama ve anlama şekillerine gerek yoktur. Onlar ayrıca, daha önce Allah'ın koyduğu nizamdan ayrılan ve sonunda mahvolup giden insanların acı sonlarını da gözler önüne sermektedir.[474]
Allah'ın hükümleri, hakkı ve gerçekleri açık âyetler ve ders alınacak önemli bir ibret destanı, gönülleri titreyen takva sahipleri için kurtuluş nurları saçan büyük bir nasihat indirilmiştir.[475] Özellikle Nûr Sûresi'nde sıralanan; evlilik, namuslu kadınlara iftira, erkek ve kadın için tesettür, fuhşun yasaklanması ve ev hayatı ile ilgili konulardaki âyetlere işaret ediliyor. Allah'ın âyetlerine karşı çıkan geçmiş toplulukların başlarına gelenler hatırlatılıyor. Hz. Aişe'nin yaşadığı ve aslında onun asaletini artıran 'ifk/iftira' olayına işaret ediliyor. Bunların hepsi muttakiler için ibret, nûr ve yol gösterici öğütlerdir. Allah'tan ittika edenler, bu âyetler üzerinde gereği gibi düşünürler, ibret alırlar ve âyetlerin hükümleriyle amel ederler.[476]
9- Kalplerin Takva Bilinci ile Sınanması:
Allah (cc), Peygamber'in yanında bulunanları, O'na karşı davranışlarıyla, O'na bağlılık ve itaat etmeleriyle deniyordu. Bu deneme, bazen kalplerin takva ile imtihan edilmesi, kalplere takva bilincinin yerleşmesi şeklinde gerçekleşiyordu:
"Şüphesiz, Peygamber'in yanında seslerini alçak tutmakta olanlar, işte onlar (var ya); Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır."[477]
Fetih Sûresi'nde geçtiği üzere, onlara takva kelimesini gerekli kılıp türlü sıkıntılarla tecrübe sahasında takvaya alıştırmış, takvalarını tecrübe ile ortaya çıkarmıştır.[478]
Yani onlar, Allah'ın kendilerini tâbi tuttuğu imtihanı başarıyla geçmişler ve böylelikle kalplerinde Allah korkusu bulunduğunu, Allah'a ve Rasûlüne karşı saygıyla dolu bir kalbe sahip olduklarını açıkça ispat etmişlerdir. Böylece, Hz. Peygamber'e sevgi ve saygı duymaktan yoksun bir kalbin takvadan da yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in huzurunda bir kimsenin sesini yükseltmesi, sadece zahiren bir kabalık olarak değil, aynı zamanda bu, o kimsenin kalbinde takva bulunmadığının bir göstergesi olarak da anlaşılır.[479]
Şüphesiz ki 'takva bilinci' büyük bir lütuftur. Allah (cc) onu denemeden geçirdiği, sınayarak tecrübe ettiği arınmış kalplere lütfeder. Onu takvaya hazır olmayan kalplere yerleştirmez, onu almak istemeyenlere sunmaz. Peygamber'in huzurunda seslerini alçaltarak edepli bir tavır takınanları denemiş ve onların takva bilincine lâyık olduklarını görerek, takva gibi önemli bir bağışı sunmuştu. Bununla beraber onların hatalarını bağışlamış, onlara büyük ödüller vaad etmiştir. Pek çok korkutucu âyetten sonra Allah (cc), bununla kullarını kendisinden korkup çekinmeye teşvik ediyor. Onların kalplerini takva ile terbiye ediyor, onları gelecek olan 'büyük güne' hazırlıyor.[480]
11-Allah (cc) Takva Ehlidir: (Sürekli Bilinç)
"Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfirete (bağışlamaya) ehil olan da O'dur."[481]
Allah (cc) kendisinden korkulmaya ve tevbe edenlerin günahlarını bağışlamaya daha lâyıktır.
Burada Allah'ın hoşnut olmayacağı şeylerden sakınma tavsiye ediliyor. Bu, Allah (cc) ona muhtaç olduğu için değildir. İnsanlar böyle yapmadığı zaman O bir zarar görmez.
Aslında bu nasihat, Allah rızasını aramanın ve O'nun emrine karşı gelmemenin, kulları üzerinde Allah'ın hakkı olmasından dolayıdır.[482]
Azabından korkulup korunulacak da O, bağışlayacak olan da O'dur. O'ndan korkmayan ne âhirette ne de dünyada hiçbir şeyden korkmaz, korunmaz. O'ndan başkası da ne günâhları bağışlayabilir, ne koruyabilir. Hikmetin başı Allah korkusu, Allah sevgisidir.[483]
Bu korku ve bu sevgi aynı zamanda sürekli bir bilinçtir. Bu duygu, insana devamlı olarak Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile hareket edilmesini öğretir. Takva şuuru geçici birşey olmadığı gibi, o sadece belli ameller için de değildir. Bütün bir hayat boyu devam edecek, bütün davranışları kuşatacak denli geniş ve kapsamlıdır.
Böyle bir şuur, insanı uyanık tutar, onun dikkatli olmasını sağlar, basiretini (kalp gözünü) açar, iyi ile kötüyü tanımasına yardımcı olur, davranışlarını kontrol altında tutar. Ona salih amel işletir. İnsan, büyüklüğü, azameti, yüceliği ve makamı hesap edilemiyecek kadar büyük bir makamın karşısında olduğunu sürekli hatırlar.
Enes (r.a)'ten şöyle rivayet edildi: Hz. Peygamber bu âyeti (Şüphesiz O takva ve mağfiret ehlidir) okudu da şöyle buyurdu: "Rabbiniz şöyle buyurdu: Ben ittika edilecek (korkulup sakınılacak) olanım. Her kim benden ittika eder de benimle beraber başka ilâh bulmazsa onu bağışlayacak olan da benim.”[484]
12- Takva Üzerine Kurulu Mescitler:
Tebuk Seferi'nden önce münafıklar, Küba Mescidi'nin yanına güya sakatlar ve yaşlılar için yeni bir mescit yapıp Peygamberimizi orada namaz kılmaya davet ettiler. Peygamberimiz, sefer ile meşgul olduğunu söyleyerek, sefer dönüşü Allah izin verirse oraya gelip onlara namaz kıldıracağına dair söz verdi.
Hicretten önce Hristiyan olup rahipliğe kadar yükselen Ebu Amir, Peygamberimizin Medine'ye yerleşmesini ve Müslümanların gün geçtikçe daha güçlü bir konuma gelmesini bir türlü hazmademedi. Mekke'ye gitti ve Mekkelileri Müslümanlara karşı kışkırttı. Huneyn Savaşı'ndan sonra da Şam'a kaçtı. Giderken de yandaşlarına sürekli savaş hazırlığı yapmalarını, kendisinin de Kayser'e gidip ordu toplayacağını ve onunla Muhammed'i ve arkadaşlarını Medine'den çıkaracağını söyledi. Bu plânın bir parçası olarak da arkadaşları onun isteğiyle yeni bir mescit yapmışlardı.
Peygamberimiz (s.a.v) Tebuk'ten dönünce yanına gidip isteklerini tekrar etmişler. Bunun üzerine, Küba Mescidinin yanına böyle bir bina yapmakla, onların amaçlarının Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak ve onlara zarar vermek olduğunu haber veren Tevbe Sûresi'nin 107. ve 110. âyetleri nazil oldu. Sonra da Peygamber, sahabelerden birkaç kişiyi göndererek bu 'Dırar Mescidi'ni yıktırdı ve yerini çöplük yaptırdı.[485]
"Sen bunun (Dırar Mescidi'nin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulu mescit, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever."[486]
Allah'ın seçkin elçisinden, içinde namaz kılmamasını istediği 'Dırar Mescidi' nifakın, iki yüzlülüğün, zararlı olmanın ve insanları Müslüman toplumdan soğutmanın sembolüdür. Böyle bir mescitte Peygamberin namaz kılması ve kıldırması ona meşruluk kazandırırdı. Zaten münafıkların hedefi de buydu. Ancak her şeyi bilen ve gören Allah (cc), Rasûlüne onların asıl niyetlerini haber verdi. Peygamber için, daha ilk günden takva temeli üzerine kurulu ve içinde maddî ve manevî kirlerden arınmak isteyen mü'minlerin olduğu 'takva mescidi'nde ibadet etmek daha uygundu.
Peygamber devrinde İslâm'a ve Müslümanlara zarar vermek ve din maskesi altında din düşmanları ile iş birliği yapmak üzere kurulan dırar mescidlerinin görünüşte binaları yıkıldı. Ancak İslâm'ın düşmanlarının hile ve entrikaları manevî olarak yıkılmadı, devam ediyor. Dıştan Müslüman veya dost görünüp içten İslâm'ı bozmak, değiştirmek, Müslümanların arasına fitne sokmak, onları dinî hayattan soğutmak için perde arkasında faaliyet gösterenler, kendilerince böyle değerli mekânlarda barınırlar.
Kur'an, her zaman ve her yerde böyle şer yuvalarının, oralarda Müslümanlar aleyhine dolaplar çevirenlerin olacağını haber vererek, onların yüzlerindeki maskeyi yırtıyor. Yer ve şekil değiştirerek varlığını devamlı sürdüren bu zararlı zihniyeti ve hedeflerini haber veriyor.
Kur'an burada canlı bir tablo çiziyor. Takva esasına dayanan Allah evlerinin yanına dırar mescitlerinin yapılabileceğini, orada birtakım iyi niyetlerin istismar edilebileceğini bildiriyor. Böyle bir niyetin arkasında saklanabilecek çirkin emelleri açıklıyor. Her türlü kötü niyet ve fenalıklardan temizlenmek isteyenler bu türlü tuzaklara düşmezler.
Dırar mescitleri temelsiz, köksüz ve yıkılacak bir yarın kenarında gibidirler. Altlarındaki toprak hafif sarsılınca hemen devrilirler. Buna karşın takva anlayışı temeli üzerine yükselen mescitler böyle değillerdir; sağlam, bütünleştirici, sıcak ve emniyetli... Onlar, temizlenmek isteyenleri temizlerler, onlara takva bilinci kazandırırlar, onları güçlendirirler.
Gönülleri takva mescidine, takvaya bağlı hak davanın yolcuları, böylece doğru yolda olduklarından emindirler. Emniyet, mü'minleri, küfür, nifak ve tuzaklar karşısında güvene yönlendiriyor. Onlara çürük, temelsiz ve zararlı binalarına karşın, takva binasını kurmaya çalışanların sonuçlarının daha iyi olacağı müjdesini veriyor.
Bununla beraber takva bilinciyle hareket ederek hayatın her alanında takva ortamının kurulması için çaba gösterenler, huzur, emniyet ve geleceğe ait bir ümit içerisindedirler. Takva bilincinden uzak olarak dırar (zararlı) binalarını uçurumlar üzerinde kuranların yapıları sağlam olmaz. O binalar yıkılsa bile, onları kurduran nifak ve kötü niyet hep onların içindedir. İçlerinde sürekli bir tedirginlik, emniyetsizlik, huzursuzluk ve korku taşırlar. Rahat ve istikrar yüzü görmezler. Foyalarının açığa çıkacağı, ayıplarının bilineceği endişesi içerisinde rahatsız olurlar.
Takvanın insana dünya ve ahirette kazandıracağı bütün güzelliklerden ve mükâfatlardan mahrum kalırlar. [487]
Takva temeli üzerine kurulan camiler, mescitler veya hayır binaları asıl görevlerini yaparlar. Gösteriş için, ya da başkalarıyla rekabet etmek üzere, veya onların varsa bizim de olsun mantığı ile yapılan, takva bilincinden yoksun olan mescitler, kuru bir yapı olmaktan öteye gitmezler. Kimileri de 'dırar mescidi' olabilirler. Takva anlayışı ile inşa edilen mescitler, kalpleri arıtır; mü'minlere güven, huzur ve şuur kazandırır.
Said el-Hudrî (r.a) anlatıyor: "Hanımlarının birinin evinde Rasûlullah'ın yanına vardım ve;
'Ya Rasûlullah, takva üzerine kurulan mescit hangisidir?' diye sordum. Bir avuç çakıl taşı aldı ve (sözünü vurgulu bir şekilde açıklamak için) onları yere çaldı. Sonra da Medine Mescidi'ni kasdederek;
'O sizin şu mescidinizdir.' buyurdu."[488]
Tirmizî'nin ve Nesâî'nin rivayetleri ise şöyle:
Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, Beni Hadra'dan ve Beni Amr b. Avf'tan iki adam 'takva üzerine kurulu mescidin' hangisi olduğu konusunda tereddüde düştüler. Hudrî kabilesinden olan dedi ki:
"O, Rasûlullah'ın mescididir." Diğeri ise onun Küba Mescidi olduğunu ileri sürdü. Bunun üzerine Rasûlullah'a gelip sordular. O da;
"Takva üzerine kurulu mescit benim mescidimdir. Onda pek çok hayır vardır." dedi.[489]
Elmalık, takva üzerine kurulu ilk mescidin, bizzat Peygamberimiz tarafından Hicretin ilk günlerinde temeli atılan Küba Mescidi olduğunu söylüyor.[490]
[411] Bakara: 2/165.
[412] Nisa: 4/77.
[413] M. İslamoğlu, Yürek Devleti, İst. 1990, s. 92-93.
[414] Yunus: 10/62.
[415] Buharî, Rikak/38, Müsned, 6/256. Nak. İbni Teymiyye, Velâyet Risalesi, s. 39.
[416] İbni Teymiyye, Velayet Risalesi, s. 39. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 133-136.
[417] Bakara: 2/63. Ayrıca bak. A'raf: 7/171.
[418] Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/169.
[419] Elmalılı, Tefsir, 4/164.
[420] C. Amûlî, K. Kerâmet, s. 115-116.
[421] Nisa: 4/51-52.
[422] Âli-İmran: 3/101-102.
[423] Bakara: 2/21.
[424] Zümer: 39/68, Rahman: 55/29, Saffât: 37/96.
[425] Ankebût: 29/6, Fâtır: 35/41.
[426] En'am: 6/80, Yâsin: 36/82.
[427] Ebu Hureyre, Buhari ve Müslim’den.
[428] Özetle, S. Havva, Cündullah, Beyrut, trh. s. 332-335. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 136-140.
[429] Muhammed: 47/17.
[430] Zamahşeri, el-Keşşâf, 4/315. Nesefî, Tefsir, 3/326.
[431] Elmalılı, Tefsir, 7/141.
[432] İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/333.
[433] S. Kutub, Tefsir, 6/3294.
[434] Tabatabâî, el-Mizan, 18/256. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 140-141.
[435] Îsra: 17/59-60.
[436] A. Baydar, a.g. makale, s. 52-53.
[437] Maide: 5/93.
[438] Özetle, A. Baydar, a.g. makale, s. 53-55.
[439] Hadid: 57/4.
[440] İbni Kesir'den, A. Ferid, Takva, s. 38.
[441] Hûd: 11/5. Ayrıca bak. Bakara: 2/230, A'raf: 7/7, Yunus: 10/6, Mülk: 67/13.
[442] Kâf: 50/16.
[443] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 141-145.
[444] Nahl: 16/97.
[445] bak. Tâhâ: 20/124-125.
[446] Nûr: 24/21.
[447] Fatır: 35/6.
[448] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 145-147.
[449] İbni Kayyım'dan. A. Ferîd, Takva, s. 47.
[450] Nazi'ât: 79/37-41.
[451] Rahman: 55/46.
[452] Sâd: 38/26.
[453] Kasas: 28/50.
[454] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 148-149.
[455] Meryem: 19/97.
[456] Muhammed: 47/36.
[457] Âl-i İmran: 3/179, Fetih: 8/26, Zümer: 39/27-28.
[458] En'am: 6/153.
[459] Maide: 5/35, Ayrıca bak. Muhammed: 47/36, A'raf: 7/91, 96, Bakara: 2/21, v.d.
[460] Buharı, İman/39, 1/13, Müslim, Musakâi/307, Hadis no: 1599, 3/1219, Ebu Davud. Buyu’3, Hadis no: 3329, 3/243, Nesâî, Buyu’2, 7/242. Tirmizî. Buy’1,3/511. İbni Mace, Fiten/14, Hadis no: 3984, 2/1318, Darimî, Buyu’1, Hadis no: 2534, 2/245.
[461] Âl-i İmran: 3/102.
[462] Beydavî, 1/173.
[463] Elmalı, 1/161.
[464] Hacc: 22/37.
[465] Nisa: 4/125, Bir benzeri için bak. Bakara: 2/112.
[466] Lokman: 31/22.
[467] Mürselât: 77/41-44. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 149-153.
[468] Yunus: 10/6.
[469] Elmalılı, Tefsir, 4/450.
[470] S. Kııtub, Tefsir, 3/1766.
[471] Âl-i İmran: 3/l 90-191.
[472] Bakara: 2/187.
[473] Nûr: 24/34.
[474] S. Kutub, Tefsir, 4/2517.
[475] Elmalılı, Tefsir, 6/20.
[476] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 153-156.
[477] Hucurât: 49/3.
[478] Elmalılı, Tefsir, 7/191.
[479] Mevdudî, Tefsir, 5/435.
[480] S. Kutub, Tefsir, 6/3340. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 156-157.
[481] Müdessir: 74/56.
[482] Mevdudî, Tefhim, 6/526.
[483] Elmalılı, Tefsir, 8/431.
[484] Tirmizî,Tefsir 71, Hadis no:3328,5/430, Darimi, Rikak/16, Hadis no: 2727, 2/212, Müsned, İbni Mace, Nesâî ve Hakim'den nak. Elmalılı, Tefsir, 8/431. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 157-158.
[485] İbni Hişam, Siyer, Beyrut, 1985, 4/173, İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/169, Zamahşerî, Tefsir, 2/299.
[486] Tevbe: 9/108.
[487] Özetle, S. Kutub. Tefsir, 3/1710-1711.
[488] Müslim, Hacc/95, Hadis no: 514, 2/1010.
[489] Tirmizî, Salat/241, Hadis no: 232,2/144, Nesâî, Mesâcid/8, 2/30, A. B. Hanbel ve Tabarânî bu hadisi Sehl b. Sa'ad'dan rivayet ediyorlar. Müsned, 5/331, Mu'ce-mu'l Kebir, 6/207. Nak. S. Havva, el-Esas fi's Sünne, 6/222.
[490] Elmalılı, Tefsir, 4/405. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 159-162.