- Sünnetin Çeşitleri

Adsense kodları


Sünnetin Çeşitleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Wed 25 May 2011, 06:08 pm GMT +0200
SÜNNETİN ÇEŞİTLERİ

Malumdur ki, ALLAH Teâlâ'dan gelen şeylerde bir ihtilâfın bulun­ması mümkün değildir. Kur'ân ve sünnet, tamamıyla ALLAH katından gelmiştir. Bu durumda, Rasülullah (s.a.v)'tan sahih ve sağlam bir yolla gelen sünnetin, Kitab'a muhalif bir hüküm bildirmesi mümkün değildir. Bazen lafız olarak, sanki aralarında bir zıtlık var gibi gö­rünse de aslında birinin anlatmak istediği, diğerinin aynıdır. Böyle durumlarda olan şudur: Bazen âyet ve hadisin muradı, müçtehide gizli kalmakta ve ilk anda aralarında çelişki var zannedilmektedir. Aslında böyle bir çelişki sözkonusu değildir.

İmam Şafiî'nin, er-Risâle'de zikrettiği ve çoğunluğun da bu ko­nuda kendisine uyduğu gibi sünnet, Kur'ân'daki hükümlere ve diğer meselelere delâlet etmesi bakımından üç çeşittir:

1- Bütün yönlerden Kitab'ın bildirdiği hükümlere benzer hüküm ortaya koyan sünnet. Bu tür sünnet, icmal ve beyân, kısalık ve açık­lama yönünden Kur'ân'a uyar ve onu destekler mahiyette hüküm or­taya koyar.

Meselâ: "İslâm, beş temel üzerine kurulmuştur," hadisi ile ALLAH Teâlâ'nın: "Namaz kılınız ve zekât veriniz."[741]  "Ey iman edenler! Si­ze oruç farz kılındı."  "Yol için gücü yetenlere Kabe'yi ziyaret etmesi, ALLAH'ın insanlar üzerinde bir hakkı ve emridir,"[742]  gibi mirleri, bu durumdadır. Her ikisi de namaz, zekât, oruç ve haccm farz oldu­ğunu göstermekte, fakat bu naslarda, verilen emirlerin keyfiyet ve şeklinden bahsedilmemektedir.

Âyetle hadisin aynı hükmü ortaya koymalarına bir başka Örnek: Meselâ, "Gönül hoşluğu ile vermesi dışında, hiç kimseye, bir başka müslümanın malı helâl değildir,"[743] hadisi, "Aranızda birbirinizin mallarını hırsızlık, kumar ve gasp gibi haksız sebeplerle yemeyin ve insanların mallarından bir kısmını, bile bile yalan şahidliği gibi gü­nahla yemek için o malları rüşvet olarak hâkimlere vermeyin,"[744]  âyetiyle aynı hükmü bildirmektedir.

Bir başka örnek: Meselâ, "Kadınlar hakkında (onlara kötülük etmekten) ALLAH'tan korkun. Onlar, sizin yardımcılarınızdır. Onları ALLAH'ın emaneti olarak yanınıza aldınız ve ALLAH'ın adıyla ferçlerini kendinize helâl kıldınız,"[745]  hadisi, ALLAH Teâlâ'nın: "Onlarla (ka­dınlarınızla) güzel.geçinin,"[746] âyetine uygunluk arzetmektedir.

2- Kitab'da bildirilen hükümleri açıklayan sünnet. Bu tür sün­net, Kur'ân'ın mücmelini tafsil, müşkilini beyân, mutlakını takyid, genel hüküm bildireni tahsis etmek suretiyle açıklamalarda bulunur.

Meselâ, namaz ve zekâtı açıklayan, vakit, miktar ve uygulama şekli gibi âyette zikredilmeyen hususları ortaya koyan sünnetler bu­na misaldir. Yine ALLAH Teâlâ'nın: "Siyah iplikten beyaz iplik tarafı­nızca seçilip ayrılıncaya kadar yemek ve cima size helâl kılınmıştır,"[747]  âyetindeki siyah ipliğin, gece karanlığı, beyaz ipliğin de gündüzün aydınlığı yani fecrin doğması olduğunu beyân eden sünnet bu kısma örnektir.

Yine: "Altın ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları ALLAH yolun­da harcamayanları acıklı bir azab ile müjdele,"[748]  âyetindeki azaba sebep olan biriktirmenin, onların zekâtını vermemek olduğunu açık­layan sünnet de bu kısma girer.

Yine: "Erkek ve kadın hırsızların ellerini kesiniz,"[749]  âyetinde kesilecek elin, sağ el olduğunu açıklayan sünnet ile "Yeminini bozanın bir şeye gücü yetmiyorsa, keffâreti üç gün oruç tutmaktır,"[750]  âyetindeki keffâret orucunun peşpeşe tutulacağını beyân eden sün­net ve "îman edip, imanlarına zulüm, karıştırmayanlar,"[751]  âyetindeki zulümle, şirkin kasdedildiğini belirten sünnet, hep bu kıs­ma girmektedir.

Sünnetlerin ekseriyeti bu kısma girer ve bunun için sünnet, "Kitab'ın açıklayıcısı" sıfatıyla tanınıp tarif edilmiştir.

3- Kur'ân'ın hüküm bildirmediği ve aksine bir beyânda da bu­lunmadığı konularda hüküm koyan sünnet.

Meselâ, neseb (sulb) yoluyla haram olanların, süt yoluyla da ha­ram olacağını; bir kadını, halası veya teyzesiyle birlikte nikâh altın­da bulundurmanın haram oluşunu, şuf a hakkını ve ikâmet hâlinde de rehin verilebileceğini, evli olup zina eden kadının recmedilmesi gerektiğini, Ramazan orucunu özürsüz olarak bozana keffâret gere­keceğini ve bunların dışında Kur'ân'da hakkında herhangi bir açıkla­ma bulunmayan konularda hüküm ortaya koyan ve açıklayan sün­netler bu kısma girer.[752]

el-Fikrü's-Sâmi kitabının sahibi, sünnetin bu üç kısma hasre-dilmesine karşı çıkarak demiştir ki: "Burada, bir dördüncü sünnet çeşidi daha vardır. O da cumhurun görüşüne göre; Kitab'ın bazı hü­kümlerini nesheden mütevâtir sünnet ve caiz görenlere göre âhad ha­berlerdir."

Meselâ, ALLAH Teâlâ'nın: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakırsa anaya, babaya ve yakınlara uygun bir şekilde ve mik­tarda vasiyyet etmesi, ALLAH'tan korkanlar üzerine bir borçtur,"[753]  âyeti, Hz. Peygamber (s.a.v)'in: "Vârise vasiyyet yoktur,"[754] hadisiyle neshedilmiştir.

Yine: "Zina eden (bekâr) kadın ve erkeğe yüz değnek vurunuz,"[755]  âyeti, "Bekâr bir kadın ve erkek zina ederlerse, yüz değnek ve bir sene sürgün cezası verilir,"[756] hadisini neshetmiştir. Buna göre bir hâkim, sadece celd (sopa) cezası uygularsa Kur'ân'a uymuş, sünnete ters düşmüş olur. Bu kısım hadis hakkında,  Hanefîlerle diğer mezhepler arasında ihtilâf vâki olmuştur.

İbnu'l-Kayyım (751/1350), İ'lâmu'l-Muvakkün adlı eserinde, bu kısma bir yenisini eklemiş ve hakkında uzun uzun bahsetmiştir.[757]  Orada vermek istediği şudur: Bazı mezheplere göre dördüncü bir kısma dahil edeceğimiz sünnet çeşidi daha vardır ki, o da Kur'ân'a muhalif hüküm ortaya koyan sünnettir. Halbuki, önce de beyân etti­ğimiz gibi sünnetin Kitab'a muhalif olması mümkün değildir ve hiç­bir müslümamn: "Bu olabilir," demesi düşünülemez.

el-Fikrü's-Sâmi adlı eser sahibinin, Ibnu*l-Kayyım'ın, Hanefî-lerle yaptığı münazarada ve Hanefîlere nisbet edilen: "Sünnet bazen Kitab'a ters düşebilir," görüşünü çürütmeye çalışırken söylediği söz­lerden anladığı bâtıldır. Çünkü Hanefîler, böyle bir şey söylememiş­lerdir. Hem onların sünnet anlayışından da böyle bir sonuç çıkarıla­maz. Bu konuyu biraz açıklayalım: Bil ki, bir nassın (âyet ve hadis) bildirdiği genel bir hükümden bazı fertleri hükmün dışına çıkararak bu nassa ek bir hüküm getirmek -eğer genel hüküm hemen peşinden getirilmişse- ittifakla tahsis olur ve bundan, hükmün herkese ait ol­madığı anlaşılır. Eğer yeni ve ek hüküm, genel hükümlerden ayrı ve daha sonra gelmişse, bunun nesh mi yoksa tahsis mi olduğu konu­sunda, Hanefîlerle diğer mezhepler arasında ihtilâf vardır. Hanefîler nesh, diğerleri tahsistir demişlerdir. Her iki grup da bu sonradan ge­len ek hükme verdikleri isme göre değerlendirme yapmışlardır. Çün­kü neshin ve tahsisin hükümleri farklıdır.

Meselâ, sahih olan görüşe göre haber-i vâhid, Kitab'ı ve mütevâtir sünneti neshetmez; ancak tahsis eder. Bir yeni ek hüküm haber-i vâhidle geldiğinde, Hanefîlerin dışındakiler: "Bu, öncekini tahsis eder, eğer haber-i vâhid genel hükme ters düşse bu, onun sıh­hatini zedelemez; o, sahih bir sünnettir" demişler, Hanefîler ise: "Tahsis etmez, çünkü zaman ve yer olarak ayrıdır; nesh de etmez, çünkü haber-i vâhiddir. Haber-i vâhid, Kitab'a ters bir şey ortaya koymaz. Kitab'a ters düştüğünde, onun sahih olmadığı kabul edilir. Böyle bir haberin, Rasûlullah (s.a.v)'a dayandırılmış bir yalan oldu­ğu ve ondan gelmediği ortaya çıkar. Çünkü Uz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, hiçbir zaman Kitab'a ters düşmez," demişlerdir.

Bundan anlaşılıyor ki Hanefîler, Kitab'a ters düşen bir sünnet çeşidinden bahsetmemişlerdir. Hem, onlardan böyle bir şeyin meyda­na gelmesi de düşünülemez. Böyle bir durumda Hanefî hâkim, sade­ce Kur'ân'm bildirdiği hükümle amel edip ona ters düşen sünneti terketse, Hanefîlerce bu hâkime: "Sünnete muhalefet etti," denmez. Çünkü Kur'ân'a ters düşen haber, onlara göre sahih sünnet değildir. Bu hâkim için ancak: "Kitab'a ve Rasûlullah (s.a.v)'tan gerçek olarak sâdır olan sünnete uygun hareket etti," denir. Fakat diğerlerine göre: "Sünnete muhalefet etti," denir. Çünkü bu haber, onların nazarında sahih ve kesindir. Bir de onlar, tahsis eden nassın tahsis ettiği nassa bitişik olmasını şart koşmazlar ve haber-i vâhidle tahsisi caiz görüp onunla, genel hüküm bildiren nass arasındaki çelişmeyi sadece lafız­larda kabul ederek haberin sıhhatini zedeleyecek bir durumun bu­lunmadığını savunurlar.

Yine bahsi geçen müellifin, İbn Kayyım'ın sözünden: "Hanefîlere göre mütevâtir sünnet, haber-i vâhid gibidir," şeklindeki anlayışı da bâtıl ve yanlıştır. Çünkü Hanefîler: "Eğer bu ek hükmü koyan mütevâtir sünnet olup nassın bazı hükümlerini neshetmiş ise hâkimin ona muhalefet etmesi caiz değildir," derler.

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre bu yeni ek hüküm, üç hâl­de değerlendirilmiştir :

1- Rasûlullah (s.a.v)'tan gediği sabit olmamıştır; çünkü o, haber-i vâhiddir. Bu, Hanefîlerin görüşüdür.

2- Mütevâtir habere dayanıyorsa Önceki hükmü nesheder. Bu görüş de Hanefîlere aittir.

3- Mutlak olarak tahsis edicidir. Bu da Hanefîlerin dışındakilere aittir. Buna göre sözü edilen ilâve hüküm, sahih ve sağlam bir nakle dayanıyorsa ya nesh ya da tahsis edicidir; başka bir şey değildir.

Bütün nesh ve tahsis eden sünnetler, ya Kitab'ı beyân eder veya onun sükût ettiği konularda yeni bir hüküm ortaya koyar. Bu du­rumda hiçbir mezhebe göre: "Sünnet, Kitab'a muhalif hüküm ortaya koymuştur," denemez.

Biraz düşünüldüğünde bütün nesh ve tahsis eden sünnetlerin, iki alanda uygulandıkları görülecektir:

1- Kitab'ı açıklamada,

2- Kitab'ın sükût ettiği konularda müstakil hüküm ortaya koy­mada.

Bu iki şeklin, muhassiste (tahsis eden sünnette) nasıl meydana geldiğini kısaca açıklayalım: Tahsis eden nass, tahsis edilene zaman ve yer olarak ister bitişik olsun, ister ayrı olsun, durum aynıdır ve olan şudur:

Tahsis eden nass, geneli ifade eden nassın hükmünü bazı fertle­re hasreder. Biz de bu sayede hükmün muhat ablarının, ilk akla gel­diği gibi herkes olmayıp bazı fertler olduğunu anlarız. Bu tahsis, Ki-tab'ın nassıyla bildirilen hükmün, bu belirtilen fertlere ait olduğunu ve bunların dışında kalanları muhatab almadığını gösterir. O zaman Kur'ân âyeti ilk inerken sanki sadece tahsis gören fertlere hitab edip kalanlara bir şey söylememiş gibi olur. Sonra tahsis gören nass, -hi­tab etmediklerini hükmün dışında tutarsak- sadece hükme dahil olanlara yapılan bir hitab olmuştur.

Meselâ: "Kavim geldi, ancak câhiller hariç" dediğimizde, kavim kelimesi, istisna yapmazdan önce, âlimi de câhili de içine alıyordu. Peşinden istisna yapılınca; dinleyen, gelenlerle âlimlerin kasdedildi-ğini anlayacaktır. Bu durumda, sanki bu sözü söyleyen, ilk olarak "âlimler geldi," demiş olacaktır. Fakat bununla, câhiller hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm anlaşılmamaktadır. Kavimle anla­tılmak istenenin âlimler olduğu açıklandıktan sonra, "kavim geldi," demek de aynı şekilde değerlendirilebilir. Sonra istisna, bazılarının hükümden çıkarıldığını gösterdiği gibi çıkarılanların hükmünün de istisnadan öncekilerin hükmüne ters olduğunu ifade eder ki biz, bu­nu: "câhiller gelmedi," şeklinde ayrıca ifade edebiliriz.

Fakat burada "kavim geldi" sözüyle, câhillerin gelmediği anla­tılmak istenmemiştir ki tahsis, sadece bir açıklamadır, denebilsin. Bazen tahsisle ayrı bir hüküm de ortaya konabilir. Meselâ, şu örneğe bakalım: Hz. Peygamber (s.a.v), ALLAH Teâlâ'nm: "Bu sayılan kimse­lerden başkasıyla evlenmeniz size helâl kılındı,"[758]  âyetinden sonra: "Bir kadını hala ve teyzesiyle bir nikâhta tutmak haramdır; neseb yo­luyla birbirine haram olanlar, süt emme yoluyla da haram olur,"[759]  buyurduğunda bu sözüyle bize, âyette geçen: "Bunların dışındakiler ifadesiyle âyette anlatamayanların hepsi değil, bir kısmının kasde-dildiğini açıklamış olur. O zaman âyet-i kerîme, sayılanların dışında kalanların hepsinin değil, hadisle tayin edilen bir kısmının helâl ol­duğunu göstermiş, bunlardan ayrılan diğer bir kısım hakkında hü­küm bildirmemiştir. Ayet umum olarak gelmiş olsaydı, sadece bu ilk kısmın uygulanması uygun olurdu. Çünkü bu durumda anlaşılacak olan budur. Hem bir tahsis, ancak nasla bilinebilir. Buna göre Rasûlullah (s.a.v)'ın sözü, âyetin kapsamına girmeyen bazılarının da haram olduğunu belirtmiştir.

Nesheden nass hakkında da benzeri değerlendirmeyi yapabili­riz. Şöyle ki: Nâsih, önceki hükmün zamanının bittiğini bildirir. Bu durumda hükmü kaldıran nass, ondan murâdm ne olduğu açıklan­dıktan sonra, ifade ettiği hükmün zamanının, onun nüzul vaktinden başlayıp nesheden nassm nüzulüne kadar devam ettiğini gösterir. Fakat neshedildikten sonra, yeni hüküm hakkında sükût edip yapıl­ması veya yapılmaması konusunda bir şey arzetmez. Diyelim ki, ya­pılmaması hakkında bir hüküm ortaya koydu da hükmün çeşidine işaret etmedi. Meselâ, hükmü kaldırılan şey, bir vâcib olsun. Buna göre düşündüğümüzde vâcib neshedilince; bu, bize onun ortadan kalktığım gösterir. Fakat yerine geçecek hükmün derecesini, yani haram mı, mekruh mu, mübâh mı yoksa nıendûb mu olduğunu net olarak göstermez. Şayet: "Vücûb nesholunca cevaz olarak kalır," gö­rüşünde olanlara göre hareket etsek, bu da bize, onun mübâh mı yok­sa mendûb mu olduğunu göstermez. Ancak nesheden nass gelir ve müstakil olarak açıklamada bulunur ve meselâ, "Yeni hükme göre şu iş haramdır," derse durum netleşmiş olur.

Bütün bunlardan, el-Fikrü's-Sâmi kitabının müellifinin görü­şüyle, İbnu'l-Kayyım'ın İ'lâmu'l-Muvakkitn adlı eserindeki sözle­rinden, dördüncü tür bir sünnet fikri ve açıklamalarının bâtıl olduğu anlaşılmaktadır.

Aslında, onun anlattığının dışında dördüncü çeşit bir sünnetten bahsetmek mümkündür ki bu, Kur'ân tarafından açıklanan sünnet­tir. Âlimlerin beyânına göre Kur'ân, sünnetin umûmunu tahsis, mut-lakını takyid, bazısını nesheder. Bütün bunlar, -hatırlanacağı gibi-sünnet için bir yönüyle açıklama hükmündedir. Bu kısmı, yukarıda anlatılan sünnet çeşitlerine dahil etmek mümkün değildir.

Âlimlerin: "Sünnet, Kur'ân için bir açıklayıcıdır" sözü, sünnetin genelde yaptığı duruma göre söylenmiştir. Bunun dışında sünnet, Kur'ân'ı te'kid ettiği, ondan ayrı, müstakil hükümler koyduğu gibi aynı zamanda Kur'ân tarafından açıklanan bir kaynaktır.

Bil ki, yukarıda yapılan üçlü taksimin birinci ve ikinci kısımla­rında bütün müslüman âlimler ittifak halindedirler. Üçüncü kısımda ise ihtilâf etmişlerdir. Nitekim İmam Şafii (204/819), er-Risâle'de, bunu şöyle açıklar: "İlim ehlinden kimsenin sünnetin üç çeşit oldu­ğunda muhalefet ettiğini bilmiyorum. Bunun iki kısmında ittifak halindedirler. Bu üç sünnet şudur:

1- ALLAH Teâlâ, bir konuda hüküm bildiren bir âyet indirir. Hz. Peygamber (s.a.v) de Kitab'ın nassına benzer açıklamalarda bulu-

2-  ALLAH Teâlâ, Kitabı'nda birtakım kapalı hükümler indirir. Hz. Peygamber (s.a.v) de ALLAH'ın murâdını ve âyetin mânâsını açık­lar.

Bu iki kısımda ulemâ ittifak halindedirler.

3- Hakkında Kitab'da bir nass bulunmayan konularda Hz. Pey­gamber (s.a.v), sünnetiyle hüküm koyar.

Alimlerden birisi demiştir ki; ALLAH Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.v)'e -O'na itaati farz kılarak ve Um—i ilâhîde ilâhi tevfiki ile yap­tıklarından razı olarak- hakkında Kur'ân'da bir nass bulunmayan konularda, sünnetiyle hüküm koyma yetkisi vermiştir."

Alimlerden birisi de şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.v)'in ortaya koyduğu her sünnetin mutlaka Kur'ân'da bir aslı vardır. Meselâ, na­mazın adet ve yapılış şeklini açıklayan sünnet, namazı farz kılan âyetlere dayanmaktadır. Alış-veriş konularındaki uygulamalar da böyledir." Çünkü ALLAH Teâlâ, âyet-i kerîmede: "Mallarınızı aranız­da haksız muamelelerle yemeyiniz,"[760]  emrini vermiş, bir diğerinde: "ALLAH, alış-verişi helâl, ribâyı haram kıldı,"[761]  buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) de helâl ve haram kıldığı konularda, namazda ol­duğu gibi ilk emri ALLAH Teâlâ'dan alarak açıklama ve uygulamalar­da bulunmuştur.

Bir diğer âlim ise şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a.v)'e sünnet, va­hiyle gelmiş; sünnet de ALLAH'ın bu yolla farz kıldıklarını açıklamış­tır."

Bir âlim de der ki: "ALLAH Teâlâ, Rasûlullah'ın bütün sünnetle­rini kalbine ilkâ etti. Hz. Peygamber (s.a.v)'in kalbine ALLAH tarafın­dan ilkâ edilen, hikmettir. Demek ki kalbine ilkâ edilenler, onun sün­netidir."[762]

Bu üçüncü kısım sünnet hakkında nakledilen sözlerden anlaşıl­dığı gibi birinci, üçüncü ve dördüncü sözler, ittifakla sünnetin müsta­kil olarak hüküm koyduğunu göstermekte ancak Rasûlullah (s.a.v)'m, bu müstakil hükmü, ALLAH Teâlâ'nın kendisini doğruya yö-neltmesiyle bizatihi tarafınca mı verdiği ya da ALLAH Teâlâ'nın kendi­sine o hükmü vahiy mi ettiği veyahut ilhamla mı bildirdiği hususun­da âlimler, farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Aslında bu ihtilâf, bizi fazla ilgilendirmiyor.

Yukarıda nakledilen ikinci söz ise sünnetin müstakil hüküm koymasına muhaliftir. Bunun için biz de üçüncü bahiste bu konuyu işleyeceğiz ve sünnetin hüküm koymada müstakil olup olmadığını açıklayacağız.


[741] Bakara, 110.

[742] Al-İmran, 97.

[743] Buharı, Hibe, 14; Müslim, Zekât, 98; Ahmed,Müsned, VI, 99.

[744] Bakara, 188.

[745] Buhârî, Hacc, 147; Ebû Dâvud, Menâsik, 56; İbn Mâce, Menâsik, 84.

[746] Nisa, 19.

[747] Bakara, 187.

[748] Tevbe, 34-35.

[749] Mâide, 38.

[750] Mâide, 89.

[751] En'am, 82.

[752] İbn Kayyım, bütün sünnet çeşitlerinin bu üç grupta toplandığını beyan eder; Bkz. et-Turûku'l-Hükmiyye, 72-73.

[753] Bakara, 180.

[754] Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebû Dâvud, Vasâyâ, 6; Tirmizî, Vasâya, 5.

[755] Nûr, 2.

[756] Buhârî, Şehâdât, 8;Hudu, 32; Ebû Dâvud,Hudud, 23.

[757] Ibnu'l-Kayyım, a.g.e., II, 382.

[758] Nisa, 24.

[759] Buhârî, Nikâh, 6; Müslim, Radâ, 1; Ebû Dâvud, Nikâh, 6.

[760] Nisa, 29.

[761] Bakara, 275.

[762] İmam Şafiî'den yapılan nakiller için bkz. er-Risâle, 51, 52, 53.