- Sünnetullah

Adsense kodları


Sünnetullah

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
meryem
Thu 12 May 2011, 11:05 am GMT +0200
Sünnetullah


Sünnetullah kavramı Allah'ın hikmetinin ve ona itaatin yolu­dur. Şeriatlar farklılık arz etse de amaç farklı değildir ve değişmez. O da kişiyi ve zihnini arındırmak, Allah'ın mükafatını ve ona ya­kınlığı kazanmaktır. [84] Kur'an-ı Kerim, Allah'ın davranış biçimi an­lamındaki sünnetullah ifadesiyle ilişkili olarak kelimetullah, [85] kelimetu rabbik [86] gibi ifadeler de kullanmaktadır. Allah'ın verdiği söz benzetmesini de içeren bu terimler de aynı anlama sahiptir. Sünnetullah,

“Onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve tuzaklar kuru­yorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanan yasadan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” [87] ayetinde Allah'ın cezalandır­ma tarzı anlamına gelmektedir. [88] Peygamberleri yalanlayanlara azap inmekte, Allah, peygamberleri yalanlayanlardan intikam almakta ve bu ilke asla değişmemektedir. [89] Şam, Yemen ve Irak taraflarına yolculuk yapanlar, yok edilen önceki toplumların eser­lerini ve geride kalan kalıntılarını görerek bu yasanın sabitliğine şahit olabilirler. [90] Bu bağlamda,

“Sen onları bırakırsan kullarını saptı­rırlar; yalnız ahlâksız, nankör (İnsanlar) doğururlar (yetiştirirler)” [91] şeklindeki Hz. Nuh'a ait ifadeden kastedilen şeyin, “Uygulama vakti geldiğinde sünnetini ertelersen” anlamında olduğu da söy­lenmektedir. Yani Hz. Nuh'un duasındaki beklenti, yalanlayanlara vadedilen yasanın yürürlüğe girmesidir. [92] Aslında bu kavram, pey­gamberlerin mesajının devamlılığıyla insanların hayatına yaptığı müdahalelerin tarihidir. [93]

Peygamberlere mübah olan şeylerin yapılmasında onlara bir zorluğun olmadığını ifade eden âyette de,

“Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce gelip geçen­ler arasında da Allah'ın sünneti böyle idi. Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir.” [94] denilerek, bunun Allah'ın önceki nebiler için koyduğu bir yasa olduğu, onlara nikah ve diğer konularda bir geniş­lik sağlandığı dile getirilmiştir. [95] Sünnetullah ifadesinin, yalnızca bu âyette fıkhı bağlamda kullanıldığını ileri sürenler olmuştur. [96]

Bunun yanında zikredeceğimiz şu âyeti de savaş fıkhı çerçevesin­de ele almak mümkündür:

“İkiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulu­nanlar ve yalan haber yayarak huzursuzluk çıkaranlar üzerine Allah, peygamberinin üstünlük kurmasını sağlar. Ve onlar orada pek az bir süre kalabilirler ve onlar Allah'ın rahmetinden yoksun olduklarından görüldükleri yerde yakalanacaklar ve teker teker ortadan kaldırılacaklar­dır. Önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” [97] Bu âyette ikiyüzlülerin salt kalbi durumları nedeniyle değil, ortaya koydukları fiillerle ilahi yasaya muhatap oldukları dikkatten kaçmamalıdır. Daha önce de bu tür günahkârlar için Allah'ın tatbik ettiği yol budur. [98] Bu uygulama, bir yenilik (bidat) değildir. Aksine yalanlayanlara uygulanagelen bir yasa ve sürekli bir adettir. [99] Nifak ve inkârlarına devam eder ve yaptıklarından vazgeçmezlerse ikiyüzlüler hakkındaki yasa bellidir. Müminler onlara musallat olur ve onları bozguna uğra­tırlar. [100] Peygamberlere karşı ikiyüzlülük yapanların, kötü fiilleri nedeniyle öldürülmeleri yasası değişmez ve kimseye de değiş­tirme imkânı sağlanmaz. [101]

Sünnetullah, ölüm halindeki imanın tarihin hiçbir döneminde işe yaramaması anlamında da kullanılmaktadır: “Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah'ın kulları hakkında süregelen sünneti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.” [102] Ümitsizlik halinde imamn kabul edilmemesi Al­lah'ın bütün ümmetlerde değişmeyen yasasıdır. [103] Allah'ın azabı indiğinde yalanlamasına tevbe edenin tevbesinin bir sonuç verme­yeceğine dair hüküm kesindir. [104]

Allah'ın, rasulüne yardım etmesinin, zafer kazandırmasının ve onun düşmanlarını yok etmesinin bir yasa olduğu belirtilirken yine sünnetullah kavramı kullanılmıştır:

“Allah'ın, öteden beri süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” [105] Âyet, Allah'ın önceki dönemlerde yaşamış dostlarına, düşmanlarına karşı yardım etmesi şeklindeki uygulamasına atıfta bulunmaktadır. [106] Al­lah dilediğini yapmakta özgürdür. Dostlarını yok etmeye de gücü yeter. Ama o, bu konudaki adetlerini değiştirmez. [107] Müminlere karşı savaşan kâfirler, hezimete uğrarlar. Peygamberlerin galip gelmesi kadim bir sünnettir. Allah inanmayanlara karşı müminleri zafere ulaştırır.  Bilakis iyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün karşılığı ise “Cumartesi yasağı” çiğneyenlerin örneğinde olduğu gibi [108] ceza­landırılma ve kalanlara ya da sonraki nesillere ibret olarak kalmak­tır. [109] Allah'ın yöntemine yapılan bu atıf, ikili bir anlama sahiptir. Bir taraftan değişimin olumlu yönüne [110] bir yandan da olumsuz yönü­ne [111] işaret etmektedir.

Sünnetullahın Kur'an'da anlatılmasının nedeni, Allah'ın ta­rih içinde nasıl davranacağının belirsiz olmadığı, aksine Al­lah'ın hangi durumlarda nasıl davranacağına dair kendisine ve bu ilahi tavrın muhatabı olması itibarıyla insanlığa söz verdiği fikrini işlemektir. Tarihin kendilerine ayrıcalık tanımasını bek­leyenlere yönelik olarak sünnetullah gibi kelimetullahta da bir değişme olmayacaktır. [112] Aynı olgu, kavi (söz) kelimesiyle de verilmektedir. Bu kelime de yine tarihle ilgili bir kullanım alanına sahiptir. [113]

Sünnetullahın devamlılığıyla ilgili olarak,

“İlahi daveti yalan­layan ve onu bâtıl görüp öyle muamelede bulunan kimseleri helak ederiz.” gibi Kur'anî ifadeleri, bazı insanlar tekrar tekrar okuduk­larında, “Öyleyse bugün, niçin aynı şeyler meydana gelmiyor?” diye sorabilirler. Bu soruya cevap olarak o dönemde insanların arasında peygamberin varlığının önemine dikkati çekilmekte ve günümüzde yok etme yasasının uygulanmamasında şaşılacak bir şey olmadığı şeklinde cevap verilmektedir. Çünkü peygamberlik zincirinin sonuncusu olan Hz. Muhammed'den sonra hiçbir pey­gamber gelmiş değildir ve kıyamet gününe kadar da gelmeyecek­tir. Dolayısıyla peygamberleri yalanlayanlara gelen azap gibi, şim­di gelirse eğer, bu çok şaşırtıcı olacaktır. Çünkü o takdirde bu azap bazı türedilerin peygamberlik iddialarına delil teşkil eder. Geçici azabın sürekliliği söz konusudur ancak farklı toplumlar için helakin son peygamberin ardından artık cehennem ile gerçekleşe­ceği üzerinde durulmaktadır. [114]

Ancak yukarıdaki soruya verilen cevaptaki gibi bir yaklaşım, önceden insanların bir bölgede toplu olarak az bir nüfusa sahip oldukları gerçeğini hesaba katmamaktadır. Ayrıca önceki toplum­lara gelen azapların hepsi de toptan yok edici azaplar değildi. Son peygamberden önce yaşamış olan Hz. Musa döneminde de zul­meden Firavun ve ileri gelenler azaba uğramış ancak onlara tâbi olan halkın tümü yok edilmemişti.

Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın böylesine tarihe müdahil olarak takdim edilmesinin sebebi, tarih alanının ahlak alanı olmasın­dandır. İnsanın ahlakî değeri olmayan yönü, bedeni, cinsiyeti, ırkı, yaşı vs. tarihin konusu değildir. İnsan tarih alanına özgürlü­ğüyle, iradesiyle, ahlakî yönüyle ve eylemleriyle iştirak etmekte­dir ve insanın sınandığı alan da burasıdır. İnsan tarih içinde iste­diği rolü oynayabilir. İşte Kur'an-ı Kerim, tarih yasalarının yerine Allah'ın davranışını koymakla, insanı tarih içinde Allah ile ilişki içerisine sokmaktadır. Bu anlamda, insanın her davranışı Allah'a yöneliktir ve davranışları sonucunda başına gelen her olay da Allah'ın ona karşı davranışıdır. İnsan ahlakî anlamda olumlu bir hayat sergilediği takdirde Allah tarafından yükseltilecek aksi halde alçaltılacaktır.

Emretme ve yasaklama yetkisine sahip bulunan yöneticiler, tarih kitaplarında zorbalık ve zulüm yapanların yaşam tarzlarına ilişkin olarak yazılanları okusalar, onlarla ilgili olumsuz değerlen­dirmelerin buralarda yazılı olup kuşaktan kuşağa aktarıldığını görseler, geride bıraktıkları kötü nam, çirkin davranış, ülkelerin tahribi, insanların helaki, malların telef oluşu gibi olguları gözlemleseler, hiç kuşkusuz zulüm ve zorbalığı çirkin görecek, ondan ka­çınacaklardır. [115]

Bu değerlendirmeden anlaşıldığı gibi tarih; krallar, emir ve ya­sak yetkisine sahip yöneticiler için vazgeçilmez bir araçtır. Tarihi bilmek, sosyolojik yasaların bilinmesini sağlar. Toplumsal yasaları bilmek de göz alıcı güzellikleri ve görkemli yapıtları koruyucu bir rol oynar, düşmanların zararlarını bertaraf eder. Bunlar bile tarihi okuyup ibret almanın önemini vurgulamak açısından önemlidir. Bu bilgi dünyayı ıslah ile görevli müminlerin, çabalarında nasıl bir yol takip edeceklerine dair oldukça pratik bir değer taşımaktadır. Aksi takdirde topluma sunacağımız vahyi bilginin ve hakkın şahitliği­nin nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını tahmin edemeyiz. Eğer insanların nasıl  davranacaklarını kestiremezsek, bizi çevreleyen dış dünyaya ilişkin görüşümüz rastlantısal ve tutarsız olacaktır. Kestirebilme yeteneği olmazsa çevremiz üzerinde bir denetim kurama­yız. [116]

Şüphesiz Kur'an-ı Kerim bütün bu anlatımlarla, bir tarih şu­uru oluşturmaya çalışmaktadır. Bu mesajın özü şudur: Tarih içinde insan başıboş bırakılmamıştır. [117] Her davranışı bir değişime gebedir. Hiçbir toplum, nimeti hak edecek bir değişim sürecine girmedikçe, yüce Allah ona o nimeti bahşetmez. Aynı şekilde bir toplum kötü durumu gerektirecek bir sürecin içine girmedikçe, Allah onları kötü duruma düşürmez. [118] Bu  ilahi  bir  yasadır, sünnetullahtır.

Bu yasadan hareketle, Müslümanların içinde bulunduğu du­ruma bakacak olursak şu sonuca ulaşabiliriz: Bugün Müslümanların içinde bulunduğu durum, kendi iç dünyalarında sahip oldukları düşünce yapılarıyla tamamen doğru orantılı olup, Allah'ın onlara bir değişim imkânı vermesi, tamamen kendi iç dünyalarında bir değişime gitmelerine bağlıdır. [119] Allah, tarih içinde bir taraf duru­munda olduğu için tarihin seçici karakteri vardır. Allah, kötünün karşısında iyiden, yanlışın karşısında doğrudan, zararlının karşı­sında yararlıdan, zorluğun karşısında kolaylıktan yanadır. [120] Allah, tarih içindeki tavrını değiştirmeyeceğine söz verdiği için kimseye ayrıcalık tanımaz. [121] Biz, “Allah bir topluma, zenginlik, sağlık, sevgi ve diğergamlık verdi.” dediğimizde, aynı zamanda şunu demiş olu­ruz: “Kuşkusuz bu toplum, benlik, kin, öfke, nefret hastalık ve fakir­likle ilgili etkenlerden kendilerinde bulunanları değiştirmiştir.” [122] Yi­ne bunun gibi, “Yüce Allah bir topluma fakirlik, hastalık, kin, öfke, çekemezlik ve birbirlerine haksızlık etme gibi belalar vermiştir.” de­diğimizde, bununla anlatılmak istenen şudur: “Söz konusu toplum fertleri, kendi nefislerinde bu tür sonuçları ve cezaları meydana geti­recek inanç unsurları, kavramlar, anlayış biçimleri taşımaktadırlar.”

Toplum tabakalarında sünnerullahın nasıl işlediğini toplum­ların nasıl yükselip battığını, devletlerin nasıl kurulup yıkıldığını, fikri hareketlerin nasıl başarıya ulaştığını, medeniyetlerin nasıl ku­rulduğunu ve yozlaşıp yok olduğunu, liderlerin ne zaman başarıya ulaştığını, halkların nasıl harekete geçirildiğini ve yönlendirildiğini tarihle beraber yaşar ve görürüz. [123]

Bu tavrı somutlaştırmak gerekirse, Osmanlı imparatorluğu­nun yıkılması ile bir peygamber gönderilmesi arasında bu açıdan bir fark yoktur. Önemli olan olayın tarih olayı olup olmamasıdır. Olayın işleyişinde gaybi faktörlerin rol oynaması, bu işleyişin bir mantığı bulunmadığı anlamına gelmeyeceği gibi, tamamen rasyo­nel faktörlerin rol oynadığı bir olayın işleyişini de Allah'tan soyut­lamanın imkânı yoktur. Kur'an-ı Kerim'in ifade özelliğinin sonucu olan bu durum, tarihin işleyiş tarzına neden sünnetullah dendiğini de anlaşılır kılmaktadır.

Sonuç olarak, dilsel bakımdan sünnetullah ifadesi sosyal olay­larla ilgili pek çok şeyi anlatmak için kullanılabilir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta vardır: O da, Kur'an'ın daha önceki peygamberlerin toplumlarına ilettiği mesajlar ve onların toplumla­rının kendilerine karşı tutum ve davranışlarıyla ilgili olarak hikaye ettiği kıssalarla; yine Kur'an âyetlerinin ihtiva ettiği, Arap inkarcıla­rının davranışlarının ve sözlerinin hikayeleri, Rasul'ün onlara yö­neltmekle emrolunduğu çağrılar, hitaplar, eleştiriler ve uyarılar ara­sında büyük benzerlikler olduğudur. Bu anlamda risalet ve risalet karşıtı çabalar her dönem ve ortamda benzerlik arz ettiği için bu ça­baları ve gösterilmesi gereken peygamberi tavrı bilmek, ıslahat cehdinde olan inananlar için çok büyük ufuklar açacaktır. Peygam­berlerin tebliğleri sırasında karşılaştıkları zorlukların ve inkarcılarla ilgili işleyen toplumsal yasaların tümünü kıssalarda görebiliriz. [124]


[84] Rağıb, a.g.e., s. 245.

[85] Tevbe: 9/40.

[86] Hud: 11/119.

[87] Fatır: 35/43.

[88] Esed, a.g.e., s. 893.

[89] İbnu Kesîr, VI, 545.

[90] Zemahşerî, III, 601.

[91] Nuh: 71/27.

[92] Râzî, IX, 248.

[93] Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, (çev.: Cemal Aydın), Pınar Yay., İstanbul, 1991, s. 58.

[94] Ahzab: 33/38.

[95] Zemahşerî, III, 527; Beyzâvi, IV, 377.

[96] Özafşar, Mehmet Emin, Fıkhi Hadisler Bağlamında Hadis Sünnet İlişkisi, Ankara Okulu Yay., Ankara, 1998, 35.

[97] Ahzab: 33/60-62.

[98] Zemahşerî, III, 544. Mukatil, öldürülen ve esir alınan Bedir Savaşı mağluplarının da bu kategoriye sokulabileceğini söyler bkz.: A.y.

[99] Râzî, IX, 184.

[100] İbnu Kesîr, VI, 472.

[101] Beyzâvi, IV, 386.

[102] Mümin: 40/85.

[103] Râzî, IX, 536.

[104] Taberî, XII, 116; İbnu Kesîr, VII, 149.

[105] Fetih: 48/23.

[106] Kurtubî, VIII, 255.

[107] Râzî, X, 81.

[108] Bakara: 2/66.

[109] Taberî, XIII, 120.

[110] Âl-i İmrân: 3/139.

[111] Rad: 13/11.

[112] Enam: 6/115. Yunus: 10/64.

[113] İsra: 17/16. Neml: 27/85.

[114] Mevdudî, Teflhîmu'l-Kur'an, II, 47.

[115] İbnu'l-Esîr, Ebu'l-Hasan İzzuddin, el-Kâmil Fi't-Tarih, (çev.: Ahmet Ağırakça ve diğerleri), 12 c., Bahar Yay., İstanbul, 1985,I,5.

[116] Freedman J. L., Sears D. O., Carlsmith J. M., Sosyal Psikoloji, (çev.: Ali Dönmez), 3 baskı., İmge Yay., Ankara 1998, s. 128.

[117] Bakara: 2/214. Âl-i İmrân: 3/142.

[118] Rad: 13/11. Enfal: 8/53.

[119] Said, Cevdet, İslamî Mücadelede Şiddet Sorunu, (çev.: H. İbrahim Kaçar), Pınar Yay., İstanbul, 1995, s. 89.

[120] Bakara: 2/153-195.

[121] Özsoy, Ömer, Sünnetullah, Fecr Yay., Ankara, 1994, s. 134.

[122] Said, Cevdet, Adem'in Oğlu Habil Gibi Ol, (çev.: Abid Keskinsoy), İstanbul, Pınar Yay., 2000, s. 160.

[123] Tok, Nuri, Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yay., Samsun, 1998, s. 14.

[124] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 23-30.



Kaan8/B
Wed 14 January 2015, 09:48 pm GMT +0200
Bunlari bilmiyodum tskur ederim Allah razi olsun.

Sevgi.
Fri 18 January 2019, 11:27 pm GMT +0200
Rabbim bizleri kendine lâyık kul Peygamber Efendimize de hayırlı ümmet eylesin inşaAllah

Bilal2009
Sun 27 January 2019, 02:35 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun