hafız_32
Tue 26 October 2010, 10:30 am GMT +0200
4. BÖLÜM
TAKVA BİLİNCİNİN MÜŞAHHAS ÖRNEKLERİ
TAKVA BİLİNCİNİN MÜŞAHHAS ÖRNEKLERİ
1- Allah'ın Rabliğini idrak Etme:
Rabbimiz buyuruyor ki:
"Gönülden katıksız bağlılar olarak, O'na yönelin ve O'ndan ittika edin; namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden olmayın."[491]
İnsanlardan bazılarına; "...Allah'tan ittika et, denildiği zaman, onu büyüklük gururu günaha sürükler.”[492] Onun inadı tutar, günah işlemek üzere cahiliyye hamiyeti (gayreti) kabarır. Halbuki insan, günah işlemekte ısrar etmemekle emrolunmuştur.[493]
Buna karşın takva bilincine sahip mü'minler, Rabbin karşısında tevazu ile boyunlarını bükerler, O'nun davetine karşılık verirler ve emirlerine uymaya çalışırlar.
"Allah onlara (nankörlere) şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde ey iman etmekte temiz akıl sahipleri, Allah'tan ittika edin. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (uyarıp hatırlatan ve öğüt veren Kur'an) indirdi."[494]
"Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyi (vaîdi) türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup sakınırlar, ya da onlar için öğüt olarak düşünme (yeteneğini) oluşturur."[495]
Kur'an, hem ceza sahnelerini, hem de mükâfat sahnelerini tablolar hâlinde insanların önüne seriyor. Hepsini ardarda bildiriyor. Ahiret hayatını haber veriyor. Orada insanların karşılaşacağı sonuçları kesin bir dille ortaya koyuyor. Belki bunlar inkarcıların aklını başına getirir, belki düşünüp ibret alırlar. Belki takva duygusu harekete geçer. Belki Allah'tan hakkıyla korkup sakınırlar ve O'ndan başkasına kulluk etmeyi terk ederler.
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki ittika edersiniz."[496]
İnsanlar, kendilerini yaratan Allah'a ibadete çağrılıyorlar. Yaratıcılıkta tek olan Allah (cc), elbette ibadet edilmekte de tektir. O'na yapılması gereken ibadetteki asıl hedef de takva bilincine ulaşmaktır.
Takva bilincine erişenler, beşer sıfatını aşarak keremli (değerli ve yüce) olma makamına ulaşırlar. Yani Allah yolunda hakkıyla ibadet eden abidlerin, Allah yolunda olan muttakilerin üstün sıfatlarını elde ederler. Müttakiler, Allah'ın Rabliğinin hakkını verirler ve yalnızca O'na kulluk ederler. Çünkü O, bugün hazırda olanların, önceden yaşayıp gitmişlerin ve herkesin Rabbidir. Yerdeki ve gökteki azıkları da O vermektedir.[497]
2- Allah'ın Şiarlarını Yüceltme:
Kur'an, Allah'ın koyduğu haramları gözetmenin, O'nun koyduğu helâl hükümlere uymanın gereğine işaret ettikten sonra şöyle diyor:
"İşte böyle; kim Allah'ın ölçülerini, kutsallarını (şiarları) yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır."[498] Din, Allah'ın şiarlarına tazim etme (saygı gösterme) esası üzerine bina edilir.
Bu hürmet duygusu, mü'minde takva olup olmadığının göstergelerinden biridir. Allah'ın şiarlarından maksat, onun muhterem kıldığı, saygıya lâyık gördüğü işaretlerdir. Bunlar, Beytullah'ın sahibi Allah'a yönelişin ve O'nun emirlerine uymanın belirtilerinden başka birşey değildir. Dinin şiarları, Rabbimizin kendisine ibadete vesile olması için onlara saygı göstermeye, onlarla kulluk vazifelerini yapmaya insanları davet ettiği İslâm'ın esaslarıdır. Bunlar âdeta dinin nirengi noktalarıdır.
İşte muttaki insan, bu dinî unsurlara saygı gösteren, onlara karşı kusur etmekten sakınandır. Bu dikkat ve sakınma, kalpteki takvanın eseridir.
Onun için, 'mü'minim' diyen kimsede dinin kutsal tanıdığı şeylere karşı lâubalilik, pervasızlık ve saygısızlık olmaz. İman, bir anlamda dinin kutsallarına saygıdır.[499]
Allah'ın hürmet edilmesini istediği en büyük şiarları dört tanedir. Bunlar: Kur'an, Kâbe, Peygamber ve namazdır.[500]
3- Allah'ı Hesaba Katma Bilinci:
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
"Şüphesiz haram da bellidir, helâl de. Arada insanların pekçoğunun bilmediği şüpheli bazı şeyler olabilir. Kim onlardan ittika ederse (korkup sakınırsa) dinini ve ırzını temize çıkarmış olur. Şüpheli şeylere dalan, haramlara düşebilir. Tıpkı bir koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi. Sürünün o koruluğa girme tehlikesi mevcuttur. Dikkat edin, her padişahın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise O'nun haramlarıdır. Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır. O düzgün olursa beden de düzgün olur. O bozulursa bedenin hepsi de bozulur. Dikkat edin, o et parçası kalptir."[501]
Kur'an'ın "Hudûdullaha/Allah'ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın."[502] diye bahsettiği hassasiyet bu olsa gerektir. Kur'an, özellikle haram davranışlarla ilgili konularda, 'Allah'ın koyduğu sınırları aşmayın' değil, 'Allah'ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın' diye emretmektedir. Yaklaşıldığı zaman o sınırların aşılması, çiğnenmesi her zaman mümkündür. Allah'ın sınırlarını aşma korkusuyla bunlara yaklaşmamak, nefsi tutmak, haramları işletmemek takva bilincidir.
Takva bilincini kuşanmış bir yürek, Müslümanı değil İslâm'ın yasaklarını çiğnemekten, şüpheli şeylerden bile alıkoyabilir. Allah'ın mülkünde hangi alanın O'na ait bir koruluk olduğunu ve bu koruluğa yasak olmasına rağmen girmenin ne denli zararlı olduğunu öğretir.
Takva, Allah'ı hesaba katma bilincidir. Allah (cc) vardır, her yerde hazır ve nazırdır. O her şeyi görür ve bilir. O'ndan birşey gizlemek, O'nun birşeyi görmemesini istemek mümkün değildir. Kulları denetleyen, onların yaptıkları amelleri görevli meleklere kayıt ettiren O'dur. Meleklerin tuttukları amel defterini en büyük hesap gününde insanın eline verip de; "Oku kendi kitabını; bugün nefsin senden hesap sorucu olarak yeter."[503] diyecek olan da O'dur.
Müslüman bu imanla hareket eder. Bu dikkatle yaşar. Bu bilinçle amel işler. Rabbinin her an kendisiyle beraber olduğunu aklından çıkarmaz. Allah için işlenen bütün amellerin dünyada ve ahirette büyük karşılıklarla kendisine döneceğine inanır. Vazgeçmediği, tevbe etmediği her bir kötü fiilin de, azgınlık ve isyanın da azap olarak dünyada ve ahirette karşısına geleceğinden emindir.
O bilir ki Allah (cc) sevilmeye, şükredilmeye, önünde secde edilmeye ve ibadet edilmeye lâyıktır. O bilir ki insanın görevi, yalnızca Allah'a şükürdür. O, bu şükür görevini Allah'tan ittika ederek, O'na karşı duyduğu sorumluluk bilinciyle yapmaya çalışır.
Hayatının hiçbir anında Allah'ı unutmaz. Hep O'nu, O'na ait Rablik özelliklerini, O'nun sevabını ve azabını hesaba katarak yaşar. Adımlarını ona göre atar. Allahsız bir varlık âlemi asla düşünmez. Bilir ki Allahsız bir dünya isteyenler, yeryüzünde istediği gibi hareket etmek isteyen ve kendi hevalarını (aşırı isteklerini) tanrı haline getiren
azgınlardır.
Evet takva, kelimenin tam anlamıyla Allah'ı hesaba katarak, O'nun kendisini murakabe ettiğini ve yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını düşünerek hareket etme anlayışıdır. Bu, 'yapayım, nasıl olsa kimse görmez, kimsenin haberi olmaz' gafletini bir tarafa atıp, 'Bu hatayı yapamam, yapmamalıyım. İnsanlar beni görmese de Rabbim görmekte ve O'nun melekleri yaptıklarımı tıpkı bir kamera gibi tespit etmekteler' şuuruna ulaşmaktır.
Bu duygu çok güçlü olduğu zaman, insan kolay kolay yanlışa düşmez. Bu anlayışa sahip olan kişilerin çok olduğu toplumlarda zulümler ve suçlar en aza iner. Çünkü bu bilinç, insanı gizlide ve açıkta, yani her yerde frenler.
Bu bilinç, bir iç denetim merkezidir. Bundan mahrum olanı dış tedbirlerle, kanun ve polis korkusuyla ne kadar denetleyebilirsiniz? Kanun gücünün ve polis denetiminin ulaşamadığı yerlerde ve anlarda yapılan haksızlıkları, ihlâl edilen hakları nasıl önleyebilirsiniz? Yaptığının hesabını asla vermeyeceğine inanan bir kimseyi faziletli işlere kim yöneltebilir, onun işleyebileceği kötülükleri kim önleyebilir? (Seksenli yıllarda Newyork'ta birkaç saat elektrikler kesilmişti. Bu karanlıktan yararlanan Newyorklular'ın mağazalara ve dükkânlara girdiklerini ve kısa zaman içerisinde üç milyar dolayında soygun yaptıklarını o zamanki gazetelerde okumuştum).
Bu bilinçten yoksun kimselere kanunla ve polis zoruyla kimi sevdirebilirsiniz, hangi salih ameli, ne kadar yaptırabilirsiniz? Hangi insan, kanun zoruyla yazın sıcak günlerinde, aç ve susuzken, her türlü nimetler göz önünde, kolaylıkla tadılabilecek bir yerde iken, onlara el uzatmaksızın oruç tutturabilir, nefisleri kontrol altına almayı sağlayabilir? Hangi anlayış, hangi beklenti, hangi teşvik, insanlara en sevdiği mallarının, kazanmak ve biriktirmek için çırpındıkları servetlerinin bir kısmını sırf sevap, yani Allah'tan bir karşılık bekleyerek fakirlere zekât olarak, onların bir hakkı kabul ederek verdirebilir? İnsanları kimsenin ayıplamadığı, kontrol etmediği veya görmediği yerlerde bile güzel davranmaya, iyilik etmeye kim götürebilir?
İnsanoğlu, İslâm'a rağmen henüz böyle bir iç denetim gücü keşfedemedi. İnsana bu muazzam iç denetim gücünü 'takva bilinci' kazandırır.[504]
4- Allah'a Hakkıyla İbadet:
İmanı ve salih ameli benliğinde birleştiren, takvaya ulaşır. Böylesine bir takva, salih amelle, dinde vacip kılınan davranışları yerine getirmekle elde edilir. Müslümanlar hem emirlere uymada, hem de yasaklardan sakınmada takva bilinciyle hareket ederler.
"Senin Rabbin yalnızca kendisine kulluk edilmesini emretti..."[505], "Muhakkak ben (evet ben) Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Şu hâlde bana ibadet et ve beni anmak için dosdoğru namaz kıl."[506]
Hz. Hûd (a.s), Allah'tan başkasına ibadet eden kavmine şöyle sesleniyordu: "...Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ korkup sakınmayacak mısınız?"[507]
"Doğrusu eğer onlar, iman edip ittika etselerdi, (sevapları) Allah katında gerçekten daha hayırlı olurdu; bir bilselerdi."[508]
Bütün bu âyetler, ibadetin yalnızca Allah'a yapılması ve O'na hiçbir şekilde şirk koşulmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. 'Allah'a ibadet edin' sözü, aynı zamanda 'Allah'ı bir olarak tanıyın' demektir. Fakat ibadet yalnızca Tevhid'e inanmak değildir. İbadet, Allah'ı bir ve tek olarak kabul ettikten sonra O'na saygı ile boyun eğmek, O'nun emir ve yasaklarına itaat etmek ve O'na karşı sorumluluk bilinci duymaktır.
Peygamberlerin daveti de bu amaca yöneliktir. Onlar, kavimlerini yalnızca Allah'a ibadet etmeye ve yalnızca O'ndan ittika etmeye davet etmişlerdir. Meselâ, Nûh (a.s) kavmine, "Ey kavmim, ben sizin için açık bir uyarıcıyım. Allah'a ibadet edin; O'na karşı gelmekten ittika edin ve bana da itaat edin." demiştir.[509] Burada onun, kavmini Allah'ı birlemeye çağırdığını, onları O'na isyandan sakındırmaya ve Allah'tan ittika konusunda onlara örnek olmaya çalıştığını görüyoruz.
"Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. İtaat ve kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken siz Allah'tan başkasından mı ittika ediyorsunuz?"[510]
O tek bir ilâhtır, her şeyin sahibidir. Din olayı ortaya çıktığı zamandan beri sadece O'nun dini gerçek olarak vardır. İnsanlara nimet veren de O'dur. İnsanlar dara düştükleri ve zorlukla karşılaştıkları zaman O'na sığınırlar. Bundan dolayı insana düşen, O'na her türlü şirk ve put düşüncesinden uzak olarak inanmak ve O'na teveccüh etmektir.[511]
Kur'an, bu gerçeği haber verdikten sonra sadece O'ndan ittika edilmesi gerektiğinin de altını çiziyor. O'nun her şeyi yaratması, her şeyin sahibi oluşu, bütün yaratıkların rızkını veriyor olması, O'ndan korkup sakınmanın temel sebebidir. O'nun dışında bir başka güç kaynağından ittika edilmesi, kulluğu O'ndan başkasına yapmak anlamına gelir ki, bu da bütün bu gerçeklere zıttır.[512]
5- Birr ve Takva İlişkisi:
'Birr'in aslı 'berr' dir. 'Berr', sözlükte kıta, denizin karşıtı olarak kara demektir. Buradan hareketle 'birr', her türlü hayır işinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk ve bol bol iyilik demektir.
Birr, sevilen şeylere izafe edilen hayır ve menfaatlerdir. Bütün hayırları içerisine alan ve kuldan istenen güzel bir ahlâktır.[513]
İnsana dünya ve ahirette hayır kazandıran her amel birrdir.[514]
'Birr', aynı zamanda 'berr' masdarının fail (özne) ismidir ve iyilikte bulunan demektir.
Mü'minler, çok iyilikte bulunarak, takvada çok geniş olarak 'birr'in bizzat kendisi hâline gelirler. Tıpkı salih amel işleyerek imanıyla özdeşleşen Müslümana 'iman' denilmesi gibi. İyilik ve takvada ileri giden bol bol ihsanda bulunan, akrabalarına ve diğer insanlara iyilik eden, iyi davranan kimseler, artık 'birr'in bizzat kendisi olurlar.
Böyle kimselere Kur'an 'ebrâr' demektedir.
Kur'an 'birr'i şöyle tanıtıyor:
"Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz 'birr/iyilik' değildir. Ama birr, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden, ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere veren, söz verdiklerinde (ahidleştiklerin de) sözlerinde duranlar ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlar (sadıklar)dır ve takva sahibi olanlar da bunlardır."[515]
İbadetteki şekiller, namazda Kudüs'e veya Mekke'ye dönmek, sağa sola selâm vermek asıl maksat değildir. Onlardaki asıl maksat, birr ve hayra ulaşmaktır. Şekiller ve hareketler, kalpte duygu ve bilinci, hayatta da sağlam bir gidişatı sağlamıyorsa birşeye yaramazlar. Birr, düşünceyi, şuuru, ameli ve gidişatı birleştirmektir. Kişinin veya toplumun vicdanına hükmedebilecek bir düşünce, ferdin ve toplumun hayatını düzenleyen bir amel, hayrın ve birrin toplamından olan ihsan işte budur.
Birr anlayışının içerisinde, insanı çeşitli kuvvetlere, insanlara veya güç odaklarına kulluktan kurtarıp onu hür yapan, kişiyi Allah'ın huzurunda diğerleriyle eşit bir hâle getiren, bütün değerlerin üzerine çıkaran Allah ve ahiret inancı da bulunmaktadır. Bu inanç, insana değer kazandırdığı gibi, onu kaostan düzene, huzursuzluktan mutluluğa, yalnızlıktan güvene, felâketten felaha (kurtuluşa) götürür. Ahiret inancıyla insan, yeryüzündeki hayatın başıboş olmadığını anlar, yaptığı her şeyin hesabını vereceğinin bilinciyle hareket eder, Allah'ın adaletine güvenir.
Sem'ân el-Ensarî diyor ki:
"Rasûlullah'a 'birr' ve 'ism/günah' nedir, diye sordum. Buyurdu ki:
'Birr güzel ahlâk, ism ise göğsünü sıkan ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.”[516]
'Birr', öncelikli olarak İslâm'ın inanç esaslarını kabul etmek, sonra da onun önem verdiği erdemli davranışları sergilemektir. Bu bağlamda birr, bütün iman, ibadet ve ahlâka ait iyi huyları kapsamaktadır. İşte bu birr ahlâkına sahip olanlar da muttakilerin ta kendileridir.
Birr, takva sahibi mü'minlerin bir özelliğidir. O, imanın görünen ve görünmeyen bütün unsurlarını kapsar. Bunun için takva onun bir parçasıdır diyebiliriz. Takva, çoğunlukla kalbin birr ahlâkı diye tanımlanır. Bu da kalpte imanın tatlılığının olmasıyla anlaşılır. Kalbin tatmin olmuşluğu ve selâmeti, onun açılımı, gücü ve imanla ferahlanmasıdır. İmanın ferahlığı ve lezzeti ancak kalp ile hissedilir. Kim bu tadı kalbinde bulamazsa onun imanı ya kayıptır, ya da noksandır.[517]
Yukarıdaki âyetteki 'îşte sadık (doğru) olanlar bunlardır' cümlesinden hareketle, birri 'doğruluk' diye anlayanlar da olmuştur. Halbuki 'sıdk/doğruluk' birr değil, birr sahibi olmanın bir sonucudur.
Cahiliyye döneminde müşrikler, hacc için ihrama girdikleri zaman ağaç gölgeliğinde oturmazlar, evlerine girmezlerdi. Bir ihtiyaçtan dolayı evlerine veya çadırlarına girmek isterlerse, çadırlara arkalarından açtıkları deliklerden, evlere de ya arka pencerelerinden ya bacalarından girerlerdi.
Berâ (r.a) anlatıyor:
"Ensar hacca gidip döndü. Hepsi de evlerine arkadan girdi. İçlerinden biri ise evine kapıdan girdi. Bununla ilgili kendisi hakkında konuşuldu. Bunun üzerine Bakara Sûresi'nin 189. âyet indirildi."[518]
Kur'an böyle bir davranışın faydasız birşey olduğunu vurguluyor:
"Birr (iyilik ), evlere arkalarından gelmeniz değildir. Ancak birr (iyilik ), takva sahiplerinin tutumudur. Evlere kapılarından girin. Allah'tan korkup korunun, umulur ki kurtuluşa erersiz."[519]
Evlere veya çadırlara arkadan girmenin nesi birr (iyilik) olabilir ki? Takva sahibi kimseler hayır üzerinde olurlar, infak ederler (muhtaçlara el atarlar), sürekli iyilikte bulunurlar. Hem Allah (cc)'a itaat ederler, hem de insanlara bir fayda sağlarlar. Dolasıyla onların tutumu birrin ta kendisidir. Yoksa hiçbir esasa dayanmayan ve hiçbir özelliği olmayan boş işler birr değildir. Birr, takvanın ta kendisidir. Allah'ın emirlerine uymak, ilâhî murakebeyi yakından kavramaktır.
Kur'an, evlere kapılardan girmenin daha doğal birşey olduğunu, arkalarından girmenin cahilce ve gereksiz bir âdet olduğunu söyledikten sonra yine takvaya dikkat çekiyor. Onun yegâne kurtuluş yolu olduğunu haber veriyor.[520]
Buradaki birr, Allah'ın yasaklarından kaçınmada Müslümanı Allah'a yaklaştıracak en önemli salih ameldir.
"Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sadık (doğru) kimselerle beraber olun."[521] âyetiyle ilgili olarak Buhari şu hadisi rivayet ediyor:
"Sıdk (doğruluk), kişiyi birre, birr ise insanı cennete götürür. Kişi doğruluğa devam eder ve sonunda sadıklardan (doğrulardan) olur. Yalan, kişiyi facirliğe (günakârlığa) götürür, facirlik ise kişiyi cehenneme sürükler. Kişi yalan söylemeye devam eder, ta ki sonunda Allah'ın katında yalancılardan olur."[522]
6- İhsan ve Takva İlişkisi:
İhsan kelimesi, 'hasene' kelimesinden türemiştir ve bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder.
İhsan, güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir.
İhsan ahlâkının iki yönü vardır:
Birincisi, başkasına iyilik etmek, nimet kazandırmak, yardımcı olmak ve bütün bunları güzellikle yapmak.
İkincisi, amelde ihsan, yani birşeyi güzel bir bilgi ile bilmek (meselâ Allah'ı) veya birşeyi güzel bir amelle yapmak.
Eğer insanlar hep ihsan üzere olurlarsa, yani hep güzel işler yaparlarsa, davranışlarını 'ihsan' üzere gösterirlerse, bunun karşılığı olarak 'ihsan' görürler, kendilerine güzellikle muamele edilir.[523]
İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır.
Kur'an şöyle diyor:
"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ elinizin sahip olduklarına ihsan edin (iyilik edin). Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmez."[524]
İhsan sahibi olanlara Allah 'muhsin' diyor ve onları övüyor:
"Kim, din yönünden iyilik edici (ihsan sahibi) olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tabi olan kimseden daha güzel olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti."[525]
“Kim Allah (cc)'a ibadetinde ve O'nun kullarına karşı ilişkilerinde güzel davranırsa, o kimse muhsindir (ihsan sahibidir).”[526]
Meşhur Cibril hadisinde Peygamberimiz ihsanı şöyle tanımlıyor:
"Allah'a O'nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan bile O seni görüyor."[527]
Burada bizzat Allah'ı görmek değil, Allah'ın sıfatlarını, Rabliğini ve azametini göz önünde bulundurmak kastediliyor. Mü'min, ibadetini ihsan üzere yapar; yani ibadetin amacına ve hikmetlerine uygun bir şekilde, en güzel şekilde yapar. Bu da Allah'ı görüyor gibi bir duygu içerisinde olmakla mümkündür. Bu duygu bir anlamda takva bilincidir.
"İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için ittika ettikleri, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra ittika ettikleri ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve ihsan ettikleri takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah ihsanda bulunan muhsinleri sever."[528]
Âyetten anlaşılacağı gibi takvanın üçüncü aşaması ihsana kapı açmaktadır. Üçüncü mertebede takva, iyice giyilen ve vücudu her bakımdan koruyan elbiseye en ufak bir zarar verecek davranış ve sözden kaçınma hâliydi; şu hâlde, böyle bir elbiseyi giyen insanın her söz ve davranışı ilâhî hükümlere uygun düşeceğinden, o insan muhsin, hâli de ihsan olmuş olur.
Gaflet perdesinin yerine takva elbisesini geçiren insan, maddî sınırları aşarak manevî, ruhî âlemde yaşar ve Allah'ı her yerde hisseder, O'nun gücünü her yerde görür; kendini görmese de sürekli O'nun huzurunda bulunduğu duygusuyla O'nu görüyormuşçasına davranır.[529]
Muhsinler (ihsan sahipleri), bütün işlerini Allah'ın razı olacağı şekilde güzel ve takvaya uygun yaparlar. Onlar, çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden, faaliyetlerden uzaktırlar. Muhsin olanlar, insanlar içerisinde güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolüdürler.
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yapmakta oldukları dolayısıyla cezalandırır, ihsan edenleri (güzel davranışta bulunanları) de daha güzeliyle ödüllendirir (onlara ihsan eder.) Ki onlar (muhsinler), ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanlarından ve çirkin utanmazlıklardan (lememden) kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. Sizi topraktan inşa ederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, ittika edenleri (sakınıp korunanları) daha iyi bilendir."[530]
Takva kavramı, başka âyetlerde batılı bırakıp uzaklaşma anlamında kullanıldığı gibi, Allah (cc) rızasının şartı olan inanca uygun olumlu davranışı inançla birlikte yürütme şeklinde de kullanılmıştır. Şu âyetlere bir bakalım:
"... Eğer iman eder ve ittika ederseniz (korkup sakınırsanız) sizin için büyük bir ecir vardır."[531]
"Kendilerine bir yara isabet ettikten sonra, Allah ve Rasûlünün çağrısına uyanlar, hele onlardan iyilik (ihsan) yapanlar ve ittika edenler (korkup sakınanlar) için büyük ecir vardır."[532]
"Eğer ihsanda bulunur (iyilik eder) ve korkup sakınırsanız, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır."[533]
"Eğer (arayı) ıslah eder ve korkup sakınırsanız, bilin ki Allah şüphesiz bağışlayıcıdır, merhamet edicidir."[534]
Yukarıya aldığımız birinci âyette iman, ikinci ve üçüncü âyette ihsan, dördüncü âyette ise ıslah, tümüyle takvanın karşılığı olarak kullanılmıştır Takva kelimesi, terk ve uzaklaşma anlamını ifade ederken olumlu bir davranışı da belirtmektedir.
Kur'an, insanın Allah katında iyi muamele görebilmesi için takva bilincini şart koşmakla birlikte, ona salih ameli de eklemektedir. Burada görüldüğü gibi salih amel, iman ve tasdikle, ihsan ve ıslahla sergilenebilmektedir.
O hâlde takva sahibi muttaki, Allah katında değerli olabilmek için günahları, Kur'an'ın çirkin gördüğü davranışları ve batıl inanışları terk eden kimse demektir. Böyle bir kimse takvayla birlikte salih amele yönelir ve Allah'ın hidayetine uyar.
Batıl inançları, Kur'an'ın çirkin dediği işleri ve kötülükleri terk etmek için, güçlü bir azime, keskin bir iradeye, devam eden bir sabıra ihtiyaç vardır. Takva ahlâkına sahip kimseler bu özellikleri taşırlar ve salih amel işlemeyi sürdürürler. Böylece onların bu çabalarının Allah katında bir değeri olur.[535]
İnsan, takvaya yaklaştıkça ve ittika anlayışıyla yaşadıkça 'ihsan' derecesine ulaşır. Allah da kendisinden hakkıyla ittika eden ve bu ihsan ahlâkına ulaşan 'muhsinlerle' beraberdir.
"Şüphe yok ki Allah, ittika edenlerle (korkup sakınanlarla) ve muhsinlerle (iyi davrananlarla) beraberdir."[536]
"Allah (cc) ihsan eden (iyilikte bulunan ve güzel davranan) kullarını sever."[537]
İhsan eden muttakilerin makamı ise cennetteki pınar başlandır.
"Şüphesiz muttaki olanlar, Rabblerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı."[538]
7- Sabır ve Takva İlişkisi:
"Gerçek şu ki, kim ittika eder (korkup sakınır) ve sabrederse, şüphesiz Allah, muhsinlerin (iyilikte bulunanların) ecrini boşa çıkarmaz."[539]
Burada takva, sabır ve ihsan arasında kurulan ilişki dikkat çekmektedir. Takva sahibi olmak, aynı zamanda sabırlı olmayı da gerektirir. Her iki sıfata da sahip olanlar muhsinlerden (güzel davrananlardan) sayılır. İhsan eden muttakilerin yaptıkları iyilikler, ürettikleri güzellikler ise asla boşa gitmez.
"(Birr), bir de zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin (tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar sadık olanlardır, muttaki olanlar da bunlardır.
Kur'an, facialar, zorluklar ve felâketler karşısında sabır ile ruhları terbiye ediyor. Allah (cc)'ın her zorluktan sonra bir kolaylık yarattığına inanan bir Müslüman, zorluklar geçinceye kadar sabreder, dayanır ve tahammül eder. Bu tavır, her konuda Allah'a güvenmenin, O'nun rahmetinden ve yardımından ümit kesmemenin göstergesidir.
Kur'an'ın tavsiye ettiği sabır ahlakıyla kuşanan muttakiler, insanlığın ıslahında, Allah'ın davetini onlara ulaştırma[540]da, yeryüzüne adaleti hakim kılmadaki güçlükler karşısında sabrederler. Fakirlik ve yoksulluğa, kuvvetsizlik ve imkânsızlığa, yetersizlik ve azlığa, şartların uygun olmayışına ve sıkıntılara dayanırlar. Allah (cc) yolunda yorulma, görevleri yerine getirme ve dinin ölçülerine uyma konusundaki sabır ve dayanıklılık...
Sabır, 'birr'i temsil eden sıfatlar arasında sayılıyor. Bu, birrin diğer sıfatlarını yerine getirmede son derece önemlidir ve muttakiler için bir makamdır. Müslüman olarak Rablerine karşı sadakat gösterenler böyle kimselerdir. Onlar imanlarına bağlılık gösterirler ve bu imanın pratik hayatta uygulanması için çaba harcarlar. Rablerinden korkup sakınanlar, O'na tam anlamıyla bağlananlar ve kulluk görevlerini büyük bir titizlikle yerine getirenler işte bunlardır.[541]
Kur'an şöyle diyor:
"Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince onunla sevinirler. Eğer sabreder ve ittika ederseniz, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir şeyle zarar veremez. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır."[542]
[491] Rum: 30/31.
[492] Bakara: 2/206.
[493] Kadı Beydâvî, Tefsir, İst. trh. l/114.
[494] Talâk: 65/10.
[495] Tâhâ: 20/113.
[496] Bakara: 2/21.
[497] S. Kutub, Tefsir, 1/46. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 163-166.
[498] Hacc: 22/32.
[499] E. Sağıroğlu, Kur'an ve Toplum, s. 243-244.
[500] Ş. V. Dehlevî, H. Baliğa, s. 134-135. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 167.
[501] Müslim, Müsakât/107, Hadis no: 1599, 3/1219, Ebu Davud, Büyu’3, Hadis no: 3329-3330, 3/243, Tirmizî, Buyu’/1, Hadis no: 1205, 3/511. Nesâî, Büyu’/2, 7/213. Bu uzun hadis Buharî'de 'Hak da bellidir, batıl da bellidir’ şeklinde geçmektedir. Buhari, İman/ 1/21. Ayrıca bak. Müfredat, s. 72.
[502] Bak. Bakara: 2/187, Talâk: 65/l, Nisa: 4/14.
[503] İsrâ: 17/14.
[504] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 168-171.
[505] İsra: 17/23.
[506] Tâhâ: 20/14.
[507] A'raf: 7/65. Ayrıca bak. Mü’minûn: 23/23, 32.
[508] Bakara: 2/103.
[509] Nûh: 71/2-3.
[510] Nahl: 16/52.
[511] S. Kutub, Tefsir, 4/2176.
[512] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 171-173.
[513] İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l Muhacir, Kayrosıtî, 1991, s. 6.
[514] Ş. V. Dehlevî, H. Baliğa, Beyrut, 1415-1995, 1/112.
[515] S. Kutub, Tefsir, 4/2176.
[516] İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l Muhacir, Kayrosıti, 1991. s. 6.
[517] Ş. V. Dehlevî, H. Baliğa, Beyrut, 1415-1995, 1/112.
[518] Bakara: 2/77.
[519] Müslim, Birr/5, Hadis 2553, 4/1980, Tirmizî, Zühd/3, Hadis no: 2389, 4/597, Darimî, Rakâik/73, Hadis no: 2792, 2/230, Müsned, 4/182, 227, 278. nak. Zadu'l Muhacir s. 6.
[520] İbni Kayyım, Zadu'l Muhacir, s. 7.
[521] Müslim, Tefsir/54, Hadis no: 3026, 4/2319, Buhari, Umre/18, 3/9.
[522] Bakara: 2/l 89. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 173-177.
[523] S. Kutub, Tefsir, 1/184.
[524] Tevbe: 9/119.
[525] Buhari, Edeb/69, 8/30, Ebu Davud, Edeb/ Hadis no: 4989, 4/297.
[526] Rahman: 55/60.
[527] Nisa: 4/36.
[528] Nisa: 4/125. Benzeri için bak. Maide: 5/85, A'raf: 7/56, Tevbe: 9/120.
[529] S. Havva, Cündullah, Beyrut, trh. s. 294.
[530] Buharî, İman/37, 1/20, Müslim, İman/l, Hadis no: 8, 1/36, Tirmizî, İman/14, Hadis no: 2738, 4/119, Ebu Davûd, Sünne/16, Hadis no: 4695, 4/223, İbni Mace, Mukaddime/9, Hadis no: 63, 64, 1/24. Nesâî, İman/6, 8/88.
[531] Maide: 5/93.
[532] A. Ünal, K. Temel Kavramlar, İst. 1986, s. 519.
[533] 53 Necm/31-32
[534] ÂI-i tmran/179
[535] Ât-i tmran/172
[536] 4 Nisa/128
[537] 4 Nisa/129
[538] M. El-Behiy, Kur'anî Kavramlar, s: 205 Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 177-183.
[539] 16 NahI/128. 29 Ankebût/69
[540] Âl-i İmran/134, 148. 2 Bekara/195. 5 Maide/13, 93
[541] 51 Zariyat/15-16
[542] 12 Yusuf/90 Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 183-184.