saniyenur
Thu 29 December 2011, 07:58 pm GMT +0200
Il- Sünnet Hakkında Yeni Anlayışlar
"Sünnet hakkında yeni anlayışlardan kastımız, sünnetin bugüne kadar yapılan klasik tarif ve anlamının dışında yapılan tarifler ve farklı yorumlardır. Şüphesiz onbeş asırlık İslâm tarihi içinde sünnet kavramı üzerinde farklı yorumlar yapılmış, yeni bakış açıları getirilmiştir. Bunları tek tek tesbit edip üzerinde değerlendirme yapmamız mümkün değildir. Biz burada genellikle meseleye daha çok tesbit açısından yaklaşarak, yapılan çalışmaların ana esaslarını belirlemeye çalışacağız.
Konuyu incelediğimiz zaman, klasik sünnet anlayışlarına göre daha farklı bir bakış açısını sergileyen bu anlayışların temelindeki asıl unsurun, gelişen dünya karşısında İslâm dünyasının gerek fikrî seviyede gerekse sınaî ve teknolojik bakımdan geri kalmışlığının eziklik psikolojisi içinde İslâm'ın evrensel değerleri savunduğu, tarihte görevini yerine getirmiş ve nihayet arşive kaldırılmış bir inanç ve dünya görüşü olmadığı düşüncesini ispat etmek amacıyla ileri sürülmüş yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlarda modernist düşüncenin egemen olduğu bir hakikattir, İslâm modernizminin gerçekleşmesi için de, önünde bir engel gibi duran sünnet ve sünnet malzemesinin yeniden yorumlanması gerekmekteydi. İşte bu ve benzeri düşünceler istikametinde sünnet üzerine yeni yorumlar geliştirilmiştir. Bu yorumlara baktığımız zaman, sünnet hakkındaki yeni anlayışların menfî ve müsbet yönde olmak üzere iki alanda yoğunlaştığını görüyoruz. Menfî alandaki yaklaşımlar, daha çok oryantalist kaynaklıdır. Bu anlayış, "sünnetin, dinin kaynaklarından biri olamayacağı" düşüncesi üzerine bina edilmiştir. Oryantalistlerin iddiaları sadece sünnete karşı çıkmakla sınırlı değildir. Biz konumuz itibariyle bu ifâdeyi kullandık, yoksa onlar "Hz. Peygamber (s.a.)'in şahsını ve tebliğlerini hedef seçmişlerdir. Yazdıkları ciltler dolusu kitaplarda, Hz. Peygamber (s.a.)'in Allah'tan vahy almadığını, Kur'an-ı Kerim'i önceki dinlere ait çeşitli kaynaklardan derleyerek yazdığını, İslâm'ın Yahudilik, Hıristiyanlık, Sabiîlik, Câhiliye dönemi gibi önceki din ve kültürlerden aktarılan hususlardan meydana geldiğini ve vahye dayanmadığını iddia etmişlerdir.[51] Bu görüşlerini desteklemek için de tamamen taraflı, adalet, insaf ve tarafsızlık ilkelerine uymayan objektiflikten uzak çalışmalar içine girmişlerdir, ilk hedef olarak da "Sünnet" 'i seçmişlerdir. Sünnetin sübûtu, yazımı, isnad müessesesi ve teşri değeri ile sünnet malzemesinin (hadislerin) sıhhat durumu gibi pek çok konuda görüşler ileri sürerek sünnete eleştirilerde bulunmuşlardır.
Sünnete karşı menfî tutumlarıyla tanınan Gibb, İ. Goldziher, Leon Caetani, J. Schacht, R. L. Nicholson, M. J. Kister gibi pek çok batılı araştırmacıyı saymak mümkündür.
Fazlurrahman, oryantalistlerin sünnete cephe almalarının sebeplerini şöyle açıklar:
1. Bu araştırmacılar, sünneti oluşturan muhtevanın bir kısmının, Arapların, İslâm öncesi örf ve âdetlerinin doğrudan bir devamı olduğunu;
2. Sünnetin büyük bir kısmının ise, şahsî ictihadlarıyla mevcut sünnetten ya da uygulamadan istidlallerde bulunan Yahudi kaynakları ile Bizans'ın ve İran'ın idarî uygulamalardan yeni unsurlar ilave eden ilk dönem İslâm Hukukçularının düşünce faaliyetlerinin bir ürünü olduğunu;
3. Nihayet ilk döneme ait sünnetin bütün muhtevasının, Hadis'in sonraları ezici bir hareket haline dönüşmesi ve ikinci asrın sonlarında özellikle üçüncü asırda bir halk hareketi haline gelmesi sonucu sözlü olarak "Peygamberin sünneti" koruması altında bizzat Peygamber'e isnad edildiğini.[52] ileri sürmeleridir. Böylece sünnet diye Hz. Peygamber (s.a.)'e izafe edilen şeylerin aslında Hz. Peygamber (s.a.)'le ilgisinin bulunmadığı tezini atarak bunu destekleyecek malzeme bulmaya çalışmışlardır.
Böyle bir gayret içine girmek ve arzu ettikleri sonuca varmak, Hristiyan kültürü içinde yetişmiş, düşünce dünyasında vahy olgusunun ne olduğu netleşmemiş, bir müslümanın anladığı mânâda Peygamber ve vahy anlayışına erememiş bir batılı araştırmacı için gayet normaldir. Çünkü gerek İncil nüshalarının sübûtundaki meçhûlîyet, gerekse Hz. Isa (a.s.)'ın peygamberliğinin farklı algılanışı, onları, İslâm'ın vahy anlayışını ve Peygamber anlayışını kavramada zorlamaktadır. Vahy olgusu nedir, onun karşısında müslümanın aldığı tavır nasıldır vb. sorular batılı bir araştırıcı için hiç bir mânâ ifade etmez. Onlar vahyi insan kelamı gibi gördüklerinden, kendileri için kudsiyeti olmasına rağmen İncil ayetlerini pekâla eleştirebiliyorlar, bir peygambere her türlü isnadları yapabiliyorlar, bunu da hiç yadırgamıyorlar. İnanç dünyaları böyle bir idrakle donanmış. Böyle bir kültür içinden gelen bir araştırıcı için hiç bir art niyet olmasa bile, İslâm'ın vahy ve Peygamber anlayışını kavramak zor olacaktır. Veya en azından bunu kendi düşünce ve inanç biçimine adapte ederek anlamaya çalışacaktır. İşte bu adaptasyon olayıdır ki, onları Kur'an ayetleri, Hz. Peygamber (s.a.) ve O'nun sünneti hakkında çok rahat söz söylemeye sevketmiştir. Art niyetli olmayanlar ise, daha çok politik ve siyasal kaygılarını, ilmîlik perdesi altında takdim etme gayreti içine girmişlerdir. Önceden belirledikleri hedef ve sonuçlar için zorlama te'viller, çok kere tahrifler yapmak suretiyle çalışmalarını sürdürmüşler, İslâm'ın orjinal kaynakları yerine tarih boyunca farklılaşan kültürel değerleri de orjinal kaynak olarak kullanma yoluna giderek çok değişik sonuçlara ulaşmışlardır. Böylece galip devletlerin, sömürge edindikleri ülkelerin insanlarının değer yargılarını sarsmak suretiyle o ülkeler halkları üzerindeki tahakkümlerini biraz daha fazla devam ettirmelerini sağlayacak araştırmalar yapmışlardır.[53]
Oryantalistlerin bu şekildeki menfî tavırlarının etkisinde kalarak Sünnet'e karşı menfî tavır içinde görülen müslüman ilim adamları da bulunmaktadır. Onların bu menfilikleri, bir İslâm düşmanlığı olmasından ziyade İslâm'ın aktüalitesini korumak, İslâm'a çağdaş yorumlar getirmek kaygısıdır. Onlara göre, sünnet verileri, gerek sübûtundaki ve gerekse sıhhatindeki bir takım endişelerden dolayı Kur'an'ın anlaşılmasını güçleştirmektedir. Bunun için sadece Kur'an yeterlidir, o iyi anlaşılmalıdır. Kur'an'ı anlamak için başka verilere gerek yoktur.[54] Sünnet kavramına yeni anlamlar yüklemek, sünnetin yerelliğini ileri sürmek gibi görüşleri benimseyen bazı müslüman bilginlerin sünnete karşı bu tutumları, aslında mağlup ülkeler insanlarının psikolojisini yansıtmaktadır. Yani bu durum, İslâm mütefekkirleri arasında görülen, yabancı kültürler karşısında zihinsel yenilgilerinin bir yansımasından başka şey değildir. Bu kompleksin kırılması gerekiyordu. Bunun için İslâm dünyasındaki bazı ıslah-tecdid/yenilik hareketlerine girişildi. Bu yenilikler fikrî düzeyde olmalıydı, bunun için de işe eğitimden başlanmalıydı. Genel olarak ifade ettiğimiz bu gerekçe ile Seyyid Ahmed Han (1817/1898), Cambridge Üniversitesi'ni örnek alarak Hindistan'da "Muhammedian Oriental Collage"= Muhammedî Şarkiyat Koleji'ni kurmuş; konuyu değerlendirişi farklı olmasına rağmen mutlak bir yenilik ihtiyacının olduğuna inanan "Abduh (1905) Mısır'da "el-Ezher"'i ıslah gayretlerine girişmiştir. Yenilik düşüncesinin temeli, Hindistan'da Ali el-Müttekî (1567) Abdülhak ed-Dihlevî (1642) ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevi (1762) gib İslâm bilginlerinin gerek sünnet/Hadisin, gerekse Kur'an'ın daha iyi anlaşılması, genel olarak İslâm'ın yorumlanması konusundaki gayretli çalışmalarına kadar dayanmaktadır. Ne varki zaman içinde söylemler farklılıklar göstermiş, Emir Ali "Kur'an Hz. Peygamber'in aklının bir ürünüdür" derken, Seyyid Ahmed Han, aklın kabul etmediği gerekçesiyle Melek, Cennet, Cehennem, Cin, Kur'an'da zikredilmesine rağmen Nuh Tufanı, İbrahim (a.s.)'ın ateşe atılması, İsa (a.s.)'ın babasız doğması gibi mucizeleri kabul etmiyordu. Hadisler hakkında mutlak dirayet usûlünün uygulanması gerektiğini savunan S. Ahmed Han, hadisler hakkında şüpheli görüşlerin yolunu açmış, Hind yarımadasındaki hadisi inkar hareketi için zemin hazırlamada büyük rol oynamıştır.[55] Ancak burada şunu da ifade etmek yerinde olacaktır: Sadece Kur'an'la yetinme, sünneti reddetme düşüncesinin temelleri İslâm'ın ilk dönemlerine kadar uzanmaktadır. Nitekim İmam Şafii'nin (204/819) el Ümm isimli eserinde hadisleri reddeden biriyle yaptığı tartışmaya yer vermiş olması[56], problemin daha hicrî III. asır başlarında görülmeye başladığına işaret etmektedir. Buradan, günümüzdeki tartışmaların geçmişten gelen bir anlayışın devamı olarak anlaşılabileceği gibi, asıl önemlisi, kullanılan üslûbun oryantalistlerin üslubuyla paralellik arzetmesi, oryantalistlerin kendileri gibi düşünen müslüman bilginler üzerinde etkinin olduğu kanaatini uyandırmaktadır.[57]
Sünnete karşı takınılan bu menfî tavır için genel olarak şu deliller ileri sürülmektedir:
1. Kur'an-ı Kerim'de En'am: 6/38'de şöyle buyurulmaktadır:
"Biz kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık."
Kur'an açıklanmaya muhtaçtır dediğimizde bu, Kur'an ve O'nu her halükarda, her uır aşırılık ve noksanlıktan uzak tutana, muhalif hareket etmek ve Kur'an'ı indireni tekzibte bulunmak olur. Bundan dolayı Allah'ın şeriatine Sünnet veya Hadis gibi başka bir şeyle katkıda bulunmak olacak şey değildir.[58] Bu görüşe, Tevfik Sıddîkî ve Ebû Reyye de katılır.[59]
2. Allah c.c. "Muhakkak zikri biz indirdik onu biz muhafaza edeceğiz" buyurmuştur. [60]
Bu görüş sahipleri, "Allah bu ayette, sünneti değil, Kur'an'ı koruyacağını garanti etmiştir. Şayet Sünnet de Kur'an gibi delil olsaydı, Allah onu da korurdu" şeklinde bir mantık yürütmede bulunmaktadırlar.[61]
3. Eğer Sünnet, hüccet ve kaynak olsaydı Nebi (s.a.) yazılmasını emreder, Sahabe ve Tabiin de toplama ile uğraşırdı.[62]
4. Müslümanlar sadece vahy yoluyla gönderilenlere tâbi olmakla yükümlüdürler. Vahy ise sadece Kur'an'la sınırlıdır. Bu sebeple hadislerin Hz. Peygamber'e nisbeti kesin olsa bile, onlara uyulması zorunlu değildir. Çünkü bu hadisler Allah'tan gelen bir vahy değildir.[63]
5. Hz. Peygamber (s.a.)'in verdiği hükümler ve ortaya koyduğu çözümlerde, kendi döneminin ihtiyaç ve şartlarını gözönünde bulundurmuştur. Şayet biz O'nun döneminde yaşasaydık bizim için de geçerli olurdu. Ancak o dönemin şartları bugün mevcut değildir. Binaenaleyh Sünnet'in bugün bizim için delil teşkil etmesi, yani o dönemin çözümlerinin bugün için de geçerli olması mümkün değildir.[64]
Bu tür akıl yürütmelerle Sünnet'i reddetme düşüncelerinin gerekçelerini belirlemiş olmaktadırlar.
Sünnet hakkında müsbet yöndeki yeni arayışlara gelince, bunlar daha çok klasik Sünnet anlayışlarını kabul etmekle birlikte, Sünnetin muhtevası, Sünnet malzemelerinin (hadislerin) değerlendirilmesi (Metin tenkidi yapılması gibi) ve Sünnetin uygulama biçiminin niteliği üzerindeki anlayışlar şeklinde özetleyebiliriz.
Sünnetin muhtevası ile kasdedilen, Sünnet kavramının neleri kapsayıp kapsamadığı konusudur. Yani Sünnet denince anlaşılması gereken nedir? Hz. Peygamber (s.a.)'in sözleri, fiilleri ve takrirleri midir? Yoksa daha sonraki nesillerin Sahabe ve Tabiin neslinin sözleri ve uygulamaları da Sünnet kavramının muhtevası İçinde mi mülahaza edilecektir? Hatta Fazlurrahman'ın "Yaşayan Sünnet" diyerek ifade ettiği (ilk devir müslümanlarının Nebevî modele bağlı kalarak serbestçe ortaya koydukları çok sayıda fikir ve tatbikat vardır. Yorum, ictihad ve toplumun örf ve adetlerini de içine alan bu ikinci kısım cemaatin yaşayan sünnetini oluşturmaktadır.)[65] uygulamalar da Sünnet'in muhtevasına dahil midir?
Bu konudaki yeni anlayışları iki noktada toplayabiliriz:
1. Klasik Sünnet tariflerinin dışındaki hemen bütün yeni anlayışlar şu tezi savunmaktadırlar. "Sünnet denilince Hz. Peygamber (s.a.)'in sözleri, fiilleri, davranışları, bir model insan olarak ortaya koyduğu her türlü ahvali anlaşılmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.)'e ait bu ahvalin kendi içinde bağlayıcılık açısından, ittibâ açısından değişik ayırımları yapılabilir, ama burada üzerinde durulan husus, Sünnet kavramının içi Hz. Peygamber (s.a.)'e nisbet edilen şeylerle doldurulmuş olmalıdır. Daha sonraki nesillerin uygulama ve ictihadları bu kavrama dahil edilmemelidir." Yapılan Sünnet yorumları sırasında sıkça bahsedilen "Nebevî Sünnet" terimi buna işaret etmektedir. Bu anlayışın tarihi geçmişi İmam Şafiî (204/819)'ye kadar uzanmaktadır.
2. Hz. Peygamber (s.a.)'in örnek davranışları demek olan Sünnetin alanı geniş tutulmalıdır. Yani örneklik vasfı hayatın her safhasında kabul edilmelidir. Bu anlayış biçimi bazı bilim adamlarının yapmış oldukları Sünnet tariflerinde açık bir şekilde görülmektedir. Yeni anlayışlardan bazılarını şöyle özetleyebiliriz:[66]
[51] Ateş, A.O. Oryantalistlerin Hz. Peygamber (s.a.) ile İlgili İftiralarına Cevaplar, s.371; Benzer ifadeler için Gibb, Muhammedanism, s.27-39. naklen Muhammed el-Behiy, İslâm Düşüncesinde Oryantalist Etki, s.33-40 (Trc. İbrahim Sarmış, İst., 1996, Ekin yay.).
[52] Fazlurrahman, islaımc Methodology in History, s.5 (İslamabad, 1984); krş. Trc. Akdemir, S-, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, s.I7 (Ankara-'995).
[53] Muhammed el-Behiy, a.g.e., s.222-234 (Özetle).
[54] Zaferullah Dâudî, Pakistan ve Hindistan'da Hadis Çalışmaları, s.277 (Ehlu'l-Kur'an ekolüne göre "Hüküm ancak Allah'ındır" ayetinden sonra Hz. Muhammed (s.a.)'e itaat şirktir" Muhibbu'l-Hak, Belâgu'I-Hak, s.26'dan naklen Dâudî, a.g.e., s.277)
[55] Bkz. Hatiboglu, ibrahim Modernistlerin Sünnet Anlayışı, s.58-64; Zaferullah Dâudî, Pakistan ve Hindistan'da Hadis Çalışmaları, s.297-300.
[56] Şâfiî el-Ümm, VII, 273. (Beyrut, ts. Tahkik: Muhammed Zührî en-Neccar).
[57] Bu konuda pek çok eser kaleme alınmış, oryantalistlerin müslüman bilim adamları üzerindeki etkileri örnekler verilerek anlatılmıştır. Bkz. Mustafa Sıbâî, es-Sünnetü ve Mekânetühâ fî' Teşrii'l-İslâm, Muhammed el-Behiyy, el-Fikru'l-İslâmî el-Hadîs ve sılatühû bi'l-Istimâri'l-Garbî (İbrahim Sarmış tarafından İslâmi Düşüncede Oryantalist Etki ismiyle Türkçe'ye çevrilmiştir. Ekin Yay. İst., 1996). Muhammed Tahir Hekim, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler (Trc. Hüseyin Aslan, İst. 1985), Ayrıca bkz. I. Hatipoglu, Modernistlerin Sünnet Anlayışı, (Basılmamış Doktora Tezi, 1996).
[58] Mustafa Â'zamî, Dirâsât fi'1-Ehâdisi'n-Nebeviyye, s.31.
[59] M. Tahir Hekim, a.g.e., s.101.(el-Menâr Dergisi 9/16'dan naklen)
[60] Hicr: 15/91
[61] Kırbaşoglu, M. H., İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 152 (Ankara-1993).
[62] M. Sıbâî, a.g.e., s.158.
[63] Kırbaşoglu, M.H., a.g.e., s. 162, (Hadim Huseyn İlâhî Bahş, Kur'aniyyun ve Şubuhâtuhum Havle's-Sünne, s.213-214 (Taif-l409/1989)'dan naklen.)
[64] Kırbaşoğlu, M.H., a.g.e., s.164.
[65] Ünal, I.H., "Fazlurrahmamn Sünnet Anlayışı ve Yaşayan Sünnet Kavramı Üzerine" Islâmî Araştırmalar, Fazlurrahman Özel Sayısı, Ekim 1990, s.286.
[66] Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 31-38.