hafız_32
Tue 26 October 2010, 10:18 am GMT +0200
5. BÖLÜM
MUTTAKÎLERİN ÖZELLİKLERİ
A-Takva Sahipleri ve Kur'an:
MUTTAKÎLERİN ÖZELLİKLERİ
A-Takva Sahipleri ve Kur'an:
1- Muttaki Kimdir?
İttika edenlere, takva sahibi olanlara 'muttaki' denir.
Muttakiler, facirler gibi kulluk örtüsünü yırtıp atan, Allah'tan çekinmeyen insanlar değildirler.
Onlar, Allah'ın koyduğu sınırları aşmaktan kaçman, nefislerine zarar verecek bütün isyanlardan ve günahlardan Allah'ın korumasına sığınan kimselerdir.
Muttakiler, öncelikli olarak 'takva kelimesine'[596] yani Tevhid'e bağlanırlar. Nefislerinin gösterdiği 'fücur/günaha dalma' yoluna uymazlar. Kendilerini hataya ve isyana götürecek bütün tehlikelere, saptırmalara, şeytanın aldatmalarına karşı Allah'tan ittika ederler.
Allah'ın korumasını isterler. Sonra onlar, günaha düşme korkusu taşıyarak haram olan şeyleri yapmazlar; hatta haramların ve şüpheli şeylerin kenarında bile dolaşmazlar. Kalplerini, kendilerini hataya götürebilecek sevgi ve meşguliyetlerden temizlerler.
Kur'an muttakiyi şöyle tanımlıyor:
"Allah'a karşı yalan söyleyenden ve kendisine gelen doğruyu (Kur'an'ı) yalanlayandan daha zalim kimdir? Kâfirler için cehennemde konaklama yeri mi yok?
Doğruyu getiren ve doğrulayanlara (sadıklara) gelince,işte onlar muttaki olanlardır.
Rableri katında dileyecekleri her şey onlarındır. İşte bu, ihsanda bulunanların (iyilik yapanların) ödülüdür.
Çünkü Allah, onların (dünyada) yaptıklarının en kötüsünü temizleyip giderecek ve yapmakta olduklarının en güzeliyle ecirlerini verecektir."[597]
Muttakiler, insan için hatalara, şeytana, aldatıcı her şeye karşı en güzel koruyucu elbisenin 'takva elbisesi' olduğunun bilincindedirler.[598]
Evet fâcir olanlar, kendilerini hata, günah, isyan ve azgınlıklara karşı koruyan elbiseyi yırtıp atan, korumasız kalan, Allah'ın korumasını istemeyen, sonra da isyana ve günahlara dalanlardır. Muttekiler ise, işte o koruyucu elbiseyi ve bütün koruyucu tedbirleri kuşanan insanlardır.
Muttakiler, tehlikeli ve zararlı şeylere düşmekten çekinirler. Onlar bilirler ki, günahlar ve isyanlar, kendilerine hem dünyada hem ahirette zarar verir. Onlar, 'takva kelimesi'ne bağlandıktan sonra, onunla kendilerini her türlü sapmadan korurlar.
"Kişi, mahzurlu şeyleri yapma tehlikesine düşmeyeyim diye sakıncalı olmayan şeyleri terk etmedikçe muttakiler derecesine ulaşamaz."[599]
Muttakiler, hiç tereddüt etmeden hidayete tâbi olurlar. Onlar, Allah'ın gazabından, O'nun emirlerine yapışarak, yasaklarından da kaçınarak sakınırlar. O'na itaatle gazabını def ederler.
İbni Abbas (r.a), muttakileri, "Şirkten sakınanlar ve Allah'a nasıl itaat edileceğini bilen kimselerdir." şeklinde tanımlamıştır.
Hasan el-Basrî de şöyle demiştir: "Size haram kılınanlardan ittika edin, size farz kılınanları da yerine getirin (muttaki olursunuz).”[600]
Kur'an-ı Kerim, öncelikli olarak, inkarcıları takvaya, yani kendilerine zarar verecek şirk ve küfürden, Allah'ın korumasına, O'nun Tevhid dinine girmeye davet ediyor. Mü'minlere de sürekli takvayı tavsiye ediyor.
Yeryüzünde fesat çıkaranla salih amel işleyenlerin elde edecekleri karşılık aynı olmayacaktır. Muttaki, putçuluğu ve hurafelerden kaynaklanan batıl inançları bıraktığı gibi, sosyal suçlar olan zina, hırsızlık ve adam öldürmeyi de bırakır. O bütün bu suçları işleyen fâcir gibi değildir. Kur'an bazen salih amel işleyen mü'minin karşısına bozgunculuk yapan müfsidi, bazen muttakilerin karşısına da takva elbisesini yırtıp attıktan sonra korkusuzca günahlara dalan fücur sahiplerini (fâcirleri) çıkarır.[601] Bu örneklerde takvanın, inanç ve davranışta batıldan ve kötülüklerden sakınmak olduğu bir kez daha anlaşılır.[602]
Ebu Muhammed Abdülğâni, İbni Mes'ud'dan şöyle rivayet ediyor:
İbni Mes'ud, birgün kardeşinin oğluna;
"Ey kardeşimin oğlu, insanların hâlini görüyorsun, değil mi?" deyince o,
"Evet, ne yazık ki görüyorum" diye cevap verdi. İbni Mes'ud;
"Tevbe edenler ve muttaki olanlar dışında onlarda hayır yok" dedi. Sonra tekrar insanların içinde bulunduğu durumu işaret edip;
"(İlim) öğrenen ve öğretenlerin dışındakilerde de hayır yok." diye ekledi.
Ebu Yezid el-Bestami; "Muttaki, konuştuğu zaman Allah için konuşan, bir iş yaptığında o işi Allah için yapan kişidir." demiştir.
Ebu Süleymen Darânî şöyle demiş: "Muttaki olanlar, kalplerinden dünya sevgisini Allah'ın, çıkarıp aldığı kimselerdir."[603]
Allah'tan ittika edenler için, dünya hayatının geçici nimetlerinin fazla bir değeri yoktur. Onlar dünyalıkları elde etmek için Allah'a karşı kulluk görevlerini ihmal etmezler, Allah'ın kendileri için koyduğu ölçülere uyarlar, emredileni yerine getirmeye çalışırlar.
Kur'an, kendilerine Allah yolunda cihad farz kılındığı zaman, düşmanlarından Allah'tan korkar gibi korkanlara, bu nedenle de dünyalıklara meyledenlere şöyle diyor:
"De ki: Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik' kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."[604]
Muttakiler, Allah'a ortak koşmaktan şiddetle kaçınan ve kulluğa uygun iş yapan Müslümanlardır. Allah (cc) onları övmek ve yüceltmek için, "Kur'an'ın onların önünde 'hidayet/rehber' kılındığını haber veriyor. Muttakiler aslında 'Hidayet'e uydukları hâlde, tekrar 'Kur'an onlar için hidayettir" deniliyor. Bu aziz ve kerim (değeri yüce) bir kişiye, 'Allah seni aziz kılsın ve sana kerem ihsan etsin' demeye benzer. Böylece ondaki izzet ve keremin artması istenir, ya da bu sıfatların devam etmesi temenni edilmiş olur.[605]
Muttaki, Allah'ın (cc) salih kullarına taktığı bir sıfat ve zinettir.[606]
Takva sahipleri, mescitleri kendileri için ev hâline getiren, oralarda bulunmaktan zevk alan, oralarda ibadet hâlinde iken sudaki balık gibi rahat eden kimselerdir.
Ebu'd-Derdâ (r.a) Rasûlullah (s.a.v)'tan şöyle duyduğunu anlatıyor:
"Mescid her takva sahibinin evidir. Yüce Allah, camiyi kendine ev edindirerek rahatlık ve rahmet vermeyi ve Sırat'tan geçerek Allah'ın rızasına, cennete ulaşmasını sağlamayı üzerine almıştır."[607]
2- Allah (cc) Muttakilerle Beraberdir:
Allah (cc), muttakilerden razı olduğu ve onları sevdiği için her konuda onlarla beraberdir. Onları destekler, onlara rahmet eder, onları korur, onların üzerine sekinesini (iç huzuru) indirir, onlara mükâfatların en güzelini verir. Kur'an bu gerçeği şöyle ifade ediyor:
"Şüphe yok ki Allah, ittika edenlerle (kendine karşı mesuliyet duyanlarla) ve muhsinlerle (iyilik edenlerle) beraberdir."[608]
Çünkü onlar, kötü yollardan sakınırlar ve daima doğru bir davranış içinde olurlar. Onlar, eylem ve davranışlarının, kendilerine yapılan kötülükler tarafından değil, kendi doğruluk duygularından kaynaklandığını bilirler. Bu nedenle kötülüğe karşı iyilikle karşılık verirler.[609]
Müslümanlar, ya insanlara büyük zarar veren fitneye karşı, ya da kendilerine bir saldırı olduğunda savunma ve kendilerini koruma amacıyla savaşırlar. Ama her konuda olduğu gibi savaş konusunda aşırı gitmezler, haksızlık etmezler ve zulmetmezler. Bu ahlâkî ilkeyi ortaya koyan Kur'an, mü'minlere şöyle diyor:
"Allah'tan ittika edin ve bilin ki muhakkak Allah takva sahipleriyle (O'na karşı sorumluluk bilinci duyanlarla) beraberdir."[610]
Eğer onlar günahtan, zulüm ve haksızlıktan, Allah'ın koyduğu sınırlara tecavüzden sakınırlarsa, Allah (cc) onlarla beraber olacaktır, onları destekleyecektir.
Şu âyette de benzeri bir uyarıyı görüyoruz:
"Ey iman edenler, küfre sapanlardan size en yakın olanlarla (size saldırırlarsa) savaşın; sizde 'bir güç ve caydırıcılık' görsünler. Ve bilin ki gerçekten Allah takva sahipleriyle beraberdir."[611]
3- Allah (cc) Muttakileri Bilir:
Kimileri kendi yaptıklarıyla övünürler, işledikleri hayırları gözlerinde büyütürler. Ya da bir hata yaptıkları zaman suçu başkalarının üzerine atarlar, yaptıklarının hata olmadığını savunurlar. Kimileri de kötüleri örnek göstererek, onların yaptıklarının yanında kendi yaptıklarının daha hafif olduğunu iddia ederler. İnsana düşen, günahın büyüğünden ve küçüğünden kaçınmak, çirkin ve bayağı davranışları takva bilinciyle terk etmektir. Allah insanları kendilerinden daha iyi bilir. Hiç kimsenin, kendini temize çıkarmasının veya her şeyi kendi nefsine göre iyi yaptığını iddia etmesinin bir anlamı yoktur.
Allah (cc), gerçek takva sahiplerini en iyi bilendir.
"Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, kendisine karşı sorumluluk bilinci duyanı daha iyi bilendir."[612]
"Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini (muttakileri) bilendir."[613]
Takva bilinci kalpte olduğuna göre, onu en iyi bilen de elbette her şeyden haberdar olan Allah'tır. Kimin hangi niyetle amel işlediğini, amelinin salih olup olmadığını, samimiyetinin derecesini sadece O bilir. Onların ihlasları ölçüsünde, işleyecekleri amellerin karşılığını da en güzeli ile yine O verir.
"Allah takva sahiplerini bilendir." Burada bir müjde ile karşılaşıyoruz. Siz Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile amel işleyin. Hep ihsan ahlâkı ile davranın, güzel işler yapın, amallerinizin salih ve sevap getirici olmasına dikkat edin. Bütün bunları Allah (cc) bilir ve hepsinin karşılığını size dünyada ve ahirette fazlasıyla öder.
Bu gerçek, insanlara bir başka konuyu daha hatırlatıyor: İnsan hangi şartta olursa olsun takva bilinciyle hareket etmekten sorumludur. Allah (cc) onu her yerde görmektedir ve hatta kalbinde olanları bile bilmektedir.[614] Ona bu kadar yakın olan, yaptıklarını, hatta düşündüklerini bile bu kadar ince detayına kadar, hiçbir şey unutmaksızın bilen Rab karşısında haşyet etmemek, titrememek, korkup sakınmamak mümkün değildir.
Bir başka âyette ise şöyle buyruluyor:
"Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği (ma'rufu) emrederler, kötülüğe (münkere) engel olmaya çalışırlar, hayır işlerine koşarlar. İşte onlar, salih (iyi) kimselerdir. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah takva sahiplerini (muttakileri) bilendir."[615]
4- Allah (cc) Muttakileri Sever:
"Hayır, kim ahdine vefa eder (verdiği sözü yerine getirir) ve ittika ederse, şüphesiz Allah muttakileri sever."[616]
Kim emanetleri yerine getirirse, Muhammed (s.a.v)'e ve O'nun getirdiklerine iman ederse, Allah'tan korkup-sakınırsa ve haramları terk ederse, Allah onu sever, ona şeref ve üstünlük verir.[617]
Kim yemin ettiği veya söz verdiği hâlde, az bir çıkar karşılığı veya bir dünyalık uğruna sözünden cayarsa, yeminini bozarsa, onun ahirette ilâhî sevgiden ve ilâhî ikramdan yana bir nasibi olamaz. Böylelerinin amelleri kabul edilmez, onlar için bir arınma da yoktur.
Burada ahde vefanın takva bilincine bağlı olduğunu görüyoruz. Söz verilen kişi ister dost olsun, ister düşman olsun, ister yakın olsun, isterse yabancı olsun, farketmez. Bu, bir çıkar meselesi değil, ebedî olarak Allah (cc)'ı hesaba katma bilinci ile beraber yerine getirilecek bir davranıştır. İslâm'ın önem verdiği bu davranışla hareket eden müttakiler, Allah'ın azabından sakınmaya ve O'nun rızasını kazanmaya çalışırlar.
Allah (cc) da bu şekilde davranan takva sahiplerini sever. Çünkü onlar, Allah'ın razı olacağı amelleri yaparlar. Kendisinden korkup sakınırlar. Onlar, insanlardan aferin almak için, onların gözünde itibarlı görünmek için, ya da maddî bir karşılık bekleyerek hareket etmezler; sadece Allah'ın vereceği karşılığı göz önüne alırlar. İşleri düzgün, maksada uygun ve faydalıdır.Yaptıkları işlerin sonunu iyice düşünürler, Allah'ın gazap edeceği davranışlardan sakınırlar.
Muttakiler, gayrimüslimlerle yaptıkları anlaşmalara bile uyarlar. Onların mallarına, canlarına, değerlerine ve haklarına dokunmazlar. Herkese iyi davranırlar, herkese iyilik ederler. Bundan dolayı da Allah (cc) onları sever. Bir kul için de Allah'ın sevgisini elde etmekten daha büyük kazanç ve mutluluk yoktur.
"Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu hâlde o (anlaşmalı olanlar), size karşı bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.”[618]
Peygamberimiz (s.a.v), Allah'ın takva sahibi kullarını sevdiğini haber veriyor:
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a) diyor ki: Rasûlullah'ın (s.a.v) şöyle söylediğini işittim:
"Allah (cc) takva sahibi, kanaatkar ve ibadetle beraber kendi işini de yapan kulunu sever."[619]
5- Allah (cc) ve Peygamberi Muttakilerin Velisidir/Dostudur:
"Allah, mü'minlerin düşmanlarını çok iyi bilir. Allah onlara veli/dost olarak da yeter, yardımcı olarak da."[620]
Allah (cc) mutlak anlamda velidir, dost ve yardımcıdır. Ancak bu velayet (velilik) sınırlı bir veliliktir. İnsanlardan bazıları Allah'ın 'veliliğini' kazanamazlar. Onlar, kendi yanlış seçimleri ve yaptıkları kötü ameller yüzünden bu ilâhî dostluğu elde edemezler.
Allah (cc), dalâlette olanların[621], kendisine karşı büyüklük taslayan müstekbirlerin[622], kötülük yapanların ve fenalıkta bulunanların[623], Allah'tan gelen hakkı ve dini inkâr eden kâfirlerin[624], kendilerine hakkı batıldan ayıran bir ilim, hak bir davet geldikten sonra heva ve hevesine (tutku ve arzularına) uyanların[625], dinde iki yüzlü davranan münafıkların[626], inkâr ederek ya da şirk koşarak hak dinden yüz çeviren, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen ve yeryüzünde haksızlık yapan zalimlerini[627], zalimlere meyledip onları onaylayan, ya da destek olanların[628] dostu (velisi) değildir.
Mü'minlerin velisi ve mavlası Allah'tır.[629] Mü'minler de Allah'ı veli bilmek durumundadırlar. Kur'an, mü'minlerin kimlere, nasıl veli olacaklarını şöyle açıklıyor:
"Sizin veliniz, ancak Allah, (O'nun) Rasûlü, rükû' ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir."[630]
Allah muttakilerin de dostudur. Dünya hayatında kendilerini Allah'a muhtaç saymayan ve O'nun Rabliğine saygı duymayan zalimler birbirlerinin velisidirler. Zalimler, özellikle zulüm ve günah işleme konusunda karşılıklı dostturlar. Buna karşın Allah (cc), kendisine karşı sorumluluk bilinci duyan, O'ndan hakkıyla korkup sakınan takva sahibi kullarının dostudur, velisidir:
"Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin hevalarına (istek ve tutkularına) uyma.
Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeye karşı kesin olarak seni bağımsız kılamazlar. Hiç şüphesiz zalimler birbirinin velisidir. Allah ise, muttakilerin velisidir."[631]
Allah'ın kendisine veli olarak seçtiği muttakiler için dünyada ve ahirette bir korku yoktur. Onlar, mahşer günü hesapları kendi aleyhlerine çıkmayacaği için üzülmeyecekler, perişan olmayacaklar. Yaptıkları güzel ameller sebebiyle sevinecekler. Allah'ın yakın dostluğunu kazandıkları için mutlu olacaklar.
"Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.
Onlar iman edenler ve Allah'tan ittika edenlerdir (korkup sakınanlardır)."[632]
Çünkü onlar, dünya hayatında takva bilinci ile hareket ederler. Ne yaparlarsa yapsınlar, Allah'ı hesaba katarlar. Allah'ın razı olmayacağı ameller konusunda son derece dikkatlidirler. Kulluğu yalnızca Rablerine yaparlar, sadece O'ndan korkarlar ve sadece O'na itaat edilmesi gerektiğinin bilincindedirler. Kibir ve gururdan uzak bir şekilde, tevazu ederek ve boyun bükerek Allah'ın emrine teslim olurlar.
Allah (cc), kendisine karşı sorumluluk bilinciyle davranan kullarını, sevgilerin en güzeli ile sever ve onlara değer verir.[633]
6- Kabe'nin Velisi /Dostu Muttakilerdir:
Cahiliyye döneminde müşrikler, çıplak olarak, ıslık çalarak veya el çırparak Kabe'nin etrafında hoplayıp zıplarlardı. Güya bu edep dışı hareketlerle ibadet ettiklerini, bu şekilde Kabe'ye saygı gösterdiklerini zannederlerdi. Kur'an, onların bu davranışlarını kınadıktan sonra, Kabe'ye dost olmanın, onu sevmenin, ona hürmet etmenin şartını takva bilincine bağlıyor:
"Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve lâyık) velileri (koruyucuları) değilken, Allah ne diye onları azaplandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları (velileri) yalnızca muttakilerdir. Ancak onların çoğu bilmezler."[634]
Şirkten korunan ve Allah'tan başkasına ibadet etmeyen takva ehlinden başkasının Beytullah'ta velayet hakkı olamaz. Ona sahip olmak, ondan işlerinde tasarruf etme hakkı ve salâhiyeti, ancak orada tevhid ile ibadet edecek olan muttakilerindir.[635]
Muttakiler, imanlarında ihlâs sahibi olarak Beytullah'ın önemini bilirler. Onun tevhid tarihindeki rolünden haberleri vardır. Onun neyi ifade ettiğinin, neyi hatırlattığının, neye davet ettiğinin şuurundadırlar.
Muttakiler, Beytullah'ın bir diriliş, canlanış, kendine geliş, şeytanî davetlere ve düzenlere karşı bir direniş, kulluğu daha iyi yapabilme noktasında bir uyanış yeri kılındığını bilirler.[636] Kabe'nin hatırasına saygılıdırlar. Hz. İbrahim'in davetini işitirler ve o davete samimiyetle karşılık verirler. Tavafın, sa'yin anlamının, Arafat'ta niçin vakfe yaptıklarının, şeytanı hangi amaçla taşladıklarının farkındadırlar. Muttakiler, Beytullah'ın bütün mana ve görkemiyle fonksiyonunu yerine getirmesini arzu ederler. Onlar, orayı ziyaretin turistik bir gezi olmadığının bilincindedirler.
Muttakiler, Beytullah'ı çok severler. Ona kavuşmaya, onu görmeye, çevresinde Allah için dönmeye, siyah taşını selamlamaya can atarlar. Onu bir defa gören bir daha görmek ister. Gözü ve gönlü onun yanındadır. Ondan ayrıldıkları zaman, mutlaka yüreklerinin bir parçasını onun yanında bırakıp ayrılırlar. Uzakta da olsalar, gönülleri ve ibadette yüzleri ona dönüktür. Onu kıble bilirler, onu İslâm'ın merkezi bilirler, onu dost ve yâr bilirler. Öyle severler, öyle ilgi gösterirler...
Allah'tan hakkıyla korkup sakınmayanlar, Beytullah'ın manasını bilmedikleri gibi, ona candan veli de olamazlar. Onlar için orası tarihî bir mekân, hac için oraya gitmek de bir gezi veya birilerine para yedirmedir. Onlar ne bilsinler Kabe'nin büyüklüğünü? Çünkü onlar küçük insanlardır ve küçük düşünürler. Onlar ne bilsinler Beytullah'ın kudsiyetini? Çünkü onlar İslâm'a ait kutsalları bilmezler, hayatlarına kutsalı sokmak istemezler. Onlar ne bilsinler Hz. İbrahim'in ve Hz. Muhammed'in davetinin anlamını? Çünkü onların kulakları, şer üreten merkezlerden gelen çağrılara ayarlıdır. Hayatı isler ve pis kokular arasında geçen bir kimseyi misk ve amber kokuları rahatsız eder. Miski anlamak için miski tanımak ve benimsemek gerekir.
Muttakiler, takva bilinciyle kuşandıkları için, Allah'a ait olana, O'ndan gelene ve O'nun değer verdiklerine değer verirler. Kendi heva ve hevesini tanrı hâline getirenler, ya da Allah'tan korkup çekinmeyen azgınlar ise bu zevkten ve üstün özelliklerden yoksun kalırlar.[637]
7- Kur'an Muttakiler İçin Zikirdir:
"Çünkü o (Kur'an, Allah'tan sakınan) muttakiler için kesin bir zikirdir (yoğun bir hatırlatma, ya da öğüttür)."[638]
Kur'an, takva sahipleri için yollarını gösteren bir hatırlatıcı, onlar için bir öğüttür. Muttakiler, Kur'an'ın hatırlatmalarından ve öğütlerinden ders alarak takva duygularını daha da geliştirirler. Kur'an'ın maksatlarını daha iyi anlarlar. Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayanlar, Kur'an'ın öğütlerine kulak vermedikleri gibi, ahiretle veya geçmiş toplulukların başlarına gelenlerle ilgili hatırlatmalarına da aldırmazlar. Onlar, Kur'an'ın karşısında sağırlar, körler ve duygusuzlar gibidirler. Ne dediğine aldırmazlar, tehditlerinden korkmazlar, hükümlerine uyma konusunda titizlik göstermezler.
“Andolsun, size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve muttakiler için de bir öğüt indirdik."[639]
Kur'an'da, önceki toplulukların haberleri ve kalplerin hidayet bulması için öğütler, insanların günahlardan sakınmaları için hatırlatmalar vardır. Kendilerinde gereği gibi korkup sakınma ahlâkı olmayanlar, akıllarını başlarına almazlar, öğüt alıp dinlemezler. Takva bilincine sahip olanlar ise Kur'an’ın hidayetine uyarlar, onun gösterdiği yoldan giderler. Allah'ın emirlerini yerine getirememekten, haramlarını işlemekten korkarlar. Kur'an'ın hem tavsiyelerine hem de hatırlattığı diğer konulara kulak verirler.
"Andolsun, biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.
Çarpıklığı (pürüzü) olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu). Umulur ki ittikâ ederler."[640]
Kur'an'da bir çarpıklık, bir bozukluk, bir karmaşıklık yoktur. O apaçık, anlaşılabilir, insan aklına hitap eden bir kitaptır. Onun davetini sıradan insanlar bile anlayabilir. Bu kitapta neyin doğru neyin yanlış, neyin hak neyin batıl olduğu, neyin kabul edilmesi neyin reddedilmesi gerektiği ortaya konmuş insanların anlayabileceği şekilde izah edilmiştir.
Bunun amacı da şudur: Belki insanlar Kur'an'dan öğüt alarak takva sahibi olurlar. Allah'a karşı nasıl kulluk yapılacağını öğrenirler.
Hz. Musa'ya indirilen 'furkan' da muttakiler için bir zikirdir (öğüttür).
"Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve zikir (öğüt) olarak, hak va batılı birbirinden ayıran (furkan) verdik."[641]
8- Kur'an Muttakiler için Hidayettir:
Muttakiler, en doğru olan ilâhî vahyi kabul eden, onu doğrulayan kimselerdir. Kur'an, muttakiler için bir hidayet rehberidir.[642] Bir başka deyişle, mü'minler Kur'an'la hidayet bulurlar, bu hidayet onları takva sahibi yapar. Allah'a hakkıyla bağlanmayan, O'nun himayesine (korumasına) girmeyen kimseler, Kur'an'ın hidayetine giremezler.
Kur'an'dan faydalanabilmenin birinci şartı muttaki, yani hakla batılı birbirinden ayıran ve salih kimselerden olmak isteyen bir kimse olmaktır. İyi niyetle ona yaklaşan, Allah'ı seven ve O'nun rahmetini umanlar ondan yararlanırlar. Onun gösterdiği hedeflere ulaşabilirler. Dünya yolculuğu boyunca amaçsız dolaşanlar, Kur'an'ın ne dediğini anlamazlar. Kendi arzu ve tutkularının kölesi olanlar, hakla batılı birbirine karıştıranlar onu idrak edemezler. Onun sunduğu güzelliklere ulaşamazlar.
Kur'an'da hidayetten başka birşey yoktur. Onun bu özelliğini de ancak takva sahipleri anlarlar. Çünkü ondan faydalanarak arzu edilen amaca ulaşmak isteyenler, şüpheden ve şüpheli yollardan uzaklaşırlar ve iyi bir sonuca ulaşmaya çalışırlar. Aslında Kur'an, 'bütün insanlar için hidayettir.' O, bütün insanları irşad etmek ve onlara doğru yolu göstermek için inmiştir. İyilikle ve yumuşaklıkla yol göstermek demek olan hidayet, hedefi bakımından geneldir. Fakat hidayetten hedeflenen asıl amaca; ancak Allah'a karşı sorumluk bilinci ile davrananlar ulaşırlar.
Hidayet, yani doğru yola ulaştırmak; hidayetin yol göstermek ve istenen şeye ulaştırmak gibi iki anlamı vardır. Biri Yüce Allah'a göre doğru yolu göstermek ve irşad etmek, diğeri de hidayeti yaratmak ve insanları onda başarılı kılmaktır. Kur'an'ın muttakiler için hidayet olması, onlara hidayet konusunda Allah'ın başarı vermesi şeklinde anlaşılabilir. Kur'an herkese doğru yolu göstermek için inmiş olsa da, onu kabul etmede ve onu isteyerek seçmede herkes bir olmaz.
Kimisi ona uymak için çaba gösterirken, kimileri ona karşı çıkar. Buradaki hitap, bu bakımdan doğru tercih yapma yeteneğine sahip muttakileredir.
Kur'an'ın indirilmesindeki hikmet, bütün insanlara hidayet verilmesidir. Ancak bu hikmet, şartların gerçekleşmesiyle sadece takva sahipleri hakkında meydana çıkar. Bununla beraber, bütün insanlar Allah'tan ittika ederek onun hidayetine uyabilirler. Hidayeti bulmanın şartı, takvayı seçmek, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmaktır.[643]
"Bu (Kur'an), insanlar için bir beyan (açık bir tebliğ), muttakiler için de bir hidayet ve zikirdir (hatırlatma ve öğüttür).”[644]
Hatta İncil de bir nûr olarak kendinden önceki Tevrat'ı doğrulayandır; muttakiler için bir hidayet ve öğüttür, bir hatırlatmadır.[645]
9- Mü'minlerin Muttakilere İmam (Önder) Olma İstekleri:
Allah (cc), Furkan Sûresi'nde Müslüman kulların özelliklerini saydıktan sonra şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.
Ve onlar, "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (kimseler) armağan et ve bizi takva sahiplerine (muttakilere) imam/önder kıl." diyenlerdir.
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orada esenlik ve selâmla karşılanırlar."[646]
Bu âyete iki anlam vermek mümkündür: Birincisi: 'Bizi muttakilere imam kıl...' sözü, 'Bizi önderler yap ki hayırda bize uysunlar.' şeklinde anlaşılabilir. Onlar, takva sahiplerine hidayet önderleri olmayı istediler.[647] Diğeri, 'Bizi muttakilere uyanlar kıl.' Buna göre âyet, 'muttakileri bizim için imamlar/önderler yap' şeklinde anlaşılabilir.[648]
Muttakiler, Allah'ın indirdiği Kitab'a ve 'imam' olarak gönderdiği peygambere inandıkları için hidayet üzerindedirler. Onlar, hayra davet etme, iyilikleri yaygınlaştırma ve kötülüklerle mücadele açısından, insanlar içerisinden çıkarılmış hayırlı bir 'ümmet' olurlar. Muhammed ümmeti arasından bu görevi yerine getirecek daha özel bir cemaatin/ümmetin olmasını bizzat Kur'an emrediyor.[649] Ümmet kelimesinde 'önderlik' anlamının olduğunu hatırlarsak, Müslümanların niçin muttakilere 'imam/önder' olmak istedikleri daha iyi anlaşılır.
Takva sahipleri, Allah'ın korumasıyla, iman ve salih amelle cehennem ateşinden korunan kimselerdir. Rahman'ın kulları, dindarlık ve salih amel bakımından önde olmayı, muttakilere önder olmayı ve rehberlik yapmayı, dünyada fazilet ve takvayı yaymada öncülükte bulunmayı arzu ederler.
"İmam, kendisine uyulan, önde olan kimsedir. Yalnız takva sahibi olmak değil, takva sahiplerine önder olma arzusu gerçekten ulvî bir gayedir. Rahman'ın kullarının ruhundaki büyüklüğü gösteren bu duanın içinde bulundurduğu mana, yüce ve toplayıcıdır. Bundan yüksek bir fikrî ilerleme, bundan yüce bir gayret düşünülemez."[650]
Furkan Sûresi 74. âyetin tefsiri ile ilgili olarak S. Kutub şunları söylüyor:
"İşte bu şuur, kuvvetli bir imandan gelen fıtrî bir duygudur. Allah'a varan yolun yolcularının artması isteği de fıtrata uygundur. Bu yola girenlerin öncelikli olarak eşlerinden ve kendi neslinden olmasını istemek ise ayrı bir fıtrî istektir. Kişi kendi yakınlarının durumundan sorumludur. Zira onlar kendisine birer emanettir. Doğal olarak onların da ilâhî yolda olmasını ister. Müslüman bir insanın bir hayır önderi olmayı arzu etmesi de imandan kaynaklanan tabii bir arzudur. Böylesine bir istek, yükselmek veya üstünlük elde etmek için değildir."[651]
Allah'a itaat eden kulların bu durumuyla, kendi aralarında dünyalıklar, iktidar ve üstünlük sağlama rekabetine giren inkarcıların durumu farklıdır. Müslüman insan, başkalarıyla servet, dünyalık ve iktidar yarışına girmez. Onun arzusu, hidayette olmak ve insanlara takvada, güzel davranışlarda rehberlik etmek, yol göstermektir.
Âyette geçen 'muttakilere imam olma...' duasını, siyasal açıdan insanlara baş olmak, onlara yönetici olmak, onlara bu anlamda üstünlük sağlamak anlamında almak isabetli değildir.[652] Kuran, siyasal anlamdaki bir liderlikten değil, takvada, hayır yarışında, salih amellerde bir örneklikten, yanlışta ve dalâlette olanlara hidayeti gösterebilecek bir önderlikten söz etmektedir.[653]
[596] Al-i İmran: 3/114-115.
[597] Âl-i İmran: 3/134.
[598] Zariyât: 51/15-16.
[599] Fetih: 48/26.
[600] Zümer: 39/32-34.
[601] A'raf: 7/26.
[602] İbni Mace, Zühd/24, Hadis no: 4215,2/1409, Tirmizî, Kıyame/19, Hadis no: 2451, 4/634.
[603] M. A. Sabûnî, Safvetü't-Tefâsir, 1/21.
[604] Sâd: 38/26-28.
[605] M. El-Behiy, K. Kavramlar, s. 204.
[606] H. El-Bennâ, T. İ. ve Fatiha Tefsiri, s. 70.
[607] Nisa: 4/77. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 203-209.
[608] Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/44.
[609] R. Altıntaş, K. H. Ve Dalâlet, s. 103.
[610] Mecmu'z-Zevâid'den ve Tabaranî'den, S. Havva, el-Esas fi's Sünne, 3/307.
[611] Nahl: 16/128. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 209-210.
[612] Bakara: 2/194.
[613] Tevbe: 9/123. Ayrıca bak. Tevbe: 9/36.
[614] Necm: 53/32.
[615] Tevbe: 9/44. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 211-212.
[616] Mülk: 67/13.
[617] Âl-i İmran: 3/1l5.
[618] Âl-i İmran: 3/76.
[619] Sabûnî, Safvetü't-Tefâsir, 1/212. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 212-214.
[620] Tevbe: 9/7. Ayrıca bak. Tevbe: 9/4.
[621] Müslim, Zühd/10, Hadis no: 2965, 4/2277. Ayrıca bak. İbni Mace, Fiten/17, Hadis no: 3989, 2/1320.
[622] Nisa: 4/45.
[623] Şûra: 42/44, İsra: 17/97.
[624] Nisa: 4/173, Casiye: 45/7-10.
[625] Nisa: 4/123.
[626] Fetih: 48/22, Ahzab: 33/64-65.
[627] Bakara: 2/120, Ra'd: 13/37.
[628] Tevbe: 9/74, Ahzab: 33/17.
[629] Şûra: 42/8, Hûd: 11/20.
[630] Hûd: 11/113.
[631] Şûra: 42/28, A'raf: 7/155.
[632] Maide: 5/55.
[633] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 214-217.
[634] Casiye: 45/18-19.
[635] Yunus: 10/62-63.
[636] Enfal: 8/34.
[637] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 217-219.
[638] Elmalılı, Tefsir, 4/228.
[639] Maide: 5/97.
[640] Hâkka: 69/48.
[641] Nur: 24/34. Bir benzeri, Al-i İmran: 3/138. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 219-221.
[642] Zümer: 39/27-28.
[643] Enbiya: 21/48.
[644] Bakara: 2/2.
[645] Özetle, Elmalılı, Tefsir, 1/160. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 221-223.
[646] Âl-i İmran: 3/138.
[647] Maide: 5/46.
[648] Furkan: 25/73-75.
[649] İbni Kesir, Tefsir, 2/642.
[650] S. Havva, Cündüllah, s. 309.
[651] Al-i İmran: 3/104.
[652] Elmalılı, Tefsir, 6/89.
[653] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 223-225.