- Sünnet

Adsense kodları


Sünnet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ecenur
Wed 3 March 2010, 01:09 am GMT +0200
Sünnet



İkinci Delil
Sünnetin Tarifi ve Çeşitleri


Sünnet lügatte alışılmış yol demektir. Usûlcülere göre ise Rasûlullah´tan (s.a.) den sadır olan her türlü söz, fiil ve takrire denir. Bu tarif sünnetin üç çe­şidine de işaret etmektedir:

1- Kavlî sünnet
: Bu, Rasûlullah (s.a.)´in çeşitli maksat ve münasebetlerde söylediği hadisi şeriflerdir. Meselâ: "Ameller niyetlere göredir", "Zarar vermek ve zarara zararla mukabele etmek yoktur", "Mer´ada otlayan hayvanda zekat vardır", "Vârise vasiyet yoktur", deniz suyundan abdest almanın hükmünü so­rana cevap olarak söylediği "Onun suyu temiz, meytesi helaldir" gibi sözleri bu kabildendir.

2- Fi´lî Sünnet: Bu, Rasûlullah (s.a.)´in yaptığı fiilerdir. Meselâ: Beş vakit namazı kılması, haccı eda etmesi, müddeînin yemini ve bir şahitle hüküm vermesi, hırsızın sağ elini bileğinden kesmesi gibi.

3- Takrîrî Sünnet. Bu, Rasûlullah (s.a.) in yanında meydana geldiği veya zamanında meydana gelip de haberdar olduğu halde sükût ettiği veya açıkça "olur" verdiği veya kendilerinden onu güzel bulduğuna ve memnun olduğuna delâlet edecek bir tavrın sadır olduğu şeydir. Meselâ: Sahabeden iki kişi su bu­lamamış teyemmüm etmişlerdi. Daha sonra su buldular, birisi abdest alıp na­mazını iade etti diğeri etmedi. İade etmeyene "Sünnete uygun hareket ettin, kıl­dığın namaz kâfidir" demesi, diğerine de "Sen de iki kere ecir aldın" demesi bir takrîrî sünnettir. Aynı şekilde: Rasûlullah´ın sofrasında kertenkele yenmesi, Muaz bin Cebel´in Yemen´e giderken nasıl hükmedeceğini beyan sadedinde "Önce Kur´anla, sonra sünnetle, sonra ictihad ile" hükmedeceğini söylediğinde bunu uygun bulması, Üsâme ile Zeyd´in ayaklarına bakarak "bunlar birbirin-dendir" diye hükmeden kişinin bu hükmünden çok memnun olması... hep takr­îrî sünnettir. Bu hâdiseden sonra "kıyâfe" (insanların eline? ayağına, yüzüne, şekline bakarak hangi kabileye, hangi ırka ait olduğunu bilme) nesebin isbatı için bir yol olarak kabul edilmiştir. Hanefîlerin dışında fukahanın cumhurunun görüşü budur.



Sened Bakımından Sünnetin Kısımları



Sünnet senedi bakımından cumhura göre iki kısımdır: Mütevâtir sünnet, âhâd sünnet[1]. Hanefîlere göre ise üç kısımdır: Mütevâtir sünnet, meşhur sün­net, âhâd sünnet[2]

Mütevâtir sünnet: İlk üç asırda[3] yalan üzerine ittifakı âdeten mümkün ol­mayan bir topluluğun Rasûlullah (s.a.) den rivayet ettiği hadistir. Meselâ: Ab-dest, namaz, oruç, hac, zekat, ezan, ikamet gibi şeâir-i İslâm´dan olup Rasûlul-lah´tan rivayet edilen amelî sünnetler "Kim benim üzerime yalan söylerse ce­hennemdeki yerine hazırlansın", "Ateşte yanacak ökçelere yazık" gibi hadisi şerifler mütevâtirdir. Muhammed bin Cafer el-kettânî´nin en-Nazmü´l-Mütenâsir fi´l-Hadisi´l-Mütevâtir adlı kitabında belirttiğine göre mütevâtir hadislerin sayısı 309 kadardır.

Mütevâtirin hükmü: Mütevâtir, Rasûlullah´tan kat´î olarak sabit olan ha­distir. O halde kesin bilgi ve yakîn ifade eder, inkâr eden kâfir olur.

Hadis mütevâtir olması için rivayet edenlerin sayısı konusunda tercih edilen ölçü şudur: Muayyen bir sayı sınırlaması koymadan, kişide haber veren­lerin sözleri hakkında kat´î ilim ve yakîn hasıl eden mikdardır.

Meşhur sünnet: Rasûlullah´tan rivayet edenlerin sayısı -bir veya iki kişi olabilir- mütevâtirde aranan sayıya ulaşmayan, fakat sahabeden sonra ikinci hicrî asırda yayılıp yalan üzerinde ittifakları mümkün görülmeyen bir mütevâtir rivayet topluluğunun nakledegeldiği sünnettir. Üçüncü hicrî asırdan sonra meş­hur olması muteber değildir. "Ameller niyetlere göredir", "İslâm beş esas üzere bina edilmiştir", "Zarar vermek, zarara zararla mukabele etmek yoktur", hadis­leri, mesh üzerine meshetmek hadisi, Recm hadisi, meşhur hadislerdendir.

Tevatürle bunun farkı şudur: Tevatürde şart koşulan topluluk mütevâtir sünnette ilk üç asrın her birinde mutlaka bulunmalıdır. Halbuki meşhur sün­nette bu mikdann ilk halkada bulunması şart değildir.

Meşhur sünnetin hükmü: Bu sünnetin, onu rivayet eden sahabeden nak-ledilişi kat´îdir, ancak Rasûlullah (s.a.) den rivayet kat´î değildir. Dolayısıyle itminan ve yakîne yakın zan ifade eder, inkar edenler fasık olur. Mütevâtir sün­nette olduğu gibi meşhur´la da Kur´an-ı Kerîm´in umûmu tahsis, mutlakı tak-yid edilebilir.

Âhâd sünnet: Rasûlullah´tan (daha sonraki asırlarda da) rivayet edenlerin sayısı, bir veya ikiyi geçmeyen veya tevatür seviyesine ulaşmayan hadistir. Hadislerin pek çoğu âhâddır. Buna haber-i vâhid denir. Hükmü: Bu sünnet zan ifade eder. İtminan veya yakîn ifade etmez. Bu hadisin Rasûlullah´tan sudûru zannîdir. Ancak, sübûtunda şek olduğundan itikadı vacib olmasa bile onunla

amel edilmesi vacibtir. Alimlerin cumhurunun görüşü budur. Çünkü sahih ha­dis râvilerinde adalet, zabt ve itkan sıfatlan kamilen mevcut olması sebebiyle bu zan, vukuu râcih (Yani Rasûlullah´ın bu hadisi söylemiş olması kuvvetle muhtemel) olan bir zandır. Bu da bu hadisle amel etmenin vacib olması konu­sunda kâfidir.



Sünnetin Hükümlere Delâleti


Eğer başka manaya tevil ihtimâli yoksa, sünnetin ahkâma delâleti kat´î, varsa zannî olur. Sünnet bu hususta Kur´an gibidir. Ancak farkı, Kur´an-ı Kerîm´in tamamı sübûtu veya vurûdu kat´îdir. Sünnet ise, mütevâtir sünnetin dışında sübûtu veya vurûdu kat´î değildir. Şu halde sünnet sübûtu kat´î olan, sübûtu zannî olan olmak üzere iki çeşittir. Ama delâlet açısından o aynen Kur´an gibidir. Kur´an-ı Kerîm ve sünnetten her birinin delâleti kat´î de olabilir zannî de olabilir.



Sünnetin Yeri



Hüccet olması açısından sünnet, Kur´an-ı Kerîm´den sonra ikinci dere­cede gelir. Çünkü Kur´an-ı Kerîm sübûtu kat´î, sünnet ise sübûtu zannîdir. Kat´î olan, zannî olandan önce gelir. Çünkü sünnet Kur´an´ın beyanıdır, beyan beyan olunana tâbidir. Yukarıda geçen "Ne ile hükmedeceksin ey Muaz" hadisi de buna delâlet etmektedir.

İçinde varid olan hükümler açısından sünnetin yeri dört kısımdır1:


/- Sünnetin Kur´anı teyid etmesi: Namaz kılmayı, zekat vermeyi, rama­zan orucunu tutmayı, hacca gitmeyi emretmesi, Allah´a şirk koşmayı, yalan şahitliği, ana-babaya âsî olmayı, haksız yere adam öldürmeyi nehyetmesi Kur´an´ı teyiddir. "Hiç bir müslümanın malı gönül nzası olmadan helal olmaz" hadisinde olduğu gibi başkasının malını yemeyi nehyeden bu hadis "Ey iman edenler, aranızda mallarınızı bâtıl yollarla yemeyin" (Nisa: 4/29) ayetini, "Ka­dınlara hayrı tavsiye edin" hadisi "Onlarla iyi geçinin" (Nisa: 4/193 ayetini te­yid etmektedir.

2- Sünnetin Kur´anı beyan etmesi: Bu beyan üç çeşittir:


a) Kur´an´ın mücmelini beyan etmesi: Meselâ kavlî ve fiilî sünnetler iba­detlerin şeklini, muamelâtın esaslarını beyan etmiştir.

b) Kur´an´ın âmm (umumi olan) lafızlarını tahsis etmesi: Meselâ "Kadın, ne halası ne teyzesi, ne erkek kardeşinin kızı, ne kız kardeşinin kızı üzerine nikahlanmaz" hadisi "... bunların gerisindekiler size helâl kılınmıştır" (Nisa: 4/24) ayetini tahsis etmiştir.

c) Kur´an´ın mutlakını takyid etmesi: Meselâ: Rasûlullah (s.a.) in hırsızın elinin bilekten kesileceğini bildirmesi "Erkek hırsızın ve kadın hırsızın ellerini kesin" (Maide: 5/38) ayetinde mutlak gelen "el" i takyid etmiştir.

3- Sünnetin Kur´anı neshetmesi: Meselâ "Vârise vasiyyet yoktur" hadisi "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir şekilde vasiyet vardır" (Bakara: 2/180) mealindeki vârise vasiyeti emreden ayeti nesh etmiştir. Şâfıî hariç cumhurun görüşü budur.

4- Kur´an-ı Kerîm´in sukut ettiği hususlarda sünnetin yeni bir hüküm ge­tirmesi: Meselâ, muhsan (evli) olan zâninin recmedilmesi, bir şahid ve bir ye­minle hükmedilmesi, erkeklere ipek ve altın kullanmanın haram olması, sa-daka-i fıtır, âkile (katilin akrabaları) üzerine diyet yüklenmesi, ehlî eşek etinin haram olması, esirlerin kurtarılması gibi haberler bu cümledendir.



Sünnetin Hüccet Oluşu



Kur´an-ı Kerîm gibi şer´î hüküm istinbât edilmesi hususunda sünnetin de uyulması vacib ve ahkam için ikinci kaynak olduğu üzerinde âlimler ittifak et­mişlerdir. Buna dair Kur´an´dan icmâ ve makul (aklî delil) den pek çok delil vardır[4]

Kur´andan deliller. Allah (c.c.) peygamber (s.a. a itaat edip ona uy­mayı müminlere farz kıldı, peygamberine itaati kendine itaat saydı, aralarında çıkan nizalan Allah ve Rasûlüne havale etmelerini müslümanlara emretti. Allah ve Rasûlünün verdiği hüküm de -erkek olsun kadın olsun- hiç bir mümine ter­cih hakkı bırakmadı, pek çok ayet-i kerimede peygamberin hükmünü kabul et­meyenin imanı olmayacağını beyan etti. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

"Ey iman edenler! Allah´a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sa­hiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah´a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah´a ve Rasûlüne götürün, bu hem ha­yırlı hem de netice bakımından daha iyidir." (Nisa: 4/59). "Kim Rasûle itaat ederse Allah´a itaat etmiş olur" (Nisa: 4/80). "Hayır: Rabbine andolsun ki arala­rında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hüküm­den içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyle kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65). "Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur." (Ahzab: 33/36).

"Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan dâ sa­kının" (Haşr: 59/7). "De ki: Eğer Allah´ı seviyorsanız buna uyunuz ki Allah-da sizi sevsin" (Ali imran: 3/31). "Bu sebeple onun emrine aykırı davrananlar, başkalarına bir belâ gelmesinden veya ke, tdilerine çok elemli bir azab isabet et­mesinden sakınsınlar" (Nur: 24/63).


Bu ve benzeri ayet-i kerimeler, sünnetinde Rasûlullah (s.a.) e uymanın farz olduğuna kesin şekilde delâlet etmektedir.

2- Kur´an-ı Kerîm´den sonra sünnetle amel etmenin farz olduğunda as-hab-ı kiram ittifak etmiştir. Kur´an-ı Kerîm´in emirler ve "Allah´ın kitabında bulamazsam, Rasûlullah´ın sünnetine göre hükmederim" diyen Muaz´ı Rasûlullah (s.a.) in tavsib etmesi buna delildir. Muaz bin Cebel´in bu sözü, hükmü Kur´an-ı Kerîm´de bulunmayan hâdiselerin fetvasında ashab-ı kiramın takip ettiğği bir metod haline gelmiş, tabiîn ve zamanımıza kadar geçen müteakip nesiller de bu yol üzere yürümüşlerdir.

3- Makul: Sünnetin beyanı olmadan, mücerred Kur´an-ı Kerîm´de vârid olan icmâlî hükümlerle amel etmek mümkün olmaz. Zira ancak şu iki şeyle Ra­sûlullah´ın tebliği Rabbinin vahyi olur: Kur´an-ı Kerîm´i okutması ve onu be­yan etmesi. Böylece şeriat Kur´an-ı Kerîm ve Sünnetle beraberce şekillenmiş­tir. Bunların birisinin diğerinden müstağni olması mümkün değildir. Buna delil "Namazı dosdoğu kılın, zekatı verin" (Bakara: 2/43), "Oruç size yazılmıştır" (Bakara: 2/183), "Yol bakımından gidebilenlerin o evi haccetmesi Allah´ın in­sanlar üzerinde bir hakkıdır" (Âli imran: 3/97), "Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kıldı" (Bakara: 2/275), "Bunların ötesindekiler sizin için helâl kılındı" (Nisa: 4/24), "Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesin" (Maide: 5/38) ayet-i kerimeleri gibi beyan ve izaha ihtiyacı olan ayetlerdir. Rasûlullah (s.a.) nama­zın, zekatın, orucun nasıl yapılacağını, haccın nasıl eda edileceğini, sahih bir alış-verişin şartlarını, haram olan faizin çeşitlerini, mahremlerin dışındaki ka­dınların nikahının hangi şartlarda sahih olduğunu, hırsızın elinin nereden kesi­leceğini beyan etmiştir. "İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana da bu Kur´anı indirdik." (Nahl: 16/44) ayetinin emrine göre de Rasûlullah (s.a.) in Kur´an-ı Kerîmi beyan etmesi vaciptir.

Sünnet bu hükümleri beyan etmeseydi bunların tatbiki mümkün olmazdı. İster Kur´an hükümlerinin mücmel olanını beyan veya mutlakını takyid etmiş olsun, isterse Kur´an-ı Kerîm´in sükût ettiği yeni bir hüküm ortaya koysun, her hususta sünnete uymak vacib olmuştur. Çünkü neticede sünnet ilâhî vahye da^ yanir. Nitekim Allah (c.c.) da bunu şu sözüyle ilan etmiştir: "O, kötü arzularına göre de konuşmaz. O (nun konuşması) vahyedilenden başkası değildir" (Necm: 53/3-4).



Haber-i Vahid Hakkında Âlimlerin Görüşleri



Sahabe, tabiîn ve sonrakiler âhad yolla Rasûlullah´tan rivayet edilen sün­netlerle amel etmenin vacib olduğunda ittifak etmişlerdir. Haberi vahid, tevatür hadis veya meşhur hadis derecesine ulaşamayıp, yalnız bir veya iki kişinin ri­vayet ettiği hadistir. Mezhep imamları, rivayetin anştırılması ve sahih olmayanlırının ayrılması maksadiyle, haberi vahidle amel edilmesi için bazı şartlar koymuşlardır.

Hanefîler haber-i vahidle amel etmek için şu üç şartı getirmişlerdir[5]


1 - Râvi rivayet ettiğinin hilâfına amel etmiş olmamalı. Amel etmiş ise ri-vayetiyle değil görüşü ile amel edilir. Çünkü hilafına amel etmesi, rivayet etti­ğini nesneden bir habere muttali olduğunu ve ona dayandığını gösterir. Bu se­beple Hanefîler, Darakutnî´nin de rivayet ettiği gibi "Ebu Hureyre köpeğin sun­duğu kabı üç defa yıkamakla yetindi" diyerek yine onun rivayet ettiği "Yedi defa yıkanması lazım geldiği" ne dair rivayetle amel etmemişlerdir.

2- Hadis, çok vuku bulan ve herkesi ilgilendireni bir konuda olmamalı. Çünkü böyle olursa onun tevatür veya şöhret (meşhur hadis) yolu ile rivayet edilmesi için sebepler mevcut olduğu halde âhâd tariki ile rivayet edilmesi hadi­sin sübûtu hakkında şüphe uyandırmaktadır. Bu sebeple namazda rükûya gi­derken ellerin kaldırılmasına dair rivayetle amel etmemişlerdir.

3- Eğer ravi fakih değil ise rivayet ettiği haber şer´î esaslara ve kıyasa muhalif olmamalıdır. Bu sebeple Hanefîler Ebu Hüreyre´nin sütü sağılmadan bir kaç gün beklettikten sonra "bol sütlü" zannedilerek satın alınan koyun sa­ğıldıktan ve sütsüz olduğu anlaşıldıktan sonra bir sa´ hurma ile beraber geri verileceğine dair rivayet ettiği hadisle amel etmemişlerdir. (Bu hadis "musarra olanlar misli ile, kıyemî olanlar kıymetiyle tazmin edilir" şeklindeki tazmin ka­idesine muhaliftir. Ayrıca bu : Bir malın kâr ve geliri onun mülkiyeti ve tazmin riski mukabitindedir, yani nimet külfet mukabilindedir, hadisine ters düşmek­tedir. Çünkü bu hadis, malın mülkiyeti kimde ise, helak olduğu zaman kimin hesabına gidecekse gelirini de ona vermektedir.

Aslında Hanefîlerin bu hadisle amel etmeyişlerinin,sebebi sahabe hakkın­daki ta´nları değildir, bilakis burada hadisin "muddarib" olması (aynı ravinin hadisi değişik lafızlarla rivayet etmesi) veya mansuh olması veya onların naza­rında zayıf olması gibi başka sebepler vardır.

İmam Malik de haber-i vahidle amel edilebilmesi için hadisin Medine ehli­nin ameline muhalif olmamasını şart koşmuştur. Çünkü ona göre Medine ehli­nin ameli Rasulullah´tan rivayet ettikleri hadis derecesindedir. Bir topluluğun rivayet ettiği ile amel etmek bir kişinin rivayet ettiği ile amel etmekten evlâdır. Bu sebeple Malikîler, Medine ehlinin icmâına muhalif olduğu için "hıyar-ı mec­lis" hadisi ile amel etmemişlerdir[6].

İmam Şafiî de haber-i vahid ile amel etmek için şunları şart koşmuştur[7]:

"Râvinin, dininde güvenilir, doğru, yaptığı rivayeti anlayan ve iyi zabte-den birisi olmalı ve ilim ehlinin (aynı konudaki) hadisine muhalif olmamalıdır demiştir." Bu şartların neticesi haber-i vahidi kabul etmemektir.

İman Ahmed bin Hanbel de İmam Şafiî gibi senedin sıhhati dışında he-ber-i vahidle amel etme hususunda başka şart koşmamıştır[8]

.

Mürsel Hadis



Usülcülerin ıstılahında mürsel hadis, ister munkati´ veya mu´dal veya muallak olsun Rasûlullah´la görüşmemiş âdil kişinin "Rasûlullah şöyle dedi" şeklinde rivayet ettiği hadistir.

Sahabenin mürselinin kabul edileceğinde ihtilaf yoktur. Çünkü sahabenin hepsi adi sıfatına sahiptir. Sahabenin haricindekilerin mürsellerine gelince Şafiî hariç Cumhurun nezdinde makbuldür. Çünkü âdil ve sika (güvenilir) olan râvi bir hadisi Rasûlullah´ın söylediğine kesin inanmadıkça irsal yapmaz ve rivaye­tini caiz görmez[9]

İmam Şafiî aşağıdaki beş şeyden birisiyle takviye edilmedikçe mürsel hadisi kabul etmez:


1- Said bin Müseyyib, Zührî, Hasan el-Basrî, Şa´bî ve İbni Şîrîn gibi tabiînin büyüklerinin mürsellerinden olmalıdır.

2- Müsned bir hadisin onu mana yönünden teyid etmesi lazımdır.

3- Âlimler nazarında makbul olan bir mürselin ona muvafık olması la­zımdır.

4- Bir sahabe kavli onu teyid etmelidir.

5- Âlimlerin çoğunluğunun fetvasıyle takviye edilmiş olmalı.

İmam Şafiî´nin delili şudur: Ravinin haberinin kabulü onun âdil olarak bilinmesi şartına bağlıdır. Halbuki mürselde aslın adaleti bilinmemektedir, zira onun ismi ve vasfı bilinmiyor. Bunları bilmiyorsak bu rivayetin reddinden başka yol yoktur. Yukarıda geçen beş şeyden biriyle teyid edilmiş olursa râvi-nin doğruluğu yalan söyleme ihtimaline tercih edilir ve o hadisle amel etmek caiz olur[10]



Peygamberin Fiilleri


Peygamber (s.a.) in fiilleri üç çeşittir[11]


Fıtrî hareketleri: Bunlar oturup kalkma, yeme, içme, uyuma, yürüme gibi insan olmanın gereği zat-ı âlilerinden sadır olan fiillerdir. Bunlar kendisi için mubah hareketler olduğu gibi ümmeti için de mubah hareketlerdir, dolayı-sıyle bunları yapmak ve bu davranışlarında Rasûlullah´a ittiba etmek bize vacib değildir. Ama meselâ sağ elle yemek gibi mendup veya sünnet olduğuna dair hakkında delil varsa o şer´î bir hüküm olur.

Dünya işlerindeki tecrübesi ve bilgisi gereği kendilerinden sadır olan tice-ret, ziraat, harp idare etmesi, bir hastaya ilaç tarif etmişi gibi hareketleri de bu kabildendir, şer´î bir hüküm sayılmaz. Çünkü bunlar ilâhî vahy ile değil şahsi ictihad ve tecrübe ile yapılan fiillerdir. Bu sebepledir ki Bedir gazasında Rasû­lullah (s.a.) orduyu muayyen bir yere yerleştirme yönünde görüş beyan edince Habbab bin Münzir kendisine "Ya Rasûlallah bu yer Allah´ın sana gösterdiği bir yer midir yoksa kendi reyiniz veya harp ve taktik icabı mıdır? Rasûlullah: "Bu, görüş harp ve tatbik icabıdır" buyurdular. O zaman Habbab: "Konaklana-cak yer burası değildir" diyerek su kaynağına yakın başka bir yeri işaret etti, ordu oraya indi.

Rasûlullah (s.a.) Medine halkının hurma ağaçlarını tohumladığını1[12] gördüğünde onlara bunu yapmamalarını tavsiye etti, onlar da bıraktılar. O yıl hurmalar olmadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) onlara "Siz dünyanızın işle­rini daha iyi bilirsiniz" buyurdular.

2- Sadece Rasûluüah´a ait olduğu sabit olan fiiller. Meselâ: iftar etmeden oruca devam etmek, kuşluk namazının, kurban kesmenin, vitir ve teheccüd namazlarının ona vacib olması, dörtten fazla kadınla evlenme, bir davanın isbatında yalnız Huzeyme´nin şahitliğini yeterli görmesi Hasâis-i Nebî´den (Rasûlullah´a mahsus fiillerden) sayılır. Bunların hükmü şudur: Hasâisde Ra-sûlullah´a tabi olunmaz, kendine mahsus sayılır.

3- Yukarıda geçenlerin dışında olup dinî bir hüküm kastedilen fiiller. Bunlar uymamız istenilen fiillerdir. Bunların vücub veya nedb veya ibâha ifade edip etmediği aşağıdaki şartlarla anlaşılır:

a) Eğer bu fiiller Kur´an´daki bir mücmeli beyan veya bir mutlakı takyid veya bir umûmu tahsis için sadır olmuş ise onun vücub ve nedb bakımından hükmü beyan ettiğinin hükmü gibidir. Bu fiillerin beyan olup olmadığı ya me­selâ: Rasûlullah (s.a.) in namaz hakkında "Namazı benden gördüğünüz gibi kı­lın", hac hakkında da "Hac hükümlerinizi benden alın" hadislerinde olduğu gibi sözle açıkça ifade buyurmasından veya beyana ihtiyaç duyulduğu sırada sadır olan ve beyan sayılabilecek fiillerde olduğu gibi karinelerden anlaşılır. Veya meselâ Rasûlullah (s.a.) m hırsızın elini bilekten kesmesi "... onlann elini kesin" ayetinin bir beyanıdır. Yine teyemmümde dirseklere kadar meshetmesi "... yüzlerinizi ve ellerinizi mesnedin" ayetinin bir beyanıdır. Beyan vücub, nedb ve ibaha konusunda beyan edilene tâbidir.

b) Bu fiiller herhangi bir şeyi beyan için değil de müstakil vârid olmuşsa bakılır: Vacib veya nedb veya ibaha gibi bir hüküm ifade ettiği biliniyorsa bunu yapma konusunda ümmet de Rasûlullah gibidir. Çünkü: "Peygamber size ne verdiyse onu alın size ne yasakladıysa ondan da sakının" (Haşr. 59/7) ve "An-dolsun ki,Rasûlullah´da sizin için Allah´a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar, için en mükemmel bir örnek vardır" (Ahzab: 33/21) ayet-i kerimeleri bunu emretmektedir. Ayrıca ashab-ı kiram pek çok olayda delil olarak Rasûlullah´ın fi­ilini esas alıyorlardı. Meselâ Hz. Ömer Haceru´l-esved´i öpme konusunda şunu söylemişti: "Ey taş, Vallahi iyi biliyorum ki sen kimseye zararı ve faydası do­kunmayan bir taşsın, Rasûlullah´ın seni öptüğünü görmeseydim öpmezdim"

Şayet şer´î bir hüküm ifade ettiği bilinmiyorsa bakılır: Devamlı olmaksı­zın bazan iki rekat namaz kılması gibi insanı Allah´a yaklaştıracak şekilde iba­det sıfatı olduğu anlaşılırsa da bu o fiilin mendub olduğuna delâlet eder.

Alış-veriş ve ziraat ortaklığı gibi kendisinde ibadet sıfatı bulunmadığı anlaşılırsa ibâha (yapılması mubah) ifade eder. Âlimler nazarında râcih olan görüş budur. Çünkü bu fiilin ibâha ifade ettiği kesindir. Bunun üstünde (daha kuvvetli) bir hüküm ifade etmesi ancak delil ile olur, delil de yoktur. Bir başka izaha göre de Rasûlullah´ın onu yapması mendup olduğuna delâlet eder. Çünkü bu fiilin mutlaka ibadet için yapılmış olması gerekir, ibadet için yapılanın da en aşağı hükmü menduptur.

Özetle söylersek: Resûlullah´tan bir insan olması hasebiyle sadır olan fiiller ve tecrübeleri, dünyevî işleri ve kendine mahsus (hasâis-i Nebî) olan fiiller şer´î hüküm sayılmaz, ve yapmamız matlup bir sünnet değildir. Ama bunlar Peygamber olma vasfıyla kendisinden sadır olup umumi olarak hüküm ifade etmesi kastedilmişse bu, ümmetin uyması lazım gelen şer´î bir hükümdür.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] ´ el-Mustasfa: 1/93; İrşadii´l-Fuhûl s. 41 ve devamı.

[2] 2 et-Telvîh ala´.t-Tevdîh: 2/2 ve devamı.

[3] 3 Sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn asrı.



[4] Kegü´l-Esrâr. 1/690; Şerhü´l-Muhallâ alâ Cem´i´l-Cevami´, 2/114, el-Medhal ilâ Mezhebi Ahmed, s. 91, irşûdü´l-Fuhûl, s. 43.



[5] Fevatihu´r-Ralıamüt, 2/\2&\.

[6] Şerlıu´l-Mulıalla âlâ Cem´i´l-Cevâmi: 2/199.

[7] el-fhkam, Âmidî. 1/178.



[8] Ravzatü´n-Nâzir, 1/281

[9] Irşâdü´l-Fuhûl, s. 57.

[10] el-fbhâc, Sübkî: 2/225.

[11] el-ihkâm, Âmidî: 1/89, Şerhü´l-Adûd: 2/22, et-Takrir: 2/302

[12] ´ Bu erkek tomurcukları dişi tomurcukların üstüne konularak yapılır.