ezelinur
Sun 14 March 2010, 11:32 am GMT +0200
TAFTAZANİ KELÂM İLMİ VE İSLÂM AKAİDİ
Sunuş.
GİRİŞ.
AKAİD-KELAM TARİHÇESİ, TAFTAZANİ VE “ŞERHÜ’L-AKAİD”.
1- KELÂMIN DOĞUŞU..
Mutezile Kelâmı
Felsefî Kelâm-Kelâmı Felsefe.
2- MATURİDİLIK..
Ebu Hanife´nin Eserleri
Bir Hanefî Ve Maturidî Kelâmı Var Mıdır?.
El-Fıkhu´l-Ekber Ve Şerhleri
Maturidîliğe Dair Yazılan Eserler
Bir Maturidî Kelâmı Var Mıdır?.
3- MATURİDÎLİKLE EŞ´ARÎLİK ARASINDAKİ FARKLAR..
İhtilaflı Meselelerin Sayısı
a) Te´lif Ve Tevfikten Yana Olanlar
b) Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar
Kelâmın Akîde Meydana Getirme Özelliği
4- NECMÜDDİN ÖMER NESEFÎ VE “METNU´L-AKÂİD”.
5- SA´DÜDDİN TAFTAZÂNÎ VE “ŞERHUL-AKÂİD”.
Kelâma Dair Eserleri
Şerhu´l-Akâid´in Baskıları
Şerhu´l-Akâid´in Haşiyeleri
Şerhu´l-Akâid´in Tesirleri
Şerhu´l-Akâid´in Türkçe Tercümeleri
Şerhu´l-Akâid´in Muhtevası
Şerhu´l-Akâid Tam Bir Sünnî Akîde Kitabı Sayılabilir mi?.
Taftazânî´nin, Sünnî Olmayan İslâm Mezheplerine Karşı Aldığı Tavır
Taftazânî´nin Ortada Ve Askıda Bıraktığı Meseleler
6- ŞERHU´L-AKÂİDİN TENKİDİ.
Şerhu´l-Akâid´deki Hadisler
Bazı Teknik Bilgiler
KELÂM İLMİ VE İSLÂM AKAİDİ
Sunuş
Dinlerde -hatta ideolojilerde- akideler (iman esasları) mühim yer tutarlar. İslâmın iman esasları altı esas dahilinde ele alınmıştır. Bu esasların ilki Allah Taâlâ´ya imandır. Peygamberlere ve âhiret gününe iman meselesiyle akideler bir bütünlük kazanmaktadır. Meleklere, kitaplara ve kadere iman; bu üç iman esasının devamı ve tezahürü olarak ele alınmıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken, diğer İslâmî ilimler gibi akâid ilmi de tedvin edilmiş durumda değildi. Hz. Peygamber´in vefatından sonra gelişen fikri ve siyasî olaylar, yeni anlayış ve yorumlan da beraberinde getirdi. Selef dediğimiz ilk dönem İslâm âlimleri, bu yeni anlayış ve yorumlara karşı İslâm akaidini açık ve net bir şekilde ortaya koyma ihtiyacını duymuşlardır.
Yeni fetihler Müslümanları yeni kültürlerle karşı karşıya getirdi. Aynca Yunan felsefesi tercümeler yoluyla İslâm dünyasına yayılmaktaydı. Bu yeni durum karşısında, İslâm akidelerini ortaya koymaktan öte, felsefe ve İslama zıt fikirlere karşı savunma ihtiyacı da doğdu. Bu bakımdan, Ehl-i bid´at diye nitelendirilen Mutezilenin elinde gelişen kelâm ilmine, Ehl-i sünnet âlimleri de sahip çıkmak ihtiyacını duydular. Savunma duygusu arttığı oranda akâid-kelâm kitaplanna felsefe ve mantık konuları da bol miktarda girdi.
Tercümesini sunduğumuz Şerhu´l-akâid, İslâm dünyasında en yaygın olan akâid-kelâm kitaplannın başında gelmektedir. Osmanlılar dahil olmak üzere bütün İslâm ülkelerinde altı asırdan beri bu eser okunmakta ve üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.
Elinizdeki tercümede, kelâmcılann görüşleri yanında, Selefiye, mutasavvıf ve filozoflann görüşlerine de dipnotlarda yer verilmiştir. Bununla İslâm akaidi konusunda bir bütünlük sağlama gayesi güdülmüştür. Bunun yanında yeteri kadar vuzuha kavuşmayan konular hakkında da geniş bilgiler verilmiştir. Esere ilave edilen kısmında ise akâid-kelâm tarihi ve şerhu´l-akâid hakkında tatmin edici bilgiler ve açıklamalar verilmeye çalışılmıştır.
Dergâh Yayınlan, İslâm kılasikleri serisinde; Tasavvufun Mahiyeti (Şifau´s-Sâil), Kuşeyrî Risalesi, Doğuş Devrinde Tasavvuf (Ta´arruf) dan sonra Kelâm ilmi ve İslâm Akaidi ile yayın çalışmalarını sürdürmektedir. Keşfu´l-Mahcûb´un tercümesi ve Necmüddin Kübra´nın risaleleri ile bu seri devam edecektir.
Dergâh Yayınları[1]
GİRİŞ
AKAİD-KELAM TARİHÇESİ, TAFTAZANİ VE “ŞERHÜ’L-AKAİD”
1- KELÂMIN DOĞUŞU
Mutezile Kelâmı
Kelâm ilmini Mutezile mezhebine mensub olan âlimler kurmuştur.Mutezile mezhebi, mürtekib-i,kabîre (büyük günah işleyen) meselesi etrafında ortaya çıkan ihtilaf üzerine Vâsıl b. Ata´nın (öl. 131/ 748) Hasan Basrî´nin (öl. 110/728) ders halkasından ayrılmasıyle ortaya çıkmıştır. Siyasetle ilgisi bulunmayan Mutezile gibi bir mezhebin ortaya çıkışının, büyük günah işleyen kimsenin dini hükmü ve iman-amel münasebeti gibi bir sebebe bağlanması oldukça anlamlıdır.
Vâsıl b. Ata ve Mutezile mezhebi büyük günah işleyen bir kimsenin mümin ve müslim olmaktan çıktığını, fakat kâfir de olmadığını, imanla küfür arasında mevcut olan fısk mertebesinde bulunduğunu, tevbe etmesi ve bu şekilde ölmesi halinde Müslüman, tevbesiz halinde ise kâfir olarak öleceğini savunuyor, ölüm suretiyle dünyadan ayrılanların âhirete ya Müslüman olarak veya kâfir olarak gideceklerine, üçüncü bir ihtimalin bulunmadığına inanıyorlardı. îslâm fikir ve itikad tarihinde ilk defa ortaya çıkan ilme ve akla dayalı ihtilaf budur. Daha evvel Şiilerin ve Haricîlerin çıkardığı ihtilaf siyasete dayanmakta idi.
Mutezilenin kurucularından diğer bir zat, Vasıl´ın çağdaşı olan ve onun gibi zühdü, takvası, hitabeti, belagatı ve dinî konulardaki hassasiyeti ile temayüz"etmiş olan Amr b. Ubeyd Bâb (öl. 143/760) dır. Büyük günah işleyenlere karşı Mutezilenin takındığı tavır, dinde müsamahadan yana olanların değil, şiddetten ve aşırı ihtiyattan yana olanların takındıkları tavırdır. Bu konuda şiddetten ve tehdid- den yana oldukları için Mutezileye Va´îdiye de denilmiştir. Mutezile kendi mezhebine Mezheb-i ehl-i tevhid ve Mezheb-i ehl-i adi; kendilerine muhalif olan müslümanlara ise Mezheb-i amme, yani avamın ve halkın mezhebi adını vermişti.
Öbür mezheplere nazaran çok daha fazla akılcı olan Mutezile mezhebinin ilk mensupları ibadete, taata, zühde ve takvaya büyük önem verirlerdi. Dinde aşırı akılcı olmanın zarurî bir neticesi olarak sonraki Mutezile âlimlerinden önemli bir bölümü bu gibi hususlara iaha az önem verir hale gelmişlerdi.
Mutezile mezhebi, kaderi inkâr ettikleri için kendilerine Kaderi-adı verilen Ma´bed Cüheni, Ca´d b. Dirhem ve Geylani Dımışkî gibi şahıslara ait fikirlerin tesirinde kalmış, Ca´d b. Dirhem´in talebesi ilan Cehm b. Safvan (öl. 128/745) dan te´vil konusunu almıştı. Ebu Huzeyl Allaf (öl. 230/844), Nazzam (öl. 221/83S veya 231/845),
âhız (öl. 255/869), Bişr b. Mu´temer (öl. 210/825), Ka´bi, Hayyât, Kadi Abdulcebbar ve Zemahşerî gibi güçlü âlimler tarafından temil edilen Mutezile mezhebi, Me´mun, Vâsık ve Mu´tasım gibi halifeer zamanında bir ara Abbasî Devleti´nin resmî mezhebi de olmuş,akat Mütevekkil´in halife olmasıyle gerilemeye başlamış, bir kaçasır sonra da fiilen islâm fikir tarihinden tamamen silinmiş, eserleine ilgi gösterilmemiş, hatta onlara ait kitapların tamamına yakın ismi imha edilmiş, günümüze pek az eser gelebilmiştir.
Mutezileye göre Allah´ın zatından ayrı kadim ve ezeli olan ilim, tudret, basar. gibi sıfatları yoktur. Allah her şeyi bilir, her şeye ücü yeter, her şeyi görür. Bunda zerre kadar şek ve şüphe yoktur. rakat Allah; zatından ayn ve başka olan ilim, kudret ve basar gibi tadîm ve ezelî sıfatlarla değil, zatı ile bilir, kadir olur ve görür. (Tevhid prensibi).
Mutezileye göre insanların tamamiyle hür ve müstakil olan bir râdeleri vardır. Yaptıkları veya yapmadıkları işleri kendilerinde ar olan bu hür irâde ve kudrete dayanarak yaparlar veya yapmazlar. Sorumluluğun´ esası, insanlarda´mevcud olan bahis konusu hür irâde ve kudrettir. Eğer insanlar yaptıkları işleri Allah´ın irâdesi, cudreti ve takdiri ile yapmış olsalardı; yaptıkları iş kendileri tarafından değil de Allah tarafından vücuda getirilmiş olsaydı, sorumlu utulmamaları, sorumlu tutulmaları halinde ise Allah´ın âdil değil, zâlim olması gerekirdi. Halbuki Allah zâlim olmaktan münezzehtir,adildir, kendi dilediği, yaptığı ve yarattığa bir amelden dolayı kulunu mesul tutmaz, cezalandırmaz. (Adalet prensibi, halk-ı.efal-i ibad konusu).
Mutezileye göre Kur´an mahlûktur, sonradan yaratılmıştır (Halk-ı Kur´an meselesi). Âhirette cennetteki müminlerin Allah´ı baştaki gözle görmeleri mümkün değildir (Rü´ yetullah´ı inkâr). Vahiy ve şeriat olmasa bile akü bir çok şeylerin iyi ve güzel,diğer bir çok şeylerin ise kötü ve çirkin olduğunu bilebilir (Hüsün ve Kubuh meseles).
Şerhu´l-Akâid´de Taftazânî´nin, Mutezileyi tenkit ettiği başlıca meseleler bunlardır.[2]
2. Ehl-i Sünnet Kelâmı
Mutezile tarafından kurulan ve geliştirilen kelâm ilmine, başlangıçta Sünniler ve Selef sürekli olarak karşı çıkmış, kelâm ilmini de, bu ilimle meşgul olanları da en sert ve ağır bir dille suçlamışdı.İbn Küllab Selefiye ile Mutezile arasında ortalama bir yol tutmuş, Selefiyeye uyarak Allah´ın sıfatlarını kabul etmiş, böylece Mutezileye karşı Selefiye ile birlikte vaziyet almış, diğer taraftan Allah´ın fiillerini te´vil etmiş, bu suretle de Mutezileye yaklaşmıştı. îbn Küllab´ın ortaya attığı uzlaştırmacı ve ortalama yol yavaş yavaş müslümanlar tarafından benimsenirken; Eş´ari -Şerhu´l-Akâid´de anlatılan-üç kardeş konusu hususunda tatmin ve ikna edilmediği için hocası EbuAli Cübbaî (öl. 303/915) den ayrılmış, Sünnîlerin ve Selefilerin safına geçmiş, İbn Küllâb´ın başlattığı hareketin hararetli bir savunucusu ve yayıcısı olmuştu. Eş´arî´nin başlattığı hareket süratle bütün İslâm dünyasına yayılarak bir Eş´ari mezhebi ortaya çıkmıştı. Bu mezhebin başlıca şahsiyetleri şunlardır:
I. Eş´ari (Ebu´l-Hasan Ali b. İsmail, öl. 330/941) Başlıca eserleri:
1. el-îbâne an usûli´d-diyane (Haydarabad, 1948),
2. Kitabu´1-luma´ fi´r-red alâ ehli´z-zlya´ ve´1-bida´ (Beyrut, 1953),
3. İstîhsanu´1-havz fî ilmi´l-kelâm (el-Luma´ın ekinde),
4. Makalâtu´l-İslâmiyyin ve ihtilafu´l-musallin (Kahire, 1950, iki cild; mezhepler tarihi). (Eş´ari’ye ait eserlerin ve risalelerin ,tam bir listesi el-Luma´da verilmiştir).
Eş´ari, 260/873 tarihinde doğmuş, ömrünün 40 yıllık kısmını Mutezile mezhebinde geçirdikten sonra 300/912 tarihinde bu mezhepten ayrılmıştı. Eserlerinin önemli bir bölümünü Mutezile mezhebinde iken yazmıştı.
II. Bakillanî (Kadı Ebu Bekir Muhammed b.Tayyıb, öl. 403/1013) Eş´ari kelâmını akli ve ilmi delillerle temellendirmeye çalıştı.
1. et-Temhid ve´r-red ala ehli´1-ehva ve´1-bida´ (Beyrut, 1957),
2. Kitabu´I-insaf (Kahire, 1950) isimli eserleriyle Eş´arî kelâmının yayılmasına ve tutunmasına çalıştı.
III. Cüveynî (İmamu´l-Harameyn Ebu´l-Mealî, öl. 478/1085).
1. el-îrşâd ila kavâtı´i´l-edille fî usûli´l-itikad (Kahire, 1950),
2. eş-Şâmil fi usûli´d-din (Kahire, 1959),
3. el-Akîdetü´n-Nizamiyye (Kahire, 1948).
lV. Abdulkahir Bağdadî (öl. 429/1037).
1. Usûlu´d-din (İstanbul, 1928),
2. el-Fark beyne´l-firak (Kahire, 1948).
V. Ebu İshak İsferâ´inî (öl. 418/1027), Ebu Ca´fer Simnânî (öl. 444/1052), İbn Fûrek (öl. 400/1015).
İsimleri verilen müellifler ve eserler, Eş´arî kelâmının birinci dönemine ait başlıca kaynaklardır. Bu dönemdeki Eş´arî kelâmının başlıca hususiyeti, felsefeden ve mantıktan uzak kalışı, “yedullah” ve “vechullah” (Allah´ın eli, Allah´ın yüzü) gibi tabirlerin te´vil edilmesi cihetine gidilmemesidir.
Eş´ari kelâmına te´vil ilk defa Cüveynî tarafından sokulmuş, fakat Cüveynî son eseri olan el-Akîdetü´n-nizamiye´sinde bundan vazgeçmiş, yaptığı işe pişman olmuş, ölürken: “Kocakarıların akidelerinden ayrılmayın”, “ben Nişabur kocakarılarının akideleri üzere ölüyorum” demek suretiyle eski kelâmcıların yoluna bağlılığını ifade etmiştir.
Buraya kadar anlatılan kelâmcılar ve eserleri, kelâm tarihinin birinci dönemini teşkil ederler. Buna kudemanın kelâmı adı da verilir. Eş´arî´yi müdafaa etmek için İbn Asakir (öl. 571/1176) tarafından, Tebyinü kizbil-müfteri... (Dımışk, 1347/1928) isimli eserde ilk dönem Eş´ari kelâmcılan ve eserleri hakkında geniş malumat vardır.
“Kudemâ” sözü Mutezile kelâmcılannı da şümulüne alır.
VI. Gazali (Ebu Hamid Muharamed b. Muhammed, öl. 505/1111). Gazali kelâm tarihinde inkılab yapmış bir şahsiyettir. Onun için kendisinden Önceki kelâmcılara kudema (eskiler), sonrakilere ise müteahhirîn adı verilir. Gazali “in ´ ikâs -ı edil1e“ yi, yani delilin bâtıl olmasından medlulün ve ispat edilmek istenen hususun da bâtıl olması gerekir, şeklindeki eski kelâmcıların prensibini reddetmiş, dine aykırı olan felsefî konuları red ve iptal maksadıyle kelâma almış,“mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez”demek suretiyle de eski kelâmcıların haram saydıkları mantık ilmini Öğrenmenin önemini ve lüzumunu ifade etmiştir. Akaide ve kelâma dair olan şu eserleri defalarca basılmıştır:
1. el-İktisad fil-itikad,
2. Kavâidu´l-akâid (İhya´nın birinci bölümü),
3. Tehâfutü´I-felâsife ve daha başka bir çok eseri.
4. er-Risâletu´1-kudsiyye fî kavâidi´l-akâid.
Gazali ile başlayan Eş´arî kelâmının yeni şekli, gittikçe felsefeye ve kelâma geniş yer vermiş, âyet ve hadisleri eskisine nazaran daha geniş ölçüde te´vil etmiş, böylece bir bakıma, Mutezilenin ortadan kalkmasından meydana gelen boşluğu doldurmuş, bir çok meselede en az Mutezile kadar akla dayanmış ve nasları te´vil etmiştir. Bu dönem kelâmı hakkında Şerhu´l-Akâid´in baş tarafında söylenen ve İbn Haldun tarafından Mukaddime´de tekrar edilen, çok isabetli tesbite göre sem´iyât bahsi olmasa kelâma dair yazılan eserlerle felsefeye dair yazılan eserleri birbirinden ayırd etmeye imkân olmayacak derecede felsefe ile kelâm konu, ifade, üslup ve muhteva yönünden birbirine karışmıştır.
Razî´den sonra felsefe kelâm âlimlerinin eline geçmiş, hatta medreselerde bile resmen felseye okutulmaya başlanmıştı. Eskiden korkulan ve düşman bilinen felsefe artık ilgi duyulan ve önem verilen bir ilim olarak görülmeye başlanmıştı. Razi, Amidî, Kadı Beydavî, Taftazânî ve Cürcâni gibi sonraki kelâm âlimleri kelâma dair eser yazarken eski kelâm âlimlerinden çok filozoflara dayanmışlar ve onların tesirinde kalmışlardır. Böylece sonraki kelâmcılar, kelâmcı filozof haline gelmişlerdir. Zaman zaman felsefenin medreseden kapı dışı edildiğini, hele son devirde hiç önem verilmediğini de belirtmeliyiz.[3]
Felsefî Kelâm-Kelâmı Felsefe
İzmirli iki nevi kelâmın mevcudiyetinden bahseder:
1. Kelâmı felsefe (Kelâm-i felsefî): Mantığın esaslarını kabul ederek felsefî meselelerle kelâm meselelerini yekdiğeri ile meczetmek ve kaynaştırmak yoludur. Bu yolda kelâmın usûl ve esasları dışına çıkılmaz. Fakat saf ve katıksız bir kelâm yolu da değildir. Zira bu özellikteki kelâm anlayışı ile yazılan eserler felsefî meseleleri de ihtiva etmektedir. İmam Gazali ile başlayan sonraki Eş´arî kelâmcılarının tutdukları yol budur.
2. Felsefî kelâm (Felsefe-i kelâmiye): Felsefi esaslarla -felsefî meseleleri değil- kelâmı esasları mecz ve kaynaştırmak yoludur. Aslında bu da kelâmı bir meslek ise de evvelki kelâm mesleğinden farklıdır. Kelâm ile felsefeden mürekkeb olan bir şey, kelâmdan hariç ve felsefe olacağı, fakat buna rağmen bir felsefî kelâm sayılacağı aşikardır. Cehmiye ile içli dışlı olan sonraki Mutezüe´nin kelâmda tutturduğu yol budur. Ebu Huzeyl ile Nazzam bu yolun öncüleridir. Sonraki Eş´arî kelâmcıları ile Cehmiyenin tesirine giren Mutezilenin arasındaki ince fark budur.
Meselâ “Allah´ın sıfatları zatının aynıdır” “hayatta bünye şarttır” önermeleri birer felsefi esastır. Bu esaslar aynı zamanda Mutezile tarafından da benimsenmiştir. [4]
Bu iza güzel olmakla beraber, tartışılabilir bir izahtır. Zira Nasruddin Tusî, Razî ve Seyfuddin Amidî gibi sonraki Eş´arî kelâmcıları, Ebu Huzeyl ve Nazzam´dan çok daha felsefeye girmişlerdir. Onun için Ebu Huzeyl ve Nazzam´a kadar olan Mutezile kelâmcıları ile Gazalî´ye kadar olan Eş´arî kelâmcılarına, “kelâmı felsefe” denilmesi, Ebu Huzeyl ve Nazzam ile başlayan Mutezile kelâmı ile Gazali ile başlayan Eş´ari kelâmına ise “felsefî kelâm” adı verilmesi daha uygun gibi görünmektedir.
Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd gibi ilk Mutezile âlimlerinde, Eş´arî ve Bakülani gibi Eş´ari mezhebine mensup ilk âlimlerde felsefi tesir fazla önemli değildir. Katiyen kelâmın hakim unsuru felsefe değildir. Halbuki felsefî kelâmda hâkim unsur felsefedir. Felsefî kelâmda akla dayanılarak bol bol te´viller yapıldığı halde kelâmı felsefede bu durum çok kısıtlı ve sınırlıdır.
Muteahhirîn, dediğimiz sonraki kelâmcıların en önemlileri ve başlıca eserleri de şunlardır:
I. Şehristanî (Ebu´1-Feth Muhammed b. Abdulkerim, öl. 548/ 1153).
1. Nihayetu´l-ikdâm fi ilmi´l-kelâm (London, 1934),
2. el-Milel ve´n-nihal (Kahire, 1381/1961, mezhepler tarihine dair bir eserdir).
II. Fahruddin Razî (öl. 606/1209).
l. Muhassalu efkari´l-mütekaddimin ve´1-müteahhirin mine´lulema vel-hukema ve´1-mütekelimin (Kahire, 1323/1905),
2. Mealimu´d-din (Muhassal´m kenarında),
3. el-Erbain fi usûli´d-din (Haydarabad, 1353/1934),
4. el-Mebahisu´l meşrikiyye (Hind, 1343/1924),
5. İtikadatu firakı´ 1-müslimin ve´1-müşrikin (Kahire, 1938),
6. Razî´nin Mefatihu´1-gayb isimli tefsiri de bir kelâm kitabı sayılır.
III. Seyfuddin Amidî (öl. 617/1220).
“Ebkârul-efkâr” isimli eseri meşhurdur. Kelâma, mantığa, felsefeye, fıkha ve fıkıh usûlüne dair eserler yazmış, felsefî inançlara bağlı kaldığı ileri sürülerek küfür ve ilhadla suçlanmıştır.
IV. Kadı Beydavî (öl. 691/1291).
Tevaliu´l-envâr (İstanbul 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarında, Şemsettin îsfehanî´nin Metâliul-enzâr isimli şerhiyle).
V. Nasıruddin Tûsî (öl. 672/1274).
1. Tecridu´l-akâid (İstanbul, 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarında) Tusî´nin bu eseri Osmanhlar´da çok okunmuş, hatta “Haşiye-i tecrid” adı verilen bir medrese nevinin özel ismi bile olmuştur. Aslında Tusî, felsefeye son derece önem veren Şiî meyilli bir kelâmcıdır. Felsefe adına F. Razî´yi tenkit edecek kadar felsefeye bağlıdır.
2. Kavâidu´l-akâid.
VI. Adududdin îcî (öl. 756/1355).
1. Mevâkıf fi ilmi´l-kelâm. Bu eser Cürcanî´nin buna yazdığı şerhle birlikte ve ayrıca defalarca basılmıştır. (Şerhu´l-mevâkıf, İst. 1311/1893). Hâlâ Ezher ve Tunus medreselerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
2. Âkâid-i Adudiyye. Bu eser, Celâleddin Devvânî´nin (öl. 907/ 1301) buna yazdığı şerhle birlikte defalarca basılmıştır (İst. 1314/ 1896). Nesefi´nin Akâid metni´nden daha küçük bir risale olduğu halde hemen hemen onun kadar rağbet ve alaka görmüştür. Celâl üzerine İsmail Gelenbevi´nin (öl. 1295/1790)yazdığı haşiye meşhurdur (ist. 1317/1899).
3. Cevahiru´l-kelâm.
İcî´nin, Risaletu´l-ahlâk isimli eseri ise Türkçe´ye tercüme edilerek 1281/1864´de neşredilmiştir.
VII. Sa!deddin Taftazânî: Hakkında ayrıca bilgi verilecektir.
VIII. Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1413).
1. Şerhu´1-mevâkıf (îst. 1311/1893) îcî´nin Mevâkıf isimli eserinin gayet güzel bir şerhidir.
2. Hâşiye-i Tecrid.
Lekânî, İbrahim b. Lekânî Malikî´nin (öl. 1041/1631) Cevheretu´t-tevhid isimli manzum kelâm kitabı da çok okunmuştur. Fadalî (öl. 1237/1821), Bacurî (öl. 1277/1860), Susi (öl. 896/1490) de son Eş´arî kelâmcıîanndandır.
Seyyid Şerif Cürcânî ile Taftazânî arasında Timur´un huzurunda ilmî bir mübahase ve münazara düzenlenmiş, bu tartışmada Cürcânî Taftazâni´ye üstünlüğünü ispat etmişti. (Bak. İslâm ansiklopedisi, “Cürcânî” Taşköprîzâde, Mevzuatu´1-ulûm, I, 236).
Müteahhirîn denilen sonraki kelânıcıların başlıcaları ve en önemlileri bunlardır. Bunlar son asırlarda o kadar çok meşhur olmuşlar, o kadar çok rağbet görmüşler ki, adetâ eski kelâmcılan ve şöhretlerini tam mânasıyle gölgelemişler, onlar aleyhinde bir “ay tutulması” (husuf) hadisesi meydana getirmişlerdi. Son 5-6 asırda yaşamış olan kelâm âlimleri, kudemâ ve mütekaddimın denilen ilk kelâmcılardan çok, müteahhirin kelâmcılarım tanımış, onlara çok derin bir saygı duymuş, koparılması imkansız rabıtalarla onlara bağlanmış, onlara muhalefet etmeyi affedilmez bir cüret ve hadbilmezlik saymış, durmadan onların eserlerine şerh, haşiye ve talik yazmıştır.[5]
Müteahhirîn dediğimiz Razî, Amidi, Tûsî, Taftazânî ve Cürcânî gibi sonraki kelâm âlimleri eski kelâmcılardan çok filozoflara, ilk kelâm kitaplarından ziyade felsefî eserlere dayanarak kelâm yapmışlardır.
Cürcânî, 816/1413 tarihinde vefat ettiğine göre, o tarihten itibaren önemli ve büyük denilecek bir kelâmacı yetişmemiştir.
Dikkat edilmelidir ki, bu kelâmcıların hiç biri Anadolu´da ve bilhassa Osmanlı sınırları dahilinde yetişmemiştir. Osmanlılar, 600 sene süren saltanatları süresince, isimleri zikredilen kelâmcilar ölçüsünde bir kelâm âlimi yetiş tirememişlerdir.
Önemli olan bir nokta da şudur: Eş´arî kelâmcılan, zaman zaman kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar, böylece kelâm ilmini felsefe ile rekabet edecek bir seviyeye ve güce kavuşturmuşlardır.
Bu suretle, bu kelâmın kurucusu olarak kabul edilen İmam Eş´arî´yi aşmışlar, geliştirmişler, sık sık kendisine muhalefet etmişlerdir. Halbuki Maturidîler hiç bir zaman İmam Maturidî´yi aşabilme ve geliştirme gücüne ve kabiliyetine sahip bir kelâmcı yetiştirememişlerdir. Onun için de akide sistemleri, Eş´ariliğin yanında önemini, yitirmiş, Hanefîlerin ve Maturidilerin hâkim oldukları yerlerde bile Taftazânî, Cürcânî, İcî ve Tûsî gibi Eş´arî kelâmcılarının eserleri okunmuştur. Meselâ Osmanlılardaki durum budur. Osmanlı uleması şeklen ve ismen Mâturidîdir ama aslen ve hakikaten Eş´aridir. Şuurlu Maturidîler azdır.
Üzerinde ehemmiyetle durulması gereken konulardan biri de kelâmın kuruluşu, gelişmesi ve geçirdiği devreler anlatılırken kafiyen Maturidilerden bahsedilmemesi, daima Eş´arîlik ve Eş´arî kelâmcılan üzerinde durulmuş olmasıdır. Bunun manâsı şudur: Hiç bir Maturidî kelâmcısı, kelâmın kuruluşunda, gelişmesinde ve bir dönemden diğer bir döneme geçişinde kayda değer bir hizmet görmemiş, kelâmın doğuşuna, gelişmesine ve çeşitli merhalelerden geçmesine tesirli olabilecek bir katkıda bulunmamıştır. Bu gibi sebeplerden dolayı Doğuda, Batıda ve Avrupa´da Sünnî kelâmı denilince daima ve sadece Eş´arîlik akla gelir ve Eş´ari´ye, “îmamu ehli´s-sünneh” (Ehl-i sünnetin kelâm imamı) adı verilir. Bu durum fazla yanlış da sayılmaz. Nitekim biraz sonra izah edilecektir.[6]
Sunuş.
GİRİŞ.
AKAİD-KELAM TARİHÇESİ, TAFTAZANİ VE “ŞERHÜ’L-AKAİD”.
1- KELÂMIN DOĞUŞU..
Mutezile Kelâmı
Felsefî Kelâm-Kelâmı Felsefe.
2- MATURİDİLIK..
Ebu Hanife´nin Eserleri
Bir Hanefî Ve Maturidî Kelâmı Var Mıdır?.
El-Fıkhu´l-Ekber Ve Şerhleri
Maturidîliğe Dair Yazılan Eserler
Bir Maturidî Kelâmı Var Mıdır?.
3- MATURİDÎLİKLE EŞ´ARÎLİK ARASINDAKİ FARKLAR..
İhtilaflı Meselelerin Sayısı
a) Te´lif Ve Tevfikten Yana Olanlar
b) Telif Ve Tevfikten Yana Olmayanlar
Kelâmın Akîde Meydana Getirme Özelliği
4- NECMÜDDİN ÖMER NESEFÎ VE “METNU´L-AKÂİD”.
5- SA´DÜDDİN TAFTAZÂNÎ VE “ŞERHUL-AKÂİD”.
Kelâma Dair Eserleri
Şerhu´l-Akâid´in Baskıları
Şerhu´l-Akâid´in Haşiyeleri
Şerhu´l-Akâid´in Tesirleri
Şerhu´l-Akâid´in Türkçe Tercümeleri
Şerhu´l-Akâid´in Muhtevası
Şerhu´l-Akâid Tam Bir Sünnî Akîde Kitabı Sayılabilir mi?.
Taftazânî´nin, Sünnî Olmayan İslâm Mezheplerine Karşı Aldığı Tavır
Taftazânî´nin Ortada Ve Askıda Bıraktığı Meseleler
6- ŞERHU´L-AKÂİDİN TENKİDİ.
Şerhu´l-Akâid´deki Hadisler
Bazı Teknik Bilgiler
KELÂM İLMİ VE İSLÂM AKAİDİ
Sunuş
Dinlerde -hatta ideolojilerde- akideler (iman esasları) mühim yer tutarlar. İslâmın iman esasları altı esas dahilinde ele alınmıştır. Bu esasların ilki Allah Taâlâ´ya imandır. Peygamberlere ve âhiret gününe iman meselesiyle akideler bir bütünlük kazanmaktadır. Meleklere, kitaplara ve kadere iman; bu üç iman esasının devamı ve tezahürü olarak ele alınmıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken, diğer İslâmî ilimler gibi akâid ilmi de tedvin edilmiş durumda değildi. Hz. Peygamber´in vefatından sonra gelişen fikri ve siyasî olaylar, yeni anlayış ve yorumlan da beraberinde getirdi. Selef dediğimiz ilk dönem İslâm âlimleri, bu yeni anlayış ve yorumlara karşı İslâm akaidini açık ve net bir şekilde ortaya koyma ihtiyacını duymuşlardır.
Yeni fetihler Müslümanları yeni kültürlerle karşı karşıya getirdi. Aynca Yunan felsefesi tercümeler yoluyla İslâm dünyasına yayılmaktaydı. Bu yeni durum karşısında, İslâm akidelerini ortaya koymaktan öte, felsefe ve İslama zıt fikirlere karşı savunma ihtiyacı da doğdu. Bu bakımdan, Ehl-i bid´at diye nitelendirilen Mutezilenin elinde gelişen kelâm ilmine, Ehl-i sünnet âlimleri de sahip çıkmak ihtiyacını duydular. Savunma duygusu arttığı oranda akâid-kelâm kitaplanna felsefe ve mantık konuları da bol miktarda girdi.
Tercümesini sunduğumuz Şerhu´l-akâid, İslâm dünyasında en yaygın olan akâid-kelâm kitaplannın başında gelmektedir. Osmanlılar dahil olmak üzere bütün İslâm ülkelerinde altı asırdan beri bu eser okunmakta ve üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.
Elinizdeki tercümede, kelâmcılann görüşleri yanında, Selefiye, mutasavvıf ve filozoflann görüşlerine de dipnotlarda yer verilmiştir. Bununla İslâm akaidi konusunda bir bütünlük sağlama gayesi güdülmüştür. Bunun yanında yeteri kadar vuzuha kavuşmayan konular hakkında da geniş bilgiler verilmiştir. Esere ilave edilen kısmında ise akâid-kelâm tarihi ve şerhu´l-akâid hakkında tatmin edici bilgiler ve açıklamalar verilmeye çalışılmıştır.
Dergâh Yayınlan, İslâm kılasikleri serisinde; Tasavvufun Mahiyeti (Şifau´s-Sâil), Kuşeyrî Risalesi, Doğuş Devrinde Tasavvuf (Ta´arruf) dan sonra Kelâm ilmi ve İslâm Akaidi ile yayın çalışmalarını sürdürmektedir. Keşfu´l-Mahcûb´un tercümesi ve Necmüddin Kübra´nın risaleleri ile bu seri devam edecektir.
Dergâh Yayınları[1]
GİRİŞ
AKAİD-KELAM TARİHÇESİ, TAFTAZANİ VE “ŞERHÜ’L-AKAİD”
1- KELÂMIN DOĞUŞU
Mutezile Kelâmı
Kelâm ilmini Mutezile mezhebine mensub olan âlimler kurmuştur.Mutezile mezhebi, mürtekib-i,kabîre (büyük günah işleyen) meselesi etrafında ortaya çıkan ihtilaf üzerine Vâsıl b. Ata´nın (öl. 131/ 748) Hasan Basrî´nin (öl. 110/728) ders halkasından ayrılmasıyle ortaya çıkmıştır. Siyasetle ilgisi bulunmayan Mutezile gibi bir mezhebin ortaya çıkışının, büyük günah işleyen kimsenin dini hükmü ve iman-amel münasebeti gibi bir sebebe bağlanması oldukça anlamlıdır.
Vâsıl b. Ata ve Mutezile mezhebi büyük günah işleyen bir kimsenin mümin ve müslim olmaktan çıktığını, fakat kâfir de olmadığını, imanla küfür arasında mevcut olan fısk mertebesinde bulunduğunu, tevbe etmesi ve bu şekilde ölmesi halinde Müslüman, tevbesiz halinde ise kâfir olarak öleceğini savunuyor, ölüm suretiyle dünyadan ayrılanların âhirete ya Müslüman olarak veya kâfir olarak gideceklerine, üçüncü bir ihtimalin bulunmadığına inanıyorlardı. îslâm fikir ve itikad tarihinde ilk defa ortaya çıkan ilme ve akla dayalı ihtilaf budur. Daha evvel Şiilerin ve Haricîlerin çıkardığı ihtilaf siyasete dayanmakta idi.
Mutezilenin kurucularından diğer bir zat, Vasıl´ın çağdaşı olan ve onun gibi zühdü, takvası, hitabeti, belagatı ve dinî konulardaki hassasiyeti ile temayüz"etmiş olan Amr b. Ubeyd Bâb (öl. 143/760) dır. Büyük günah işleyenlere karşı Mutezilenin takındığı tavır, dinde müsamahadan yana olanların değil, şiddetten ve aşırı ihtiyattan yana olanların takındıkları tavırdır. Bu konuda şiddetten ve tehdid- den yana oldukları için Mutezileye Va´îdiye de denilmiştir. Mutezile kendi mezhebine Mezheb-i ehl-i tevhid ve Mezheb-i ehl-i adi; kendilerine muhalif olan müslümanlara ise Mezheb-i amme, yani avamın ve halkın mezhebi adını vermişti.
Öbür mezheplere nazaran çok daha fazla akılcı olan Mutezile mezhebinin ilk mensupları ibadete, taata, zühde ve takvaya büyük önem verirlerdi. Dinde aşırı akılcı olmanın zarurî bir neticesi olarak sonraki Mutezile âlimlerinden önemli bir bölümü bu gibi hususlara iaha az önem verir hale gelmişlerdi.
Mutezile mezhebi, kaderi inkâr ettikleri için kendilerine Kaderi-adı verilen Ma´bed Cüheni, Ca´d b. Dirhem ve Geylani Dımışkî gibi şahıslara ait fikirlerin tesirinde kalmış, Ca´d b. Dirhem´in talebesi ilan Cehm b. Safvan (öl. 128/745) dan te´vil konusunu almıştı. Ebu Huzeyl Allaf (öl. 230/844), Nazzam (öl. 221/83S veya 231/845),
âhız (öl. 255/869), Bişr b. Mu´temer (öl. 210/825), Ka´bi, Hayyât, Kadi Abdulcebbar ve Zemahşerî gibi güçlü âlimler tarafından temil edilen Mutezile mezhebi, Me´mun, Vâsık ve Mu´tasım gibi halifeer zamanında bir ara Abbasî Devleti´nin resmî mezhebi de olmuş,akat Mütevekkil´in halife olmasıyle gerilemeye başlamış, bir kaçasır sonra da fiilen islâm fikir tarihinden tamamen silinmiş, eserleine ilgi gösterilmemiş, hatta onlara ait kitapların tamamına yakın ismi imha edilmiş, günümüze pek az eser gelebilmiştir.
Mutezileye göre Allah´ın zatından ayrı kadim ve ezeli olan ilim, tudret, basar. gibi sıfatları yoktur. Allah her şeyi bilir, her şeye ücü yeter, her şeyi görür. Bunda zerre kadar şek ve şüphe yoktur. rakat Allah; zatından ayn ve başka olan ilim, kudret ve basar gibi tadîm ve ezelî sıfatlarla değil, zatı ile bilir, kadir olur ve görür. (Tevhid prensibi).
Mutezileye göre insanların tamamiyle hür ve müstakil olan bir râdeleri vardır. Yaptıkları veya yapmadıkları işleri kendilerinde ar olan bu hür irâde ve kudrete dayanarak yaparlar veya yapmazlar. Sorumluluğun´ esası, insanlarda´mevcud olan bahis konusu hür irâde ve kudrettir. Eğer insanlar yaptıkları işleri Allah´ın irâdesi, cudreti ve takdiri ile yapmış olsalardı; yaptıkları iş kendileri tarafından değil de Allah tarafından vücuda getirilmiş olsaydı, sorumlu utulmamaları, sorumlu tutulmaları halinde ise Allah´ın âdil değil, zâlim olması gerekirdi. Halbuki Allah zâlim olmaktan münezzehtir,adildir, kendi dilediği, yaptığı ve yarattığa bir amelden dolayı kulunu mesul tutmaz, cezalandırmaz. (Adalet prensibi, halk-ı.efal-i ibad konusu).
Mutezileye göre Kur´an mahlûktur, sonradan yaratılmıştır (Halk-ı Kur´an meselesi). Âhirette cennetteki müminlerin Allah´ı baştaki gözle görmeleri mümkün değildir (Rü´ yetullah´ı inkâr). Vahiy ve şeriat olmasa bile akü bir çok şeylerin iyi ve güzel,diğer bir çok şeylerin ise kötü ve çirkin olduğunu bilebilir (Hüsün ve Kubuh meseles).
Şerhu´l-Akâid´de Taftazânî´nin, Mutezileyi tenkit ettiği başlıca meseleler bunlardır.[2]
2. Ehl-i Sünnet Kelâmı
Mutezile tarafından kurulan ve geliştirilen kelâm ilmine, başlangıçta Sünniler ve Selef sürekli olarak karşı çıkmış, kelâm ilmini de, bu ilimle meşgul olanları da en sert ve ağır bir dille suçlamışdı.İbn Küllab Selefiye ile Mutezile arasında ortalama bir yol tutmuş, Selefiyeye uyarak Allah´ın sıfatlarını kabul etmiş, böylece Mutezileye karşı Selefiye ile birlikte vaziyet almış, diğer taraftan Allah´ın fiillerini te´vil etmiş, bu suretle de Mutezileye yaklaşmıştı. îbn Küllab´ın ortaya attığı uzlaştırmacı ve ortalama yol yavaş yavaş müslümanlar tarafından benimsenirken; Eş´ari -Şerhu´l-Akâid´de anlatılan-üç kardeş konusu hususunda tatmin ve ikna edilmediği için hocası EbuAli Cübbaî (öl. 303/915) den ayrılmış, Sünnîlerin ve Selefilerin safına geçmiş, İbn Küllâb´ın başlattığı hareketin hararetli bir savunucusu ve yayıcısı olmuştu. Eş´arî´nin başlattığı hareket süratle bütün İslâm dünyasına yayılarak bir Eş´ari mezhebi ortaya çıkmıştı. Bu mezhebin başlıca şahsiyetleri şunlardır:
I. Eş´ari (Ebu´l-Hasan Ali b. İsmail, öl. 330/941) Başlıca eserleri:
1. el-îbâne an usûli´d-diyane (Haydarabad, 1948),
2. Kitabu´1-luma´ fi´r-red alâ ehli´z-zlya´ ve´1-bida´ (Beyrut, 1953),
3. İstîhsanu´1-havz fî ilmi´l-kelâm (el-Luma´ın ekinde),
4. Makalâtu´l-İslâmiyyin ve ihtilafu´l-musallin (Kahire, 1950, iki cild; mezhepler tarihi). (Eş´ari’ye ait eserlerin ve risalelerin ,tam bir listesi el-Luma´da verilmiştir).
Eş´ari, 260/873 tarihinde doğmuş, ömrünün 40 yıllık kısmını Mutezile mezhebinde geçirdikten sonra 300/912 tarihinde bu mezhepten ayrılmıştı. Eserlerinin önemli bir bölümünü Mutezile mezhebinde iken yazmıştı.
II. Bakillanî (Kadı Ebu Bekir Muhammed b.Tayyıb, öl. 403/1013) Eş´ari kelâmını akli ve ilmi delillerle temellendirmeye çalıştı.
1. et-Temhid ve´r-red ala ehli´1-ehva ve´1-bida´ (Beyrut, 1957),
2. Kitabu´I-insaf (Kahire, 1950) isimli eserleriyle Eş´arî kelâmının yayılmasına ve tutunmasına çalıştı.
III. Cüveynî (İmamu´l-Harameyn Ebu´l-Mealî, öl. 478/1085).
1. el-îrşâd ila kavâtı´i´l-edille fî usûli´l-itikad (Kahire, 1950),
2. eş-Şâmil fi usûli´d-din (Kahire, 1959),
3. el-Akîdetü´n-Nizamiyye (Kahire, 1948).
lV. Abdulkahir Bağdadî (öl. 429/1037).
1. Usûlu´d-din (İstanbul, 1928),
2. el-Fark beyne´l-firak (Kahire, 1948).
V. Ebu İshak İsferâ´inî (öl. 418/1027), Ebu Ca´fer Simnânî (öl. 444/1052), İbn Fûrek (öl. 400/1015).
İsimleri verilen müellifler ve eserler, Eş´arî kelâmının birinci dönemine ait başlıca kaynaklardır. Bu dönemdeki Eş´arî kelâmının başlıca hususiyeti, felsefeden ve mantıktan uzak kalışı, “yedullah” ve “vechullah” (Allah´ın eli, Allah´ın yüzü) gibi tabirlerin te´vil edilmesi cihetine gidilmemesidir.
Eş´ari kelâmına te´vil ilk defa Cüveynî tarafından sokulmuş, fakat Cüveynî son eseri olan el-Akîdetü´n-nizamiye´sinde bundan vazgeçmiş, yaptığı işe pişman olmuş, ölürken: “Kocakarıların akidelerinden ayrılmayın”, “ben Nişabur kocakarılarının akideleri üzere ölüyorum” demek suretiyle eski kelâmcıların yoluna bağlılığını ifade etmiştir.
Buraya kadar anlatılan kelâmcılar ve eserleri, kelâm tarihinin birinci dönemini teşkil ederler. Buna kudemanın kelâmı adı da verilir. Eş´arî´yi müdafaa etmek için İbn Asakir (öl. 571/1176) tarafından, Tebyinü kizbil-müfteri... (Dımışk, 1347/1928) isimli eserde ilk dönem Eş´ari kelâmcılan ve eserleri hakkında geniş malumat vardır.
“Kudemâ” sözü Mutezile kelâmcılannı da şümulüne alır.
VI. Gazali (Ebu Hamid Muharamed b. Muhammed, öl. 505/1111). Gazali kelâm tarihinde inkılab yapmış bir şahsiyettir. Onun için kendisinden Önceki kelâmcılara kudema (eskiler), sonrakilere ise müteahhirîn adı verilir. Gazali “in ´ ikâs -ı edil1e“ yi, yani delilin bâtıl olmasından medlulün ve ispat edilmek istenen hususun da bâtıl olması gerekir, şeklindeki eski kelâmcıların prensibini reddetmiş, dine aykırı olan felsefî konuları red ve iptal maksadıyle kelâma almış,“mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez”demek suretiyle de eski kelâmcıların haram saydıkları mantık ilmini Öğrenmenin önemini ve lüzumunu ifade etmiştir. Akaide ve kelâma dair olan şu eserleri defalarca basılmıştır:
1. el-İktisad fil-itikad,
2. Kavâidu´l-akâid (İhya´nın birinci bölümü),
3. Tehâfutü´I-felâsife ve daha başka bir çok eseri.
4. er-Risâletu´1-kudsiyye fî kavâidi´l-akâid.
Gazali ile başlayan Eş´arî kelâmının yeni şekli, gittikçe felsefeye ve kelâma geniş yer vermiş, âyet ve hadisleri eskisine nazaran daha geniş ölçüde te´vil etmiş, böylece bir bakıma, Mutezilenin ortadan kalkmasından meydana gelen boşluğu doldurmuş, bir çok meselede en az Mutezile kadar akla dayanmış ve nasları te´vil etmiştir. Bu dönem kelâmı hakkında Şerhu´l-Akâid´in baş tarafında söylenen ve İbn Haldun tarafından Mukaddime´de tekrar edilen, çok isabetli tesbite göre sem´iyât bahsi olmasa kelâma dair yazılan eserlerle felsefeye dair yazılan eserleri birbirinden ayırd etmeye imkân olmayacak derecede felsefe ile kelâm konu, ifade, üslup ve muhteva yönünden birbirine karışmıştır.
Razî´den sonra felsefe kelâm âlimlerinin eline geçmiş, hatta medreselerde bile resmen felseye okutulmaya başlanmıştı. Eskiden korkulan ve düşman bilinen felsefe artık ilgi duyulan ve önem verilen bir ilim olarak görülmeye başlanmıştı. Razi, Amidî, Kadı Beydavî, Taftazânî ve Cürcâni gibi sonraki kelâm âlimleri kelâma dair eser yazarken eski kelâm âlimlerinden çok filozoflara dayanmışlar ve onların tesirinde kalmışlardır. Böylece sonraki kelâmcılar, kelâmcı filozof haline gelmişlerdir. Zaman zaman felsefenin medreseden kapı dışı edildiğini, hele son devirde hiç önem verilmediğini de belirtmeliyiz.[3]
Felsefî Kelâm-Kelâmı Felsefe
İzmirli iki nevi kelâmın mevcudiyetinden bahseder:
1. Kelâmı felsefe (Kelâm-i felsefî): Mantığın esaslarını kabul ederek felsefî meselelerle kelâm meselelerini yekdiğeri ile meczetmek ve kaynaştırmak yoludur. Bu yolda kelâmın usûl ve esasları dışına çıkılmaz. Fakat saf ve katıksız bir kelâm yolu da değildir. Zira bu özellikteki kelâm anlayışı ile yazılan eserler felsefî meseleleri de ihtiva etmektedir. İmam Gazali ile başlayan sonraki Eş´arî kelâmcılarının tutdukları yol budur.
2. Felsefî kelâm (Felsefe-i kelâmiye): Felsefi esaslarla -felsefî meseleleri değil- kelâmı esasları mecz ve kaynaştırmak yoludur. Aslında bu da kelâmı bir meslek ise de evvelki kelâm mesleğinden farklıdır. Kelâm ile felsefeden mürekkeb olan bir şey, kelâmdan hariç ve felsefe olacağı, fakat buna rağmen bir felsefî kelâm sayılacağı aşikardır. Cehmiye ile içli dışlı olan sonraki Mutezüe´nin kelâmda tutturduğu yol budur. Ebu Huzeyl ile Nazzam bu yolun öncüleridir. Sonraki Eş´arî kelâmcıları ile Cehmiyenin tesirine giren Mutezilenin arasındaki ince fark budur.
Meselâ “Allah´ın sıfatları zatının aynıdır” “hayatta bünye şarttır” önermeleri birer felsefi esastır. Bu esaslar aynı zamanda Mutezile tarafından da benimsenmiştir. [4]
Bu iza güzel olmakla beraber, tartışılabilir bir izahtır. Zira Nasruddin Tusî, Razî ve Seyfuddin Amidî gibi sonraki Eş´arî kelâmcıları, Ebu Huzeyl ve Nazzam´dan çok daha felsefeye girmişlerdir. Onun için Ebu Huzeyl ve Nazzam´a kadar olan Mutezile kelâmcıları ile Gazalî´ye kadar olan Eş´arî kelâmcılarına, “kelâmı felsefe” denilmesi, Ebu Huzeyl ve Nazzam ile başlayan Mutezile kelâmı ile Gazali ile başlayan Eş´ari kelâmına ise “felsefî kelâm” adı verilmesi daha uygun gibi görünmektedir.
Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd gibi ilk Mutezile âlimlerinde, Eş´arî ve Bakülani gibi Eş´ari mezhebine mensup ilk âlimlerde felsefi tesir fazla önemli değildir. Katiyen kelâmın hakim unsuru felsefe değildir. Halbuki felsefî kelâmda hâkim unsur felsefedir. Felsefî kelâmda akla dayanılarak bol bol te´viller yapıldığı halde kelâmı felsefede bu durum çok kısıtlı ve sınırlıdır.
Muteahhirîn, dediğimiz sonraki kelâmcıların en önemlileri ve başlıca eserleri de şunlardır:
I. Şehristanî (Ebu´1-Feth Muhammed b. Abdulkerim, öl. 548/ 1153).
1. Nihayetu´l-ikdâm fi ilmi´l-kelâm (London, 1934),
2. el-Milel ve´n-nihal (Kahire, 1381/1961, mezhepler tarihine dair bir eserdir).
II. Fahruddin Razî (öl. 606/1209).
l. Muhassalu efkari´l-mütekaddimin ve´1-müteahhirin mine´lulema vel-hukema ve´1-mütekelimin (Kahire, 1323/1905),
2. Mealimu´d-din (Muhassal´m kenarında),
3. el-Erbain fi usûli´d-din (Haydarabad, 1353/1934),
4. el-Mebahisu´l meşrikiyye (Hind, 1343/1924),
5. İtikadatu firakı´ 1-müslimin ve´1-müşrikin (Kahire, 1938),
6. Razî´nin Mefatihu´1-gayb isimli tefsiri de bir kelâm kitabı sayılır.
III. Seyfuddin Amidî (öl. 617/1220).
“Ebkârul-efkâr” isimli eseri meşhurdur. Kelâma, mantığa, felsefeye, fıkha ve fıkıh usûlüne dair eserler yazmış, felsefî inançlara bağlı kaldığı ileri sürülerek küfür ve ilhadla suçlanmıştır.
IV. Kadı Beydavî (öl. 691/1291).
Tevaliu´l-envâr (İstanbul 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarında, Şemsettin îsfehanî´nin Metâliul-enzâr isimli şerhiyle).
V. Nasıruddin Tûsî (öl. 672/1274).
1. Tecridu´l-akâid (İstanbul, 1311/1893, Mevâkıf şerhi kenarında) Tusî´nin bu eseri Osmanhlar´da çok okunmuş, hatta “Haşiye-i tecrid” adı verilen bir medrese nevinin özel ismi bile olmuştur. Aslında Tusî, felsefeye son derece önem veren Şiî meyilli bir kelâmcıdır. Felsefe adına F. Razî´yi tenkit edecek kadar felsefeye bağlıdır.
2. Kavâidu´l-akâid.
VI. Adududdin îcî (öl. 756/1355).
1. Mevâkıf fi ilmi´l-kelâm. Bu eser Cürcanî´nin buna yazdığı şerhle birlikte ve ayrıca defalarca basılmıştır. (Şerhu´l-mevâkıf, İst. 1311/1893). Hâlâ Ezher ve Tunus medreselerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
2. Âkâid-i Adudiyye. Bu eser, Celâleddin Devvânî´nin (öl. 907/ 1301) buna yazdığı şerhle birlikte defalarca basılmıştır (İst. 1314/ 1896). Nesefi´nin Akâid metni´nden daha küçük bir risale olduğu halde hemen hemen onun kadar rağbet ve alaka görmüştür. Celâl üzerine İsmail Gelenbevi´nin (öl. 1295/1790)yazdığı haşiye meşhurdur (ist. 1317/1899).
3. Cevahiru´l-kelâm.
İcî´nin, Risaletu´l-ahlâk isimli eseri ise Türkçe´ye tercüme edilerek 1281/1864´de neşredilmiştir.
VII. Sa!deddin Taftazânî: Hakkında ayrıca bilgi verilecektir.
VIII. Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1413).
1. Şerhu´1-mevâkıf (îst. 1311/1893) îcî´nin Mevâkıf isimli eserinin gayet güzel bir şerhidir.
2. Hâşiye-i Tecrid.
Lekânî, İbrahim b. Lekânî Malikî´nin (öl. 1041/1631) Cevheretu´t-tevhid isimli manzum kelâm kitabı da çok okunmuştur. Fadalî (öl. 1237/1821), Bacurî (öl. 1277/1860), Susi (öl. 896/1490) de son Eş´arî kelâmcıîanndandır.
Seyyid Şerif Cürcânî ile Taftazânî arasında Timur´un huzurunda ilmî bir mübahase ve münazara düzenlenmiş, bu tartışmada Cürcânî Taftazâni´ye üstünlüğünü ispat etmişti. (Bak. İslâm ansiklopedisi, “Cürcânî” Taşköprîzâde, Mevzuatu´1-ulûm, I, 236).
Müteahhirîn denilen sonraki kelânıcıların başlıcaları ve en önemlileri bunlardır. Bunlar son asırlarda o kadar çok meşhur olmuşlar, o kadar çok rağbet görmüşler ki, adetâ eski kelâmcılan ve şöhretlerini tam mânasıyle gölgelemişler, onlar aleyhinde bir “ay tutulması” (husuf) hadisesi meydana getirmişlerdi. Son 5-6 asırda yaşamış olan kelâm âlimleri, kudemâ ve mütekaddimın denilen ilk kelâmcılardan çok, müteahhirin kelâmcılarım tanımış, onlara çok derin bir saygı duymuş, koparılması imkansız rabıtalarla onlara bağlanmış, onlara muhalefet etmeyi affedilmez bir cüret ve hadbilmezlik saymış, durmadan onların eserlerine şerh, haşiye ve talik yazmıştır.[5]
Müteahhirîn dediğimiz Razî, Amidi, Tûsî, Taftazânî ve Cürcânî gibi sonraki kelâm âlimleri eski kelâmcılardan çok filozoflara, ilk kelâm kitaplarından ziyade felsefî eserlere dayanarak kelâm yapmışlardır.
Cürcânî, 816/1413 tarihinde vefat ettiğine göre, o tarihten itibaren önemli ve büyük denilecek bir kelâmacı yetişmemiştir.
Dikkat edilmelidir ki, bu kelâmcıların hiç biri Anadolu´da ve bilhassa Osmanlı sınırları dahilinde yetişmemiştir. Osmanlılar, 600 sene süren saltanatları süresince, isimleri zikredilen kelâmcilar ölçüsünde bir kelâm âlimi yetiş tirememişlerdir.
Önemli olan bir nokta da şudur: Eş´arî kelâmcılan, zaman zaman kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar, böylece kelâm ilmini felsefe ile rekabet edecek bir seviyeye ve güce kavuşturmuşlardır.
Bu suretle, bu kelâmın kurucusu olarak kabul edilen İmam Eş´arî´yi aşmışlar, geliştirmişler, sık sık kendisine muhalefet etmişlerdir. Halbuki Maturidîler hiç bir zaman İmam Maturidî´yi aşabilme ve geliştirme gücüne ve kabiliyetine sahip bir kelâmcı yetiştirememişlerdir. Onun için de akide sistemleri, Eş´ariliğin yanında önemini, yitirmiş, Hanefîlerin ve Maturidilerin hâkim oldukları yerlerde bile Taftazânî, Cürcânî, İcî ve Tûsî gibi Eş´arî kelâmcılarının eserleri okunmuştur. Meselâ Osmanlılardaki durum budur. Osmanlı uleması şeklen ve ismen Mâturidîdir ama aslen ve hakikaten Eş´aridir. Şuurlu Maturidîler azdır.
Üzerinde ehemmiyetle durulması gereken konulardan biri de kelâmın kuruluşu, gelişmesi ve geçirdiği devreler anlatılırken kafiyen Maturidilerden bahsedilmemesi, daima Eş´arîlik ve Eş´arî kelâmcılan üzerinde durulmuş olmasıdır. Bunun manâsı şudur: Hiç bir Maturidî kelâmcısı, kelâmın kuruluşunda, gelişmesinde ve bir dönemden diğer bir döneme geçişinde kayda değer bir hizmet görmemiş, kelâmın doğuşuna, gelişmesine ve çeşitli merhalelerden geçmesine tesirli olabilecek bir katkıda bulunmamıştır. Bu gibi sebeplerden dolayı Doğuda, Batıda ve Avrupa´da Sünnî kelâmı denilince daima ve sadece Eş´arîlik akla gelir ve Eş´ari´ye, “îmamu ehli´s-sünneh” (Ehl-i sünnetin kelâm imamı) adı verilir. Bu durum fazla yanlış da sayılmaz. Nitekim biraz sonra izah edilecektir.[6]