sidretül münteha
Tue 14 June 2011, 03:32 pm GMT +0200
Şüpheler ve Cevaplar 2
Yukarıda naklettiğimiz bu ifadeler, Ahmed Emin'in iddiasını temelinden reddetmektedir.
Ahmed Emin'in, hadisçilerin tıpla ilgili hadisleri laboratuarlarda tahlil etmelerinin gerekliliği tarzındaki görüşüne gelince, onların bunu yapma imkânları olmamakla birlikte günümüz âlimleri, fabrika ve laboratuarları kullanarak söz konusu nesnelerin muhtevasını inceleyebilirler. Ancak insanın henüz eşyanın bütün sırlarını çözemediğini de unutmamalıyız. Çünkü bugün Suyûtî, Tedrîb,l, 161. laboratuarda, yer almasının gözle ilgili bir yararına dair bir bilgi elde edemezsek de ileride edebiliriz. Nitekim dünyada her-gün yeni yeni gelişmeler olmaktadır.
Durum ne olursa olsun, ileride zikredeceğimiz ifadelerle de anlaşılacağı üzere, bir hadisin isnadının sahih olması, metninin de sahih olmasını gerektirmez. Bu sebeple isnadı sahih dahi olsa bir hadiste herhangi bir aykırılık söz konusu olduğu taktirde, onun zayıf olduğuna hükmederiz. Birçok hadisçinin Buhârî ve Müslim'e yöneltilen tenkitlere karşı çıkmaları, onların tenkitçi muhaddislerden olmaları sebebiyledir. Çünkü onlara göre bu iki zat, Sahihlerine ancak hem metni ve hem de isnadı bakımından sahih olan rivayetleri almışlardır. Dolayısıyla bunlara göre Sahihayn'da veya sadece birinde yer verilen bir rivayete yöneltilen bir tenkidi onların farketmemeleri makul değildir. Ancak Buhârî ve Müslim'i müdafaa eden bu kimseler, bunun içtihadı bir şey olduğunu unutmamalıdırlar. İnsanlar ne kadar âlim ve anlayışlı olurlarsa olsunlar, içtihadı meselelerde isabet ettikleri gibi hata da edebilirler. Zira her bilenin üstünde daha çok bilen biri vardır.
c. Eğer hadisçiler, sadece isnadın sahih olmasına bakarak metnin de sahih olduğuna hükmetselerdi, metin tenkidi ile ilgilendiklerine dair bir şüphe doğabilirdi. Ancak gerçek böyle değildir. Hadisçiler, her devirde, isnadın sahih olmasının metnin de sahih olmasını doğurmayacağını belirtmişlerdir. Zira isnad sahih olduğu halde bazan metin sahih olmayabilir. Bu hususu ispat etmek için aşağıda bu görüşte olan hadisçilere ve hadis kitaplarından derlediğimiz örneklere yer vereceğiz.
Senedi sahih olan her hadisin metni sahih değildir.
Bu, bütün hadisçilerin kabul ettikleri ve hadisi metin açısından tenkit ederken baş vurdukları bir kaidedir. Onlar, metnin garib veya şaz ve münker olmasını, isnadın sahih olmasına engel olarak görmemişlerdir. Bu kaideye muhalefet eden veya onun uygulanmasına karşı çıkan bir hadisçi tanımıyorum.
Aşağıda, önce hadisçilerin bu kaide ile ilgili görüşlerini, sonra bu prensibe dayanarak isnadı sahih olduğu halde metninin sahih olmadığını söyledikleri bazı hadisleri zikredeceğiz. Sanırız bu, hadisçileri metin tenkidi yapmayıp sadece isnad üzerinde donup kalmakla itham edenlere karşı yeterli bir cevap olacaktır. Şöyle ki:
İbnü's-Salâh "bazan bir hadisin, isnadının sahih olduğu söylendiği halde, metni şaz veya muallel olması sebebiyle sahih olmaz" [667] derken; Nevevî "bazan hadisin isnadı sahih veya hasen olduğu halde, şaz veya illetli olduğu için metnin sahih olmayabileceğini" [668] ifade etmekte; Tîbî "bu, sahih veya hasen hadistir, denir. Ancak bazan isnad sahih veya hasen olmakla birlikte metin şaz veya illetten dolayı sahih veya hasen olmaz" [669] demektedir.
İbn Kayyim "bilindiği üzere, isnadın sahih olması, hadisin sahih olmasının bir şartı olduğu halde bunu gerekli kılan tek sebep değildir. Çünkü hadis ancak senedin sahih olması, metnin illetli, şaz ve münker olmaması, ravinin sika olması, başka ravilere muhalefet etmemesi veya onlardan ayrı bir rivayette bulunmaması (şaz) gibi birtakım şartların bir araya gelmesi ile sahih olabileceğini" [670] ifade ederken; İbn Kesîr "isnadın sahih veya hasen olduğuna hükmetmek, metnin de öyle olduğuna hükmetmeyi gerektirmez. Zira metin bazan şaz veya muallel olabilir" [671] demektedir.
Irakî ise Elfiye'sinde "isnadın sahih veya hasen olduğuna hükmetmenin, metnin öyle olduğuna hükmetmek olmadığını söylemiştir" [672] derken; Sehâvî "bazan ittisal, adalet ve zabt şartlarını taşıdığı için, sened sahih veya hasen olabildiği halde şaz veya illet dolayısıyla metin zayıf olacağını" [673] belirtmekte; Suyûtî de "bazan ravileri sika olması sebebiyle isnad sahih veya hasen olmasına rağmen, metin ise şaz veya illetten dolayı zayıf olur," [674] demektedir.
Zekeriyya el-Ensârî "isnad ile metin arasındaki sahih ve hasen olma bakımından bir ayrılmazlık mevcut değildir. Zira, bazan isnad ittisal, adalet ve zabt gibi şartları taşıması sebebiyle sahih veya hasen olduğu halde, metin şaz veya illet gibi bir kusur taşıdığı için zayıf olabilir" [675] demektedir.
Emîr es-San'anî "Hadisin metninin değil isnadının sahih, hasen ve zayıf olduğuna hükmetmek hadisçilerin bir üslubu olduğunu bilesin. Sahih ve hasen isnad veya zayıf isnad derler. Çünkü bazan isnad, ravileri sika olması hasebiyle sahih olduğu halde, şaz veya illetli olduğu için metnin sahih olmayabilir." [676].
Netice olarak, isnad ile metin arasında bir ayrılmazlık mevcut değildir. Çünkü şartlarını taşıdığı için sened sahih olmasına rağmen, şaz ve illetli olmasından dolayı metin sahih olmayabilir. Bazan da metin bir başka tarikten dolayı sahih olduğu halde sened sahih olmaz.
İslâm âlimlerinin çeşitli zamanlarda söylemiş oldukları bu sözler, isnadın sahih olmasının metnin de sahihliğini gerekli kılmayacağı tarzındaki kaideyi tekit etmektedir. Aşağıda isnadının sahih olduğu belirtilmiş olan, ancak metnindeki münkerlik ve sazlığın âlimleri onu reddetmeye sevkettiği, isnadının sahih veya hasen olmasının onu kurtaramadığı hadislere ilişkin çeşitli misaller vereceğiz:
a. Hâkim en-Nisaburî daha önce zikrettiğimiz ve Ma'rifetu ulûmi'l-hadis adlı eserinde rivayet ettiği bir hadis hakkında şöyle demektedir:
Bu, ravileri sika olup isnad ve metni şaz olan bir hadistir. Ona ait herhangi bir illet bilmiyorz... Görüldüğü gibi ravileri güvenilir olmasına rağmen dikkatle baktığımızda onun uydurma olduğunu anlıyoruz [677].
b. Zehebî bir hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demektedir:
Senedi sağlam olmakla birlikte, metni son derece münkerdir. İçimde ona karşı bir yadırgama hissediyorum [678].
c. Aynı müellif bir başka hadisi rivayet ettikten sonra ise, ravilerinin sika olmasına rağmen, münkerliğinin de açık olduğunu ifade etmektedir. [679]
d. Hâkim en-Nisaburî'nin sahih bir isnad ile rivayet ettiği bir hadis hakkında Zehebî onu tenkit ederek şöyle demektedir:
Bu, münker ve şaz bir hadistir. Korkarım ki, uydurma da değildir. Zira senedinin sağlamlığı beni hayrete düşürdü [680].
e. Hatîb el-Bağdâdî, Ebu Bekir'in faziletine dair bir hadis rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
Bu hadis sabit değildir. İsnadının bütün ravileri ise sikadır [681].
İbnü’l-Cevzî, Hatîb el-Bağdâdî'nin bu ifadesine şöyle bir yorum eklemektedir:
Bu durum, dikkatsizliği sebebiyle ravilerden birinin yanılmasından kaynaklanmış olmalıdır. Zira insanların çoğuna dikkatsizlik arız olabilir [682].
f. İbnü'l-Cevzî "yüz sene sonra Allah'ın razı olacağı hiçbir kimse dünyaya gelmez" tarzındaki rivayetle ilgili olarak şöyle demektedir:
Bunun isnadının sahih olduğu söylenebilir. Ancak hadisin "an" sigası [683] ile rivayet edilmiş olması, ravilerden birinin, hadisi zayıf veya yalancı birinden dinlemiş, daha sonra başkasına rivayet ederken o zatın ismini zikretmeksizin "an" lafzı ile nakletmiş olma ihtimalini akla getirmektedir. Mezhep imamları ve İslâm'a hizmet etmiş birçok kimsenin birinci asırdan sonra dünyaya gelmiş olmaları karşısında bu rivayet nasıl kabul edilebilir?[684].
g. Batan güneşin Hz. Ali için geri döndüğüne dair rivayet. Tahavî, Kâdî İyâz, Heysemî, İbn Hacer ve Kastallânî gibi bazı âlimler bu rivayetin sahih olduğunu ileri sürerlerken [685], İbnü'l-Cevzî, İbn Teymiyye, Zehebî, İbn Kayyim, İbn Kesîr ve diğer bazı âlimler de onun sahih olmadığını ve uydurma olduğunu kabul etmişlerdir [686]. İbn Kayyim rivayette söz konusu edilen olayın, büyük toplulukların rivayet etmesi gereken umumî olaylardan olduğunu, oysa Esma bint. Umeys'ten başka bir kimsenin onu rivayet etmediğini söylemiştir [687].
h. "Bana elçi gönderdiğinizde güzel yüzlü ve güzel isimli olanı gönderin" tarzındaki rivayet. Heysemî'nin sahih, Münavî'nin de hasen olduğunu söyledikleri bu rivayeti İbnü'l-Cevzî el-Mevzûâfında zikretmektedir [688].
ı. "Sizden biriniz konuşma sırasında esnerse bu, onun doğruluğunun delilidir" rivayeti. İbn Kayyım bununla ilgili olarak şöyle demektedir:
Her ne kadar bazı kimseler, bu rivayetin sahih olduğunu söylemekte iseler de vakıa, onun uydurma olduğunu göstermektedir [689].
j. Müslim'de nakledilen "Allah'ın dünyayı cumartesi günü yarattığını" ifade eden rivayet. Daha önce de belirttiğimiz üzere, Buhârî gibi bazı hadis âlimleri, bu hususta Müslim'in yanıldığını ifade etmişlerdir. Gerçekte bu söz Ka'bu'l-ahbar'a ait olduğu halde, bazı raviler yanlışlıkla onu Resûlullah'a nispet etmişlerdir.
Buraya kadar konu ile ilgili olarak on hadis âliminin açıklamalarını nakletmiş bulunuyoruz. Bu hususta aynı görüşü paylaşan daha birçok âlim vardır. Netice olarak bu açıklamalar hadis âlimlerinin, kitaplarında yer vermiş oldukları "isnadın sahih olmasının metnin de sahih olmasını gerektirmeyeceği, zira bazan isnadın sahih olmasına rağmen, şaz veya illetli olması sebebiyle metnin sahih olmayacağı" tarzındaki esası tekit etmektedir.
Nitekim yukarıda naklettiğimiz görüşlere ilave olarak, aşağıda bazı hadisçilerin, isnadının sahih veya hasen olduğunu söyledikten sonra, herhangi bir yanlış veya vehim bulunması ya da tamamıyla uydurma olması sebebiyle sahih olmadığına hükmettikleri hadislerden örnek olarak on hadis zikredeceğiz.
Yukarıda görüldüğü üzere, son örnek bir yana bırakılacak olursa, bu başlık altında söz konusu ettiğimiz rivayetlerin tümü Buhârî ve Müslim'in dışındaki kaynaklardandır. Bu duruma bakarak bazıları çıkıp şöyle diyebilirler:
Hadisçiler gerçi az da olsa sünen vb. hadis kitapları ile ilgilenmiş ve onları tenkide cesaret etmişlerse de, Buhârî ve Müslim karşısında durmuş burada aynı cesareti gösterememiş, bunların hadislerini metin açısından tenkit etmemişlerdir. Bu iddiayı çürütmek için aşağıda Buhârî ve Müslim'in sadece metin açısından tenkit edilen bazı hadislerine yer vereceğiz. Vereceğiz ki, böyle bir iddiada bulunan herkes geçmiş âlimlerin Buhârî ile Müslim de dahil olmak üzere bütün hadis kaynaklarını metin ve hatta isnad açısından tenkit ettiklerini görsünler. Ancak, bazan bu tenkitlere yerli yersiz karşı çıkan bir kısım âlimlerin olduğunu da inkar etmiyoruz. Kaldı ki bu duruma, Buhârî ve Müslim'in, hatta zaman zaman birbiri tarafından tenkit edildikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ayrıca, ister doğru olsun isterse yanlış hadisçilerin herhangi bir hadisi metni açısından mücerret olarak tenkit etmiş olmaları, iddiamızı ispat için bize yetecektir.
a. Buhârî'de Resûlullah'ın Cabir b. Abdullah'tan satın almış olduğu devenin fiyatı ile ilgili olarak rivayet edilen hadis. Buhârî devenin fiyatının miktarı hakkındaki rivayet ihtilafının farkına vararak onlardan birini tercih etmiştir. Müellif hadisi önce Kitabü'l-büyû'da hayvanların satın alınması başlığı altında rivayet etmiştir. Bu rivayetin bir bölümünde şöyle denilmektedir:
"... Sonra, deveni bana satar mısın? Dedi.
Evet dedim. Bir okkaya satın aldı..." [690].
Buhârî aynı hadisi daha sonra Kitâbü'ş-şurut'ta satıcının, binek veya yük hayvanını belli bir yere kadar binmeyi veya taşınmayı şart koşarak satması başlığı altında rivayet etmiştir. Bu rivayette ise şöyle denilmektedir: ... Ubeydullah ve İbn İshak Vehb'den o da Cabir'den rivayetle Resûlullah, deveyi bir okkaya satın aldı, demişlerdir. Zeyd b. Eşlem de bu hadisi Cabir'den rivayet ederek Vehb'in rivayetini tekrar etmiştir.
İbn Cüreyc'in Ata'dan, bir başkasının da Cabir'den yaptıkları rivayet ise şöyledir:
"... Deveyi dört dinara satın aldım". Bir dinarın on dirhem olduğu göz önünde bulundurulacak olursa bu durumda devenin fiyatı bir okka olacaktır. Muğîre'nin Şa'bî'den, onun da Cabir'den, ayrıca İbnü'l-Münkedir ve Ebü'z-Zübeyr'in de Cabir'den rivayetlerinde ise fiyat belirtilmemiştir. A'meş, Salim'den o da Cabir'den rivayet ederek "bir okka altındır" demiştir. Ebu İshak, Salim'den, o da Cabir'den rivayetle fiyatın iki yüz dirhem olduğunu söylemiştir. Dâvûd b. Kays'ın, Ubeydullah b. Muksim'den, onun da Cabir'den rivayetine göre o, Resûlullah'ın deveyi Tebük seferi esnasında satın aldığını ve fiyatında dört okka olduğunu zannettiğini söylemiştir. Ebu Nadra'nın, Cabir'den rivayetine göre ise, Resûlullah deveyi yirmi dinara satın almıştır. Buhârî, "Şa'bî'nin "bir okka" tarzındaki ifadesi bana göre sahih rivayetin bütün şartlarını taşımakta olup doyasıyıla bu rivayetlerin en sahih olanıdır" demiştir [691].
Buhârî'nin çeşitli rivayetten nakletikten sonra fiyatın bir okka olduğunu ifade eden rivayeti tercih etmesinden, onun hadis metnine bakışı ve ona verdiği önemin senede verdiği önemden daha az olmadığı ve eserine aldığı bütün hadisleri tenkit ettiği anlaşılmaktadır. Buhârî'nin, eserinde kendisine göre ikinci derecede olan hadisleri senedsiz olarak (muallak) ama kesin bir ifade ile (cezm sigası) rivayet etmesi, onların tenkitçinin ihmal etmemesi gereken rivayetler olmasından dolayıdır; bu nedenle onları Sahîh'inde adeti dışına çıkarak almıştır. Çünkü genellikle, onun adeti, tercih ettiği hadisleri, eserine almak ve kendisine göre önemli olmayan muhalif rivayetleri ise terk etmektir.
b. Müslim'in Resûlullah'ın Kabe'nin içinde namaz kılıp kılmadığı ile ilgili olarak rivayet ettiği hadistir. Müslim, Kitâbü'l-hac'da İbn Ömer'den onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"... Çıktığı zaman Bilal'e Resûlullah'ın ne yaptığını sordum. Soluna iki sütun, sağına bir sütun, arkasına da üç sütun aldı. O zaman Kabe altı sütunlu idi, sonra namaz kıldı." Dedi" [692].
Müslim, "Bilal'e, Resulullah içeride namaz kıldı mı, dedim.
Evet, dedi. Nerede, dedim...” [693]
Tarzındaki rivayet ve daha başkalarını da zikrettikten sonra aşağıdaki muhalif rivayetleri de nakletmektedir:
"... İbn Cüreyc bize, İbn Abbas'ın Ata'ya Kabe'ye girmekle değil, sadece onu tavaf etmekle emrolundunuz dediğini işitip işitmediğini sorduğunu, onun da şöyle dediğini haber verdi:
İbn Abbas, Kabe'ye girmemizi yasaklamazdı. Ancak, ben onun şöyle dediğini işittim:
Üsame b. Zeyd, bana Resûlullah'ın Kabe'ye girdiğinde onun her yerinde dua ettiğini, fakat içeriden çıkıncaya kadar namaz kılmadığını, dışarı çıktıktan sonra Kabe'ye doğru iki rekat kıldığını anlattı..." [694].
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:
"İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir:
Resulullah Kabe'ye girdi. Orada altı sütun vardı. Bir sütunun yanında durdu ve dua etti; namaz kılmadı" [695].
Müslim'in burada çeşitli rivayetleri nakledip başlıklar halinde sunması her iki hadiste de bulunan bazı ifadeleri aldığını göstermektedir. Mesela rivayetlere Kabe'de namaz kılma hadisleri ile başlaması, onları tercih ettiği ve onlara güvendiği anlamına gelir [696]. Sonra bab başlığını koyarken [697] "Hacıların ve başkalarının Kabe'ye girip orada namaz kılmalarının ve herbir tarafında dua etmelerinin müstehap olduğu" tarzında bir ifade kullanması da buna delildir. Çünkü, Resûlullah'ın Kabe'nin içinde namaz kıldığını içeren rivayetlerde dua yoktur. Öbür hadislerde ise dua vardır, namaz yoktur. Sanki Müslim kendisine göre daha sahih olduğu için, Kabe'nin içinde namazı içeren hadisleri tercih etmektedir. Çünkü görüldüğü kadarıyla senedlerdeki ihtilaf tamamıyla bir sened ihtilafı değil; gerçekte İbn Abbas ile İbn Ömer arasındaki bir anlayış ihtilafıdır. Bu iki zattan birinin rivayetini Öbürüne tercih etmek ise zordur. Zira eğer İbn Abbas'a olayı Resulullah ile birlikte Kabe'nin içine girenlerden biri olan Üsame b. Zeyd anlalmışsa, İbn Ömer de yine bu olayda Resûlullah'ın yanında bulunanlardan biri olan Bilal'e, hem de Kabe'den dışarı çıktığı zaman sormuştur. Nitekim bu sebepledir ki, Müslim Kabe'nin içinde namaz kılma konusunda İbn Ömer'in sözünü, her bir yanında dua hususunda ise İbn Abbas'ınkini tercih etmiştir. İbn Ömer'in sözünü, onun Resûlullah'tan sonra Kabe'nin içine ilk giren kimse olmasından dolayı tercih etmiş bulunması da mümkündür. Çünkü konuyla ilgili rivayetlerden birinde İbn Ömer şöyle demektedir:
Resulullah, Üsame b. Zeyd, Bilal ve Osman b. Talha ile birlikte Kabe'nin içine girip kapıyı kapadılar. Kapıyı açtıklarında içeri ilk giren kimse ben oldum. Bilal ile karşılaştığımızda ona Resûlullah'ın içeride namaz kılıp kılmadığını sordum.
"Evet, iki yemani sütun arasında kıldı" dedi [698].
Burada İbn Ömer'in olayın meydana geldiği sırada bizzat içeri girmiş ve Bilal'e sormuş olması, onun rivayetini İbn Abbas'ınkinden daha tercih edilmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca "bir şeyi olumlu bir şekilde ifade eden, olumsuz olarak ifade edenden daha makbuldür" tarzında bir anlayış da vardır. Nitekim "Resulullah iki sütun arasında namaz kıldı" diyen kimse ile "kılmadı" diyen bir değildir. Çünkü Üsame b. Zeyd, Kabe'nin ululuğu karşısında etkilenmiş ve böylece Hz. Peygamber'in içeride yaptığı her şeyi görememiş olabilir. Bu, uzak bir ihtimal değildir. Müslim'in tercihi bana bunları düşündürmektedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir,
c. Bir başka misal, Müslim'de Cabir b. Abdullah'tan Hz. Peygamber'in haccı ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadistir:
"... Sonra Resûlullah, bineğine binerek Kabe'ye indi ve öğle namazını Mekke'de kıldı. Zemzem dağıtan Abdülmuttalib oğullarının yanına gitti..." [699].
İbn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste ise, "Resûlullah, bayram günü Mekke'ye inip geri döndü ve öğle namazım Mina'da kıldı" denilmektedir. Nafi de:
"İbn Ömer bayram günü Mekke'ye inip geri döner, öğle namazını Mina'da kılardı ve Resûluîlah'ın böyle yaptığım söylerdi" [700] demiştir.
Abdülaziz b. Refî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Enes b. Mâlik'e, Resûlullah'ın Terviye günü öğle namazını nerede kıldığı hususunda ne biliyorsun, diye sordum. Mina'da diye cevap verdi. Hacıların Mina'dan döndükleri gün ikindiyi nerede kıldığını sorduğumda ise Abtah'ta dedikten sonra bana büyüklerinin yaptığım yap, diye nasihat etti [701].
Müslim, Cabir ile İbn Ömer arasındaki bu ihtilafa ilişmeyip olduğu gibi bırakmışken İbn Hazm iki rivayetten birinin kesinlikle yalan olduğunu söylemiştir [702]. Zira Resûlullah'ın bayram günü öğle namazını hem Mekke hem de Mina'da kılması mümkün değildir. Öte yandan bazıları, Hz. Peygamber'in o günkü öğle namazını hem Mekke hem de Mina'da kıldığını ve bunu da bayramın birinci günü öğle namazını Mekke'de kılmak caiz olduğu gibi Mina'da kılmanın da caiz olduğunu göstermek için olabileceği şeklinde yorumlamışlardır. Ancak ya Mekke'de veya Mina'da kılmış olabilir. Doğrusu ancak biridir. Muhtemelen hadisi Cabir veya İbn Ömer yahut da daha sonra onlardan rivayet edenlerden biri yanlış rivayet etmiş olmalıdır. Zira biz, sahabenin de yanlış anlayabileceğini ve yanılabileceğini kabul ediyoruz. Çünkü bu iki özellik, insanların tabii sıfatlarıdır. Fakat onları hiçbir zaman yalan söylemekle itham etmiyoruz. Onlar, Resûlullah'tan yaptıkları rivayetlerde güvenilir kimselerdir. Gerçi İbn Hazm, bu rivayetle ilgili sözlerinde biraz sert bir üslup kullanmıştır ama, o ifadesiyle uydurma anlamında bir yalanı değil, aksine bu gibi çelişkisi açıkça görülmekte olan durumlarda çoğunlukla yaptığı gibi hata ve yanlışı kastetmiştir.
d. Buhârî ve Müslim'in eleştirildikleri hadislerden biri de birbirlerinden farklı olarak rivayet ettikleri şu hadistir: Müslim bu hadisi İbn Ömer'den "Resûlullah Ahzab savaşından sonra Benî Kureyza üzerine hareket edileceği sırada "hiç kimse öğle namazını Benî Kureyza'ya varmadan kılmasın" dediğini rivayet ederken [703], Buhârî "öğle" yerine "ikindi" kelimesini koyarak nakletmiştir [704].
Burada Buhârî'den daha çok lafza önem verdiği için, Müslim'in rivayetinin daha makbul olduğunu söyleyenler olmuştur. Nitekim Hatîb el-Bağdâdî Buhârî ile ilgili olarak şöyle demektedir:
Basra'da işittiğim nice hadisi Şam'da; orada işittiğim birçok hadisi de Mısır'da yazdım, dedi. Ona tam olarak yazıp yazmadığını sordum, sustu [705].
Bu hadiste garip olan bir başka husus da her iki rivayetin senedinin baştan sona kadar aynı olmasıdır [706].
e. Müslim'in tenkit edildiği hadislerden biri Ebu Süfyan'ın faziletleri hakkında İbn Abbas'tan rivayet ettiği şu hadistir:
Müslümanlar Ebu Süfyan'a itibar etmiyor ve onunla bir yerde oturmuyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber'e: Ya Resûlullah, bana üç şey lütfeder misin? dedi.
Peygamber Efendimiz evet, diye cevap verdi.
Ebu Süfyan Araplar'ın en güzeli kızım Ümmü Habibe'yi size vereyim, dedi.
Resûlullah peki dedi.
Bunun üzerine Muaviye'yi katip yapar mısın? diye sordu, Resûlullah evet dedi.
Ebu Süfyan daha önce müslümanlarla savaştığım gibi kâfirlerle savaşmam için beni komutan yapar mısın, dedi. Resûlullah evet diye cevap verdi [707].
Nevevî bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir:
Bu hadis, problemli olduğu meşhur olan hadislerden biridir. Zira Ebu Süfyan ancak hicrî sekizinci yılda Mekke'nin fethedildiği gün müslüman olmuştur. Bu, üzerinde hiçbir ihtilaf olmayan meşhur bir olaydır. Peygamber Efendimiz de Ümmü Habibe ile bu olaydan uzun bir süre önce evlenmiştir. Ebu Ubeyde, Halife b. Hayyat, İbnü'l-Berakî ve cumhur-i ulema ise bu evlenmenin hicrî altıncı yılda olduğunu kabul etmektedirler [708].
İbn Hazm bîr rivayete göre bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir:
Bu hadiste ravilerden biri yanılmıştır. Çünkü müslümanlar arasında Hz. Peygamber'in, fetihten uzun bir süre önce Ümmü Habibe henüz Habeşistan'da ve babası müslüman değil iken onunla evlendiği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur [709]. Bir başka rivayette ise bu hadisin uydurma olduğunda hiçbir şüphe olmadığını söylemiştir [710].
İbnü's-Salâh bu hadisin lehinde yorum yaparak şöyle demektedir:
İbn Hazm Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile daha önce evlenmiş olduğunu ileri sürerek bu hadisi reddetmede yanılmış ve hataya düşmüştür. Çünkü Ebu Süfyan içini rahatlatmak için nikâh akdinin yenilenmesini istemiş olabilir. Zira reisliği ve asilliğini unutarak kendi rızası olmaksızın kızının evlenmiş olduğunu düşünmüş veya babanın müslüman olması bu gibi meselelerde akdin yenilenmesini gerektireceğine inanmış olabilir. Nitekim bundan daha açık birçok konu Ebu Süfyan'dan daha ileri mertebede ve ondan daha bilgili ve Resûlullah ile daha uzun süre birlikte olan nicelerine gizli kalmıştır [711].
Ancak bu te'vilde bir zorlama olduğu da açıktır. Nitekim Nevevî bunu doğru bulmayarak şöyle demektedir:
"Bu rivayette ne Resûlullah'ın akdi yenilediği ve ne de Ebu Süfyan'a onu yenilemenin gerektiğine dair herhangi bir ifadesi mevcut değildir [712].
Bazıları şöyle bir yorum daha getirmişlerdir:
Hz. Peygamber'e evlenmek üzere teklif edilenin ismi konusunda yanlış yapılmaktadır. Zira bu kişi Ümmü Habibe'nin kizkardeşi olan Azze'dir. Çünkü Ümmü Habibe daha önce Buhârî ve Müslim'de de belirtildiği gibi bizzat kendisi Resûlullah'a teklifte bulunmuş ve evlenmişti. Peygamber Efendimiz de Azze ile ilgili bu teklif üzerine iki kız kardeşle bir arada nikâhlı olmanın haram olduğunu bildirmiştir [713].
Ne var ki bu, bir öncekinden daha uzak bir te'vildir. Zira söz konusu rivayette teklifte bulunan kişi Ebu Süfyan'dır. Resûlullah da bu teklife evet diye tarşilık vermiştir. Bu ise, teklif ve kabul içerdiği için onlara göre bir akit sayılır. Sonra Resûlullah'ın iki kız kardeşle bir arada nikâhlı olmanın haram olduğunu söylediği bu hadisin neresinde vardır? Kaldı ki, peygamber Efendimiz bu rivayette teklif edilen evliliği kabul ettiğini de açıkça ifade ediyor.
f. Yine Müslim'in tenkit edildiği hadislerden biri de "Allah dünyayı cumartesi günü yarattı..." [714] tarzındaki Ebu Hureyre rivayetidir. Daha önce de belirttiğimiz üzere bu rivayet, dünyayı altı günde değil de yedi günde yaratılmış olarak gösterdiği ve göklerir, yaratılmasından bahsetmediği için Kur'an'ın açık beyanlarına aykırı düşmektedir. Nitekim bazıları bu rivayeti yaratılışın başlangıcının cumartesi değil, pazar günü olduğu tarzındaki genel malumata da muhalif olarak kabul etmişlerdir.
g. Buhârî ve Müslim'in eleştirildikleri hadislerden biri, Şüreyk b. Abdullah b. Eou Nümeyr'in Enes'ten rivayet ettiği Miraç hadisidir. Bu rivayete göre, Resûlullah Kabe'den miraç yolculuğuna çıkarıldığı gece, henüz ona vahiy gelmediği sıralarda ve o Mescid-i haram'da uyumakta iken üç kişi gelmiş..." [715].
Bu, kabul edilemeyecek bir hatadır. Çünkü miraç en az ihtimal ile Resûlullah'a peygamberlik görevi verilmezden on beş ay sonra olmuştur. Hatta hicretten bir sene önce veya bi'setten beş yıl sonra olduğu dahi söylenmiştir. Nitekim Kâdî İyaz bu konuda şöyle demektedir:
Hz. Hatice'nin namaz farz kılındıktan sonra Resûlullah ile birlikte namaz kıldığı hususunda hiç kimse ihtilaf etmediği gibi, onun hicretten bir süre önce vefat ettiği konusunda da herhangi bir ihtilaf yoktur. Nitekim İslâm âlimleri, namazın miraçtan önce farz kılındığında da hemfikirdirler. Dolayısıyla bütün bunların Hz. Peygamber'e vahiy gelmezden önce olması mümkün değildir [716].
Ayrıca Kâdî İyâz doğru olanın Resûlullah'ın göğsünün henüz o Benî Sa'd kabilesinden Halime'nin yanında bulunduğu sıralarda yarılmış olduğundan hareket ederek, Şüreyk hadisinde geçen "o gece (Miraç gecesi) Peygamber'in göğsü yarıldı ve yıkandı" tarzındaki ifadeyi de yanlış bulmuştur [717].
Hadisin metnine ilişkin olarak yapılan bu tenkit, hadisçilerin, metinleri hak ve doğru ölçülere göre tenkit etmeden bırakmadıklarını ve hadisi rivayet edenin Buhârî veya Müslim olmasının onlara engel olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
h. Senetleri sahih olup metinleri birbirine muhalif olan hadislerden biri sadece Müslim'in rivayet ettiği güneş tutulması (küsuf) esnasında kılınan namazın kaç rekat olduğunu bildiren hadistir.
Müslim önce Âişe ve İbn Abbas'tan iki rekatta dört rükû ve dört secdeli bir rivayet nakletmekte, sonra üç rükû ve dört secdeli iki rekât ve daha sonra da yine Hz. Âişe'den "Resûlullah altı rükû ve dört secdeli bir namaz kıldı" [718] tarzında bir rivayette bulunmaktadır.
Ulema bu hadisi tenkit etmişlerdir. Çünkü Peygamber Efendimiz, sadece bir defa, o da oğlu İbrahim öldüğü zaman küsuf namazı kılmıştır. Resûlullah'ın İbrahim adında iki oğlu olmadığı herkesçe bilinmektedir. Alimler Hz. Aişe ve İbn Abbas'tan rivayet edilen ve bu namazın her rekatında iki rükû ve iki de secde bulunan iki rekatlı bir namaz olduğunu ifade eden birinci rivayeti tercih etmektedirler. Buhârî, Sahîh'ide sadece bu rivayeti almakla yetinmiş, Müslim'in yer verdiği öbür rivayetleri almamıştır.
Görüldüğü üzere Müslim, Hz. Âişe ve İbn Abbas'ın naklettikleri ve ulemanın küsuf namazının kılınışı konusunda üzerinde ittifak etmiş oldukları rivayeti ilk sırada zikretmek suretiyle bu rivayeti tercih ettiğini göstermiştir. Ancak aynı zamanda diğer rivayetleri de sahih senedleriyle zikretmiş olmasının, onu, bu rivayetleri tenkit etmeme ve onlar hakkında söz söylememe sorumluluğundan kurtaramayacağı da açıktır.
Yukarıda verdiğimiz bu örnekler, sadece metin göz önünde tutularak Buhârî ve Müslim'e yöneltilen tenkitlerden bazılarıdır. Şüphesiz Buhârî ve Müslim'den sonra gelen hadis âlimlerinin, onların sahihlerine aldıkları hadisleri incelemeye ve kendilerine göre tenkide muhtaç olanları tenkit etmeye önem vermeleri, bu tenkit metoduna dikkat ettiklerinin ve Dârekutnî'nin yaptığı gibi sadece senedleri tenkit etmekle yetinmediklerinin en açık bir delilidir. Bilindiği üzere Dârekutnî, İlzamat ve Tetebbu' adlı eserlerinde ele aldığı birçok hadiste yalnızca senedleri tenkit etmiş, metin açısından bir tek hadisi dahi tenkitte bulunmamıştır. Eserlerine baktığımızda bunu açıkça görmekteyiz.
Bugün için -eğer tenkit edecek birşey bulabilirse- herkesin Buhârî ve Müslim'i veya herhangi bir hadis kitabını sadece metinlerini göz önünde bulundurarak tenkit etme hakkı varsa da, geçmiş ulemayı metne ve metin tenkidine önem vermemekte suçlamaya hakkı yoktur. Zira onun tenkit edilebilecek bir hadis bulması geçmişte âlimlerin onu metin açısından tenkit etmedikleri anlamına gelmez. Çünkü ilk ulema sonrakiler için araştırıp incelenecek ve tenkit edilecek birçok şey bırakmışlardır. Çünkü Allah, ilmi dilediğine lütfeder. Geçmiş âlimler, akıl ve içtihatlarının genişliği oranında birtakım hadisleri metin tenkidi ölçülerine göre tenkit etmişlerdir. Bu durum, bugün veya yarın, hadis kitaplarında senedleri sahih dahi olsa tenkide ve taşıdığı hata veya gaflet yahut da âyet, hadis ve akıldan birine muhalif olma gibi daha önce zikrettiğimiz ölçülerden birinden dolayı tenkide muhtaç hadisler bulmasına mani değildir.
Hiç kimsenin, yetkili bir konumda bulunduğu sürece, bir başkasını içtihat ve incelemeden, Allah'ın kitabı dışında herhangi bir kitabı eleştirmeden alıkoyma hakkı yoktur. Çünkü diğer kitapların müellifleri için hata ve unutma gibi haller daima söz konusu olabilir. Keza geçmişte ulema ravilere ait bazı halleri, senedlerdeki tedlisi veya sika ravilerin hadisleri içine uydurma bir rivayetin sokulması gibi halleri de bilememiş olabilirler. Nitekim İbnü'l-Cevzî daha önce bu konuda temas ettiğimiz bir sözünde şöyle demektedir:
"Bazan sened baştan sona güvenilir kimselerden oluşmasına rağmen, hadis mevzu, maklub veya müdeîles olabilir. Hadis ilminde en zor hususlardan biri budur. Bu gibi durumları ancak tenkitçiler bilebilirler [719].
[666] İbn Kayyim, a.e, s. 116.
[667] İbnü's-Salah, Mukaddime, s. 113.
[668] Nevevî, et-Takrib, s. 6.
[669] Tîbî, el-Hulasa, s.43.
[670] İbn Kayyim, el-Furusiyye, s. 64.
[671] İbn Kesîr, İhtişam ulumi'l-hadis, s. 43.
[672] Irakî, et-Tebsıra, I, 107; Sehâvî, Fethu'lmuğis, I, 62.
[673] Sehâvî, Fethü'l-muğîs, I, 62.
[674] Suyûtî, Tedrîb,l, 161.
[675] Zekeriyya el-Fusârî, Felhu'l-bâki, l, 107.
[676] Emir es-San'anî, Tavdîh, I, 234.
[677] Hâkim, Ma'rife, s, 119-120.
[678] Zehebî, Mizânü'l-İ'tidal, II, 213.
[679] Zehebî, a.e., I, 621.
[680] Hâkim, el-Müstedrek, I, 316.
[681] Hatîb, Târihu Bağdad, XIV, 36.
[682] İbnü'l-Cevzî, el-Afevzâât, I, 311.
[683] "an" sigası ile ilgili geniş bilgi için bk. Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 38; Yücel, Hadis Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, s. 92-93.
[684] İbnü'l-Cevzî, a.e., M, 192.
[685] Ebu Gudde, Hâşiyetü'l-menâri'l-münif, s. 58.
[686] Ebu Gudde, a.e., s. 58.
[687] İbn Kayyim, el-Menârü'l-manîf, s. 57-58.
[688] İbn Kayyim, el-Menârü'l-münîf, s. 57-85; ayrıca bk. Muhakkikin dipnotu, s. 63.
[689] İbn Kayyim, a.e., s. 51.
[690] Buhârî, Büyu, 34.
[691] Buhârî, Şurut 4.
[692] Müslim, Hac, 388.
[693] Müslim, Hac, 389.
[694] Müslim, Hac, 395.
[695] Müslim, Hac, 396.
[696] Müslim, Sahih'inda mukaddimesinde şöyle demektedir: Kitabımızda diğerlerinden daha kusursuz ve ravileri daha güvenilir kimseler olan rivayetleri ilk sıraya aldık. İsnadında hafızası zayıf ve dikkatsiz kimselerin ravilerin bulunduğu rivayetleri ise ikinci sırada naklettik. I, 5.
[697] Müellifin burada Müslim'in hadisleri sıralama konusundaki tercihinde sıhhat hususunu esas almasını tespiti doğru olmakla birlikte bab başlıkları ile ilgili bilgi doğrudeğildir. Zira bilindiği üzere, Müslim'in bab başlıklarını kendisi değil, sarihlerinden Nevevî koymuştur. M.
[698] Müslim, Hac, 393.
[699] Müslim, Hac, 147.
[700] Müslim, Hac, 335.
[701] Müslim, Hac, 336.
[702] Hizimî, Şurutu'l-elmmeti'l-hamse, s. 82.
[703] Müslim, Cihad, 69.
[704] Buhârî, Megazî, 30.
[705] Katîb, Târihti Bağdad, II. 11.
[706] Bu sened "bize (Müslim'de bana) Abdullah b. Muhammed b. Esma, onlara Cüveyre b. Esma Nafi'den o da İbn Ömer'den rivayet ederek haber verdi", tarzındadır.
[707] Müslim, Fedâitü's-sahabe, 168.
[708] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI, 63; Halife b. Hayyat, Tarih, I, 46.
[709] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI, 63.
[710] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI, 63; Emir es-San'anî, Tavdîh, I, 129-130.
[711] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI, 63-64.
[712] Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XVI, 64.
[713] Emir es-San'anî, Tavdîh, I, 129; Bu te'vili yapan kişi h. 840 yılında vefat etmiş olan Yemenli Vezir Muhammed b. İbrahim es-San'anî'dir.
[714] Müslim, Sıfatü'l-münafıkîn, 27.
[715] Buhârî, Tevhid, 37; Müslim, İman, 262.
[716] Emir es-San'anî, Tavdîh, I, 130.
[717] Emir es-San'anî, a.e., I, 130.
[718] Müslim, Kusûf, 1-7.
[719] Îbnü'l-Cevzî, el-Mevzûât, I, 99-100. Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 201-223.