- Sudan Müslüman Kardeşler Hareketi

Adsense kodları


Sudan Müslüman Kardeşler Hareketi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
seymanur K
Wed 21 September 2011, 03:48 pm GMT +0200
Sudan Müslüman Kardeşler Hareketi


1040'lı yıllarda Berberiler tarafından Sudan'a İslam'ın girdiği söylenebilir. Sudan uzun tarihi içerisinde çeşitli siyasi curcunalara şahid olmuş bir ülkedir. Siyasi geçmişi çeşitli askeri darbeler ve hükümet değişiklikleriyle doludur. Bunların böyle olmasında Batılı emperyalistlerin ro­lü büyüktür.

Çağdaş İslami hareketi ilgilendiren yönü ise Albay Cafer Numeyri'nin 25 Mayıs 1969'da iktidarı ele geçirmesinden sonraki tarih dilimidir.

Daha önce 1880'lerde Muhammed Ahmet (Mehdi)'in başlattığı İslam hareketini de küçümsememek gerekir. Mehdi hareketi, hem Sudan diktatörlerine, hem Mısır iş­galcilerine, hem de Batılı emperyalistlere karşı büyük bir direnişti. İmam Mehdi, bir çok müslümandan biat alarak bu zalim despotlara karşı cihad ilan etmiş, Hartum başta olmak üzere bir çok yerleşim merkezini ele geçirerek İs­lam'ı hakim kılmıştı. Mehdi'nin ölümünden sonra, onun prensiplerini yerine getirmek, hakimiyetini pekiştimıek, bağımsız ve güçlü bir İsimi devleti kurmak Abdullah b. Muhammed'e düşüyordu. Abdullah da atası Mehdi gibi cihada devam etti. Uzun süre şeriata bağlılık devam etti. Halife Abdullah, Kur'an ve Sünnet dışında hiç bir yasaya ihtiyaç duymadı. Ülkede tam bir şeriat hakimdi. Ancak bu hakimiyet yıllar sonra İngiliz kafirlerini rahat uyutamıyordu. Artık ne pahasına olursa olsun, İngilizlerin Su­dan'ı ele geçirmeleri gerekirdi. Nihayet, kanlı bir savaş yapıldı; halife ve 50 bin müslüman şehid edilerek, İslam hakimiyetine son verdi. [221]

Sudan'da Mehdiler'in hareketinden önce de Şeyh Os­man ile Şeyh Muhammed Bakhu gibi büyük önderler, za­lim ve despotlara karşı direnişe geçip, İslam'ın tek alter­natif olduğunu ortaya koymuşlardı. Ancak biz o dönemlere gitmeden 20. yüzyılın son yansında özellikle İhvan hareketini tahlil etmeye çalışacağız.

Emperyalistlerin Sudan'da İmam Mehdi'nin kurduğu İslam devletini yıkmaları, İslami hareketi tamamen söndürememişti. Mehdi yanlıları zamanla siyasi hayata atıl­mış, Ümmet ve Ensar diye iki parti kurmuşlardı. Bunlar siyasi alanda çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan da 1954'lerde İhvan hareketinin çalışmalarını görüyoruz Su­dan'da. Ümmet ile Ensar demokratik blokda işbirliği ya­parak hükümet olmuşlarsa da uzun süre hükümette kalamamışlardı. Nihayet 1969'da Albay Numeyri'nin darbe­siyle hükümetten uzaklaştırıldılar.

Bu dönemden sora Numeyri iktidarına karşı, Ensar, Ümmet ve İhvan üçlüsü birleşerek "Milli Cephe"nin kurulmasına neden oldular.

Ümmet partisinin lideri Sadık el-Mehdi'nin ifadeleri­ne bakılırsa, Nimeyri hükümetinin Camp David'i destek­lemesi, İslamileşmede samimi olmaması, yalancı, cahil ve İslami kulanmak isteyen biri olmasından dolayı ittifak dağılmıştır. Numeyri hakkında söylenenleri bu şekilde görmek istemeyen İhvan lideri Turabi, şartlar ne olursa olsun hükümetle uzmaşmaya devam etmede ısrarlı oldu­ğunu göstermiştir. Öte yandan Dr. Turabi'ye bakılırsa, hükümetle uzlaşmaya can atmadığını, ancak ortaklık neti­cesinde bazı imkanların sağlanabilmesi için buna gerek duyduklarını söylemiştir. Hatta bunlardan hareketle, Sa­dık el-Mehdi, komünistlerle işbirliği yapmakla suçlanmıştır. [222]

Sudan İslami Hareketinin, Numeyri iktidarına karşı tek cephe oluşturması gerçekten sevindirici bir olaydır. Ancak zamanla Numeyri ile uzlaşmaya gidilmesi onların sonunu getirmiş demekti. Eğer hükümetle uzmaşmaya gidilmeden ve demokratik politikalara alet olunmadan radi­kal bir harekete sahip olunsaydı çok hayırlı neticelerin el­de edileceği muhakkaktı. Nitekim siyasi ve politik hırs­larla çalışmalar yapmak istedikleri için, zamanla Ümmet Partisi kendi arasında üçe bölünürken, Ensar Partisi de kendi içerisinde üç ayrı guruba bölünmüştü. Böylece baş­ta "Milli Cephe" olan sözde müslüman ittifakı, politik ve demokratik çıkarlar nedeniyle şimdi yedi partiye bölünmüştü. Bütün bu ayrılmalara rağmen Mehdi mücadelesi­ne devamla, büyük bir etkinliğe sahip oldu.

Sudan müslümanlarının 1978'lerdeki aktif mücadele­leri sonucu, Numeyri aşırı bir şekilde rahatsız olmuş ve yoğun baskınlar düzenleyerek müslümanları paniklere sürmüştü. Uzun süre müslümanları baskı ve zulümlere maruz bırakmışsa da başarı sağlayamamış ve çözümü, iktidarın elinden çıkmaması için taviz vermek ve İhvan'ı hükümete ortak etmekte bulmuştu. Hatta Turabi ve yandaşlarına hükümette aktif görevler vermişti. Numeyri, bu sinsi hareketle etrafı bir müddet sakinleştirebilmişse de, İran İslam İnkilabı'nın yankıları Sudan'da da etkili olun­ca, müslümanlar yeniden canlanmış ve Numeyri'ye karşı tekrar herekete geçmişlerdi.

Daha başlangıçta, İran'da düşmüş olduğu yanılgıya Sudan'da düşmek istemeyen Amerika, hemen duruma müdahale etmiş, Şii İran İslam devletine karşı, Sünni bir İslam devleti kurdurtmak, diğer ülkelerdeki İslami hareketleri de Sudan kanalıyla kontrol altında tutmak amacıy­la Eylül 83'te Sudan'da şeriat yasasının yürürlüğe koyul­duğunu ilan etmişti. Bu nedenle ceza ve tutuk evlerinde İhvan mensupları serbest bırakılmış, Turabi Numeyri'nin baş danışmanlığına getirilmişti.

Turabi ve İhvan, zalim ve despot Numeyri ile bu kadar içli-dışlı olurken, hareketten taviz vermeyen ve İran yanlısı gözüken Sadık mehdi ve yandaşları halen zindan­lardaydı. Bilinen şudur ki, Numeyri-Turabi koalisyonu memlekette beklenen İslami rejimi getirmemiş, sadece çocuk kandırmacası gibi bir durum olmuştu. Zira İslami rejim getirildiyse, Mehdi ve yandaşların zindanlarda çü­rümesinin anlamı neydi? Bir taraftan zindanlar tamamen boşaltılmamışken, diğer taraftan da Sadık Mehdi'nin yan­lıları koalisyon hükümetine karşı kıyasıya mücadele veri­yorlardı. Anlaşılan bu koalisyon göstermelikten öte bir şey değildi.

Amerika, Numeyri'nin yeni olaylar karşısında çaresiz kaldığını sezince, gerekli talimatı vermek için başkan yardımcısını Sudan'a göndermiş ve 72 saat sonra da Turabi ve 130 kadar arkadaşı tutuklanmıştı. Muhalefete İslami çalışmalar yanında bir de ekonomik sıkıntılardan rahatsız olan işçi ve esnafın da muhalefetleri eklenince, Nurneyri bunalımlara girmiş, neticede soluğu efendisi Amerika'nın yanında almıştı. Amerika'dan aldığı talimatla Mısır'da dostu Mübarek'i ziyaret edip ülkesine dönerken Kahire hava alanında uçağına bindiğinde pilotu, Numeyri'ye devrildiğinin müjdesini veriyordu.

Evet, müslümanların sürekli gösterdikleri direniş ve İran İnkılabının getirdiği tereddütler Washington'u ürküt­müş, neticede sadık dostu Numeyri'yi yönetimden uzak­laştırıp, yerine güvendiği dostlarından General Suvar ed-Dehap'ı getirmişti.

1986 yılında Sadık el-Mehdi yapılan seçimler sonucu işbaşına getirildi. Ahmet el-Mirgani de devlet başkanlığı­na getirildi. İhvan lideri Turabi ise meclise sokulmadı.

Sudan'da İslamizasyon dedikleri İslami faaliyetler hükümet seviyesinde ta Numeyri zamanında (1983'te) başlatılmıştı. İran gibi İslami bir inkilab ve İslami bir devlet oluşmasın diye Numeyri ta o günlerde bir takım İslami yasalar yürürlüğe koymuştu. Çünkü genelde müslüman halk, İran'da İslami bir Cumhuriyetin kurulduğun­dan haberdar ve hareketi de tasvip ediyorlardı. Bu inkilab halk üzerinde büyük bir etki bıraktı ve İslami çalışmalara da katkıda bulundu. Numeyri İslami hareketin nabzına göre hareket ediyordu. Bazen başta Turabi olmak üzere bazı yetkilileri hükümete ortak eder, bazen de onlara kar­şı baskıyı artırırdı. 1984'de Numeyri, hükümet destekli İslami çalışmaların olduğu uluslararası bir konferansta kendisini ülkenin imamı olarak ilan edebiliyordu.

1986 yılında iktidara gelen Sadık el-Mehdi, Numey­ri'nin İslami yasalarını fazla kurcalaştırmadan sürdürmeyi planladı." Muhalefette iken Numeyri'nin çalışmalarını sürekli eleştiren ve daha sağlıklı bir İslami yapılanma niye­tinde gözüken sadık el-Mehdi, iktidara geldikten sonra fazla bir şey yapamadı. Devleti laikliğe götürmedi ama İran İslam devrimi gibi bir dış ilham kaynağı da aramadı. O sadece mevcudu korumaya çalıştı. Bunun böyle olmasında Güney Sudan'ın büyük etkisi olmuştu. Nüfusun üç­te birini gayri müslümler oluşturmakta ve bu nüfus da gü­neyde oturmaktadır. Bunların çoğu Hristiyandır. Böylece Sudan güney ve kuzey arasında sürekli bir bölgesel çekiş­melere sahne olmuştur. İşte İslami yasaların yürürlüğe konulmasının en önemli zorluklarından biri de bu idi.

Başta amerika olmak üzere bazı batılı güçler Güneyi sahiplenerek, mevcut islami yasaları parlamento tarafın­dan feshine çalıştılar. Bunun için de orduda bir kanatı ha­rekete geçirmeye çalıştılar. Ordu bu durumu tepkiyle kar­şıladı ve hemen General Ömer el-Basir liderliğindeki İslami kanat, parlamentonun aldığı İslamı kararların yürür­lükte kalması için yönetime el koydu. 1989 Haziran'ında yapılan bu ihtilale "kurtuluş ihtilali (İnkılabı)" denildi.

Ömer el-Beşir yönetimi 1989 Haziran'ından bu yana İslami çalışmalar için ciddi adımlar atmaktadır. Ülkenin en önemli meselesi haline gelen ekonomiden tutun da si­yasi; kültürel ve toplumsal meselelerine kadar bir çok alanda İslam şeriatını uygulamaya çalışmaktadır. Bu gün Sudan ekonomisini faizden kurtarmış, eğitim ve öğretimi İslama göre düzenlemiş, siyasi alanda "uşak" olmaktan kendini kurtarmış, tamamen bağımsız ve İslami adımlar atma cesaretinde olmuştur. Diğer taraftan fakir aileleri destekleme, öğrenci çalışmalarını düzenleme ve cihadın önemini askerlere kavratarak ülkesine sahip çıkmak ama­cıyla askeri eğitim programlarını geliştirmeye başlamış­tır.

Sudan hükümetinin kendi kardeşi olan, İran İslam Cumhuriyetinden feyz ve güç alması, ekonomik, siyasi, güvenlik ve savunma alanlarında yakın ilişkilere girmesi ve kısaca her gün biraz daha gelişen başiarı grafiği bir çok hain ülkeleri rahatsız etmektedir.

Bir taraftan Ömer el-Beşir'in İslami adımları, diğer yönden müslüman kardeşler hareketinin lideri Dr. Hasan Turabi'nin çalışmaları başta Amerika olmak üzere bir çok ülkeyi tedirgin etmektedir. Bu çalışmaların İran desteğiyle Kenya, Uganda, Somali ve Kuzey Afrika’daki müslüman cemaatların faaliyetlerini de etkileyince, müslümanları idam etmekle sindireceğine inanan Mısır ve di­ğer Muhafazakar Arap ülkeleri rahatsızlığını büyük şeytanlarına şikayet etmeye başladılar, böylece BM, Su­dan'ın insan haklarını ihlal ettiğini, insanlara işkence edildiği, mahkemesiz insanlar tevkif edildiği, Arap ülkelerinde terörizmi desteklediği ve benzer bir takım yakıştırma­larla Sudan'ın üzerine gitmeye başladılar. Ömer el-beşir ise "bu suçlamaların hiçbiri bir esasa dayanmadığnı ve durum tamaman bir sindirme e düşmanlık olduğnu" be­lirtmişti.

BM adıyla hep öne çıkan Amerika, gerçekten Su­dan'daki İslami yönetimden ve bu yönetimin İran'la olan sıkı ilişkilerinden rahatsızdı. Bunun için de özellikle Mı­sır ve Tunus vasıtasıyla işi gündeme getiriyor. Güya Su­dan'da İran askerleri, ve Kızıl denizdeki Sudan limanlarında da İran savaş gemileri barındırılıyor. Zaten bu adl ve aşağılık ülkeler ne zaman bir rejimi kendileri için teh­likeli görseler hemen oraya karşı bir takım planlar. Gere­kirse asker gönderir, gerekirse banş güçleri (şer güçleri) gönderir, gerekirse de bir şeyler bahane ederek savaş açar.

İşte bu günler de İslami çalışmalarından dolayı göz­ler Sudan'a dikilmiş, hatta Somali'ye çıkartmanın sebep­lerinden biri de yine Sudan olarak bilinmektedir. Onun için Amerika Sudan hakkındaki plan ve programları giz­lemiyor. Haziran 92 başlarında Dışişleri bakanı James Baker bir Amerikan kongresinde şunları söylüyordu:

"Ni­tekim İran Sudan'a uzanmış bulunuyor. Sudan'da İslam’ın gücü öylesine artmıştır ki bugün Amerika için dünyada İran'dan sonra en sevimsiz ikinci ülkedir. Eğer bu geliş­melerin önü alınmazsa yarın çok geç olacaktır." diyerek endişelerini itiraf etmiştir.

Bugün Amerika, Sudan'ın önüne geçmek için başta ekonomik ambargo uygulayarak, İran, Libya, Japonya ve Çin gibi ülkelerin yardımlarını kesmeye çalışaktadır. İkinci olarak da Sudan'ı sık sık "uluslararası terörizmi desteklemekle suçlamaktadır." ayrıca hükümeti devirmek için hem Güneydeki ayrılıkçıları desteklemekte, hem de sürgünde bir hükümet kurdurmakla çalışmalarını sürdür­mektedir. Amerikanın Sudan İslami hareketini sindirme planlarından biri de başta Mısır, Tunus, Cezayir ve diğer bazı Arap ve Afrika ülkelerini kışkırtarak Sudan'la ilişkilerin zayıflatmasını ve terid edilmesini, hata içişlerimize karışıyor" gibi bir çok ülkeyle ilişkileri sıklaştırmakta ve diplomatik ataklar başlatmaktadır. Geçen aylarda bu amaçla Rafsancani'nin Sudan ziyareti oldukça önemliydi. Diğer taraftan Mısır'lı Ömer Abdurrahman gibi önemli bir şahsiyeti ülkesinden vize vererek Amerikaya gönder­mesi müslümanlar sahiplenmesinin açık bir örneğidir.

Görünen şu ki Sudan yönetimi İslami topluma hakim kılmak için bütün engelleri aşmaya kararlı. Kültür Bakanını'nın ifadeleri bu konuda ümit vermektedir:

"Ne tür baskı olursa olsun islam şeriatını uygulamaktan bizi geri döndürmeyecektir."

Devlet başkanı, Ömer el-Beşir'e göre ise:

"Artık bun­dan böyle hiç kimseye bağımlı olmayacağız. Kendi karar­larını kendisi alan bir ülkeyiz. İkinci derecede bir ülke ol­mayacağız. Ülkede ekonomik ve siyasi meseleler halle­dilince kimse artık İslam şeriatına karşı çıkamıyor. Onun için ülkede herşeyden önce ekonomik meseleler çözülme­lidir. Sudan artık ihtiyaç ve sıkıntılar için Allah'tan başka hiç kimseye boyun eğmeyeceğiz. Allah'ın yardımı mı, yoksa tanrıların yardımı mı?

Sudan bu gün diktatör ülkelerin kızgınlığını, müslümanların da sevincini arttırmıştır. Özellikle ihvan'ın lideri Turabi gibi Cemaatların da Sudan hükümetini destekle­mesi ve İslam şeriatını beraber hakim kırmaya çalışmaları cidden iftihar vesilesidir.

Mısır, Suriye, ve Sudan'dan başka, Ürdün, Irak ve Suud gibi ülkelerde de İhvan kök salmıştı. Ürdün'deki İhvan'ın liderliğini yapan Ebu Macid'in ifadelerine bakılır­sa, Kral Hüseyin rejimi, İslam davetçilerine geniş hürri­yetler vermiş ve onları çalışmalarında serbest bırakmıştır. Bunun sebebi de anayasalarına göre İslam'a karşı olma­nın yasaklanmış olmasındandır. Çünkü Ürdün'de hükü­met, müslüman olduğunu ve İsla'ı savunduğunu iddia etmektedir. [223]

Ebu Macid'in bu ifadeleri pek inandırıcı olmamakta­dır. Çünkü Sünnetullah'a aykırıdır. Kral Hüseyin'in ne ka­dar müslüman olduğu ve İslam'a nekadar sahip çıktığı gözler önündedir. Eğer Ürdün'de despot Hüseyin, müslümanlara göz yumuyor görünüyorsa, bunun sebebi Müslü­manların görünürde bir çalışmalarının olmamasıdır. Yok­sa, bir kral toleransı olarak bunu düşünmek asla doğru değildir.

Öte yandan Suud'da İhvan hareketini destekleyen Said Ramazan, Suud krallarıyla iyi ilişkiler içerisinde ola­cak ki, İhvan için finansmanı Suud krallarından çıkartabil­mektedir. Suudi Ameerika'nın İhvan'a aptığı bu ağalık ve patronluğun altında ne yattığı hepimizce malumdur.

Dünya genelinde İhvan hareketini değerlendirirken, Benna, Udeh, Kutup, Salih Seriyye, İslambuli ve Süleyman Hatır gibi kurbanlar verilerek bu noktaya kadar gel­mişlerdi. Demokratik oyunlar içerisinde eriyip gitmeleri bir yana, Dünya İslami hareketlerinin uyarışına vesile ol­muş ve bütün İslami hareketlerin fikir ve enerjilerinin kaynağı olmuştu. Ancak, 60 yıllık mazisiyle hareket İsla­mi İnkilaba dönüşmemiş ise, buun nedenini yöntem fark­lılığında aramak gerekir. Eğer bu gün bazı çevrelerce, İh­van artık yoktur, demokratik oyunların kurbanı olmuştur' deniliyorsa tamamen yabana açılmamakla beraber, varlığı da bir realite olarak inkar edilemez. [224]


[221] Sudan Dosyası.

[222] A.g.e.

[223] Dünya Müslümanlarından Sesler.

[224] Beşir İslamoğlu, İslami Hareketin Tarihi Seyri, Denge Yayınları, İstanbul, 1993: 276-286.