hafız_32
Wed 29 September 2010, 12:43 pm GMT +0200
SUNUŞ
Elinizdeki "el-Velâ ve el-Berâ" adlı bu kitap Muhammed b. Saîd b. Salim el-Kahtanî tarafından Doktora tezi olarak hazırlanmış olan bir eserdir. Tez ikiyüzü aşkın kaynak taranarak ortaya konulmuştur. Tez kabul kurulu üç kişidir. Kurul başkanı da İslâm dünyasının yakından tanıdığı Muhammed Kutup'tur.
Kitabın orijinali (478) sayfalık tek cilt halindedir. Ancak bunu Türkçe'de tek bir cilt halinde okuyucuya sunmak, mümkün değil çünkü öyle olması halinde oldukça hacimli bir cilt ortaya çıkacaktı. Bu yüzden eseri iki cilt halinde sunmayı uygun bulduk.
İkinci cilt okuyucuya sunulduğunda, geniş bir indeks ve yararlanılan tüm kaynaklar da bir liste halinde bu ciltle birlikte verilecektir.
Kitap, bu alanda kaleme alınan ilk kitaptır, denilebilir. Zira "el-Velâ ve el-Berâ"konusunda müstakil olarak yazılmış bir kitap mevcut değildir. Fakat bu konu, bir çok konular gibi kaynaklarımızda dağınık bir şekilde işlenmiştir. Burada ise konuya özel bir itina gösterilmiş, kaynaklarda dağınık olarak yer alan bu mühim mesele bir eser halinde okuyucuya sunulmuştur.
Dileğimiz müslüman kardeşlerimizin "İslâm'da el-Velâ ve el- Berâ"konusunu gereğince idrak etmeleri ve bu kavram kargaşası içerisinde neyin nereye oturtulması gerektiğini öğrenebilmeleridir.
Kaldı ki İslâmî bir terim olan ve aynı zamanda kitabımızın da ismini oluşturan "el-Velâ ve el-Berâ"nın tam olarak türkçe karşılığını bulmamız da mümkün değildir. Zira Kitap ve Sünnette bu ifade bir çok yerlerde farklı farklı anlamlarda olmak üzere çokça kullanılmıştır. Zaten yazarımız da bunu göz önünde bulundurduğundan bunu açıklamak üzere, özel bir başlık olarak konuyu ele almış, bunların sözlük ve terim manaları üzerinde durmuş, hepsine örnekler vererek farklı anlamlarına işaret etmiştir.
İslâmî tebliğde asıl olan meseleyi ya da konuyu direkt olarak anlatmak ve aktarmaktır. Dolambaçlı ve karmaşık ifadelerden uzak durmaktır. Çünkü Kitap ve Sünnet de bunu gerekli görmektedir. Nitekim Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır:
"Ehli kitaptan öyle bir gurup vardır ki, okuduklarını kitaptan sana-sımz diye (kitaptan olmamasına rağmen) kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde "Bu Allah kamdandır" derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ederler." (Ali İmrân, 3/78).
işte tüm İslâm âlimleri yani Ehli Sünnet âlimleri bu metod üzere hareket etmişlerdir. Ortaya koydukları eserleri ve hayatları incelendiğinde bu, açıkça görülecektir» İslâmî davet metodu olarak Kitap ve Sünnet her zaman göz önünde tutulmalı ve çareler Ehli Sünnet ulemasının ortaya koyduğu gerçekler ışığında ele almalıdır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"(Rasûlüm)! De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben bilerek (ve görerek) Allah'a (Allah'ın dinine, şeriatına) çağırıyorum. Bana uyanlarda böyledir. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim (tüm eksikliklerden uzak tutarım)! Ve ben (Allah'a) ortak koşanlardan değilim." (Yusuf, 12/108).
İşte gerçek ve sağlam yol budur. "Yapılacak olan tebliğ de bunun için yapılır. Putlara, tağutlara ve Allah'dan başkası adına çağrı yapanlara ve yüceltilen maddî varlık ve düzenlere uyulmaz. Hepsi reddolunur. İman ve İslam noktasında asgari müşterek diye bir şey de yoktur. Çünkü bunun böyle olduğunu yine Kur'an ortaya koymakta ve Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Rasûlüm!) De ki ey kâfirler! Sizin tapmakta olduklarınıza ben
(teklifinizi kabul edip asla) tapmam. Şu anda siz de benim ibadet ve kullukta bulunduğuma ibadet ve kulluk edecek değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Öyle ya siz de benim ibadet ve kulluk' ettiğime ibadet ve kulluk etmezsiniz. O halde sizin (batıl) dininiz size, benim (hak olan) dinim de banadır." (Kâfirûn, 109/1-6)
İşte müslüman kulluğunda, sevgisinde, emirleri uygulamada, yasak-lardan uzak kalmada, tağûtî sistemleri reddinde bunları göz önünde bulunduracak ve bunları esas alacaktır. Zira bunun için yine Rabbimiz şöy:: Ie buyurmaktadır:
"(Biz) Allah'ın (verdiği) boyası (Hak din İslâm) ile boyandık. Allah'dan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk edenleriz." (Bakara, 2/138).
Evet, müslümanın bir başka renge ve boyaya ihtiyacı yoktur. Hnsti-yanlann, doğan çocuklarını kilisede vaftiz ederek renklerini belirlemeleri üzerine, müslümanlarla alaylı konuşmaları sebebiyle yukarıdaki âyet nazil olmuştu. Rabbim bu âyette en güzel rengin İslâm olduğunu, İslâm üzerinde bir başka düzenin ve sistemin olmayacağını ve olamayacağını açık bir şekilde bildirmektedir. O halde müslüman İslâm dışı rejimlerin gölgesinde kendisi için bir yer ve yurt arayamaz, İslâmın dışında bir sistemin altında ve gölgesinde barınamaz, İslâm tüm rejimleri bu manada reddeder.
Yüce Mevlâmız kendisi için hiç bir ortak kabul etmediğini ve hakimiyetin kendisine ait olduğunu da ihlas sûresinde şöyle beyan buyurmaktadır:
"De ki: O, Allah bir tektir. Allah Samed'dir. (Hiç bir şeye muhtaç değildir, baş vurulup yardım istenilecek tek varlık O'dur, çünkü her şey O'na muhtaçtır)., O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'na eş (ya da denk ve benzer) değildir." (İhlâs, 112/1-4)
İslâmî tebliği yaparken mevcut sistemlerin gölgesine sığınmamak, hesapları maddî ve ekonomik açıdan yapmamak, tebliği direkt yapmak gerekir. İslâmî tebliği yaparken her zaman Kitap ve Sünneti göz önünde tutmak, bunları gözardi etmemek gerekir. Zira Peygamber (s.a) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız sürece asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar Allah'ın Kitab'ı ve peygamberinin sünneti (hadisleredir," (Muvaüa, Kader, 3).
Abdullah b. Mes'ûd.da Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduklarını rivayet etmektedirler:”Kitap ve Sünnetten başka uyulması gereken üçüncü bir yol yoktur. Sözlerin en güzeli Allah (c.c)'ın kelamı ve yolların en güzeli de Hz. Muhammed*in yolu (sünneti)'dur." (İbn Mâce, Mukaddime, 7/46).
Kaldı ki, Rabbimiz Kitabında bize örnek olarak Hz. îbrahirn (a.s)'i, beraberindekileri, tüm peygamberleri, özellikle Ulü’I-Azm peygamberleri ve bilhassa bizim peygamberimiz Muhammed (s.a)'i göstermiştir.
Kur'ân bizim için bir çok örneklerle dopdoludur. Ashâb-ı Kehf, Habibi Neccâr ve Firavun'un çevresinde yetişmesine rağmen, Hz. Musa (a.s)'ya Firavun ve avanesinden gelecek olan tehlikeyi haber veren kişi ve daha nicelerini saymamız mümkündür.
Çünkü Hz. Âdem'den itibaren süregelen Tevhid mücadelesi zincirinin halkasını oluşturan tüm tebliğciler kavimleri tarafından horlanmışlar, işkence görmüşler, öldürülmüşler, testerelerle ikiye biçilmişlerdir. Fakat hiç birisi bu Tevhid mücadelesinden taviz vermemişlerdir. Hiç birisi hele önce zenginleşen"m, ekonomimizi güçlendirelim de, sonradan gerekeni yaparız, düşmana silahıyla karşılık veririz, dememişlerdir. Çünkü onlar şuna inanmaktaydılar. Güç ve Kuvvet sadece Allah'ındır, hakimiyet de O'nundur. Bu kimseler aynı zamanda şu gerçeği de hiç unutmamakta idiler; Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onların güvenip övündükleri ne mallan, ne de evlatları, Allah yanında onlara bir şey sağlamaz." (Ali İmran, 3/10-116, Mücadele, 58/17).
Rabbimiz bir başka âyette de şöyle buyuruyor:
"Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki), Allah dilerse sizi kendi lütfun dan zengin edecektir." (Maide, 5/28).
Buna benzer daha bir çok delil vermemiz mümkündür. Ancak biz konuyu fazla uzatmak istemediğimizden böyle bir iki örnekle yetinip geçiyoruz.
îşte Tevhid mücadelesinin bu örnek halkası, halkı direkt olarak Kitap ve Sünnet ile tanıştırmışlar, hitap ettikleri kesimin kalplerinde iman kıvılcımını yakmışlar, inadçı kâfirlerin de tüm dikkatlerini ve zulümlerini üzerlerine çekmişlerdir. Gerçek anlamda İslâm adına kitleleri peşlerinden sürükleyenler bunlardır. Çünkü bunlar şu gerçeği iyi bilmekte idiler. Rahat ve bolluk içerisinde zamanlarını geçirenler, maddi hesaplarını Rab-bânî yol ve mücâdelenin önüne geçirenler, Rabbimizin şu âyeti içerisinde değerlendirilmelidirler:
"Biz bir memleketi yok etmek istediğimiz vakit onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşlarma emrederiz de orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o (memlekete) karşı azab hak olmuştur. Biz onu artık kökünden mahvederiz." (İsrâ, 17/16).
Bu âyetin çizmiş olduğu çerçeve içerisinde müslüman kendisini değerlendirmek zorundadır, bir hesap yapmak mecburiyetindedir. İslâm tebliğini bütün güçlüklere rağmen omuzlayan kimselerden bir kaç örnek vermek isteriz. Bunun için fazla eskilere gitmeye gerek yok. Yakın tarihimizden örnekler vereceğiz. Önce Rasûlullah ve ashabının bu uğurda neler çektiklerini ve çevresindeki imanlı kitlenin yüzde itibariyle en fakir, yoksul ve kölelerin oluşturduğunu hatırlatmak yerinde olur. Gerçi müslüman zenginler de yok değildi. Fakat sayı itibariyle yoksul, fakir ve kimsesiz müslümanîar daha çoktu.
İslâm davası uğrunda İmam A'zam Ebû Hanife'nin, Ahmed b. Hanbel’in ve İmam Buharî'nin çektiklerini ve benzeri bir çok İslâm âlimlerinin işkenceler altında ve zindanlarda hayata göz yumduklarını hatırlatmak zaid olur sanırız.
Yakın tarihimizden ise Meselâ Mısır'da Hasan el-Bennâ, Abdulka-dir Udeh, Seyyid Kutub gibileri, doğrudan tebliğ sünnetine uydukları için şehadet şerbetini içmişlerdir. Zira peygamberi yol bu idi. Ayrıca Said Havva ve benzerlerinin yurtlarından sürgün sebepleri hep bu açık ve net olan tebliğleri, kısaca Allah'a davette samimiyetleri içindi.
Nitekim Türkiye'den de Zahidül Kevserîlerin ve Mustafa Sabrîlerin ayrılmaları hep bu İslâm daveti ve tebliği açısından olmuştur. Dillerini eveleyip gevelemedikleri içindir. Aynı zamanda hayatını İslama vakfeden "ve gençliğin imanı için kendini ortaya koyan, gerektiğinde bir zeytinle bile yetinen merhum Bediuzzaman Saîd Nursî de bu zincirin bir halkasını teşkil etmektedir. O bu tebliğ görevini açıkça yürütürken Rasûlullah (s.a)'ı kendisine örnek ediniyor, Kitap ve Sünnet'e göre hareket ediyordu. Yoksa temel gıdasını demokrasinin oluşturduğu oryantalist bir sofrada kırıntıları arayanlardan değildi. Tebliğ zincirinin bu şerefli halkalarının sünneti, Rasûlullah'ın sünnetiydi. Bu yolun içinde işkence var, zulüm var, yoksulluk var, ama taviz yok, ağız eğip bükmek yok. Çünkü onlar şu gerçeği çok iyi biliyorlardı:
"Allah müminlerden, mallarını ve canlarım, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten büyük kurtuluştur." (Tevbe, 9/111).
İşte gerçek kurtuluşun bu olduğunu ve bu uğurda veriimesi gerekeni onlar veriyorlardı. Davaları uğrunda yola çıkışlarını hayatlarıyla ödeyen bu kimseler Rabbimizin şu emri gereğince hareket ediyorlardı:
"Artık emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir (onlara aldırma)." (Hicr, 15/94).
Tüm küfrî unsurlar müslümanlara ait mukaddes beldeleri işgal etmişlerken, Haremeyn Amerika kafirinin, Kudüs Yahudî melununun pençesinde inlerken bizler kimlerin yanında yer almalıyız veya kimlerden uzak bulunmalıyız noktasında bir karara varamaz, bunu Kitap ve Sünnet Ölçüsünde ortaya koyamaz isek, sadece namaz kılıp oruç tutarak İslamın diğer hükümleri karşısında bigane kalmak veya bunları zamanı geçmiş şeyler kabul etmek, ya da bunlar Hz. Peygamber ve dört halifesi döneminde uygulanır şeylerdir, artık günümüzde bunların geçerliliğinin olmadığı ortadadır şeklinde düşünmek ve söylemek gibi durumlar küfre varan durumlardır. Aynı zamanda bu, büyük bir gaflettir.
Böyle düşünenler ve İslâm'ın kimi emirlerini yaparken kimilerinin de zamanının geçtiği gafletine düşenler, Hz. Ebû Bekir (r.a)'in, Rasülul-lah (s.a)'in vefatından sonra zekat vermeyenlere karşı harb ilan edeceğini söylemesi gibi, harb ilan edilmesi gerekenlerdir.
İşte elinizdeki kitap bu konularda gerçek bir şuur vermekte ve kişiyi doğrudan Kitap ve Sünnete, ehli sünnet görüşüne çağırmaktadır.
Kitap hakkında fazlaca bir şeyler söylemeye gerek duymuyorum. Zira okununca, okuyucu bu gerçeği bizzat kendisi görüp tesbit edecektir.
Biz kitabımıza konuyla ilgili âyet metinlerini de koyduk ki, daha güzel bir şekilde fayda sağlanmış olsun.
Kitabın dip notlarında geçen kaynaklar arapça kaynaklar olup, cilt ve sayfa numaraları buna göre verilmiştir.
Çalışmak bizden muvaffakiyet Allah'tandır.
Harun Ünal
Allah (c.c) buyuruyor ki: "Ey iman edenler! Yahudileri ve hırıstiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onlan dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez."
(el-Mâide, 5/51).
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki; ''Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanın-caya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." (el-Mümtehine, 60/4).
Ve Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a) de:
"İmanın en sağlam bağları Allah için dostluk ve yine Allah için düşmanlıktır, aynı zamanda Allah için sevmek ve yine Allah için buğzetmektir." buyurmuştur.
(Bu, Hasen bir hadistir.)
Bu Kitap Hakkında:
Bu, bilimsel bir araştırmadır.. Yazarı yaptığı bu çalışmayla master yaptığı okulda birincilik almış ve büyük takdir toplamıştır. Mekke-i
Mükerreme'de bulunan (jmmü'l-Kur'â Üniversitesinin Akaid bölümünde, ihtisasını bitiren yazar Muhammed b. Said hazırlamış olduğu tezi, aşağıda adları geçen komisyon üyelerine sunmuş ve bu araştırma zikredilen kurul tarafından incelenerek kabul görmüştür.
Komisyon Başkanı
Prof. Muhammed Kutub
Üye Üye
Dr. Abdulaziz Ubeyd Abdrurrezzak el-Afifi
Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
TAKDİM
Hamd, alemlerin Rabbî Allah'adır. Salat ve selâm Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a)'e, Ehl-i Beytine ve tüm ashâbınadır.
Bu kitabın konusu, başlı başına büyük bir ehemmiyet ve önemî haizdir. Özellikle de kaleme alındığı dönemimizdeki durum gözönünde tutulursa, önemi daha çok anlaşılır. Gerçekten kitabın yazılış biçim ve muhtevası ile içinde yaşadığımız dönem arasında güçlü bir bağ ve ilgi bulunmaktadır.
Esas itibariyle kitabın önemine gelince: İşlemiş olduğu konu, İsla-mın temel prensiplerinden biri olan "Velâ ve Berâ" yani İslâm'da yetki (velayet) konusudur.
Bu iki husus, yani velayetin verileceği ve velayetin verilmeyip uzak kalınacak kimseler konusu, Allah'a karşı sonsuz derecede sevginin ifadesi ve buna bağlı olarak da peygamberini ve mü'minleri sevmenin açık bir göstergesidir.
. Berâ (uzaklaşış), Bâtılı ve bâtıl ehlini sevmemenin bir göstergesidir. Kaldı ki bu, iman esaslarından da birini oluşturur. Ancak günümüz ortamında bunun önemine gelince, bilindiği gibi iple avlananla ok ile avlanan birbirine karışmış durumda... Kısaca gerçek ile gerçek olmayan birbirine karışmıştır. İnsanlar mü'minleri kâfirlerden ayırıcı özelliklerden habersiz ve gafildir. Kalblerindeki iman zayıflamıştır ve bu zayıflık yüzünden aralarında mü'minleri küçümseyecek, hakir görecek duruma gelmişlerdir.
Velayeti, kafir milletlere ve devletlere veriyor, onlara karşı sevgi besliyorlar. Diğer taraftan bir çok mü'minle tüm münasebetlerini kesmiş durumdalar. Hatta bununla da kalmayıp mü'minlere gücü yetenler, onlara en ağır darbeler indiriyor, acı ve sıkıntı çektiriyorlar.
İşte bugün bu kitabın özellikle böyle bir zamanda yayına sokulmasının önemi büyüktür.
Yazar kitabında Velâ ve Berâ hususlarını, gündeme getirmiş bu konuda bir çok alimin görüşlerini aktarmış, bunu güzel bir takdim ve hazırlıkla ortaya koyabilmiş. Kendisi söylenmesi gereken şeyler varsa söylemiş, gerekli açıklama ve ilaveleri yapmıştır. Aynı zamanda Kur'ân'dan âyetlere dayanarak, sünnetten sahih hadislere istinad ederek konuyu velâ ve bera açısından ele almış, aynı zamanda sahabe ve seleften bu konudaki delilleri de sunarak meseleye açıklık getirmiştir.
Yazar, bütün bunları sunup, delillerini ortaya koyarken, âyetlerin numaralarını,'sûre adlarını vermiş, hadis ve eserleri delil olarak sunarken, bunların ne derece güvenilir olduklarım çoğunlukla açıklamıştır.
Gerçekten bu çalışmasıyla yazar, kendisini kanıtlamış, ve konuyu gereğince kapsamlı olarak ele aldığını göstermiştir.
Allah'dan dileğim odur ki, müslümanlar bu kitaptan gereğince yararlansınlar. Kitap sayesinde, yazarla aynı düşünce ve inançtaki kimselerin artmasına vesile olsun. Aslında beklentimiz çok büyüktür. Beklenti Allah için önemlidir ve dileğimiz odur ki, bu değerli prensipleri günümüz gençliği öğrensin, evet İSLAM dininin zafere erişme prensiplerini, bugün yok olmaya yüz tutmuş gerçeklerin yeniden diriltilmesi prensiplerini öğrensin ki, zafere gidebilsin. Gerçekten Rabbîm dualara icabet edendir.
Abdurrezzak Afifi