armi
Thu 31 December 2009, 06:32 pm GMT +0200
Şükür Makamının Şerhi Ve Şükür Ehlinin Sıfatları
Şükür, Yakin makamlarının üçüncüsüdür. Allah Teala buyurdu ki: "Eğer şükreder ve inanırsanız, Allah size niye azap etsin?". (Nisa/147) Görüldüğü üzere Allah Teala, şükrü iman ile birlikte zikretmiş ve bu ikisinin birlikte varolmasını cehennem azabından kurtarma vesilesi olarak bildirmiştir. Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Şükredenleri mükafaatlandıracağız". (Al-i İmran/145)
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden gibidir". [12] İbni Mesud da (ra) şöyle demiştir: Şükür, imanın yarısıdır. Allah Teala, müslümanlara şükrü emretmiş ve onu, zikirle beraber anmıştır: "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) Zikir ise, şanı yüceltilmiş bir fazilettir. Allah Teala bunu beyan ederken de şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah´ı zikretmek, en büyüktür". (Ankebut/45)
Bu durumda, zikir ile birlikte anıldığı için şükür de en büyük faziletlerden biri olmaktadır. Allah Teala´nm şükür ile razı edilmesi, ikramının bolluğundan dolayı kullarının ifa ettikleri bir karşılık mesabesindedir. Çünkü Allah Teala´nm "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) buyruğu, emrin tahakkuku ve şükrün ta´ziminden ötürü ´karşılık´ mefhumundan çıkışı ifade etmektedir. Ayette ´Fa´ harfi şart ve cezayı ifade ederken, önceki ibaredeki ´Kef harfi de misal-lendirmeyi ifade etmek içindir.
Buna göre ´Beni zikredin ki´ diye başlayan kısım, "Size, sizden bir peygamber gönderdiğim gibi..." (Bakara/151) ayetiyle birleştirilmiş ve mana, mealen ´Size içinizden bir peygamber gönderdiğim gibi, Beni anın ki Ben de sizi anayım ve Bana şükredin´ şeklinde düşünülmüştür. Araplar, gelecek için kullanılan ´Sevfe´ kelimesi yerine ´Sin´ harfi ile iktifa ettikleri gibi, ´Ke-misli=gibi´ kelimesi yerine de ´Kef harfiyle iktifa ederlerdi. Bu; şükür için çok büyük bir tazim olup ancak Allah Teala´yı bilen alimler tarafından idrak edilebilir bir husustur.
Eyyub Peygamberin (as) kıssasıyla ilgili olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah Teala ona vahyederek şöyle buyurmuştu: Ben, velilerimden bir ödül olarak şükre razı oldum..". Allah Teala´mn "Onları saptırmak üzere Senin doğru yoluna oturacağım" (A´raf/16) buyruğunun tefsirinde de, ´şükür yolu´nun murad edildiği söylenmiştir. Buna göre, eğer şükür, Allah Teala´ya götüren bir yol olmasaydı, şeytan bu yolun üstüne oturarak onu kesmeye çalışmazdı.
Eğer Allah Teala´ya hakkıyla şükreden kul O´nun habibi olmasaydı, lanetli İblis Allah Teala´ya karşı çıkarken şöyle demezdi: "Ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın". (A´raf/17) Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur; "Ve kullarımdan şükreden bir azınlık". (Sebe/13); "İblis´in onlar hakkındaki zannı doğru çıktı ve müminlerden bir topluluk dışında ona uydular". (Sebe/20) Allah Teala sevabın ziyadesini de, şükür ile kesinleştirmiş ve bunda hiçbir şeyi müstesna kılmamış tır.
Allah Teala, yalnız şu beş hususu müstesna tutmuştur: Zengin kılma, duaya icabet, rızık verme, mağfiret etme ve tevbeleri kabul etme. Allah Teala buyurdu ki: "Allah sizi dilediğinde lütfü ile zenginleştirecektir". (Tevbe/28); "Yalnız O´na dua edersiniz de, dilerse O, feryada geldiğiniz belayı üzerinizden kaldırır". (En´am/42); "O, dilediğine rızık verir". (Bakara/212); "O, dilediğine mağfiret eder". (Feth/14); "Sonra Allah, bunun akabinde dilediğinin tevbesini kabul eder". (Tevbe/27) Şükürden doğan sevabım ise, istisnasız olarak zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer şükrederseniz, size daha ziyadesini veririm". (İbrahim/7)
Şükreden kişi (=şâkir) Allah Teala´mn ziyade lütfuna mazhar olurken çok şükreden (=şekûr) kişi ise, bu lütfün son noktasına ulaştırılır. Şekûr, az da olsa Allah Teala´dan gelen herşeye fazlasıyla şükreden kimsedir. Onun şükrü, sürekli tekerrür etmektedir. Birşey için yapılan övgü ve sena da nimet sayılır. Bu da Rubûbiyet ahlakının esaslarından biridir. Çünkü Allah Teala, çok şükreden kimseye, kendi ismini layık görmüştür. Ziyade lütuf, nimet sahibine kalmış olup bunu dilediği kuluna verir. Allah Teala tarafından verilen bu ziyade lütfün en faziletlisi, güzel bir yakin ve sıfatların müşahedesini temin etmesidir.
Allah Teala tarafından bahşedilen ziyade lütfün başı, verilen nimetleri, nimet sahibinden gelen nimetler olarak görmek ve bunlarla ilgili olarak bütün güç ve engellemenin Allah Teala´mn elinde olduğunu bilmektir. O´nun ziyade lütfunun ortası ise; halin devamı, kulun ibadet ve hizmeti sürdürme sidir. Allah Teala tarafından şükreden kula lütfedilen ziyade, ahlak olabileceği gibi çeşitli ilimler de olabilir. Veya ahirette verilecek fazla bir mükafaat ya da dünyadan ayrılırken nasip edilecek metanet de olabilir.
Allah Teala şükrü, cennet ehlinin sözlerinin açılışı ve temennilerinin de hitamı kılarak şöyle buyurmuştur: "Bize vaadinde doğru söyleyen Allah´a hamdolsun". (Zümer/74); "Sözlerinin sonu da ´Hamd alemlerin Rabbine olsun´ demeleridir". (Yunus/10) Eğer şükür, ameller arasında Allah Teala´ya en sevimli gelen olmasaydı, onu cennette de eda etmelerini istemezdi.
Eyyub Peygamberin (as) münacaatmda şöyle bir ifade nakledilmiştir: ´Allah Teala ona sabredenler sıfatında -ki onların varacakları yer Darü´s-Selam´dır- şöyle vahyetti: Oraya girdiklerinde, kendilerine şükrü ilham ederim ki o, sözlerin en hayırlısıdır. Şükrettikleri anda da onlara olan lütfumu arttırırım. Beni düşünmeleri halinde de kendilerine ziyadesiyle veririm. Bu da lütfün nihai sınırıdır.
Şükrün başı, nimetlerin Allah Teala´dan geldiğini bilmektir ki O´ndan başka ilah yoktur, bu nimetleri verme noktasında tek olup ortağı olmadığı gibi, bunları vermek için kendisine yardım eden de yoktur. Bütün şeylerin varlığından önce varolan Tek Allah, hiç bir şeyde yardımcı ve ortağa ihtiyaç duymadığı için bütün bunların Za-tı´ndan nefyetmiştir. Varlığı da yokluğu da veren O´dur ve bu ikisi Allah Teala´mn emriyle kullar için cari olurlar.
O, bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Onların, her ikisinde de bir ortaklığı yoktur, Allah´ın, onlardan bir yardımcısı da yoktur". (Sebe´/22) Ayette geçen ´şirk´ kelimesi, ortak ve karışma manasında, ´Zahir´ kelimesi ise yardımcı manasmdadır. Allah Teala, daha sonra şöyle buyurmuştur: "Sizde nimet namına ne varsa hep Allah´tandır. Sonra sıkıntı dokununca Allah´a feryat edersiniz". (Nahl/53) Yine o şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah sana bir kötülük dokundurursa, onu O´ndan başka giderecek olan yoktur. Eğer sana bir iyilik nasip ederse bil ki O, herşeye Kadir5dir". (En´am/17)
Allah Teala, bir cümle nimeti saydıktan sonra bunları kendi Za-tı´na izafe ederek şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendisinden (bir lütuf olarak) emrinize verdi". (Casiye/13) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Gizli ve açık olarak nimetlerini size bol bol vermiştir". (Lokman/20)
Sebepler sıhhatleri, vasıtalar da sübûtları ile varolurlar. Bu nimetler ise, Allah Teala´nm hüküm ve hikmetleridir. O´nun vergisinin şartları ve verilenin eserleri, bunların hükmüne ve yaratılmasına tesir edemez. Bunlar hükme demedikleri gibi yaratma sıfatına da sahip değillerdir. Kendileri mahkum olan şeyler nasıl hüküm verebilirler? Kendileri yaratılmış olan şeyler nasıl birşey yaratabilirler? Neticede Allah Teala´dan başka hüküm veren yoktur. Ve O, hiç kimseyi hükmüne ortak etmez.
Ayetin, Şamlılar nezdindeki bu kıraati daha makbuldür. Çünkü bu kıraata göre emir sigası gündeme gelmektedir. Onlar, şirkle ilgili fiili ´Ta´ harfi ile okumuş, sondaki ´Kef harfini de sükun ile kıraat etmişlerdir. Buna göre mana; ´Allah Teala´ya, hükmünde ortak koşma!´ şeklinde olmaktadır. Sebepler Hakkın hükümleri ve O´nun hikmetlerinin vasıtalarıdır.
Nimet verenin, nimette müşahede edilmesi ve vergi sahibinin bahşettiği şeyde zuhur etmesi, nimet ve vergiyi O´ndan bilmeniz için elzemdir. Bu da kalbî şükürdür. Çünkü şükredenler nezdinde şükür; kalp ile bilmektir. Şükür, dil ile ifa edilecek bir fiil değildir. Rivayete göre Allah Resulü de (sav) şükrün ahirete dair bir mal olarak kazanılıp biriktirilme sini, dünyada mal kâzâhip biriktirmekten daha hayırlı bir karşılık olduğunu haber vermiştir.
Sevban (ra) ve Ömer b. Hattab´dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Mallar hazineye indirildiği zaman Ömer (ra), ´Hangi malları edinelim?´ diye sordu. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurdu: Sizden biri, zikreden bir dil ve şükreden bir kalp edinsin"[13]
Musa (as) ve Davud Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir rivayette bulunulmuştur: Onlar, şöyle derlerdi: ´Ey Rabbim, Sana nasıl şükredebilirim? Ben Sana, ancak nimetlerden bir diğeri ile şükredebilirim´. Bu sözün başka bir rivayetinde ise şu ifade yeral-maktadır: ´Sa-na şükrüm de, yine şükcrü gerektiren diğer bir nimetle olur. Allah Teala da onların bu sözü üzerine şöyle vahyetmiştir: ´Bunu bilmeniz bile, Bana şükretmeniz demektir´. Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır: ´Nimetlerin Ben´den olduğunu bildiğin zaman, Ben de senden bunu bir şükür olarak kabul ederim´.
Dille yapılan şükür, Allah Teala´yı en güzel şekilde övmek, hamd ve medhini arttırmak, nimet ve ikramlarını daima anlatmak, iyilik ve ihsanlarını sürekli nakletmekle olur. Malik olanı, memluk olana şikayet etmemek, izzet sahibi Ma´bud´u zelil bir kula serzenişle anlatmamak da şükrün edasmdandır. Bir hadiste de şu olay nakledilmiştir: ´Allah Resulü (sav) bir kişiye ´Nasıl sabahladın?´ diye sormuştu. O da, İyi´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) soruyu tekrarlamıştı. Adam yine ´İyi´ deyince, soruyu üçüncü kez tekrarladı ve ´Nasılsın?´ diye sordu. Adam, yine ´İyiyim, Allah´a hamd ve şükrederim´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Senden söylemem istediğim buydu´ buyurdu". Yani Allah Resulü (sav) adama, hamd ve şükürü söyletebilmek için bu kadar ısrarla sormuştu.
Selef-i Salih de (ra), karşılaştıkları zaman birbirlerine hal ve hatırlarını sormak suretiyle, hamd ve şükrü paylaşmak isterlerdi. Allah Teala´nm hamd ile zikrine sebep olmak suretiyle bunun sevabına da iştirak ettiklerine inanırlardı. Rabbinden yakındığını ve halini sorduğunuz zaman Allah Teala´nm kazasından hoşnutsuzluğunu ifade edeceğini bildiğiniz kimseye de halini sormamanız doğru olur. Çünkü bu tür bir soru, onun cehalet ve serzenişinin vebaline katılmak olacaktır. Kul için; Zatının misli olmayan ve herşeyi yed-i kudretin debulunduran Rabbini, hiçbirşeye gücü yetmeyen basit ve zelil bir kula şikayet etmek ne kadar da büyük bir kabahattir!
Allah Teala´dan gelen en küçük bir nimete dahi şükretmek, şükürden sayılır. Çünkü Habib Teala´dan gelen şey, az da olsa bunu müdrik olan kulun gözünde çok büyüktür. Aynı zamanda Allah Teala eşsiz bir hikmete sahip olduğu için, nimeti daraltmasının veya kesmesinin de bir hikmeti olsa gerekir. Kul, O´nun hikmet ve kudretini iyi bildiği zaman; verme kudretine rağmen nimeti engellemesindeki hikmet yönünü de bilir ve bu engellemenin de aynı zamanda bir vergi olduğunu görür. Neticede de, nimetin engellenmesi verilmesiyle bir olduğu gibi, verilen az şey de çok olur.
Kul; engelleme karşısında duyulan sabır ve zillet hislerinin, aslında izzet ve şeref olduğunu bilmelidir. Bu, ulema nezdinde kullarla ululanma ve onlarla şereflenme gayretinden çok daha faziletli ve değerli bir haldir. Kullara tamah edip onların önünde zeliî olmak, Allah Teala´nm kulu olan bir varlığa şeref borçlanmak, zelil biri önünde zillete düşmek gibidir. Halbuki Aziz olan Allah Teala karşısında zillet hissetmenin güzelliği, sevgilinin karşısında zelil olmanın güzelliğine benzer.
Zelil birinin karşısında zillete düşmenin çirkinliği ise, düşman karşısında zillete düşmenin çirkinliğine benler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Allah dışında taptıklarınız size rızık vermeye muktedir olamazlar. Rızkı Allah´dan isteyin ve O´na ibadet edin". (Ankebut/17) Yine O, bu manada başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah dışında taptıklarınız da sizler gibi kullardır.". (A´raf/194) İbadet, hizmet etmek ve zilletle itaat etmek mana-smdadır.
Sıkıntılı bir kul, ihtiyaç ve yokluğunu, onu giderebilecek olan Rabbinden başkasına açmamalıdır. Çünkü O, herşeyi bildiği ve herşeyden haberdar olduğu için kulunun derdini halledecektir. O, onu devamlı duymakta ve bulunduğu hali yakından görmektedir. Neticede ona uygun olanı da en iyi O bilmektedir. Allah Teala, bu manada şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı, yeryüzünde azgınlık yaparlardı". (Şura/27)
Yakin sahibi olan kul; rızkın verilmesi ve bollaşmasında şükrettiği gibi, daraltılması ve engellenmesi halinde de şükretmen, kalbiyle de bu yakini şehadete sahip olmalıdır. Şunu da bilmelidir ki, onun sıfatı; kulluk, hükmü ise kulluk hükümleridir. Mahkum olduğu hükümler ise Rubûbiyet hükümleridir. Allah Teala üzerinde hiçbir hak iddia edemez.
Allah Teala ise, onunla ilgili her türlü hakkın sahibidir. Çünkü kul, Allah´ın yapması ve yaratması neticesinde ortaya çıkan bir varlıktır. Alemlerin Rabbi, onun Yaratıcısı ve Malikidir. Kul, bu şehadete sahip olduğu zaman herşeyin Allah Teala´ya ait olduğunu görerek O´ndan gelen en küçük şeye dahi rıza gösterir. Allah Teala üzerinde bir hakkı bulunduğunu asla iddia etmediği gibi, O´nun tarafından verilen hiçbir şeye de kanaatsizlik göstermez. Bunların da ötesinde, Rabbinden hiçbir şey talep etmez.
Allah Teala´yı devamlı zikretmek, hamd-ü senada bulunmak, nimetlerini sürekli anlatarak hayırla anmak, dil ile yapılan şükürden sayılır. Çünkü şükür kelimesinin sözlük anlamı, açıklamak ve izhar etmektir. Mesela ´Kesüra ve şekere´ denildiği zaman, sıkıntıları giderilen kimsenin bu halini izhar etmesi kasdedilir. Dolayısıyla Allah Teala´nm nimetlerini sürekli anmak ve anlatmak da bunları açıklamak anlamında dille yapılan şükrü ifade etmektedir.
Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadisi zikredebiliriz: "Zikirler arasında hiçbiri hamd kadar katlanarak se-vaplandırılmaz". Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: "Kim ´Sübhanallah´ derse, on hasenesi olur. Kim ´La ilahe illallah´ derse, yirmi hasenesi olur. Kim de ´elhamdü lillah´ derse, otuz hasene yazılır". Burada hamdın Tevhid´den daha üstün tutulduğu gibi bir mana çıkarılmamalıdır. Aslolan, şükür ehlinin Allah Teala nezdindeki makamının yüksekliğidir. Allah Teala da Kitabı´na ´Hamd´ kelimesi ile başlamıştır.
Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Hamd, Rahman´ın ridasıdır". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Zikrin en hayırlısı ´La ilahe illallah, duanın en hayırlısı ise ´elhamdü lillahi Rabbil-âlemîn´dir".[14]
Şükrün, kulun kalbinde güçlenerek ona hakim olması ise, kalple şükrü ifade eder. Allah Teala´nm kulun şükrünü kabul etmesi ise, ona gizlediği şeyleri açığa çıkarması, ilim ve kader namına ona perdelediği hususları izhar etmesidir. Bu da, kul için bir ziyade olup bunun sayesinde Allah Teala´yı daha iyi bilerek müşahedenin yükseklerine çıkar. Bütün bunlar, şükür meihumundaki açığa çıkarma ve izhar etme manasına raci olan faziletlerdir.
Lütufda bulunan ve nimetler bahşeden Allah Teala´ya uzuvlarla şükretme hususuna gelince, bu da şöyle olur: Uzuvlarla şükreden kul, Rabbinin verdiği nimetle yine O´na karşı gelip günah işleyemez. Aksine O´nun verdiği nimetlerin yardımıyla O´na en güzel şekilde itaat etmeye çalışır. O´nun nimetlerinden aldığı güçle O´na karşı günah işlememelidir. Böyle yapması durumunda, Allah Tea-la´nm nimetlerine nankörlük etmiş ve küfranda bulunmuş olur.
Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah´ın nimetini küfran ile değiştirenleri görmedin mi?". (Ibrahim/28) Burada gizlenen bir mana vardır ki, delilinin açıklığından dolayı bunu anlayabiliriz: Allah Teala o kullarına nimetler vererek kendisine itaat etmelerini emretmiştir. Ama onlar, kendisinekarşı çıkarak bu nimetlerden aldıkları güçle O´na isyan etmişlerdir. Bu ise, onların kendilerine emredileni değiştirmeleri demektir.
Benzer bir gizli manayı, şu ayet-i kerimede de görmekteyiz: "Rızkınızı, O´nu yalanlamak mı kılıyorsunuz1?". (Vakı´a/82) Burada da murad edilen mana, rızkınızın şükrünü O´nun peygamberlerini yalanlayarak mı eda ediyorsunuz? şeklindedir. Görüldüğü gibi bu ayette de hazif vardır. Allah Resulü (sav) bu ayeti, açıklayarak ve tefsir ederek okumuştur: Rivayete göre O, ayetin tefsirini ´Şükrünüzü yalanlayarak mı eda ediyorsunuz?´ şeklinde okumuştur.
Bu manada Allah Teala´nın bir başka buyruğu da şu ayet-i kerimedir: "Kim, kendisine geldikten sonra Allah´ın nimetini değiştirirse (bilsin ki) Allah, cezalandırması çok sert olandır". (Bakara/211) Yani Allah Teala, nimetine küfranda bulunan, onun sayesinde günah işlemek suretiyle şükrünü zayi eden kimse, Allah Teala tarafından çok ağır biçimde cezalandırılacaktır.
Allah Teala´nın bir diğer buyruğu da şu ayet-i kerimesidir: "Eğer küfre düşerseniz, Benim azabım çok çetindir". (İbrahim/7) Ayetin tefsirinde denildi ki: Eğer nimetlerime nakörlük ederek onları inkar ederseniz.. -Allah Teala´nın azabı; dünyada o nimetin bela, aşağılanma ve zilletle değiştirilmesi şeklinde olabilir.- Azap, "Çünkü (cehennemin) azabı bir helaktir" (Furkan/65) ayetinde de ifade edildiği üzere ahirete tecil edilmiş de olabilir. Bu ayete göre Allah Teala kullarından nimetlerine karşı şükür talep etmiş ama onlar, bu karşılığı verememişlerdir. Bu durumda da nimetlerinin bedelini onlara borç olarak vermiş kabul edip kendilerini cehenneme hapsederek cezalandıracaktır.
Allah Teala buyurdu ki: "Gizli ve açık olarak nimetleri üzerinize bol bol akıtmıştır". (Lokman/20) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Günahın açığını da gizlisini de bırakın". (En´am/120) Burada, sözü dinleyen akıl sahiplerine şöyle bir uyan yapılmaktadır: Öğüt alın ve nimetin zahirinin şükrüne binaen günahın zahirini terke-din. Sonra da, gizli nimetlerin şükrünü eda etmek babında günahın gizlisinijie terkedin.
Zahiri nimetler, insanın bedeninde görülen sıhhat^ve~"âflyetle, mal mülk bakımından yeterliliktir. Zahiri günahlar ise, nefsin heva ve arzuları istikametinde uzuvlar tarafından yapılan fiillerdir. Batıni nimetler, kalplerin sıhhati ve niyetlerin selametidir. Batıni günahlar ise günahda ısrar, sû-i zan ve sû-i niyet gibi kalbi fiillerdir.
Mutarraf b. Abdullah şöyle demiştir: Afiyette olup şükretmem, imtihan edilip de sabretmemden daha sevimlidir. Çünkü afiyet makamı, selamete daha yakındır. O, işte bu sebeple şükür halini sabır haline tercih etmiştir. Çünkü sabır, imtihan ehlinin halidir.
Benzeri bir söz Hasan el-Basri´den de (ra) rivayet edilmiştir: Şükürle geçen afiyette ve sabırla geçen imtihanda hiçbir kötülük yoktur. Nimet verilen nice kimse vardır ki şükredici değildir. İmtihan edilen niceleri de vardır ki, sabırlı değildir. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Afiyet vermen benim için daha sevimlidir". O, Ali´ye de (kv), hastalığı esnasında sabır niyaz ettiği zaman şöyle demiştir: "Allah Teala´dan imtihan niyaz ettin. O´ndan afiyet niyaz et".[15]
Salih ameller de şükrün ifadesi olarak görülür. Allah Teala ve Resulü (sav), nimet verilen kimsenin eda ettiği şükrü amel mefhumuyla tefsir etmişlerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey Davud ailesi, şükür için amel edip çalışın". (Sebe713) Allah Resulü´nden de (sav) bu meyanda şu hadis nakledilmiştir: "O, ibadet ve amellerdeki gayretinden dolayı ayakları şiştiği için siteme uğradığı zaman şöyle buyurmuştu: ´Çok şükreden bir kul olmayayım mı?![16]Yine O, şunu haber vermiştir ki; nefsle mücahede ve Allah Teala´ya güzel amellerle yaklaşma, kulun şükrü ve nimet verenin mükafaatıdır.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalp ile şükür; nimetlerin, başka birinden değil sadece nimet sahibi Allah Teala´dan geldiğini bilmektir. Ameli şükür ise, Allah Teala´mn nasip ettiği her amelden sonra buna şükür olarak ikinci bir amelde bulunmanız dır. Buna göre şükür; amellerin devamlılığıyla irtibatlı olmaktadır.
Ariflere göre şükrün başı; Allah Teala´mn nasip ettiği nimetlerden biriyle O´na isyanda bulunup nimeti nevaya teslim etmemektir. Şükür ehlinin eda ettikleri şükre gelince; bu, sahip olunan bütün nimetlerle Allah Teala´ya itaat ederek, hepsini O´nun yoluna seferber etmektir. Bu, bütün kulların şükrüdür.
Şükrün özü ve hakikati, takvadır. Takva, Allah Teala´mn kullarına emrettiği bütün ibadetleri ihtiva eden bir mefhumdur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan Rabbinize ibadet ediniz, umulur ki takva sahibi olursunuz". (Bakara/21) Allah Teala, bundan sonra takva ile şükrün hakikatini ifade ederek, takvanın bizatihi şükür olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah´dan korkunuz, umulur ki şükredersiniz". (Al-i İmran/123)
Şükürde, iki müşahedeye dayanan iki makam vardır. Bu ikisinden üstte olanı, ´Çok şükreden=Şekûr´ makamıdır. Bu makamda yeralan kul, sıkıntı, bela, zorluk ve imtihan hallerinde dahi şükreder. Bu mertebeye gelebilmesi için de, bütün olumsuzlukları şükre-dilmesi gereken nimetler olarak görebilme seviyesine yükselmesi şarttır. Bu da, yakini imanındaki sadakat ve zühdündeki ihlas ile mümkün olur. Bu, Rıza makamlarından biri olup aynı zamanda Muhabbet hallerinden birini ifade eder. Allah Teala, peygamberi Nuh´u (as) bu sıfat ile zikrederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki o, çok şükreden (şekûr) bir kul idi". (İsra/3) Ayetin tefsirinde de şöyle denilmiştir: Nuh Peygamber (as), hayır-şer, yarar-zarar demeksizin her halinde Rabbine şükreden bir kuldu.
Bu babda Allah Resulü´nün (sav) şu hadisi rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir tellal çıkarak şöyle seslenir: ´Çok hamdedenler ayağa kalksın!´ Bunun üzerine bir zümre ayağa kalkar. Onlara bir sancak verilir ve cennete girerler. ´Çok hamdedenler (=Hammâd olanlar) kimlerdir?´ diye sorulur. Bunun üzerine, ´Bulundukları her halde Rablerine şükredenlerdir denilir". Bu hadisin başka bir lafzında ise şu ifade yeralır: ´Varlıkta ve yoklukta..´.
Ulemadan bir zat ise, Allah Teala´mn "Nimetleri zahiri ve batini olarak üzerinize bol bol yağdırdı" ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şöyle demiştir: Zahiri nimetler, zenginlik, sıhhat ve afiyettir. Batıni nimetler ise, fakirlik ve diğer musibetlerdir. Çünkü bunlar, ahi-ret nimetleridir. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Hayat, ancak Ahiret hayatıdır" [17]
Şükrün ikinci makamı ise; kulun, kendinden daha aşağıda olanlara bakması, din ve dünya bakımdan üstün kılındığı kimseleri görmesidir. Böylelikle kalbinin ve dininin selametiyle, diğerlerinin imtihan edildikleri belalardan affedilişinden ötürü Allah Teala´mn kendi üzerindeki nimetini ta´zim eder. Aynı şekilde diğerinin muhtaç edildiği dünya malından da kendine yetecek kadar sahip kılınmasından ötürü Rabbinin nimetini yüceltir. Bütün bunlar için Rabbine şükreder, sonra da dini hali bakımından iman ilmi ve sağlam yakini ile kendinden üstün kılınmış olan kullara bakarak kendi nefsine kızıp onu aşağılar ve kendinden daha yukarıda gördüğü kişinin halleriyle rekabet ederek ona yetişmeyi arzular. Bu durumda olan bir kul, şükür ehlinden sayılarak, övülenler zümresine dahil olur.
Bu manada Allah Resulü´nden de (sav) şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Dünyevi bakımdan kendinden aşağıdakine, dini bakımdan da kendinden yukarıdakine bakan kişi Allah Teala tarafından sabreden ve şükreden olarak yazılır"[18] Bu hadisi Rıza makamında şerhettiğimiz için burada tekrar izah etmeyi doğru görmüyoruz. Kulu, şükür ehli araşma sokan her sıfatta, kulun makamı şükür olur. Eğer nimete küfranda bulunursa, bunun zıddını yapması gerekir. Çünkü küfran, şükrün zıddıdır.
Nimetlerin en büyükleri, şu üçüdür ki bunları bilmeyen kişi, şükrüzayi etmiş sayılır. Bunları bilmek ise, arifler için şükür ifade eder. Bu üç büyük nimetin ilki; Allah Teala´mn izzet ve kudretiyle kulların gözlerinden gizlenmiş olmasıdır. Eğer O, kullarına zahir olsaydı işleyecekleri her günah küfür olurdu. Kendilerine yasaklanan ma´siyetler bir sivrisinek kanadı kadar dahi olsun eksütilmezdi.
Şükür, Yakin makamlarının üçüncüsüdür. Allah Teala buyurdu ki: "Eğer şükreder ve inanırsanız, Allah size niye azap etsin?". (Nisa/147) Görüldüğü üzere Allah Teala, şükrü iman ile birlikte zikretmiş ve bu ikisinin birlikte varolmasını cehennem azabından kurtarma vesilesi olarak bildirmiştir. Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Şükredenleri mükafaatlandıracağız". (Al-i İmran/145)
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden gibidir". [12] İbni Mesud da (ra) şöyle demiştir: Şükür, imanın yarısıdır. Allah Teala, müslümanlara şükrü emretmiş ve onu, zikirle beraber anmıştır: "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) Zikir ise, şanı yüceltilmiş bir fazilettir. Allah Teala bunu beyan ederken de şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah´ı zikretmek, en büyüktür". (Ankebut/45)
Bu durumda, zikir ile birlikte anıldığı için şükür de en büyük faziletlerden biri olmaktadır. Allah Teala´nm şükür ile razı edilmesi, ikramının bolluğundan dolayı kullarının ifa ettikleri bir karşılık mesabesindedir. Çünkü Allah Teala´nm "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) buyruğu, emrin tahakkuku ve şükrün ta´ziminden ötürü ´karşılık´ mefhumundan çıkışı ifade etmektedir. Ayette ´Fa´ harfi şart ve cezayı ifade ederken, önceki ibaredeki ´Kef harfi de misal-lendirmeyi ifade etmek içindir.
Buna göre ´Beni zikredin ki´ diye başlayan kısım, "Size, sizden bir peygamber gönderdiğim gibi..." (Bakara/151) ayetiyle birleştirilmiş ve mana, mealen ´Size içinizden bir peygamber gönderdiğim gibi, Beni anın ki Ben de sizi anayım ve Bana şükredin´ şeklinde düşünülmüştür. Araplar, gelecek için kullanılan ´Sevfe´ kelimesi yerine ´Sin´ harfi ile iktifa ettikleri gibi, ´Ke-misli=gibi´ kelimesi yerine de ´Kef harfiyle iktifa ederlerdi. Bu; şükür için çok büyük bir tazim olup ancak Allah Teala´yı bilen alimler tarafından idrak edilebilir bir husustur.
Eyyub Peygamberin (as) kıssasıyla ilgili olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah Teala ona vahyederek şöyle buyurmuştu: Ben, velilerimden bir ödül olarak şükre razı oldum..". Allah Teala´mn "Onları saptırmak üzere Senin doğru yoluna oturacağım" (A´raf/16) buyruğunun tefsirinde de, ´şükür yolu´nun murad edildiği söylenmiştir. Buna göre, eğer şükür, Allah Teala´ya götüren bir yol olmasaydı, şeytan bu yolun üstüne oturarak onu kesmeye çalışmazdı.
Eğer Allah Teala´ya hakkıyla şükreden kul O´nun habibi olmasaydı, lanetli İblis Allah Teala´ya karşı çıkarken şöyle demezdi: "Ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın". (A´raf/17) Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur; "Ve kullarımdan şükreden bir azınlık". (Sebe/13); "İblis´in onlar hakkındaki zannı doğru çıktı ve müminlerden bir topluluk dışında ona uydular". (Sebe/20) Allah Teala sevabın ziyadesini de, şükür ile kesinleştirmiş ve bunda hiçbir şeyi müstesna kılmamış tır.
Allah Teala, yalnız şu beş hususu müstesna tutmuştur: Zengin kılma, duaya icabet, rızık verme, mağfiret etme ve tevbeleri kabul etme. Allah Teala buyurdu ki: "Allah sizi dilediğinde lütfü ile zenginleştirecektir". (Tevbe/28); "Yalnız O´na dua edersiniz de, dilerse O, feryada geldiğiniz belayı üzerinizden kaldırır". (En´am/42); "O, dilediğine rızık verir". (Bakara/212); "O, dilediğine mağfiret eder". (Feth/14); "Sonra Allah, bunun akabinde dilediğinin tevbesini kabul eder". (Tevbe/27) Şükürden doğan sevabım ise, istisnasız olarak zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer şükrederseniz, size daha ziyadesini veririm". (İbrahim/7)
Şükreden kişi (=şâkir) Allah Teala´mn ziyade lütfuna mazhar olurken çok şükreden (=şekûr) kişi ise, bu lütfün son noktasına ulaştırılır. Şekûr, az da olsa Allah Teala´dan gelen herşeye fazlasıyla şükreden kimsedir. Onun şükrü, sürekli tekerrür etmektedir. Birşey için yapılan övgü ve sena da nimet sayılır. Bu da Rubûbiyet ahlakının esaslarından biridir. Çünkü Allah Teala, çok şükreden kimseye, kendi ismini layık görmüştür. Ziyade lütuf, nimet sahibine kalmış olup bunu dilediği kuluna verir. Allah Teala tarafından verilen bu ziyade lütfün en faziletlisi, güzel bir yakin ve sıfatların müşahedesini temin etmesidir.
Allah Teala tarafından bahşedilen ziyade lütfün başı, verilen nimetleri, nimet sahibinden gelen nimetler olarak görmek ve bunlarla ilgili olarak bütün güç ve engellemenin Allah Teala´mn elinde olduğunu bilmektir. O´nun ziyade lütfunun ortası ise; halin devamı, kulun ibadet ve hizmeti sürdürme sidir. Allah Teala tarafından şükreden kula lütfedilen ziyade, ahlak olabileceği gibi çeşitli ilimler de olabilir. Veya ahirette verilecek fazla bir mükafaat ya da dünyadan ayrılırken nasip edilecek metanet de olabilir.
Allah Teala şükrü, cennet ehlinin sözlerinin açılışı ve temennilerinin de hitamı kılarak şöyle buyurmuştur: "Bize vaadinde doğru söyleyen Allah´a hamdolsun". (Zümer/74); "Sözlerinin sonu da ´Hamd alemlerin Rabbine olsun´ demeleridir". (Yunus/10) Eğer şükür, ameller arasında Allah Teala´ya en sevimli gelen olmasaydı, onu cennette de eda etmelerini istemezdi.
Eyyub Peygamberin (as) münacaatmda şöyle bir ifade nakledilmiştir: ´Allah Teala ona sabredenler sıfatında -ki onların varacakları yer Darü´s-Selam´dır- şöyle vahyetti: Oraya girdiklerinde, kendilerine şükrü ilham ederim ki o, sözlerin en hayırlısıdır. Şükrettikleri anda da onlara olan lütfumu arttırırım. Beni düşünmeleri halinde de kendilerine ziyadesiyle veririm. Bu da lütfün nihai sınırıdır.
Şükrün başı, nimetlerin Allah Teala´dan geldiğini bilmektir ki O´ndan başka ilah yoktur, bu nimetleri verme noktasında tek olup ortağı olmadığı gibi, bunları vermek için kendisine yardım eden de yoktur. Bütün şeylerin varlığından önce varolan Tek Allah, hiç bir şeyde yardımcı ve ortağa ihtiyaç duymadığı için bütün bunların Za-tı´ndan nefyetmiştir. Varlığı da yokluğu da veren O´dur ve bu ikisi Allah Teala´mn emriyle kullar için cari olurlar.
O, bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Onların, her ikisinde de bir ortaklığı yoktur, Allah´ın, onlardan bir yardımcısı da yoktur". (Sebe´/22) Ayette geçen ´şirk´ kelimesi, ortak ve karışma manasında, ´Zahir´ kelimesi ise yardımcı manasmdadır. Allah Teala, daha sonra şöyle buyurmuştur: "Sizde nimet namına ne varsa hep Allah´tandır. Sonra sıkıntı dokununca Allah´a feryat edersiniz". (Nahl/53) Yine o şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah sana bir kötülük dokundurursa, onu O´ndan başka giderecek olan yoktur. Eğer sana bir iyilik nasip ederse bil ki O, herşeye Kadir5dir". (En´am/17)
Allah Teala, bir cümle nimeti saydıktan sonra bunları kendi Za-tı´na izafe ederek şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendisinden (bir lütuf olarak) emrinize verdi". (Casiye/13) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Gizli ve açık olarak nimetlerini size bol bol vermiştir". (Lokman/20)
Sebepler sıhhatleri, vasıtalar da sübûtları ile varolurlar. Bu nimetler ise, Allah Teala´nm hüküm ve hikmetleridir. O´nun vergisinin şartları ve verilenin eserleri, bunların hükmüne ve yaratılmasına tesir edemez. Bunlar hükme demedikleri gibi yaratma sıfatına da sahip değillerdir. Kendileri mahkum olan şeyler nasıl hüküm verebilirler? Kendileri yaratılmış olan şeyler nasıl birşey yaratabilirler? Neticede Allah Teala´dan başka hüküm veren yoktur. Ve O, hiç kimseyi hükmüne ortak etmez.
Ayetin, Şamlılar nezdindeki bu kıraati daha makbuldür. Çünkü bu kıraata göre emir sigası gündeme gelmektedir. Onlar, şirkle ilgili fiili ´Ta´ harfi ile okumuş, sondaki ´Kef harfini de sükun ile kıraat etmişlerdir. Buna göre mana; ´Allah Teala´ya, hükmünde ortak koşma!´ şeklinde olmaktadır. Sebepler Hakkın hükümleri ve O´nun hikmetlerinin vasıtalarıdır.
Nimet verenin, nimette müşahede edilmesi ve vergi sahibinin bahşettiği şeyde zuhur etmesi, nimet ve vergiyi O´ndan bilmeniz için elzemdir. Bu da kalbî şükürdür. Çünkü şükredenler nezdinde şükür; kalp ile bilmektir. Şükür, dil ile ifa edilecek bir fiil değildir. Rivayete göre Allah Resulü de (sav) şükrün ahirete dair bir mal olarak kazanılıp biriktirilme sini, dünyada mal kâzâhip biriktirmekten daha hayırlı bir karşılık olduğunu haber vermiştir.
Sevban (ra) ve Ömer b. Hattab´dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Mallar hazineye indirildiği zaman Ömer (ra), ´Hangi malları edinelim?´ diye sordu. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurdu: Sizden biri, zikreden bir dil ve şükreden bir kalp edinsin"[13]
Musa (as) ve Davud Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir rivayette bulunulmuştur: Onlar, şöyle derlerdi: ´Ey Rabbim, Sana nasıl şükredebilirim? Ben Sana, ancak nimetlerden bir diğeri ile şükredebilirim´. Bu sözün başka bir rivayetinde ise şu ifade yeral-maktadır: ´Sa-na şükrüm de, yine şükcrü gerektiren diğer bir nimetle olur. Allah Teala da onların bu sözü üzerine şöyle vahyetmiştir: ´Bunu bilmeniz bile, Bana şükretmeniz demektir´. Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır: ´Nimetlerin Ben´den olduğunu bildiğin zaman, Ben de senden bunu bir şükür olarak kabul ederim´.
Dille yapılan şükür, Allah Teala´yı en güzel şekilde övmek, hamd ve medhini arttırmak, nimet ve ikramlarını daima anlatmak, iyilik ve ihsanlarını sürekli nakletmekle olur. Malik olanı, memluk olana şikayet etmemek, izzet sahibi Ma´bud´u zelil bir kula serzenişle anlatmamak da şükrün edasmdandır. Bir hadiste de şu olay nakledilmiştir: ´Allah Resulü (sav) bir kişiye ´Nasıl sabahladın?´ diye sormuştu. O da, İyi´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) soruyu tekrarlamıştı. Adam yine ´İyi´ deyince, soruyu üçüncü kez tekrarladı ve ´Nasılsın?´ diye sordu. Adam, yine ´İyiyim, Allah´a hamd ve şükrederim´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Senden söylemem istediğim buydu´ buyurdu". Yani Allah Resulü (sav) adama, hamd ve şükürü söyletebilmek için bu kadar ısrarla sormuştu.
Selef-i Salih de (ra), karşılaştıkları zaman birbirlerine hal ve hatırlarını sormak suretiyle, hamd ve şükrü paylaşmak isterlerdi. Allah Teala´nm hamd ile zikrine sebep olmak suretiyle bunun sevabına da iştirak ettiklerine inanırlardı. Rabbinden yakındığını ve halini sorduğunuz zaman Allah Teala´nm kazasından hoşnutsuzluğunu ifade edeceğini bildiğiniz kimseye de halini sormamanız doğru olur. Çünkü bu tür bir soru, onun cehalet ve serzenişinin vebaline katılmak olacaktır. Kul için; Zatının misli olmayan ve herşeyi yed-i kudretin debulunduran Rabbini, hiçbirşeye gücü yetmeyen basit ve zelil bir kula şikayet etmek ne kadar da büyük bir kabahattir!
Allah Teala´dan gelen en küçük bir nimete dahi şükretmek, şükürden sayılır. Çünkü Habib Teala´dan gelen şey, az da olsa bunu müdrik olan kulun gözünde çok büyüktür. Aynı zamanda Allah Teala eşsiz bir hikmete sahip olduğu için, nimeti daraltmasının veya kesmesinin de bir hikmeti olsa gerekir. Kul, O´nun hikmet ve kudretini iyi bildiği zaman; verme kudretine rağmen nimeti engellemesindeki hikmet yönünü de bilir ve bu engellemenin de aynı zamanda bir vergi olduğunu görür. Neticede de, nimetin engellenmesi verilmesiyle bir olduğu gibi, verilen az şey de çok olur.
Kul; engelleme karşısında duyulan sabır ve zillet hislerinin, aslında izzet ve şeref olduğunu bilmelidir. Bu, ulema nezdinde kullarla ululanma ve onlarla şereflenme gayretinden çok daha faziletli ve değerli bir haldir. Kullara tamah edip onların önünde zeliî olmak, Allah Teala´nm kulu olan bir varlığa şeref borçlanmak, zelil biri önünde zillete düşmek gibidir. Halbuki Aziz olan Allah Teala karşısında zillet hissetmenin güzelliği, sevgilinin karşısında zelil olmanın güzelliğine benzer.
Zelil birinin karşısında zillete düşmenin çirkinliği ise, düşman karşısında zillete düşmenin çirkinliğine benler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Allah dışında taptıklarınız size rızık vermeye muktedir olamazlar. Rızkı Allah´dan isteyin ve O´na ibadet edin". (Ankebut/17) Yine O, bu manada başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah dışında taptıklarınız da sizler gibi kullardır.". (A´raf/194) İbadet, hizmet etmek ve zilletle itaat etmek mana-smdadır.
Sıkıntılı bir kul, ihtiyaç ve yokluğunu, onu giderebilecek olan Rabbinden başkasına açmamalıdır. Çünkü O, herşeyi bildiği ve herşeyden haberdar olduğu için kulunun derdini halledecektir. O, onu devamlı duymakta ve bulunduğu hali yakından görmektedir. Neticede ona uygun olanı da en iyi O bilmektedir. Allah Teala, bu manada şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı, yeryüzünde azgınlık yaparlardı". (Şura/27)
Yakin sahibi olan kul; rızkın verilmesi ve bollaşmasında şükrettiği gibi, daraltılması ve engellenmesi halinde de şükretmen, kalbiyle de bu yakini şehadete sahip olmalıdır. Şunu da bilmelidir ki, onun sıfatı; kulluk, hükmü ise kulluk hükümleridir. Mahkum olduğu hükümler ise Rubûbiyet hükümleridir. Allah Teala üzerinde hiçbir hak iddia edemez.
Allah Teala ise, onunla ilgili her türlü hakkın sahibidir. Çünkü kul, Allah´ın yapması ve yaratması neticesinde ortaya çıkan bir varlıktır. Alemlerin Rabbi, onun Yaratıcısı ve Malikidir. Kul, bu şehadete sahip olduğu zaman herşeyin Allah Teala´ya ait olduğunu görerek O´ndan gelen en küçük şeye dahi rıza gösterir. Allah Teala üzerinde bir hakkı bulunduğunu asla iddia etmediği gibi, O´nun tarafından verilen hiçbir şeye de kanaatsizlik göstermez. Bunların da ötesinde, Rabbinden hiçbir şey talep etmez.
Allah Teala´yı devamlı zikretmek, hamd-ü senada bulunmak, nimetlerini sürekli anlatarak hayırla anmak, dil ile yapılan şükürden sayılır. Çünkü şükür kelimesinin sözlük anlamı, açıklamak ve izhar etmektir. Mesela ´Kesüra ve şekere´ denildiği zaman, sıkıntıları giderilen kimsenin bu halini izhar etmesi kasdedilir. Dolayısıyla Allah Teala´nm nimetlerini sürekli anmak ve anlatmak da bunları açıklamak anlamında dille yapılan şükrü ifade etmektedir.
Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadisi zikredebiliriz: "Zikirler arasında hiçbiri hamd kadar katlanarak se-vaplandırılmaz". Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: "Kim ´Sübhanallah´ derse, on hasenesi olur. Kim ´La ilahe illallah´ derse, yirmi hasenesi olur. Kim de ´elhamdü lillah´ derse, otuz hasene yazılır". Burada hamdın Tevhid´den daha üstün tutulduğu gibi bir mana çıkarılmamalıdır. Aslolan, şükür ehlinin Allah Teala nezdindeki makamının yüksekliğidir. Allah Teala da Kitabı´na ´Hamd´ kelimesi ile başlamıştır.
Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Hamd, Rahman´ın ridasıdır". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Zikrin en hayırlısı ´La ilahe illallah, duanın en hayırlısı ise ´elhamdü lillahi Rabbil-âlemîn´dir".[14]
Şükrün, kulun kalbinde güçlenerek ona hakim olması ise, kalple şükrü ifade eder. Allah Teala´nm kulun şükrünü kabul etmesi ise, ona gizlediği şeyleri açığa çıkarması, ilim ve kader namına ona perdelediği hususları izhar etmesidir. Bu da, kul için bir ziyade olup bunun sayesinde Allah Teala´yı daha iyi bilerek müşahedenin yükseklerine çıkar. Bütün bunlar, şükür meihumundaki açığa çıkarma ve izhar etme manasına raci olan faziletlerdir.
Lütufda bulunan ve nimetler bahşeden Allah Teala´ya uzuvlarla şükretme hususuna gelince, bu da şöyle olur: Uzuvlarla şükreden kul, Rabbinin verdiği nimetle yine O´na karşı gelip günah işleyemez. Aksine O´nun verdiği nimetlerin yardımıyla O´na en güzel şekilde itaat etmeye çalışır. O´nun nimetlerinden aldığı güçle O´na karşı günah işlememelidir. Böyle yapması durumunda, Allah Tea-la´nm nimetlerine nankörlük etmiş ve küfranda bulunmuş olur.
Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah´ın nimetini küfran ile değiştirenleri görmedin mi?". (Ibrahim/28) Burada gizlenen bir mana vardır ki, delilinin açıklığından dolayı bunu anlayabiliriz: Allah Teala o kullarına nimetler vererek kendisine itaat etmelerini emretmiştir. Ama onlar, kendisinekarşı çıkarak bu nimetlerden aldıkları güçle O´na isyan etmişlerdir. Bu ise, onların kendilerine emredileni değiştirmeleri demektir.
Benzer bir gizli manayı, şu ayet-i kerimede de görmekteyiz: "Rızkınızı, O´nu yalanlamak mı kılıyorsunuz1?". (Vakı´a/82) Burada da murad edilen mana, rızkınızın şükrünü O´nun peygamberlerini yalanlayarak mı eda ediyorsunuz? şeklindedir. Görüldüğü gibi bu ayette de hazif vardır. Allah Resulü (sav) bu ayeti, açıklayarak ve tefsir ederek okumuştur: Rivayete göre O, ayetin tefsirini ´Şükrünüzü yalanlayarak mı eda ediyorsunuz?´ şeklinde okumuştur.
Bu manada Allah Teala´nın bir başka buyruğu da şu ayet-i kerimedir: "Kim, kendisine geldikten sonra Allah´ın nimetini değiştirirse (bilsin ki) Allah, cezalandırması çok sert olandır". (Bakara/211) Yani Allah Teala, nimetine küfranda bulunan, onun sayesinde günah işlemek suretiyle şükrünü zayi eden kimse, Allah Teala tarafından çok ağır biçimde cezalandırılacaktır.
Allah Teala´nın bir diğer buyruğu da şu ayet-i kerimesidir: "Eğer küfre düşerseniz, Benim azabım çok çetindir". (İbrahim/7) Ayetin tefsirinde denildi ki: Eğer nimetlerime nakörlük ederek onları inkar ederseniz.. -Allah Teala´nın azabı; dünyada o nimetin bela, aşağılanma ve zilletle değiştirilmesi şeklinde olabilir.- Azap, "Çünkü (cehennemin) azabı bir helaktir" (Furkan/65) ayetinde de ifade edildiği üzere ahirete tecil edilmiş de olabilir. Bu ayete göre Allah Teala kullarından nimetlerine karşı şükür talep etmiş ama onlar, bu karşılığı verememişlerdir. Bu durumda da nimetlerinin bedelini onlara borç olarak vermiş kabul edip kendilerini cehenneme hapsederek cezalandıracaktır.
Allah Teala buyurdu ki: "Gizli ve açık olarak nimetleri üzerinize bol bol akıtmıştır". (Lokman/20) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Günahın açığını da gizlisini de bırakın". (En´am/120) Burada, sözü dinleyen akıl sahiplerine şöyle bir uyan yapılmaktadır: Öğüt alın ve nimetin zahirinin şükrüne binaen günahın zahirini terke-din. Sonra da, gizli nimetlerin şükrünü eda etmek babında günahın gizlisinijie terkedin.
Zahiri nimetler, insanın bedeninde görülen sıhhat^ve~"âflyetle, mal mülk bakımından yeterliliktir. Zahiri günahlar ise, nefsin heva ve arzuları istikametinde uzuvlar tarafından yapılan fiillerdir. Batıni nimetler, kalplerin sıhhati ve niyetlerin selametidir. Batıni günahlar ise günahda ısrar, sû-i zan ve sû-i niyet gibi kalbi fiillerdir.
Mutarraf b. Abdullah şöyle demiştir: Afiyette olup şükretmem, imtihan edilip de sabretmemden daha sevimlidir. Çünkü afiyet makamı, selamete daha yakındır. O, işte bu sebeple şükür halini sabır haline tercih etmiştir. Çünkü sabır, imtihan ehlinin halidir.
Benzeri bir söz Hasan el-Basri´den de (ra) rivayet edilmiştir: Şükürle geçen afiyette ve sabırla geçen imtihanda hiçbir kötülük yoktur. Nimet verilen nice kimse vardır ki şükredici değildir. İmtihan edilen niceleri de vardır ki, sabırlı değildir. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Afiyet vermen benim için daha sevimlidir". O, Ali´ye de (kv), hastalığı esnasında sabır niyaz ettiği zaman şöyle demiştir: "Allah Teala´dan imtihan niyaz ettin. O´ndan afiyet niyaz et".[15]
Salih ameller de şükrün ifadesi olarak görülür. Allah Teala ve Resulü (sav), nimet verilen kimsenin eda ettiği şükrü amel mefhumuyla tefsir etmişlerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey Davud ailesi, şükür için amel edip çalışın". (Sebe713) Allah Resulü´nden de (sav) bu meyanda şu hadis nakledilmiştir: "O, ibadet ve amellerdeki gayretinden dolayı ayakları şiştiği için siteme uğradığı zaman şöyle buyurmuştu: ´Çok şükreden bir kul olmayayım mı?![16]Yine O, şunu haber vermiştir ki; nefsle mücahede ve Allah Teala´ya güzel amellerle yaklaşma, kulun şükrü ve nimet verenin mükafaatıdır.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalp ile şükür; nimetlerin, başka birinden değil sadece nimet sahibi Allah Teala´dan geldiğini bilmektir. Ameli şükür ise, Allah Teala´mn nasip ettiği her amelden sonra buna şükür olarak ikinci bir amelde bulunmanız dır. Buna göre şükür; amellerin devamlılığıyla irtibatlı olmaktadır.
Ariflere göre şükrün başı; Allah Teala´mn nasip ettiği nimetlerden biriyle O´na isyanda bulunup nimeti nevaya teslim etmemektir. Şükür ehlinin eda ettikleri şükre gelince; bu, sahip olunan bütün nimetlerle Allah Teala´ya itaat ederek, hepsini O´nun yoluna seferber etmektir. Bu, bütün kulların şükrüdür.
Şükrün özü ve hakikati, takvadır. Takva, Allah Teala´mn kullarına emrettiği bütün ibadetleri ihtiva eden bir mefhumdur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan Rabbinize ibadet ediniz, umulur ki takva sahibi olursunuz". (Bakara/21) Allah Teala, bundan sonra takva ile şükrün hakikatini ifade ederek, takvanın bizatihi şükür olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah´dan korkunuz, umulur ki şükredersiniz". (Al-i İmran/123)
Şükürde, iki müşahedeye dayanan iki makam vardır. Bu ikisinden üstte olanı, ´Çok şükreden=Şekûr´ makamıdır. Bu makamda yeralan kul, sıkıntı, bela, zorluk ve imtihan hallerinde dahi şükreder. Bu mertebeye gelebilmesi için de, bütün olumsuzlukları şükre-dilmesi gereken nimetler olarak görebilme seviyesine yükselmesi şarttır. Bu da, yakini imanındaki sadakat ve zühdündeki ihlas ile mümkün olur. Bu, Rıza makamlarından biri olup aynı zamanda Muhabbet hallerinden birini ifade eder. Allah Teala, peygamberi Nuh´u (as) bu sıfat ile zikrederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki o, çok şükreden (şekûr) bir kul idi". (İsra/3) Ayetin tefsirinde de şöyle denilmiştir: Nuh Peygamber (as), hayır-şer, yarar-zarar demeksizin her halinde Rabbine şükreden bir kuldu.
Bu babda Allah Resulü´nün (sav) şu hadisi rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir tellal çıkarak şöyle seslenir: ´Çok hamdedenler ayağa kalksın!´ Bunun üzerine bir zümre ayağa kalkar. Onlara bir sancak verilir ve cennete girerler. ´Çok hamdedenler (=Hammâd olanlar) kimlerdir?´ diye sorulur. Bunun üzerine, ´Bulundukları her halde Rablerine şükredenlerdir denilir". Bu hadisin başka bir lafzında ise şu ifade yeralır: ´Varlıkta ve yoklukta..´.
Ulemadan bir zat ise, Allah Teala´mn "Nimetleri zahiri ve batini olarak üzerinize bol bol yağdırdı" ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şöyle demiştir: Zahiri nimetler, zenginlik, sıhhat ve afiyettir. Batıni nimetler ise, fakirlik ve diğer musibetlerdir. Çünkü bunlar, ahi-ret nimetleridir. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Hayat, ancak Ahiret hayatıdır" [17]
Şükrün ikinci makamı ise; kulun, kendinden daha aşağıda olanlara bakması, din ve dünya bakımdan üstün kılındığı kimseleri görmesidir. Böylelikle kalbinin ve dininin selametiyle, diğerlerinin imtihan edildikleri belalardan affedilişinden ötürü Allah Teala´mn kendi üzerindeki nimetini ta´zim eder. Aynı şekilde diğerinin muhtaç edildiği dünya malından da kendine yetecek kadar sahip kılınmasından ötürü Rabbinin nimetini yüceltir. Bütün bunlar için Rabbine şükreder, sonra da dini hali bakımından iman ilmi ve sağlam yakini ile kendinden üstün kılınmış olan kullara bakarak kendi nefsine kızıp onu aşağılar ve kendinden daha yukarıda gördüğü kişinin halleriyle rekabet ederek ona yetişmeyi arzular. Bu durumda olan bir kul, şükür ehlinden sayılarak, övülenler zümresine dahil olur.
Bu manada Allah Resulü´nden de (sav) şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Dünyevi bakımdan kendinden aşağıdakine, dini bakımdan da kendinden yukarıdakine bakan kişi Allah Teala tarafından sabreden ve şükreden olarak yazılır"[18] Bu hadisi Rıza makamında şerhettiğimiz için burada tekrar izah etmeyi doğru görmüyoruz. Kulu, şükür ehli araşma sokan her sıfatta, kulun makamı şükür olur. Eğer nimete küfranda bulunursa, bunun zıddını yapması gerekir. Çünkü küfran, şükrün zıddıdır.
Nimetlerin en büyükleri, şu üçüdür ki bunları bilmeyen kişi, şükrüzayi etmiş sayılır. Bunları bilmek ise, arifler için şükür ifade eder. Bu üç büyük nimetin ilki; Allah Teala´mn izzet ve kudretiyle kulların gözlerinden gizlenmiş olmasıdır. Eğer O, kullarına zahir olsaydı işleyecekleri her günah küfür olurdu. Kendilerine yasaklanan ma´siyetler bir sivrisinek kanadı kadar dahi olsun eksütilmezdi.