- S.Ü. FIKIH USULÜ 5. HAFTA ÖZET

Adsense kodları


S.Ü. FIKIH USULÜ 5. HAFTA ÖZET

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Rüveyha
Tue 7 February 2017, 09:41 pm GMT +0200
S.Ü. FIKIH USULÜ 5. HAFTA ÖZET

KIYASIN TANIMI VE RÜKÜNLERİ    

Kıyasın Tanımı


Arapça’da “kıyas” kelimesi, sözlükte “bir şeyi ölçmek”, “miktarını belirlemek” ve “bir şeyi bir şeye eşitlemek”, “bir şeyi başka bir şeyle karşılaştırmak” gibi anlamlara gelir.

Usûlcülerin kullandığı bir terim olarak ise kıyas, "Kitab, Sünnet veya icmâda hükmü bulunmayan meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle, bu kaynaklardan birinde yer alan meselenin hükmünü vermek" demektir. Bu sebeple kıyas, ilk olarak hüküm koyma işlemi olmayıp aslında var olan bir hükmün ortaya çıkarılması işlemi olarak görülmektedir.

Kıyasın Rükünleri


Bir kıyas işleminden söz edebilmek için dört rüknün bulunması gerekir:

1) Asıl ( الأصل ): Hükmü nass veya icmâ tarafından belirlenmiş mesele. Buna “makîs aleyh” de denir.
2. Fer’ ( الفرع ) : Hükmü nass veya icmâ tarafından belirlenmemiş olan mesele.
3. Aslın hükmü ( حكم الأصل ) : Asıl hakkında sabit olan ve kıyas yoluyla da fer’e de uygulanmak istenen hüküm.
4. İllet ( العلة ): Asla ait hükmün konulmasına sebep olan özellik.

 Kıyas yoluyla fer’e de uygulanmasına karar verilen hükme gelince, bu, kıyasın neticesidir; kıyasın rüknü değildir.

Kıyas Örnekleri


Birinci örnek:


Kur’an-ı Kerim’de “hamr (şarap)”ın haram olduğu şu şekilde belirtilmektedir: “Ey iman
edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar ve şans okları, birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan
kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar yolu ile aranıza düşmanlık ve kin
sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık bunlardan vazgeçtiniz
değil mi?” [el-Mâide, 5/90-91]
Bu âyet şarabın haram olduğunu açık olarak gösterdiği gibi bu haramlığın hikmetini de
belirtmektedir. Bu hikmet, şarap içmenin ortaya çıkardığı dini ve dünyevî kötü sonuçların
önlenmesidir. Hamr, yapısında bulunan “iskâr (sarhoş edicilik)” özelliği sebebiyle insanın
aklını örtmekte ve bu kötü sonuçları doğurmaktadır. Bir başka deyişle hamrın haram
olmasının illeti, sarhoş edicilik özelliğine sahip olmasıdır.

Ayette geçen “hamr” sözcüğü Hanefîlere göre üzüm suyundan ateşte kaynatılmaksızın
elde edilen içkinin adıdır. Buna göre, belirtilen içkinin dışında kalan viski vb. sarhoş edici
maddeler âyetin kapsamına dâhil değildir. Fakat bu içkilerin içilmesi de, Kur’an’ın hamr
hakkında açıkladığı kötü sonuçları içermektedir. Şu halde bu içkilere de kıyas yoluyla
hamrın hükmü uygulanır.

Buradaki kıyas örneğini rükünlerine ayırarak şu şekilde göstermek mümkündür:

1. Asıl (Makîs aleyh): Hamr (şarap),
2. Fer’ (Makîs): Viski,
3. Aslın hükmü: Haramlık,
4. İllet: Sarhoş edicilik
Fer’in hükmü (kıyasın sonucu): Viskinin haram olması.

İkinci örnek:

Kur’an-ı Kerimde, Cuma namazının farziyetini belirten âyette: “Ey İman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın…” [

1. Asıl (Makîs aleyh): Cuma namazı vaktinde alış-veriş yapmak,
2. Fer’ (Makîs): Cuma namazı vaktinde kira sözleşmesi, tamirat vb. fiilleri yapmak,
3. Aslın hükmü: Haramlık,
4. İllet: Cuma namazını kılmaktan geri durup başka şeyle meşgul olma.
Fer’in hükmü (kıyasın sonucu): Cuma namazı vaktinde kira sözleşmesi, tamirat vb. fiillerle uğraşmanın haram olması.

Üçüncü örnek:

Hz. Peygamber (s.a.v.) kedinin artığı ile ilgili olarak “o necis değildir; kediler sizin etrafınızda dönüp duran varlıklardır” buyurmuştur.

1. Asıl (Makîs aleyh): Kedinin artığı
2. Fer’ (Makîs): Kedi dışında evlerde bulunabilen hayvanların artıkları,
3. Aslın hükmü: Necis olmama,
4. İllet: İnsanların etrafında bulunma, insanlarla iç içe yaşama,
Fer’in hükmü (kıyasın sonucu): Kedi dışında evlerde bulunabilen hayvanların artıklarının necis olmaması.

KIYASIN HÜCCET DEĞERİ

İslam hukukçularının büyük çoğunluğu, kıyasın şer’î-amelî hükümlerin bilinmesini sağlayan bir delil ve İslam hukukunun esaslarından biri olduğu konusunda fikir birliği etmişlerdir.

Mutezile mezhebine mensup Nazzâm, Zâhirîler ve bir kısım Şiîler, kıyasın bir hüccet olmadığı kanaatindedir.

1. Kitaptan deliller

Kıyasın hüccet olduğunu kabul eden çoğunluğun Kitap’tan zikrettikleri delil Haşr sûresinin 2. Âyetidir. Bu âyette, Nadîroğulları Yahudilerinin kendi güç ve kudretlerine güvenerek kibirlendikleri, ancak hiç beklemedikleri anda Allah’ın onların kalplerine attığı bir korku sebebiyle yurtlarını terk ettikleri belirtilir. Âyetin sonunda “onlar evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri, ibret alın! buyrulmuştur.

Bu âyette فَاعْتَبِرُوا یَا أُولِي الْأَبْصَارِ “Ey akıl sahipleri, ibret alın!” ifadesi kıyasın delil olduğunu göstermektedir.
Kur’an-ı Kerim’de pek çok hükmün illeti ile birlikte zikredilmiş olması hususu da kıyasın hücciyetini desteklemektedir. Bunlara birkaç örnek verelim:

· Kısasta sizin için hayat vardır ey akıl sahipleri. Ola ki [adam öldürmekten] sakınırsınız
· Sana [kadınların] âdet hâlini soruyorlar. De ki o bir tür eziyettir, o halde kadınlarla âdet döneminde ilişkide bulunmayı terk edin. [el-Bakara, 2/222]
Görüldüğü gibi bu âyetlerde hükmün konuluş gerekçelerinin de zikredilmesi, hükmün sebep ve illeti ile birlikte var olacağını ifade etmektedir ki kıyas da zaten bunu ortaya koymaktadır.

2. Sünnetten deliller

a. Hz. Peygamber (s.a.v.) Muâz bin Cebel’i Yemen’e hâkim olarak gönderirken aralarında konuşma geçmiş.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Muâz’ın bu cevabı üzerine memnun bir şekilde onun göğsüne vurup “Allah’ın elçisinin elçisini Allah’ın razı kılacağı şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun” dedi.
b. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizzat kendisi pek çok meselede iki mesele arasındaki benzerlikleri dikkate almış ve bunu ashabına da öğretmiştir.

* Örneğin bir kadın gelerek yaşlı ve yolculuk yapamayacak durumda olan babası yerine kendisinin hac yapıp yapamayacağını sorduğunda Hz. Peygamber (s.a.v.) ona “babanın birine borcu olsa öder misin?” diye sordu. Adam “öderim” diye cevap verince, Hz. Peygamber (s.a.v.) “Allah’a olan borç ödenmeye daha layıktır” şeklinde cevap verdi.

* Hz. Ömer ile Hz. Peygamber (s.a.v.) arasında bir gün şöyle bir konuşma geçti:
- Ey Allah’ın rasûlü! Bugün büyük bir hata işledim. Oruçluyken tuttum da karımı öptüm.
- Oruçluyken ağzını çalkalamış olsan bunun oruca zararı olur mu?
- Hayır olmaz.
- Öyleyse üzülmene gerek yok.

3. Sahabe uygulamasından deliller

* San’a’da bir kadın, dostu ile bir olup kocasını öldürmüştü. Halife Hz. Ömer’e bu durum ile ilgili mektup ulaşınca sahabe ile istişare etti. Hz. Ali Hz. Ömer’e şu soruyu sordu: “Bir grup insan bir deveyi birlikte çalıp boğazlamış olsalar hepsine hırsızlık cezasını uygulamaz mıydın?” Hz. Ömer “evet uygulardım” deyince Hz. Ali “bu da onun gibidir” dedi. Hz. Ömer bu görüşü kabul etti ve valisine mektup yazarak bu hükmü uygulamasını emretti.

4. Aklî deliller

* İslam dini son dindir, kıyamete kadar başka bir din gelmeyecektir. Öyleyse İslamî kaynakların, insanların kıyamete kadar meydana gelebilecek bütün ihtiyaçlarına cevap verebilmesi gerekir.

Kıyası Reddedenlerin Delilleri

1. Kitaptan deliller

Kimi âyetlerde dinin tamamlandığı, Kitapta hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı belirtilmektedir. Kıyas yapmak ise Kitapta eksik bazı konuların bulunduğunu iddia etmek anlamına gelir.

Kur’an’da “zanna uymayı” yasaklayan pek çok âyet bulunmaktadır. Kıyas dediğimiz
şey de zanna uyarak hüküm vermekten başka bir şey değildir. Çünkü kıyas işleminde a)
hükmün illetinin tespiti, b) Hükmün illetinin asıl dışında fer’de de bulunduğunun tespiti, c)
Ta’lîl edilen aslın talile elverişli olup olmadığı vb. hususlar hep zanna dayanmaktadır. Din
hakkında zanna dayalı konuşmak yasaklandığına göre ve kıyas da bu şekilde zanna dayalı
hüküm verme olduğuna göre Allah’ın dini hakkında zanna dayalı konuşma anlamına gelen
kıyas yasak olmalıdır.

2. Sünnet ve sahabe uygulamasından deliller


Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soru soran bazı kimselerin sorularına o duruma benzer başka bir durum zikrederek cevap vermesi kıyas yapma anlamına gelmez, yalnızca hükmü zihinlere daha iyi yerleştirmek için bir benzetme anlamına gelir. Bu durum kıyasın meşrû olmasını gerektirmez.

Sahabeden pek çoğu dinî meselelerde kişisel görüşü öne sürerek hüküm ve fetvâ vermeyi kötü görmüştür.

3. Aklî deliller


Kıyas ihtilafa yol açar. Çünkü aslın belirlenmesi, aslın illetinin belirlenmesi ve bu illetin
fer’de de bulunup bulunmadığının belirlenmesi gibi hususlar her bir müctehidin farklı
görüşler ileri sürmesine müsait hususlardır. Bu kadar ihtilaflara yol açma özelliğine sahip
bir hüküm verme yönteminin dince meşrû görülmesi mümkün değildir; çünkü dinde ihtilaf
kötülenmekte her vesile ile birliğin önemi üzerinde durulmaktadır.

KIYASIN ŞARTLARI

Kıyasın geçerli olması için bazı şartların bir araya gelmesi gerekir. Bu şartların bir kısmı “aslın hükmü” ile, bir kısmı “fer’” ile bir kısmı da “illet” ile ilgilidir. Aşağıda bunları ele alacağız.

1. Aslın Hükmü ile İlgili Şartlar


Birinci şart:


Aslın hükmü Kitap, Sünnet veya icmâ ile sâbit bir hüküm olmalıdır.

İkinci şart:

Aslın hükmü, illeti aklen kavranabilen hükümlerden olmalı, taabbudî hükümlerden yani
illeti akılla kavranamayan hükümlerden olmamalıdır.
Beş vakit namazın rekâtları, zekâtı verilmesi gerekli malların nisap miktarları, Kâbe’de yedi defa tavaf edilmesi, mestin altına değil üstüne mesh edilmesi gibi hükümler bu türdendir.

Üçüncü şart:


Aslın hükmü sadece asla mahsus olmamalıdır. Meselâ Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, kendi gönlüyle mehir olmaksızın evlenmeyi kabul eden kadınla mehirsiz olarak evlenme müsaadesi verilmiştir. Bu hüküm, hiçbir Müslüman için uygulanamaz.
Sahabeden Huzeyme bin Sâbit’in şahitliğinin, iki erkeğin şahitliğine denk tutulmuş olması, bu duruma örnek gösterilebilir.

Dördüncü şart:


Kıyas aslın hükmünü değiştirmemelidir. Nasla belirlenmiş olan hükmün ta’lilden sonra değişmeden kalması gerekir.

Hanefîler bu şartın gereği olarak giydirmeye kıyasla kefaret yemeğinde temlik şartının getirilemeyeceğini söylemişlerdir.

Hanefîlerin zekâtta koyunun kendisi yerine kıymetinin ödenmesini kabul etmeleri de diğer mezhepler tarafından bu şarta uymadıkları gerekçesiyle eleştirilmiştir

2. Fer’ ile İlgili Şartlar

Birinci şart:

Fer’, hükmün illeti bakımından “asıl”a eşit olmalıdır.
Bu şart gerçekleşmediği halde bir kıyas yapılırsa, farklı iki olay arasında
yapılmış kıyas olur ki usul literatüründe buna “kıyas mea’l-fârık” denir.

Birinci örnek:
Oruçlu iken unutarak bir şey yiyip içen kimsenin orucunun bozulmayacağı konusunda
bir hadis bulunmaktadır. Şâfiîler buna kıyasla namazda iken namazda olduğunu unutarak
konuşan kimsenin namazının bozulmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Oysa Hanefîlere
göre bu, “kıyas mea’l-fârık”tır; çünkü oruç ile namaz hükmün illeti bakımından eşit
değildir. Zira oruç tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadar uzun bir vakti
kapladığından kişinin bu süre içinde oruçlu olduğunu unutması normal bir durumdur.
Namaz ise hem çok daha kısa sürelidir, hem de kişinin namaz kılma pozisyonu ona
namazda olduğunu hatırlatır. İşte bu bakımdan namaz oruca kıyas edilemez.

İkinci şart:


Fer’ hakkında, nasslarda veya icmâda, kıyas yoluyla bulunacak sonuca aykırı düşen bir
hüküm bulunmamalıdır. Aksi halde bu kıyas, nass veya icmâ ile çatışmış olacaktır. Böyle
bir kıyas ise geçerli olmaz. Bu şartın gerçekleşmediği kıyas için “kıyas fâsidü’l-i’tibâr”
denir ki, “geçersiz sayılan kıyas” anlamına gelir.

* Kur’an’a aykırı kıyas örneği olarak şunu zikredebiliriz:
Kur’an’da, yanlışlıkla adam öldürme durumunda kefaret olarak azat edilecek kölenin
mümin olması şart koşulmuştur. Hanefîlere göre bu hüküm kıyas yoluyla yemin kefaretine
uygulanamaz; çünkü Kur’an’da yemin kefaretini düzenleyen âyette azat edilecek köle
mutlak olarak zikredilmiş, onun mümin olması şart koşulmamıştır. Nassın bu hükmü
dururken, başka bir hükme kıyasla ona aykırı bir hükme gitmek geçerli olmaz.

* Sünnete aykırı kıyas örneği olarak da şunu zikredebiliriz:
Hanefîlere göre fâsık bir kimse evlenme akdine şahitlik edebilir; çünkü o, gerek kendisi
için gerekse vekâleten başkası için evlenme akdini kuran irâde beyanında
bulunabilmektedir. O halde böyle bir kimsenin şahitlik yapabilmesi haydi haydi
mümkündür. Burada Hanefîler kişinin nikâh akdine şahitlik etmesini, bizzat evlenmesine
veya vekâleten başkasını evlendirmesine kıyas etmişlerdir.
        Ne var ki bu kıyas, evlenme akdinde şahitlik konusuna temas eden bir hadisin hükmüne
aykırı düşmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) “Velisiz ve iki âdil şahit bulunmaksızın
nikâh akdi yapılmaz. Bu şartları taşımayan bir nikâh yapılırsa geçersizdir” buyurmuştur.

* İcmaya aykırı kıyas örneği olarak da şunu zikredebiliriz:
Kur’an’da yolcunun orucu kazaya bırakabileceği belirtilir. Eğer yolcunun, oruca kıyasla
namazı da kazaya bırakabileceği söylenirse bu kıyas geçerli olmaz; çünkü icmâya
aykırıdır. İcmâya göre, yolculuk dolayısıyla namazın kazaya bırakılması câiz değildir.

3. İllet ile İlgili Şartlar

Birinci şart:

İllet, varlığına ve yokluğuna kesin olarak hükmedilebilecek şekilde “zâhir (=açık)”
olmalıdır. Çünkü illet hükmün bilinmesini illet sağlar. Açık olmadığı takdirde ise bu
mümkün olmaz. Şarabın haram kılınmasının illeti olarak “sarhoş edicilik” vasfının belirlenmesi buna örnek olarak gösterilebilir.

İkinci şart:

İllet munzabıt (=istikrarlı) olmalıdır. Yani kişiden kişiye, durumdan duruma açık farklılıklar göstermeyen belirli, istikrarlı bir vasıf olmalıdır.

Üçüncü şart:

İllet hüküm için “münâsib (=uygun)” olmalıdır. Bundan maksat, kendisine hüküm bina
edilmesi insanlar için bir menfaat sağlayan veya onlardan bir zararı gideren vasıftır.
Meselâ şarabın haram kılınması hükmü için “sarhoş edicilik” uygun bir vasıftır.

Dördüncü şart:

İllet “kâsır” yani yalnızca asla özgü bir nitelik olmamalıdır. Yani aslın illeti olarak tespit
edilen vasıfın başka olaylarda da bulunabilmesi gerekir. Bu vasıf sadece asılda bulunan ve
başka olaylarda görülemeyen bir vasıf ise kıyas mümkün değildir.

Meselâ yolculukta namazların kısaltılabilmesi hükmü yalnızca yolcuya özgüdür.
Meselâ yolculukta namazların kısaltılabilmesi hükmü yalnızca yolcuya özgüdür.

KIYASIN ALANI


a) İlk olarak konulan ve manası (illeti) akılla kavranamayan hükümler. Namazın rekât sayıları, zekât nisapları, hacda tavaf, şeytan taşlama sayıları vb, had cezalarının sayıları, kefaretlerde getirilen sayı sınırları vb. hükümler bunlara örnek olarak gösterilebilir.
b) İlk olarak konulan ve manası akılla kavranmakla birlikte (dinde) benzeri bulunmayan hükümler.
Yolculuğa ilişkin getirilen ruhsatlar, mestler üzerine meshedilmesi, Zorunlu hallerde, ölmüş hayvan etinin yenmesi gibi hükümler buna örnek olarak gösterilebilir.
c) Genel bir kuraldan istisna / tahsis edilen ve tahsisin manası akılla bilinemeyen hükümler.

Meselâ Ebû Bürde’nin oğlak kesmesinin kurban olarak yeterli görülmesi ve yine
Ebû Hüzeyme’nin şahitliğinin iki kişinin şahitliği gibi kabul edilmesi buna örnek olarak verilebilir.

Hanefî usulcüler, hadler, keffaretler, miktarlar, ruhsatlar ve belli kişilere veya durumlara mahsus ya da genel kurala aykırı "ma'dûlün bih'ani'l-kıyas" hükümleri talilin dışında bırakılacak sahalar olarak tayin etmişlerdir. Şâfiî usulcülerin de münferid durumlarda Hanefî usulcülerle birleştikleri oluyarsa da onlar bu konuda saha tayinine karşı olup böyle yapmakla Hanefî usulcülerin tutarsızlıklara düştükleri yolunda şiddetli tenkitlerde bulunmaktadırlar.

KIYASIN TÜRLERİ


Kıyas farklı itibarlarla bazı kısımlara ayrılır. Kıyas türlerini farklı itibarlarla şu şekilde
gösterebiliriz:

a) Kuvvet ve zayıflık bakımından:

Bu bakımdan kıyas celî ve hafî kısımlarına ayrılır. Celî kıyas illetin açık olduğu ve bu illetin fer’de bulunduğuna da açık delilin bulunduğu kıyastır. Buna karşın hafî kıyas illeti kapalı bulunan ve bu illetin fer’de bulunup bulunmadığı da açık olmayan kıyastır.

b) İlletin zikredilip zikredilmemesi bakımından:

a) İllet kıyası, delâlet kıyası, şebeh kıyası.
b) Asıl ile fer’in illet bağına dayanarak ortak hükme bağlandığı kıyas illet kıyasıdır.
c) Ortak vasfın fer'deki derecesi bakımından: Evlâ, müsâvî ve ednâ kıyas.
d) Hükmün olumlu veya olumsuz yönden genişletilmesi bakımından: Tard kıyası aks kıyası

KIYASIN BİLGİ DEĞERİ ve DELİLLER HİYERARŞİSİ İÇİNDEKİ YERİ

Kıyasın Bilgi Değeri


Genel olarak söylemek gerekirse kıyas, kesin bilgi ifade etmez. Bir başka deyişle kıyas
sonucunda ulaşılan hüküm kat’î değil zannîdir. kıyasın zannîlik ya da kat'îliğini belirleyen veya zannîlik derecesini ortaya koyan kriterler arasında şunlar sayılabilir:

· Aslın hükmünün; sübut ve delâleti kat'î olan nasslardan ve icmâdan veya sübut ve / veya delâleti zannî hükümlerden de alınmış olması,
· Aslın taabbudî olup olmadığına dair bir delilin bulunup bulunmaması,
· İlletin nass, îmâ, tenbih vb. yollarla yahut istinbat yoluyla elde edilmesi,
· İlletin fer'de bulunduğunun kesin olarak veya zanna dayalı olarak bilinmesi.

Bu kriterler dikkate alındığında şöyle bir taksimat yapmak mümkündür:
a) Sübût ve delâleti kat’î, taabbudî olmayan nasslarda yer alan bir hükmün illeti nass tarafından belirtilmiş ise ve aynı illetin bir başka fer’de bulunduğuna dair de kesin deliller bulunuyorsa bu durumda kıyas kesin sonuç verir. Buradaki kesinlik de “bütün müctehidleri bağlayan bir kesinlik” şeklinde anlaşılmamalıdır. söz konusu olduğu, illetin istinbat yoluyla belirlendiği ve illetin fer’de bulunup bulunmadığı kesin olarak bilinemeyen kıyaslar zannî sonuç verir.
c) Bir önceki maddede sayılan hususlardan zannîliği gerektiren durumların çokluğuna göre kıyasın zannîliği artar veya azalır.

Kıyasın Deliller Hiyerarşisi İçindeki Yeri

Kitap, Sünnet, icmâ ve kıyas şeklinde ortak olarak kabul edilen delilleri hem de bu delillerin hiyerarşik sıralamasını ortaya koymaktadır

Kıyas – Haber-i Vâhid ilişkisi

Hanefîler kıyasla ameli nassın olmadığı yerde câiz gördükleri ve haber-i vâhidi ondan
kuvvetli saydıkları için çatışma durumunda haber-i vâhidi kıyasa tercih etmişlerdir.

Hanefîler bu görüşten hareketle namazda kahkaha ile gülmenin abdesti bozduğu hükmünü
kıyasa aykırı olduğu halde kabul etmişlerdir.

Şâfiî’nin Kur’an nassı veya müsned sahih bir haber bulunduğunda kıyasa başvurmayı câiz görmediği, bunların olmadığı yerde ise gerekli gördüğü nakledilmektedir.

Mâlikî ekolünde genel eğilim kıyasın öne alınması yönündedir. Buna bir örnek vermek gerekirse Mâlikîler “köpeğin yaladığı kabı yedi kere yıkamak” ile ilgili hadisi kıyasa aykırı görerek reddederler; çünkü âyette köpeğin avladığı hayvanın yenilebileceği belirtilmektedir.

Ahmed bin Hanbel, rivayetin aşırı bir zaaf taşımaması halinde her halükârda rivâyetin kıyasa öncelenmesinden yanadır.

Kıyas – Sahabî kavli ilişkisi

Hanefîlerin “muhalifi bilinmeyen sahabî sözünü” kıyastan evlâ görüp görmedikleri konusunda ittifak edemedikleri görülür. Mâlik sahabî sözünü kıyastan öncelikli görür.
Şâfiî’ye göre ve Hanefîlerden Kerhî’ye göre ise kıyas sahabî sözünden önce gelir.
Kıyas ve nassların tahsisi
Kıyasla âyet veya hadisin genel ifadesinin çatışması ve bu umumun kıyasla nesih ve tahsis edilmesinin mümkün olup olmadığı konusu usulcüler arasında tartışmalıdır.

İLLETE İLİŞKİN MESELELER

İlletin Tanımı


İllet, varlığı ile yokluğuna karar verilebilecek şekilde açık bir nitelik olmalıdır. Örneğin alım-satımın câiz olması, “alım satım yapan kişilerin karşılıklı rızaları”na bağlanacak olursa, bu durum bir bilinmezliğe yol açar.

İllet, kişiden kişiye değişiklik göstermeyen sabit ve istikrarlı bir vasıf olmalıdır. Örneğin savaş sonucunda elde edilen ganimette pay sahibi olma “savaşta gösterilen yararlılık” vasfına bağlanamaz

İllet – Hikmet İlişkisi

Usulcülerin illet ile bağlantılı olarak kullandıkları terimlerden biri de hikmettir. Hikmet
sözcüğü usulcüler tarafından “hükmün konulmasına uygun düşen durum” ve “hükmün
konulmasından amaçlanan sonuç veya korunmak istenen menfaat” anlamlarında kullanılmaktadır. Çoğu zaman illet ile karıştırılan hikmet, illetten “gizli olma” ve “istikrarlı olmama” bakımından ayrılmaktadır.

Yukarıdaki örnekler için konuşacak olursak yolculukta oruç bırakmanın ve namazları kısaltarak kılmanın mübah olmasının hikmeti “yolculukta karşılaşılan sıkıntı ve meşakkat”, illeti ise bizzat yolculuk durumudur.

Usulcülerin büyük çoğunluğu tarafından kabul gören görüş şu şekilde formüle edilmektedir: “Dinde hükümlerin varlığı ve yokluğu hikmetlere değil illetlere bağlıdır. İllet varsa hikmet olmasa bile hüküm vardır. İllet yoksa, hikmet bulunsa bile hüküm yoktur.”

Şu halde kıyastaki illetin şu anlamda kabul edilmesi gerekir:
“İnsanlar için bir yararı sağlamak veya bir zararı uzaklaştırmak üzere hükmün konmasına sebep olan vasıf.”

İlleti Belirleme Yolları

1. İlletin nass tarafından belirtilmesi


Kitap ve Sünnetteki bir nass herhangi bir niteliğin illet olduğunu belirttiğinde hükmün illetinin o olduğunu kesin olarak biliriz. Bu şekilde sabit olan illete “el-illetü’l-mansûsa (=nass tarafından belirtilen illet)” denir.

Nass bazen illetin ne olduğunu açık olarak bildirir. Bu da, Arap dilinde bir şeyin sebep ve gerekçesini ortaya koymada kullanılan “lâm”, “key”, “min ecli”, “li ecli” gibi ifadelerin kullanılmasından anlaşılır.
Buna örnek olarak şu âyetleri gösterebiliriz:
· Ganimetlerin aranızdaki varlıklı kimselerin tekelinde olan bir servet ve güç kaynağına dönüşmemesi için (key) Allah dağıtımın böyle olması gerektiğine hükmetmiştir. [el
Şu hadisler de buna örnektir:
· Kurban etlerini saklamanızı, o sırada Medine’ye gelen ihtiyaç halindeki kafile sebebiyle (min ecli) yasaklamıştım. Artık dilerseniz yiyin, dilerseniz saklayın.
· Birinin evine girerken izin istemek, gözün haram bir şey görmesine engel olmak içindir.
        Âyet ve hadislerde hükmün illeti her zaman “bu yüzden”, “bu sebeple”, “bunun için”,
“bu gerekçeyle”, “bundan dolayı” gibi bir ifadeyle belirtilmez. Bununla birlikte hükmün
ortaya konuş şekli gerekçeye ima yoluyla işarette bulunur.
        Örneğin “hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin” [el-Mâide, 5/38] âyetinde her
ne kadar açıkça “hırsızın elini hırsızlık yaptığı için kesin” gibi bir ifade kullanılmamış olsa
bile el kesmenin illetinin “hırsızlık suçu” olduğu âyetin ifade biçiminden anlaşılmaktadır.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “hâkim, öfkeli iken hüküm vermesin” şeklindeki ifadesi,
hüküm vermeye engel olan gerekçenin “öfke durumu” olduğuna işaret etmektedir.

2. İlletin icmâ ile belirlenmesi


Örneğin küçük çocuğun kendisi malları üzerinde tasarruf hakkına sahip olmayıp onun velisi tasarrufta bulunur. Bunun illeti, “küçüklük”tür. Küçüğü evlendirme konusundaki velâyet de buna kıyas edilir; dolayısıyla küçük çocuk üzerinde evlendirme velâyeti sabit olur.                   .

3. İlletin “hüküm ile illet arasındaki uygunluk bağının araştırılması” yoluyla
belirlenmesi


Bir vasfın hükme uygun olup olmadığı çeşitli yollarla bilinir. Bu açıdan bakıldığında
“hükme uygun olan vasıflar”ın şu türlerinin bulunduğu görülür:

1. Hükme uygun olduğu hakkında şer’î bir delil bulunan vasıf. Buna “el-münâsibü’lmu’teber” denir.
2. Hükme uygun olmadığı konusunda şer’î bir delil bulunan vasıf. Buna“el-münâsibü’lmülgâ”
denir.
Dinde miras taksiminde kız ve erkeğin eşit pay alması uygunmuş gibi düşünülebilir. Oysa din bunu dikkate almayıp kadına erkeğin yarısı kadar hisse vermiştir.
Şu halde bir meselede ilk anda akla uygun gibi gelen bir çözüm karşısında dinde kesin
bir hüküm var ise uygun olduğu zannedilen durumun öyle olmadığına dair dinî bir delil söz
konusu olmuş olur, bu sebeple hüküm vermede böyle uygunluklar dikkate alınmaz.
3. Hükme uygun olup olmadığı konusunda şer’î bir delil bulunmayan vasıf. Buna“elmünâsibü’l- mürsel” veya “maslahat-ı mürsele” adı verilir.

İllete Yönelik İctihadlar


İllete yönelik üç tür ictihaddan söz edilir:

1. Tahrîcü’l-menât
Nass veya icmâda yer alan bir hükmün illetini rey ve ictihad yoluyla belirlemeye çalışmaktır.
Örneğin hadislerde yer aldığına göre bir köle bir câriye kadınla evli iken câriye azat edildiğinde  evliliğini devam ettirip ettirmeme konusunda seçim hakkına sahip olmaktadır.

Hanefîlere göre burada gerekçe “kadının hürriyetine kavuşmuş olması”dır. Şâfiîlere göre ise gerekçe “kadının kocasından daha üstün bir pozisyona intikal etmesi”dir.

2. Tenkîhu’l-menât
Bir nassta yer alan hükmün illetini belirlemeye çalışırken, illet olmaya elverişli olmayan
niteliklerin elenip ayıklanmasına denir.

Örneğin bir ramazan gününde eşiyle cinsel ilişkide bulunan bir bedevî Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e gelip bunun hükmünü sorduğunda Hz. Peygamber (s.a.v.) oruç kefaretine ilişkin
hükmü bildirmiştir.

3. Tahkîku’l-menât
Gerek nass ve icmâ ile gerekse uygunluğun araştırılması yoluyla belirlenen illetin başka
bir olayda da bulunup bulunmadığını incelemek demektir. Bu inceleme sonucunda illetin
başka bir meselede de bulunduğu kanaatine ulaşılırsa hüküm kıyas yoluyla oraya da taşınır.
Örneğin şarabın haram olmasının illeti “sarhoş edicilik” vasfı olarak belirlendikten sonra bu illetin başka hangi tür içeceklerde bulunduğu üzerinde araştırma yapılır. İşte bu, tahkîku’l-menâttır. Bu araştırma sonucunda hangi içeceklerde sarhoş edicilik özelliği tespit edilirse haramlık hükmü o içeceklere de taşınır.

HALACAHAN
Wed 8 February 2017, 03:13 pm GMT +0200
Selamun aleykum Allah paylasim icin razi olsun