- Suyutî´nin Hayatı,İlmi

Adsense kodları


Suyutî´nin Hayatı,İlmi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
rabia
Thu 11 March 2010, 12:41 pm GMT +0200
Suyutî´nin Hayatı ve İlimdeki Yeri Takdim

BİRİNCİ BÖLÜM...

Suyutî´nin hayatı ve İlimdeki yeri Takdim:

A) Siyasî Açıdan:
B) Sosyal Açıdan:

İkinci Tabaka: Alimler Ve Fakihler Tabakası:
Üçüncü Tabaka: Tüccar Tabakası:

3- İlmî Açıdan:

İKİNCİ FASIL..

İmam Hafiz Celaleddin es-Suyutî´nin Hayatı

a) İsmi ve Nesehi:
b) Doyumu ve Büyümesi:
c) İlmi Taleb Etmesi ve Bu Husustaki Yolculukları:
d) İlimdeki Mahareti ve Derinlimi:
e) İşittikleri:
f) Hocaları. Talebeleri ve Arkadaşları;
g) Akidesi:
h) İlmî Eserleri:

A- Hadis Konusunda:
B- Hadis İlimleri Konusunda:

i) Vefatı:

İKİNCİ FASIL..

A- MEVZUU:
B- BABLARI ve KONULARI.
C- MUSANNİFİN BU KONUDAKİ METODU:


İKİNCİ BAB

Suyutî´nin Esbab-ı Vıırudu´l-Hadisi´nin tanımı hakkındadır ki, bu da bir takım bölümlerden oluşur.

BİRİNCİ BÖLÜM

Suyutî´nin hayatı ve İlimdeki yeri Takdim:

Suyutî, özellikle Tefsir ve Hadis´te İslam kültürüne hizmet etmiş, Büyük pay sahibi ender şahsiyetlerden sayılır.

Buna rağmen bu şahsiyyet iki zıt görüş arasında kalmıştır.

a) En yüksek derecede medhedilme.

b) En aşağı dereceye indirecek zemm. "İnsanlar kendi zamanlarına benzer" kaidesine, Suyutî´yi tanımadan ve onun hakkında hüküm vermeden önce bu şahsın yaşadığı asra kısaca göz atarak siyasî, içtimaî ve ilmî yönden incelememiz gerekir. Çevrenin kişinin gelişme ve şekillenmesinde bir iz bıraktığı muhakkaktır. Bunu diyor ve Allah´ın yardımını istiyorum.[1]

A) Siyasî Açıdan:

İmam Suyutî, hayatının tamamını Burciye Memlukluları Devleti ve Çerkez Devleti zamanında geçinniştir. H. 849´de doğmuş ve 911´de vefat etmiştir.

Bu asır, acı ve ızdirapların damgasını vurduğu, istikrarsızlığın alıp yürüdüğü ve zulmün şüyu´ bulduğu bir asırdır. içkiyi artıran sultanlara muasır olarak yaşaması Suyutî´yi1 Ummamıza yeter.Oyleki bir yıl içerisinde saltanat makamına peşpeşe üç kişi gelmiştir. Bunlar:

1- Melik Zahir Ebu Nasrel-İnaliyyi´l-Müeyyedî,

2- E.bu Sait Temriğa ez-Zahirî,

3- Melik Eşref Kayıtbay Mahmudî.

Bunların her üçü de saltanat konusunda en az üç sene çekiştiler. Onlardan her biri krallıktan kendilerine bir pay aldılar.[2] Bu durum satın alman köleleri (küçükten satın alınıp asker yapılan) fitnenin izine dönmeye şevketti. Durum o hale geldi ki, Melikler, devlet görevlilerini aciz kimselere hizmetten alıkoydular.[3]

Bir gün geldi ki bu sultanların içinden bir tanesi, halk ile oynamayı men ettiği kimseyi vekil tayin eder oldu.3[4] Onlardan bir tanesi de 1,5 yıl müddetle hüküm işlerine tayin edilmiştir.[5]

Bu durum halkın bir kısmının bir kısmına hırsla bakmasına vesile olmuş ve bu bahsedilen sebeplerle korku ve izdıraplar yaygın hale gelmiştir Tagri Burdî´nin de dediği gibi h. 863, 12 Ramazan Cuma günü eski Mısır´da, Amr Îbnü´1-As Camii´nde Ctıma´ya gelen kadınları azgın köleler zorla alıp götürdüler ve çok çirkin davranışlarda bulundular. Bu davranışlar olmuş olaylardır[6].

B) Sosyal Açıdan:

Bir başka yönden halk arasında birlik ve beraberlik yok olmuş,ayrılıklar zamana damgasını vurmuştur. Zira toplum aşağıdaki tabakalara ayrılmıştı:

Birinci Tabaka: Sultanlar ve Emirler tabakası:

Onların tamamı krallık ailesindendi. Düzgün hayatları vardı. İleri ve seçkin tabaka idiler. İdarenin nimetinden öyle uzun zaman faydalamyorlardı ki´ istedikleri herşey kendilerine yakın oluyordu. Hatta mülk edinme (evlenme) dahi olsa. Bunun için istedikleri bir

anlığı, hüküm emirliğini veya bir mülkü ele geçirirlerdi. O zaman lannda böldükleri ziraat arazisi, devletin yegane kaynağı idi. Sultan diğer büyük idareciler, arazinin en iyisini ve en verimlisini almıslardı. îkinci derecede verimli araziyi Sultan´ın diğer idarecileri

Imıslar üçüncü dereceden verimli arazileri de askerî halkalar, Araplar, Türkmenler pay etmişlerdi.[7]

İkinci Tabaka: Alimler Ve Fakihler Tabakası:

Biı tabaka Divanî vazifeler erbabından olup, fakihler, alimler, edipler ve katiplerden oluşur.

Bu tabakanın durumu kendisinden sonraki tabakaya nazaran daha iyidir. Zira hukuk, tedrisat, fetva, hitabet, yazışmalar, bunların elindedir. İşte bu alimler tabakası, o zaman, gerçekten gizli hükümeti temsil eder gibiydiler. Bu vazife münasebetiyle umum-husus, acık-gizli her şeyden istifade ediyorlardı. Devlet erkanı da kendilerinden korktukları için, çok bol mal veriyorlar ve hesaplarını açık bırakıyorlardı. Ancak bazı sultanlar, alimler arasında olan hırsı ve sürtüşmeyi görmemezlikten gelmiştir. İbn Hacer, bu vesileyle kadılık vazifesinden birkaç kez alınmıştır. Yerine Kaziyu´l-Kuzat Alemıı´d-Din Salih el-Bulkınî atanmıştır. O da, vazifeden alınınca yerine es-Suftî getirilmiştir. Bu gibi şeyleri ileri derecede huy edinmek onları (alimleri), hafif (yetersiz) görmekten değil, bilakis onlardan korktuklarındandir.

Meliklerin, kadıyı veya alimi görevden almaları, onun kendi zulmünü ve cefasını gizlediğini bize göstermektedir. Bu da alimin menfaati ve hizmeti aleyhine başkalarını kışkırtmak şeklinde olurdu. Hatta meliklerden biri görevden alınmalara karşı, kadıların tepkilerini bertaraf etmek için "bu iş, Celaleddin Suyutî´ye danışılarak yapılmıştır" diye ilan edilmişti.[8]

Konu hakkıda İbn tyas şöyle der: "Anlatıldığına göre Halife Mütevekkil Alallah Abdulaziz, Celaleddin Suyutî´ye gelip hiç duymadığı bir vazifeyi yerine getirmesini istedi. O da şuydu; diğer kadıların başına büyük (baş) kadı olarak geçecek, diğer İslam memleketlerine istediği kadıyı tayin edecek, istediğini bu görevden azledecekti.

Ancak Suyutî bu göreve başlayınca durum bazılarının (kadıların) zoruna gitti ve halifenin aklını çeldiler. Bir takım dedikodular halifeye ulaşınca, o da "Bu tayin işini benim aklıma getiren Suyutî oldu. Benim bu işte bir dahlim yok. Ve bana bu işin eskiden beri yapılagelen bir iş olduğunu söyledi" diyerek cevap verdi.[9]

Üçüncü Tabaka: Tüccar Tabakası:

Bunlar, Sultân ve Emirler ile yarışacak bir tabaka oluşturmuşlardı. Çünkü şiddet ve zorluk zamanında sultanlara yardım etmede insanların en güçlüleri idiler. Bu tabaka mal ve servet yönünden büyük paylara bahipti. Doğu ve Batı arasında muttasıl ticaret halkaları oluşturmuşlardı. Mısır, bu eşsiz ticarî faaliyetten uzun zaman faydalanmıştır.

Şu kadar var ki bu tabaka da öncekiler gibi, melik ve emirler´in zulmünden kurtulmuş değillerdi. Onlara çok ağır vergiler yüklemek suretiyle, ticarethanelerini, mallarını ve servetlerini zayıflatıyorlardı. Durum o hale gelmişti ki onlardan bir çoğu yaşama zevkini ve hayatın tatlılığını kaybetmişti. Bir kısmı da bazen nefisleri aleyhine "Allah kendilerini boğsun da zarardan, ziyandan ve zulmün tahakkümünden kurtulsunlar" diye dua ediyorlardı.[10]

Dördüncü Tabaka:

Bu tabaka, çiftçilerden, çeşitli esnaf, sanatkar, alış-veriş yapanlar, işi olmayanlar ve suculuk yapanlardan ibarettir.

Bu tabaka, daha önce zikrettiğimiz alim ve tüccarlar tabakasına nazaran darlık ve zorluk içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. İdarecilerden onlara düşen pay ihmal ve hakarettir. Zaten "fellah" kelimesi de bunu ifade ediyor. Yani zayıf, mağlup, zelil ve işinde perişan olmuş kişi.

Belki de bu sebep, çiftçilerin yaptığı işten kaynaklanmaktadır. Hasılatları ve erzakları bol olduğunda çokça vergi Ödemekle mükellef kılınıyorlardı. Bu sebepten, çoğusu işini terkedip soygunculuğu ve yağmacılığı meslek edinmişti. Bunu da, bir miktar mal elde edip de başkalırının durumlarına nisbetle kendi durumlarını muhafaza etmek için yapıyorlardı.[11]

Bu asırdaki sosyal durum böyleydi. Çok kere meydana gelen acıklı olaylardan dolayı günlerin, onlara şiddet ve elemden yüklediği şeylere izafeten bu asır izdi rap asrı olmuştur. Nil nehrinin sularının alçalması, ziraatın yok olmasına, hayvancılığın ölmesine, geçim darlığına ve veba ile taun hastalıklarının yayılmasına vesile olmuştur.

Belki de bu sebeplerden dolayı, birçok durumlarda hükmedenlerin, emri altı altındakileri düşünmekten uzak kalmışlardır.[12]

3- İlmî Açıdan:

Asır, siyasî açıdan fesad ve ızdırap asrı, sosyal açıdan ayrılık ve yok olma asrı olmasına karşılık, ilmî açıdan tam aksine bir ilerleme, patlama ve toparlanma asrı olmuştur.

Bu sebeple bu asır, ilmî açıdan genişleme ve toparlanma[13] asrı olmuştur. Bu da şu sebeplere dayanır:

1- Moğol istilasından dolayı doğudan, İspanyol zulmünden dolayı batıdan ulemanın Mısır´a, Şam´a ve Kuzey Afrika ülkelerine hicret etmiş olmaları. Çünkü buralarda Moğol ve İspanyol tehlikesi bulunmamaktadır.

2- Memluklular devrinden önce inşa edilen medreselerde, mescidlerde, mekteblerde okutulan ilmin yaygın hale gelmesi ve Memluklular asrında da meliklerin emriyle yayılması.

Şu medreselerin fonksiyonu tarihen sabit olmuştur:

a) el-Medresetü´s-Salihiyye

b) el-Medresetü´n-Nasınyye

c) el-Medresetü´1-Kumciyye

Bu üç medresenin tamamı Selahaddin Eyyubî tarafından inşa edilmiştir.

d) el-Medresetü´1-Mahmudiyye

Bu medrese de Sultan Ferec b. Burkuk´un emirlerinden biri olan Emir Cemaleddin Mahmut tarafından h. 797 senesinde yapılmıştır.

İlmî faaliyetlerin yüceleip yükselmesinde camilerin ve medreselerin fonksiyonu da bilinen bir gerçektir.

Bunlar arasında; Camiu´l-Ezher vardır. Selahaddin Eyyubî, burasını Sünnî mezhebin yayılması için bir merkez olarak kullanmıştı. -Allah orayı korusun- Ayrıca Mısır Fuştat´ta Amr Îbnü´1-As Camisi denilen Cami-i Atık ve Babu´l-Fütuh´ta bulunan Camiü´l-Hakim sayılabilir. Bunların dışında muhtelif dinî, Arabî ve tarihî ilimlerin tedris edildiği ders halkaları teşkil eden birçok mescid daha vardı.

3- Öğretmen ve öğrenciler için kurulan hayır vakıflarının çoğalması:

Bu asrın insanları -ister sultanlardan, ister emirlerden, ister saray ehlinden, ister ulema, tüccar, zengin, zanaatkar olsun- Allah rızası içini ilmin yayılıp gelişmesinde ve bu konuda vakıflar kurulmasında birbirleriyle yarışmışlardır. [14]

4- Özellikle, batılı Ehl-i Salib´in -Haçlıların- ve Tatar Vloğallan´nın yok ettiği ansiklopedik çaptaki İslam eserlerinin aynısını yazmak için, İslam müelliflerinin büyük gayretleri.

Tarihen sabittir ki, dokuzuncu hicrî asrın sonlarına doğru İspanya´nın Gırnata şehrinde bulunan bir kütüphaneye kard in ellerden bir tanesi gelmiş ve seksen bin cildi aşkın kitabı yakmıştır.[15]

Bu olay, Bağdad´ın 656 senesinde düşmesinden sonra Moğallar´ın İslam kültürüne yaptığına denk bir olaydır.

Takdim ettiğim bu asrın ortaları, Celaleddin Suyutî´nin yetiştiği ve bu asırdan bize birçok güzel şeyler kazandırdığı, bununla beraber kendisine birçok kötülüğün ulaştığı asırdır. [16]

İKİNCİ FASIL

İmam Hafiz Celaleddin es-Suyutî´nin Hayatı

Hafız Celaleddin es-Suyutî, büyük müfessirler, muhaddisler, lugatçüer, fakihler ve usulcüler arasında yer alır.

Çünkü o, zikri geçen bu ilimlerde bütün gayretini sarfedip ve hatta neredeyse, kısa ömrünün tamamını bu işe hasrederek, birçok eser bırakmıştır. Günümüzde de onun eserlerinin izleri artarak ve bereketli bir biçimde kendisinden faydalanılmaya devam eder. O, geniş bir hal tercümesine ve uzun bir tanıtıma, hakkıyla layık bir kişidir.

Fakat, onun hakkında çok yazılan kitaplara ve verilen konferanslara bakarak bu bahsi fazla uzatmadan, süslemeden, ihtiyacı giderecek şekilde bitirmek istiyorum. Diyorum ki, muvaffakiyet Allah´tandır.[17]

a) İsmi ve Nesehi:

O, Hafız Abdurrahman b. Kemal Ebibekr b. Muhammed b. Sabtkü´d-Din İbnü´1-Fahr Osman b. Nazıru´d-Din el-Humamui-Hudayrî el-Esyutî´dir.[18]

Mu´cemu´l-Müellifin´in sahibi, şu ifadeleri de eklemiştir: et-Tolûnî el-Mısrî eş-Şafiî, lakabı Celalüddin, künyesi ise Ebu´l-Fadl´dır.[19]

Onun nesebinin arab olmadığı da söylenmektedir. Kendisi şöyle der: "Kendisine itimad edilen birisinin babamdan işitip bana söylediğine göre, ulu dedesi Arap değildi ve Şark´tandı."[20]

O, kendi nesebi hakkında şöyle demiştir: "Büyük dedem, Hümamü´d-Din, hakikat ehlinden ve tarikat şeyhlerindendi. Ondan sonrakiler şerefli makam ve mevkiye sahiptiler. Onlardan bir tanesi bulunduğu beldenin kadılık ve hisbe görevim yürütüyordu. Bir diğeri tüccarlık yapıyordu. Bunlardan, babamın dışında ilme gerçekten büyük hizmet etmiş birini tanımıyorum."[21]

b) Doyumu ve Büyümesi:

O, hicri 849 senesinde Receb ayının ilk gününde Pazar günü akşamdan sonra Suyut Mahallesi´nde doğdu. Kendisi de doğumu için bu tarihi zikretmiş olup tarihçiler de bu konuda ittifak etmiş, hiç birisi fazla birşey eklememişlerdir. Ancak İbn İyas ile İsmail Paşa, onun doğumunun Cumade´l-Ahire´de olduğunu iddia etmişlerdir.

Suyutî yetim olarak büyümüştür. Zira babası h. 855 senesinde Safer ayının beşinde Pazartesi gecesi vefat etmiştir. O zaman Suyutî, henüz 6 yaşındaydı.[22]

Daha sekiz yaşma gelmeden Kur´an´ı ve Minhacü´1-Fıkh, Usul ve İbn Malik´in Elfiye adlı eserini ezberlemişti.[23]

C) İlmi Taleb Etmesi ve Bu Husustaki Yolculukları:

Erken yaşta Kur´an´ı ezberledi, sekiz yaşına gelmeden hıfzını tamamladı. Sonra yukarıda geçtiği gibi İbn Malik´in Elfiye´sini, Usul´ü, Minhacü´l-Fıkh´ı ve Umde´yi ve kolayına gelen bazı şeyleri ezberledi.

Sonra 864 senesi başlarında 16 yaşında iken ilimle iştigale başladı. Bir takım büyük hocalardan Fıkıh ve Nahiv dersi aldı. Feraiz ilmini de zamanın meşhur ulemasından (Farazî) Şihabü´d-Din eş-Şaremsahî´den almıştır.[24] Fıkıh -konusunda ölünceye kadar Şeyhu´l-

îslam el-Bulkınî´nin [25] derslerine devam etti. Sonra 14 sene, Allame Muhiddin Kafiyeci´ye devam edip ondan Tefsir, Usul, Arapça, Maanî dersleri aldı ve bu konuda kendisine Kafıyeci tarafından icazet verildi.[26] Suyutî ilim talebi için çok yolculuk yapmıştır. Bu arada Fuyum, Mahle, Dimyat, Şam ve Hicaz, Yemen, Hind ve Kuzey Afrika´yı dolaşmıştır.[27]

d) İlimdeki Mahareti ve Derinlimi:

Şu yedi ilimde oldukça büyük maharet kazanmıştır. Bunlar; Tefsir, Hadis, Fıkıh, Nahv, Maanî, Beyan ve Bedî ilimleridir ki, hepsini de Arap lügat ve belağatinin inceliklerine vakıf olarak elde etmiştir.

O, bu ilimlerde hocalarına meydan okuyacak kadar, kendisine güvenmiştir. Bunun için de şöyle demiştir: "Fıkıh ve Niikûl hariç ulaştığım bu yedi ilme hocalarımın hiç birisi ulaşamamış ve vakıf olamamıştır."[28]

e) İşittikleri:

Müteaddid defalar, Şeyh Seyfü´d-Din el-HanefTnin Keşşaf Tefsiri ve açıklamaları dersinde bulunmuştur. Babası onu Hafız İbn Hacer´in meclisine götürürdü. Az bir kısmı hariç, Şeyh Sayrafî´den Sahih-i Müslim, Şifa İbn Malik´in Elfiye´si, Şerhü´ş-Şüzûr, Hanefî fıkhı usulü hakkında Muğnî´yi, Taftazanî´nin Akaid´ini okudu.

eş-Şems el-Merzebanî el-Haneffden Kafiye ve şerhini okudu. Carudî´den, Mutevassıd Safiye ve şerhini dinledi. Irakîden Elfiye´yi dinledi. Alemu´I-Bulkınî´nin derslerinde bulundu. Ondan sayılmayacak derecede çok şey okudu. Şerefü´l-Münavî´den ölünceye kadar ayrılmadı ve ondan da sayısız dersler aldı. Seyfü´d-Din Muhammed b.

Muhammed el-Hanefî´nin derslerinden ayrılmadı. Allame eş-Şümünnî ile Kafiyeci´nin derslerini hiç terk etmemiştir. [29]

Bununla beraber o, kendi hakkında şöyle demiştir: "O, çok rivayet dinleyememiştir. Zira daha mühim olan dirayeti, okumakla meşgul olmuştur."[30]

f) Hocaları, Talebeleri ve Arkadaşları

Bizzat Suyutî Rahimehullah´ın kendisi hocalarının 150 kadar olduğunu saymıştır. Bunlann en meşhurları aşağıdakilerdir:

1- Ahmed eş-Şaremsahî2[31]

2- ÖmereI-Bulkınî[32]

3- Salih b. Ömer b. Rusları el-Bulkınî[33]

4- Muhyiddin el-Kafiyeci[34]

5- Kadı Şerefü´d-Din el-Münavî[35]

Birçok kimse onun huzurunda talebelik yapmıştır. Bunlardan en belirgin olanı Davudî´dir.[36]

Ders dinleme ve öğrenme anında birçok kimselerle arkadaşlık etmiştir. Bunlardan hususiyle ikisini zikredelim:

1- Şemsüddin es-Sehavî[37]

2- Ali el-Uşmunî[38]

G) Akidesi:

Onun akidesi, sahabeyi korumaya yönelik olarak yazdığı eserlerden ve sünnete sımsıkı sarılmak hususundaki teliflerinden Ehl-i Sühhet mezhebinden olduğunu ortaya koyar. Bunun dışında başka bir şeye meyletmemiştir. Ancak ulu dedesi Humam´ı örnek alarak tasavvufa meyillidir. Fakat onun Kitap ve Sünnet bilgisi, Kitap ve Sünnet´ten uzak olan bir takım mutasavvıfların ileri-geri ortaya attıklarından kendisini men etmiştir.[39]

h) İlmî Eserleri:

Kırk büyük alimin haber verdiğine göre Suyutî, kitap yazmak ve yazdıklarını tasnif etmek için insanlardan ayrılmış ve uzak kalmıştır. Yirmi iki yıl kadar buna muktedir olmuş ve îslamî tedrisatını birçok tasnifatıyla beslemiştir. Bazıları bu tasnifatın sayısının altı yüze ulaştığını söylemektedirler. Bunlar Tefsir ve Tefsir İlimleri, Hadis ve Hadis tümleri, Fıkıh ve Fıkıh Usulü, Arabî İlimler´in bütün dalları, Siyer ve Tarihe ait olmak üzere çeşitli konulan kapsamıştır.

Hidayetü´l-Arifin adlı eserin sahibi bu eserlerden bir çoğunu bizzat saymış ve yukarıdaki sayıya yakın olduğunu söylemiştir.[40]

Ben bunlardan, inceleme ve tahkik konusuyla son derece alakalı olan Hadis ve Hadis İlimleri hakkındaki bazı meşhur eserleri zikretmekle yetineceğim.[41]

A- Hadis Konusunda:

1- Zehrü´r-Rüba Ale´l-Mücteba li´n-Nesâî (b) [42]

2- el-Havalik A´la Muavatt-ı Malik (b)

3- Mirkatü´s-Suud Şerh-i Sünen-i Ebi Davud (y) [43]

4- Cemu´l-Cevami´, yahut, Camiu´l-Kebir (b)

5- el-Camiu´s-Sağir ve Zeyluhu (b)[44]

B- Hadis İlimleri Konusunda:

1- Tedribü´r-Ravi bi Şerh-i Takribü´n-Nevevî (b)

2- el-Elfiyet-ü fi´1-Hadis (b)

3- îs´afü´I-Mebta1 bi Ricali´l-Mübetta´ (b)

4- Dürrü´s-Sahabe fi mennezzele Mısr mihe´s-Sahabe (b)

5- Nesrü´l-A´bir fi Tahric-i Ehadisi´ş-Şerhi´l-Kebir (y)[45]

i) Vefatı:

Şeyh Suyutî´nin hayatı, araştırma yapmak, eser te´lif etmekle geçmiştir.

Bu sebeple kendisini Ravzatül-Mikyas´taki evine hapseder ve oradan dışarı çıkmazdı. Bu hal, vefatına kadar devam etmiştir. Sol kolunda meydana gelen şiddetli verem hastalığından dolayı vefatından önce yedi gün hasta yatmıştır. Bunun neticesi olarak 911 hicrî yılı Cumade´l-Ula ayının 19runda Perşembe günü evinde vefat etmiş ve Hoş Koson denilen yerde defnedilmiştir.[46]

İKİNCİ FASIL

Tahkike konu olan kitabın toplu tanıtımı ve musannifin bu konudaki metodu:

Kitabın tanıtımı aşağıdaki şekilde özetlenebilir:[47]

A- MEVZUU:

Kitabın mevzuu, Hz. Peygamber´in bir takım sebepler vesilesiyle söylediği hadislerdir.[48]

B- BABLARI ve KONULARI

Babları ve konulan şöyledir:

1- Giriş: Bu kısımda hadislerin vurud sebeplerinin ehemmiyeti, çeşitleri, tarihleri ve bu konudaki meşhur tasnifat zikredilmiştir.

2- Taharet Konusu: Sekiz hadisten oluşur.

3- Namaz Konusu: On bir hadisten oluşur.

4- Cenaze Konusu: Yedi hadisten oluşur.

5- Oruç Konusu: Beş hadisten oluşur.

6- Hacc Konusu: Üç hadisten oluşur.

7- Alış-veriş Konusu: Sekiz hadisten oluşur.

8- Nikah Konusu: Üç hadisten oluşur.

9- Cinayetler Konusu: Beş hadisten oluşur.

10- Kurbanlar Konusu: Bir hadisten oluşur.

11- Yeme-içme Konusu: Üç hadisten oluşur.

12- Edeb Konusu: Kırk iki hadisten oluşur.

Bu tertip üzere mesela, hakkında bir veya daha, çok hadis getirmiş, akabinde de bir veya daha çok sebep sıralamıştır.[49]

C- MUSANNİFİN BU KONUDAKİ METODU:

Kendisi takib ettiği metoda, mukaddimesinde işaret etmemiştir. Eğer buna işaret etmiş olsaydı, belki bizim için muradını anlamak daha kolay olurdu.

Şu kadar var ki, Allah´ın izniyle kitabı çok inceledim, uzun uzun gözden geçirdim ve musannifin metodu hakkında aşağıdaki esaslar onaya çıktı:

a) Yukaradı zikredilen konulardan her biri hakkında önce konu ile alakalı olaç hadislerden bir veya birkaçını  tabirini kullanarak getirmiş ve açıklamasını yapmıştır. Daha sonra da tabirini kullanarak hadisin sebeb-i vurudu hakkındaki hadisleri getirmiş ve açıklamaları yapmıştır.

b) Hadisleri ve sebepleri hakkındaki hadisleri ta´lik tarikiyle getirmiştir. -Yani Sahabe´ye kadar isnadı hazfetmiştir- Bu usule, hadis meşhur kitaplarda olduğu zaman başvurmuştur. Eğer hadis yahut sebebi hakkında varid olan hadis, meşhur olmayan meşihat ve Emali[50] gibi tasnifattan alınmış ise okuyucunun dikkatini çekmek için senedi zikreder.

c) Hadisin sebeb-i vurudu için bazen birden fazla hadis zikreder. Bazen de sebep için getirilen hadisin başına nekre koyarak sigasını getirir. Bunu da hadisin sebebinin sadece bu meseleye taalluk etmediği, bilakis daha başka sebeplerin de olabileceği gerekçesiyle yapar. Bu da beni bazı hadisler için, zikredilmeyen başka sebepler getirme yoluna şevketti. Bu duruma 86 numaralı hadis misal olarak gösterilebilir ve ben bunu sayfanın altındaki şerhte gösterdim.

d) Hadis ve sebebini zikrederken sağlam sünnet kitaplarına dayanır. Bunlar arasında cami´Ier, müsnedler, mu´cemler, cüzler, meşihat ve bunların benzerleri, ayrıca bazı tarih kitapları vardır.

e) Suyutî, hadislerin sebebi için vaz edilen hadislerin zikrinde genel olarak bir hadis getirmekle yetinir. Bazen de (sebep için) birden çok hadis irad eder. Birden fazla tarîk ve kaynağa dayanır. Nitekim (tahkik bahsinde) 30 numaralı hadisinde durum böyledir. Birincisinde Ahmed b. Hanbel ve Nesâî´den tahric ederek, Enes´in rivayetini zikreder. İkincisinde ise Ebu Davut´tan tahric ederek Sevban´ın rivayetini zikreder.

Bazen de metinleri birbirine muhalif olan iki kitaptan hadis zikrettiği olur. 32 numaralı hadisinde durum böyledir.[51]

rabia
Thu 11 March 2010, 12:43 pm GMT +0200
[1] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 37.

[2] en-Niicumu´z-Zâhire fi Müluk-i Mısr ve´1-Kahire, 16/356, 396.

[3] a. g. e.

[4] Bedayiıı´z-Zuhur fi Vekaidi´d-Duhur, 3/338.

[5] Hıfatu´l-Makrizî, 3/102-103.

[6] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 37-38.

[7] Dr. Said Aşur, el-Asru´l-Memlukî fi Mısr ve´ş-Şam, s. 308-311.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 38-39.

[8] en-Nucumu´z-Zahire, 5/373-375

[9] Bedayiu´z-Zuhur, 3/360, el-Asru´l-Memlukî, s. 311. Bedayiu´z-Zuhur, 3/360, el-Asru´l-Memlukî, s. 311.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık:: 39-40.

[10] Dr. Said Aşur, el-Asru´l-Memlukî, s. 312.

[11] a. g. e. s. 312-326.

[12] a. g. y.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 41.

[13] İbrahim Ebyarî, Türasu´l-însaniyye, 2/630

[14] Hıfatu´I-Makrızî, 3/341, 346, 368.

[15] Türasu´l-însaniyye adlı esere bakınız, 2/630. Bu olayı gerçekleştiren Kardinal peder, Zimtes´tir.

[16] Said Aşur, el-Asru´1-Memalik-i fi Mısr ve´ş-Şam, s. 329-336.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 41-43.

[17] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 44.

[18] Suyutî, Hüsnü´l-Muhadara, 1/335.

[19] Ömer Kehhale, Mu´cemu´l-Müellifin, 5/128.

[20] Şezeratü´z-Zeheb, 8/51.

92 Hüsnü´l-Muhadara, 1/35, Hediyyetü´I-Arifın, 1/534.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 44-45.

[22] Suyutî, Nazmü´l-Akyan fi A´yani´l-A´yan, s. 95.

[23] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 45.

[24] Ahmed b. Ali b. Ebibekr eş-Şaremsahî hakkında geniş bilgi için Mu´cemü´l-Müellifın, 1/356´ya bakılabilir.

[25] Geniş bilgi için Tabaka tü´l-Huffaz, s. 538´e bakılabilir.

[26] Bakınız, Mu´cemü´l-Müellifin, 10/51, Hüsnü´l-Muhadara, 1/335

[27] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 45-46.

[28] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 46.

[29] İbnü´1-İmad, Şezeratü´z-Zeheb, 8/51.

[30] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık:46-47.

[31] a. g. e.

[32] a. g. e.

[33] a. g. e.

[34] a. g. e.

[35] Yahya b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed b. Mahluf-b. Abdusselam el-Haddadî el-Münavî, fakihtir, muhaddistir. H. 798 senesinde doğmuş, 871 yılında Kahire´de vefat etmiştir. Geniş bilgi için, Mu´cemü´l-Müellifin, 13/227´ye bakınız.

[36] Davudi, Şemsüddin Muhammed b. Ali ed-Davudî el-Mısrî eş-Şafiî, asrının hadis alimidir. Tabakatü´l-Müfessirin adlı eserin sahibidir. H. 945´te vefat etmiştir. Keşfu´z-Zünûn, 1/1107 el-A´Iam, 7/184.

[37] Muhammed b. Abdurrahman b. Muhammed b. Ebibekr b. Osman o- Muhammed Şemsüddin Ebu´I-Hayr Ebi Muhammed es-Sehavî. vefatı h. 902fdir. ed-Davü´1-Lamî, 8/2,Nazmü´l-Akyan fi A´yani´l-A´yan, 7/184.

[38] Ali b. Muhammed b. îsa b. Yusuf b. Muhammed el-Uşmunî. Vefatı H. 918´dir. el-Bedrü´t-Talî, 1/491.

Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 47-48.

[39] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık. 48.

[40] Şezeratü´z-Zeheb, 8/51, Bedayiü´z-Zuhur, 4/82.

[41] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 48.

[42] Basımı yapılmıştır.

[43] Yazma halindedir.

[44] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 49.

[45] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 49.

[46] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 49.

[47] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 50.

[48] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 50.

[49] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi'l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 50.

[50] Meşihat, meşihet kelimesinin cemi olup, musannif veya musannifi arın, bütün şeyhlerin infirad ettiği hadisleri toplayıp bir araya getirmesiyle oluşan bir eserdir.

Emaiî ise, imla kelimesinin cemidir. Alimin birisi oturup, çevresinde talebeleri toplanır. Alim, Allah tarafından, ilim °jarak kendisine ne verdiyse onları söyler, talebeler de kağıt kalemle söyleneni yazarlar. Böylece bir kitap oluşur ki bunun ismi de "İmla" veya "Emalî" denir.

Bak, Suyutî, Tedribü´r-Ravî, 2/132, Keşfu´z-Zünûn, 1/162, Sahavî, el-İ´lam bi´t-Tevbih li men Zenbi´t-Tarih, s. 605.

[51] Celalü´d-Din Es-Suyûtî, Esbâbu Vurudi?l-Hadis Hadisler ve Sebepleri, İhtar Yayıncılık: 50-52.

ceren
Sat 3 September 2016, 03:14 pm GMT +0200
Aleykumselam.Rabbim bizleri ilim icin islam hizmet alan ve hizmet eden ve allahin rahmetini kazanan kullardan olalim inşallah...