saniyenur
Thu 29 December 2011, 07:45 pm GMT +0200
2- Sünnet Vahy Mahsûlü Değildir Diyenlerin Görüşleri
Sünnetin vahy mahsûlü olup olamayacağı konusu geçmişten günümüze "sünnetin hüccetliği" meselesi içinde tartışılagelmiştir. Bunun izlerini özellikle mu'tezilî kelamcılarının fikirlerinde görmekteyiz. Bu konuyu "İslâm Düşüncesinde Sünnet" isimli eserimde uzun uzun tartışan M.H. Kırbaşoğlu şu tesbiti yapar:
a) Sünnetin tamamının vahy ürünü olduğunu söylemek çok zor, hatta imkansızdır.
b) Ancak bu, Kur'an dışında Hz. Peygamber'in Cenâb-ı Hak ile herhangi bir iletişim veya diyalog kurma imkanından mahrum olduğu anlamına alınmamalıdır. Adına ister vahy, ister ilham, isterse başka bir şey densin O'nun bir takım konularda Allah Teâlâ ile temas kurmuş olması mümkündür.[133]
Çağdaş yazarlardan Suphi Salih de Ulûmu'l-Hadis isimli eserinde bu konudaki görüşünü şöyle açıklar: "Biz -vahy nokta-i nazarından- Kur'an-ı Kerim'in Rasûlullah (s.a.)'in kalbine indirilmesi ile, bazı hadisleri söylemesi için ona ilham verilmesini birbirinden ayırmaya şiddetle taraftarız. Sonra da -bu ayırım sebebiyle- vahy hadisesinin sadece Kur'an-ı Kerim'e mahsus olduğu kanaatindeyiz. Zira Rasûlüllah (s.a.) kendine nazil olan vahy ile, Allah Teâlâ'nın ilhamı diye bahsettiği kendi hadislerini zaten birbirinden açıkça ayırırdı. İçinden geçen sırf insanî düşünce ve fikirleri ilâhî kelam ile karıştırması mümkün değildir. Bu durumda -nebevî hadislerdeki "tevkîiî" (vahye müstenid) manaya- Kur'an-ı Kerim'in de dediği gibi[134] hikmet adını vermeyi tercih ediyoruz. Mütehassıs İslâm alimlerinin ekserisi, ayetteki hikmet kelimesiyle Kur'an-ı Kerim'in kasdedilmediği ve fakat Hz. Peygamber'in kavlî ve fiilî sünnetinden başka bir şey olmayan Allah'ın Rasülüne bildirdiği şeriat hedeflerinin, talimat ve sırlarının mecmuundan ibaret bulunduğu kanaatindedir."[135] Konuyu inceleyen A, O. Koçkuzu, Suphi Salih'in böyle bir kanaate sahip olmasını, Ebu'l-Bekâ'nın Külliyat'taki ve İbn Hazm'ın el-İhkâm'daki açıklamalarından kaynaklandığı, fakat Ebu'l-Beka'nın adı geçen eserinde sünnet için mutlak olarak vahy demediğini, bilakis yaptığı tarifiyle onun sınırlarını çizdiğini ifade ederek, şu nakilleri yapar:
"... ancak Kur'an-ı Kerim ile hadis şu yönlerden birbirlerinden ayrılmaktadır: Kur'an, karşısındakilere bir meydan okuma ve bir acz ispatı göreviyle gelmişken, onun bu nitelikleri hadislerde yoktur. Kur'an'ın lafzı Levhi Mahfuz'da yazılmıştır. Ne Cibril'in ne de Hz. Peygamber'in katiyyen bu lafızlarda salahiyet hakları vardır. Hadiste durum farklıdır. O Cibril'e mana olarak indirilmiş, meleğin getirdiği manaya, Cibril söz ve ibare kisvesi giydirmiş, Peygamber (s.a.) de bu ibareyi beyan edip müslümanlara açıklamıştır. Veya Peygamber'e Cenâb-ı Hak ilham yoluyla anlayabileceğimiz tarzda hadislerin manasını vermiş, Peygamber de onu ifadeye yarayan ibarelerle bu manayı karşıdaki muhataplara nakletmiştir."[136]
[133] A.g.e. s.277-278)
[134] Âli imran: 3/164.
[135] Subhi es-Salih, Ulûmu'l-Hadis, s.301-302.
[136] Koçkuzu, A. O., Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Teşrî Yönden Değeri, s.41 (Ebu'1-Bekâ, Külliyat'tan). Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 57-58.