- Şümul Yönünden Lafızlar

Adsense kodları


Şümul Yönünden Lafızlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ecenur
Sat 3 April 2010, 12:11 am GMT +0200
Şümul Yönünden Lafızlar






I- HASS

A- Hâss

a. Tarifi:


Hâss, tek başına bir mana ifade etmek üzere konulmuş lafızdır. Hâss lafız, bu tarifte geçen kaydıyla müşterekten, malûm" kaydı ile mücmelden, kaydı ile de âmmdan ayrılmış olur.


b . Çeşitleri:


Hâssın çeşitleri şunlardır:

1. Özel isimler: İbrahim, Güneş, Ay, İstanbul vs.

2. Cins isimler ve nev´ileri:

a. Cins isimler: İnsan, deve, ağaç, meyve, nehir, şehir vs.

b. Cins isimlerin nev´ileri: Erkek, kadın, hurma ağacı, elma vs.

3. Aded (sayı) isimleri: Bir, iki, beş, yüz gibi.

4. Emirler,

5. Nehiyler,

6. Mutlak,

7. Mukayyed,

8. Tesniye. (Şeyheyn, Sâhibeyn, Ebeveyn gibi).

Emir, nehiy, mutlak ve mukayyedi ayrı ayrı izah edeceğiz.

Ağaç, insan gibi cins isimleri, hurma ağacı gibi cins isimlerin nev´ileri, yüz, iki yüz gibi aded isimlerinin bir takım fertlere veya eşyaya şümulü vardır. Fakat bu fert veya eşya, bir nev´i veya cins altında toplanmışlardır. Aralarında bir nev´i ve bir cins birliği vardır. Bu bakımdan hâss sayılırlar. Hâss bir kelime olabileceği gibi bir cümle de olabilir. Mesela emir ve nehiyler cümledir.


C. Hükmü:


Hâssın hükmü, delâlet ettiği manayı kat´î surette ifade etmektir. Yani hâss olan lafız açıktır. Anlaşılmasında bir güçlük bulunmaz. Bu sebeple, konulduğu manaya kat´î olarak delâlet eder. Medlulü hakkındaki hüküm -zannî değil- kat´î olarak sabittir.

- Günlük hayatımızda kullandığımız misâller:

1. "Ben bir kitap aldım" denilse, alınan kitabın bir aded olduğu, kat´î su­rette ifade edilmiş olur.

2. "Bize Ahmed geldi" denilse, Ahmet adında bilinen bir şahsın geldiği ifa­de edilmiş olur.

3. "Sükymaniye Camii İstanbul´dadır" sözünde, Süleymaniye Camii ve İs­tanbul hâss lafızdır.

- Nasslardan misaller:

1.Allah Teâlâ, yemin kefâretine dair,"Fakat kim (bunları) bulamaz ise, üç gün oruç (tutması gerekir)"[1] buyurmuş­tur. Bu âyetin lafzından çıkarılan hüküm, üç gün oruç tutmanın icâb ettiğidir. Çünkü "üç" (selâse) hâss lafızlarındadır. Manayı kat´î olarak ifade eder. Üçden aza veya çoğa ihtimali yoktur.

2. Kur´ân´da zikri geçen miras hisseleri, hâss lafızlarla ifade edildiği için kat´ -iyye ifade ederler.

3. Peygamber (s.a.v.)´in "Her kırk koyunda bir koyun zekat olarak verilir" hadisinde, koyunda zekâtın nisabının kırk olduğu ifa­de edilmektedir. Bunun, kırktan aza veya çoğa ihtimali yoktur. Şu halde 40 ko­yunda bir koyun zekât verilmesi vâcibdir.


D. Hâssın Te´vili:


Burada ifade edelim ki, hâssın te´viline dair bir delil bulunursa, yani hâss lafızla, lafzın tayin edildiği manadan başka bir mananın kasdedildiğine dair bir delil varsa, bu durumda hâss, delilin iktizâ ettirdiği şeyle izah olunur. Mesela, koyun zekâtıyla ilgili yukarıdaki hadiste, "şât" (bir koyun) lafzını, hanefîlerin, koyunun kendisi ve değeri olarak izah etmeleri gibi. Bu görüşe göre, zekât ola­rak koyunun kendisi verilebileceği gibi, koyunun kıymet ve değeri de zekât.ola-rak verilebilir. Hanefîlere göre Allah Teâlâ, zekâtı meşru kılmakla, yoksulların ihtiyacına cevap vermeyi ve onlara bir fayda temin etmeyi amaçlamıştır. Bu amaç, koyunun kendisini zekât olarak vermekle gerçekleşeceği gibi, koyunun kıymet ve değerini vermekle de gerçekleşebilir.


B. Mutlak

A. Tarifi:



Mutlak hâss bir lafızdır ki, delâlet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder. Mutlak ile ´âmm arasında şöyle bir fark vardır: Mutlak, delâlet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, âmm ise delâlet ettiği fertlerin hepsini ihata eder. Me­sela "Bir köle azad etmek" sözü, azad edilecek kölenin mümin olup olmamasını, bir´den çok olmasını göstermez. Sadece bir kölenin azad edilmesini gösterir.

"O küfredenlerle (muharebede) karşılaştığınız zaman boyunlarım vurun" âyetindeki "boyunlar" sözü âmm olup bütün kâfirlere şâmildir.[2]


B. Hükmü:



Mutlak, itlâkı üzere câridir, manasına delâleti kat´îdir.

Nasslardan mutlak´a bir misal verelim:

"İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceleri kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler"[3] âyetinde, "zevceler" kelimesi mutlakdır. Bu kelimeyi ger­değe girmiş kaydıyla kayıtlamak caiz değildir. Onun için bu nass, nikâhlı olup gerdeğe girmiş veya girmemiş bütün zevcelere şamil olup, böyle zevcelerin koca­ları Ölünce iddetleri dört ay on gündür. Ancak bu âyet, sonradan neshedilmiştir.


C. Mukayyed

A. Tarifi:



Mukayyed, bir vasıf, bir hal, bir gaye veya bir şart kaydına bağlı olarak kendi cinsinden şuyû´ bulmuş bir medlule delâlet eden hâss bir lafızdır. Meselâ, "mü­min bir köle azad etmek" âyetindeki köle lafzı, müminlik vasfıyle mukayyeddir. "...Bulamazsa üç gün oruç tutsun" âyetindeki "üç gün orup futsun" sözü, köle azad etme, on kişiyi giydirme veya yedirme imkânı bu­lamama şartiyle mukayyeddir. "....sonra geceye kadar orucu tamamlayın"[4] âyetindeki orucun tamamlanması, "geceye kadar" kaydıyle mukayyeddir ve bu sebeple visal orucu caiz değildir.


B. Hükmü:


Mukayyed, takyidi üzere cari olup, kat´î hüküm ifade eder,

Nasslardan bir misal verelim: Zihâr´m hükmü izah edilirken "Fakat kim bunu bulamazsa, yine birbirleriyle temas etmezden evvel fasılasız iki ay oruç tutsun"[5] âyetindeki iki ay ifadesi fasılasız kaydı ile mukayyeddir.



c. Mutlakın Mukayyede Hamli[6]


Biraz önce ifade ettiğimiz gibi mutlak itlâkı, mukayyed de takyidi üzere câri olur. Bir zaruret bulunmadıkça bunlardan biri diğerine hamledilemez. Şimdi ne­relerde mutlakın mukayyede hamledildiğini ve nerelerde hamledilemediğini görelim:

1. Hem hükümleri hemde sebepleri bir ise mutlak mukayyede hamledilir. Bir âyette[7] mutlak olarak kan´ın diğer bir âyette[8] ise mukayyed olarak akan kan´nın haram kılındığı ifade edilmiştir. Her iki âyette akan kanın yenilmesinin haram olduğu hükme bağlanmıştır. Her iki âyette ka­nın yenilmesinin haram olduğunun sebebi olarak ondan doğacak zarar gösteril­miştir. Şu halde bu iki âyette hem hükümleri hem de sebepleri bir olduğu için mutlak mukayyede hami edilir. Bu duruma göre akan kanın yenmesi haramdır, -etin üzerinde veya içinde kalan kanın yenmesi ise haram değildir.

Aynı şekilde bir âyet-i kerimede[9] yemin keffâreti olarak mutlak bir ifade ile üç gün oruç tutulması emredilmiştir. İbn Mes´ud´un kıraatinde ise mukayyed bir ifadeyle "ard arda üç gün" oruç tutulması zikredilmiştir. İşte Hanefîler, bu­rada mutlak´ı mukayyede hamlederek yemin keffâreti olarak tutulan oruc´un fa­sılasız üç gün tutulması gerektiği kanaatine varmışlardır.

2. Hem hükümleri, hem de sebepleri farklı ise mutlak mukayyede hamledi­lemez. Mesela bir ayette[10] hırsızlık eden erkek ve kadının ellerinin kesilmesinin gerektiği, diğer bir âyette ise [11] abdest alırken ellerin dirseklere kadar yıkanma­sının farz olduğu ifade edilmiştir. Birinci ayette "eller" lafzı mutlak, ikinci âyet­te ise esler lafzı "dirseklere kadar" ifadesiyle mukayyeddir. Birinci ayette ellerin kesilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise hırsızlıktır. İkinci âyette ise elleri dirseklere kadar yıkamanın farz olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise namaz kılma isteğidir. İşte burada mutlak mukayyede hamle­dilemez.

3. Sebebleri bir, hükümleri farklı ise mutlak mukayyede hamledilemez.

Mâide suresinin 6. âyetinde, abdest alırken ellerin dirseklere kadar yıkan­ması gerektiği, teyemmümde ise toprağın ellere sürülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Burada sebeb bir, fakat hükümler farklı olduğu için mutlak mukayyede hamle­dilemez. Hükümlerden biri, ellerin dirseklere kadar su ile yıkanması, diğeri ise, mutlak olarak bulunan ellerin toprak ile meshedilmesidir. Her iki hükmün sebe­bi ise namaz kılma istediğidir. İşte bu durumda mutlak mukayyedle izah oluna­maz. Herbiri ile kendi yerinde, mutlaklığı ve mukayyedliği ile amel olunur.

4. Hükümleri bir, sebepleri farklı ise mutlak mukayyede hamledilemez. Bu durumda mutlak ıtlakı üzere, mukayyed de takyidi üzere kendi konularında câri olurlar. Bu Hanefilerin görüşüdür. Şafiilere göre ise bu durumda mutlak mu­kayyede hamledilir. Bu konuda iki misal verelim. Cenab-ı Hak zihar keffaretine dair "...birbirleriyle temas etmezden önce, bir köle âzad etmek lazımdır"[12] âyeti, hataen adam öldürme keffaretine dair ise "mümin bir köleyi azad etmesi lazımdır"[13] âyeti bulunmaktadır. Köle lafzı birinci âyette mutlak, ikinci âyette ise mukayyeddir. Bu iki âyetin hükümleri birdir ve bu da bir köle azat etmektir. Birinci âyette hükmün sebebi zihar, ikinci âyette hükmün sebebi ise hataen adam öldürmedir.

Görüldüğü gibi mutlak ve mukayyedin hükümleri bir, fakat sebebleri fark­lıdır. Bu sebeble mutlak mukayyede hamledilemez. Bu iki âyet arasında bir tea­ruz da yoktur. Çünkü hükümleri bir olmakla beraber sebebleri farklıdır. Sonra herbiriyle kendi konusunda amel etmek mümkündür.

Fıtır sadakasının vâcib olduğuna dair biri mutlak, diğeri mukayyed olmak üzere iki hadis bulunmaktadır:

"Her hür ve her köle adına sadaka-i fıtır veriniz" hadisi, mutlak olup aile reisi­ne köleleri namına fıtır sadakası ödemesi mecburiyetini getirmektedir.

"Müslüman olan hür ve köle namına fıtır sadakası veriniz" hadisi, mukayyed olup aile reisine, sadece müslüman köleleri namına fıtır sadakası mecburiye­tini yüklemektedir. Hanefîlere göre burada mutlak mukayyede hamledilemez. Çünkü her iki hadisin hükümleri bir olmakla beraber sebebleri farklıdır. Bu iki hadisin hükümleri, köleler namına fıtır sadakası verilmesidir. Birinci nassın hük­münün sebebi köle olmak, ikinci nassın hükmünün sebebi ise müslüman köle olmaktır. Şâfiîlere göre burada mutlak mukayyede hamledilir. Onlara göre sa­dece müslüman köle namına fıtır sadakası verilir.