saniyenur
Sat 28 May 2011, 10:16 am GMT +0200
SÜNNETİN YAZIMINA İZİN VEREN HADİSLERLE, YASAKLAYAN HADİSLERİN TELİFİ
Eğer: "Sünnetin yazımını yasaklayan rivayetler, buna izin verenlerle çelişki arzetmektedir. Bunların aralarını telif etmek nasıl mümkün olacaktır? Bu konuda kitap yazanların bazılarının dediği gibi[614] yasaklayan rivayetlerin, izin verenleri neshetmiş olması mümkün değil mi?" diye sorulacak olursa, birinci suâle cevap olarak derim ki: Bu iki konudaki hadislerin aralarının telif edilmesi hususunda, âlimler birkaç görüş ileri sürmüşlerdir:
1- Hadislerin yazımının yasaklanması, Kur'ân'a hariçten birtakım şeylerin karıştırılması endişesinden dolayı yalnızca Kur'ân'ın nazil olduğu döneme hastır. Bu konudaki izin ise daha sonraki dönemlere aittir.[615]
2- Yasaklama, yalnızca Kur'ân ve hadis metinlerinin aynı sahi-feye yazılmasına aittir. Zira Sahabe, âyetlerin tefsirıyle ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)'den işittiklerini âyetlerin kenarına yazıyorlardı.
Karışıklık meydana gelebilir endişesiyle bundan menedildiler. Hadislerin yazılma izni ise içinde Kur'ân âyetleri bulunmayan müstakil sahifeler içindir.[616]
Bu karışmadan dolayı bazı âlimler, şâz kıraatların, çeşitli te'vil ve yorumların, âyetlerin kenarlarına yazılmış olmasından meydana geldiğini söylemişlerdir. Çünkü daha sonra gelen Tabiîler bu izahları Kur'ân âyeti zannetmişlerdir. Yahut Sahabe, âyetlerin izahını Tâbiîn'e zikretmiş, onlar da bunları, Kur'ânla birlikte aynı yere yazmışlar, daha sonra gelenler de izah sadedinde kaydedilenleri Kur'ân'dan zannetmişlerdir.
3- Hadislerin yazımının yasaklanması, herkese değil, sadece Hz. Peygamber (s.a.v)'in hâne-i saadetlerinde Kur'ân-ı Hakîm'i yazmakla görevli vahiy kâtiplerine getirilmiştir. Onlara hadis yazımı için izin verilmiş olsaydı, Kur'ân'la hadisi birbirine karıştırmalarından emin olunmazdı. Bunun için onların dışındakilere izin verilmiştir.[617]
4- Hadisleri yazma yasağı, unutma endişesi olmayan, bu itibarla hafızasına güvenen fakat yazdığında, ona dayanıp gevşekliğe düşeceğinden korkulan kimseler aittir. İzin ise unutma korkusu olan ve hafızasına güvenmeyen yahut yazdığında ona dayanıp gevşemesinden korkulmayan kimselere verilmiştir.[618]
5- Hz. Peygamber (s.a.v), bu izni, sadece Abdullah b. Amr'a vermiştir. Çünkü o, hem eski kitapları okuyabiliyor, hem de Süryânice ve Arapça'yı yazabiliyordu. Zaten Sahabe içerisinde oku-ma-yazma bilen birkaç kişi vardı. Onlar da güzel yazamıyorlardı. Hata yapmaları endişesiyle onlara sözkonusu yasaklama getirilmiş, Abdullah b. Amr'a ise müsaade edilmiştir. Bu görüşü, İbn Kutey-be (276/889), Te'vilu Muhtelefi'l-Hadis adlı eserinde zikretmiştir.[619]
Kanaatimize göre Rasûlullah (s.a.v)'ın: "Benim hadislerimi yazmayın. Kim, benden Kur'ân'ın dışında bir şeyler yazmışsa, onu imha etsin" sözü ile "Allah'ın Kitabı'nı onun dışındaki herşeyden arındırın," sözlerinden anlaşılan, O'nun sünneti yazmalarını yasakladığı kimseler, Kur'ân'ı yazmak için izin verdiği kişilerdir. Öyleyse Rasûlullah (s.a.v)'m, hata yapmaları endişesiyle onları sünneti yazmaktan menedip, diğer taraftan, Kur'ân'ı yazmalarına müsaade etmiş olması düşünülemez. Çünkü Kur'ân, daha büyük bir ihtimam gerektirmektedir.
Buraya kadar zikrettiklerimizden anlaşılmaktadır ki, yukarıda görüşlerim verdiğimiz bütün âlimler, yazım konusunda birbirine zıt gibi gözüken bu çeşit haberlerin, birinin diğerini neshettiği kanaatinde değildirler. Nesh görüşünü, yalnızca, aşağıda görüşlerini kaydedeceğiniz âlimler ileri sürmüştür.
6- Buradaki yasaklama, sünnetin yine sünneti neshetnıesi kabilinden bir olaydır. Rasûlullah (s.a.v), Önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış, fakat daha sonra sünnetin fazlalaşması sebebiyle, muhafazasındaki güçlüğü sezerek yazılıp kaydedilmesine müsaade etmiştir. İbn Kuteybe de bu kanaattedir. el-Hattabî (388/998) ise Meâlimü'S'Sünen adlı eserinde şöyle demektedir: "Öyle görünüyor ki yasaklama önceleri olmuş, fakat daha sonra yazmaya müsaade edilmiştir.[620]
Onların sözlerinden anlaşılan yasaklama ve iznin, bütün şahıs, sahife ve zamanlara ait olduğudur. Daha evvelki görüşlerde ileri sürüldüğü gibi bu konuda hiçbir tahsis sözkonusu değildir. Buradan anlaşılan diğer bir husus da karıştırma endişesi olsun olmasın, yasaklamanın ilk zamanlarda konduğu, daha sonra ise mutlak olarak yazmaya izin verildiğidir.
Ancak bu görüşlere, şu nedenlerle katılmak mümkün değildir. Öncelikle, karışıklık endişesinin bulunmadığı bir ortamda, yasak getirmenin bir anlamı olmaz. Fakat mesele taabbüdîdir denirse, elbette o, müstesnadır.'
İkinci olarak, karıştırma endişesi var olduğu müddetçe, yazıya izin verilmesi mâkul değildir. Ancak şöyle denilebilir: Hadislerin yazımına izin verildiği vakit Kur'ân, kafalara iyice yerleşip aralarında tevatür derecesine ulaşmış, onu diğer unsurlardan ayırt edebilecek duruma gelmişlerdi. Vaziyet, ümmetin arasında kıyamete kadar öylece devam edebilecek bir nitelik kazanmıştı. Dolayısıyla Kur'ân'ın başka şeylerle karıştırılması diye bir endişe ortadan kalkmıştı.
Ne var ki, bu da pek akla yakın gözükmüyor. Çünküv İslâm'a yeni giren £>azı kimseler, Kur'ân konusunda kendilerini doğruya iletebilecek birini bulamayarak, pekâlâ, onu başkasıyla karıştırabilirler. Böyle bir durumda ise bizden, kendilerine Kur'ân'ı yazmamızı istediklerinde, onunla birlikte Kur'ân olmayan şeyleri yazmamız caiz olmayacaktır.
Şu halde sünnetin yazılabileceğine dair verilen izni, karıştırılma endişesinin bulunmamasıyla kayıtlamak gerekmektedir. Bu nedenle İmam Suyûtî, (911/1505) bu görüşü destekleyerek şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v), sünnetin, Kur'ân'la karıştırılma endişesi bulunduğu sürece yazılmasını yasaklamış, bundan emin olunduğu vakit ise yazıma izin vermiştir. Bu durumda, yasaklamaya dair emir nes-hedilmiştir."[621] Aynı ifadeleri, Nevevî'nin (676/1277), Müslim Şer-/u'nde de görmek mümkündür.[622]
İbn Hacer de (852/1448) yasaklamanın daha önce vuku bulduğunu, karışıklıktan emin olunduğunda ise sünnetin yazımına izin verildiğini, bunun da ilk emri neshettiğini söylemiştir.[623]
ibn Hacer'in sözlerinden, burada bir nesh olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü onun sözünden, yasaklamanın evvel olup Kur'ân'a karışma endişesi bulunsun-bulunmasm, her iki durumda da yasağın geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak daha sonra, karışıklık endişesi ortadan kalktığında, sünnetin yazımına izin verilmesi, daha önceki yasağı ortadan kaldırmıştır. Ancak karıştırma endişesi bulunduğu sürece, yazım yasağının devam ettiği bilinmelidir.
Suyûtî ve İmam Nevevî'nin sözlerine gelince, bunlardan nes-holduğunu anlamak mümkün değildir. Çünkü ilk zamanlarda getirilen yasaklama, sünnetle Kur'ân'ın karışma endişesi bulunduğu takdirdedir. İzin ise bu endişenin bulunmadığı durumlara hastır. Bu nedenle iznin, nehyi ortadan kaldırması sözkonusu olamaz. Zira her ikisi, aynı noktada ve aynı durumda vârid olmamıştır. Bilakis, her biri, ayrı bir durum ve ayrı bir illetten doğmuştur. Dolayısıyla her birinin kıyamete kadar hükümleri müstakil olarak devam edecektir. Karıştırma endişesinin bulunduğu durumlarda yasak devreye girecek, bulunmadığı zamanlarda ise izin tahakkuk edecektir. Buna göre neshten bahsetmek tutarlı değildir.
Ancak burada, şu ileri sürülebilir: "Sünnetin yazımının yasaklanması, Kur'ân'ın İslâm ümmeti tarafından iyice özümsenip diğer unsurlardan ayırabilecekleri durumun oluşmamasından dolayı meydana gelebilecek bir karışıklık endişesinin varolduğu döneme hastır. Yazıma izin verildikten sonra kıyamete kadar Kur'ân'ın tevatür derecesine ulaşması ve ümmetin, onu tamamıyla ayırtedebilecek bir niteliğe kavuşması nedeniyle böyle bir karışıklık korkusu sözkonusu olamaz. Eğer birisinin, böyle bir karıştırmaya mâruz kaldığını farzetsek bile, onu bu konuda aydınlatıp irşâd edecek pek çok kimseye müracaat etme imkânına sahip olduğundan dolayı âyetle hadisi birbirine karıştırmaktan emin olacaktır. Yasaklamaya neden olan illet orta-dan kalktığı, iznin verildiği tarihten itibaren bir daha ortaya çıkması sözkonusu olmadığı için yasaklama sona ermiş demektir, işte bu da nesh demektir."
Bu anlayışta, tenkide açık yönler mevcuttur. Zira ileriye sürdükleri sözlerin doğru olduğu farzedilse bile iznin, yasaklamayı neshe ttiği söylenemez. Burada söylenebilecek şey şudur: İlletin sona ermesi ve sonra bir daha ortaya çıkmamasından dolayı hükmün bu illetle ilgisi sonra ermiştir. Buna da nesh denilemez. Çünkü nesh, şer'î bir hükmün, yine şer'î bir hitab (ve nass)la ortadan kaldırılmasıdır.
Bir başka ihtilaflı nokta da daha önce bahsettiğimiz gibi; İslâm'a yeni giren kimselerle ilgili konuda ortaya çıkmaktadır.
Nesh olayını, yalnızca İbn Kuteybe (276/889), Hattâbî (388/998) ve İbn Hacetin (852/1448) sözlerinden anlamak mümkündür. Bunlara daha evvel temas etmiştik. Şu kadar var ki, ilk ikisinin sözlerinde nesh olayı, hem karışıklık endişesinin var olduğu ve hem de bundan emin bulunulduğu durumları kapsamaktadır. İbn Ha-cer'in görüşüne göreyse sadece güven hâlindeki yasağa hastır. Âlimlerin çoğunluğu, nesh görüşünü benimsemişlerdir. Müteahhi-rûndan bazı âlimler de bu kanaattedir.[624] Aslında, burada herhangi bir nesh sözkonusu değildir. Sünnetle Kur'ân'ı karıştırma endişesi olunca nehiy, bu ortadan kalkınca izin devreye girmektedir. Ne zaman böyle bir korku ortaya çıkarsa yasak, korku ortadan kalkarsa izin sözkonusu olmaktadır. Zira neshi, iki ayrı durumu (ve hükmü), birleştirme imkânı bulunmadığı hâllerde kabul etmemiz gerekmektedir. Burada ise yasağı endişe hâline, izni de böyle bir endişeden emin olunduğu duruma tahsis etmekle aralarını telif (cem) imkânımız vardır. Bu da gayet mâkuldür. Öyleyse, bizi nesh görüşüne zorlayan nedir?
Sonra, daha evvel geçtiği üzere bu husustaki emirleri birtakım şahıs, sahife ve zamanlara tahsis yoluna gitmenin de bir anlamı yoktur. Bilakis, yasaklamanın sözkonusu olduğu durum, karıştırmanın olabileceği her durumdur. Bunun, Kur'ân'ın sünnetle biraraya (aynı sayfaya) veya müstakil olarak yazılmasından doğabilecek bir karışıklık olması ile vahiy kâtipleri ya da başka yazanlardan kaynaklanan bir karışıklık olması yahut da vahyin nazil olduğu dönem veya daha sonraki dönemlerde olması farketmez. Bu, sonucu değiştirmez. İzin ise hangi durum sözkonusu olursa olsun, karıştırma endişesinden emin olunduğu dönemde geçerlidir.
Konunun başında sorulan sorunun ikinci şıkkına verilecek cevabımız şudur: Hadislerin yazılmasının yas aklanma siyi a ilgili emrin, bu husustaki izne ilişkin emri neshetmesi, üç nedenden dolayı doğru olamaz:
1- Müsaadenin, yasaklamayı neshettiği yolundaki görüşü iptal sadedinde zikrettiklerimiz, bunu göstermektedir. Orada belirttiğimiz
gibi nesh görüşüne, ancak birbiri ile çelişen iki delilin arasını bulma imkânı olmadığı zamanlarda gidilebilir. Burada ise delillerin arasını bulmak mümkündür. Bu nedenle birinin diğerini neshettiği doğru olamaz. .
2- Yazıma müsaade eden hadisler, daha sonra vârid olmuşlar: dır. Ebû Şah hadisi, Rasûlullah (s.a.v)'m vefatına yakın, Mekke'nin fethi yılında vuku bulmuştur. Ebû Hureyre'nin, Abdullah b. Amr'la kendisi arasında mukayeseyi içeren rivayeti de daha sonraki dönemlere aittir. Çünkü Ebû Hureyre'nin (r.a) müslüman oluşu, son zamanlara rastlar. Bu da onun müslüman olduğu vakit, Abdullah b. Amr'ın hadisleri yazdığına delâlet eder. Rasûlullah (s.a.v)'ın, ümmeti sapıtmaması için onlara bir şeyler yazdırma arzusu da O'nun sekerât hâlinde vuku bulmuştur. Ebû Said el-Hudrî rivayetinin, özellikle Rasûlullah (s.a.v)'m yazmaya teşebbüsü ile ilgili rivayet başta olmak üzere, zaman bakımından bütün rivayetlerden sonra yukû bulması uzak bir ihtimaldir. Sonra olsaydı, Sahâbe'nin mutlaka bundan haberi olurdu.
3- Sahabe ve Tabiîn asrından sonra İslâm ümmeti, yazmaya izin verilip bunun mübâh olduğunda ve iznin, yasaklamadan sonra vuku bulduğunda icmâ etmişlerdir. Sahabe asrından sonra oluşan İslâm ümmetinin bu icmâı, tevâtüren sabit olmuştur.[625] Hatta asrımızda yasaklamanın, izni neshettiği görüşünü savunanlar bile eserlerinde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerine çokça yer vermektedirler.
[614] Bu zât, Reşid Rıza'dır. Mecelletü'l-Menar, 10, Sayı: 10, s. 767.
[615] Bkz, Suyûtî, Tedrîbü'r-Râvi, 151; Ahmed Emin, Fecru'l-tslâm, I, 246.
[616] Bkz. Tedrîbü'r-Râvi, 150-151; Sehâvî, Fethu'l-Muğis, II, 18.
[617] İbnu's-Salah, Ulûmu'l-Hadis, 171; Müzekkiratü Tarihi't-Teşrî, 197-198.
[618] Tedrîbü'r-Râvi, 150; Fethu'l-Muğis, II, 18; Ulûmu'l-Hadis, 171.
[619] İbn Kuteybe, Te'vilu Muhtelefi'l-Hadis, 365-366.
[620] Hattâbî, Meâtimü's-Sünen, IV, 184.
[621] Suyûtî, Tedrîbü'r-Râvİ, 150-151.
[622] Nevevî, Şerh-i Müslim, XVIII, 130.
[623] İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, I, 149.
[624] Bkz. Suyûtî, Miftahu's-Sünne, 17; Ahmed, Şâkir, el-Bâisu'l-Hasis, 155.
[625] Ahmed Şâkir, el-Bâisü'UHasis, 159.