- Söz meclisten dışarı çıkarsa

Adsense kodları


Söz meclisten dışarı çıkarsa

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 14 October 2014, 04:10 pm GMT +0200
SÖZ MECLİSTEN DIŞARI ÇIKARSA

Huriye KARNAP kaleme aldı, DEĞERLERİMİZ bölümünde yayınlandı.

Herhangi bir kabahati, ayıbı, hatayı dile getirmek istediğimizde çoğunlukla “sözüm meclisten dışarı” deyimiyle lafa başlarız. Böyle bir üslupla isim zikretmeye lüzum kalmadan hatayı, yanlışı yapan kişi veya kişilerin gıybetinden uzak dururken, aynı zamanda o sırada birlikte bulunduğumuz kişilere “O hatayı işleyen sizler değilsiniz” demiş oluruz. Sözümüzü, hem bir günahtan uzak durmanın hem de sükuneti muhafaza etmenin huzuruyla devam ettiririz. Lakin bu hassasiyete her mecliste sahip olamayabiliyoruz. Eleştiri içeren sözümüzü belki biraz da kendimizi koruma güdüsüyle bir meclisten uzak tutarken, başka meclislerdeki sözleri hiç düşünmeden dışarıya taşıyabiliyoruz. Özellikle dini ahkamın öğretildiği, öğütlendiği sohbet halkalarında aklımızı vermediğimiz, gönlümüzle duymadığımız hatta yanlış anladığımız bilgileri, öğütleri “falan sohbette şöyle denildi” diyerek pervasızca o meclisin dışına aktarabiliyoruz.

YANLIŞ ANLAMALARIMIZ HUZURSUZLUĞA VE ŞÜPHEYE DÜŞÜRÜR

Evlerimiz başta olmak üzere sosyal hayatımızda kurduğumuz diyaloglarla içine girdiğimiz her ortam birer söz meclisidir. Buralarda kulağımıza akan her sözü, önünü ardını düşünmeden başkalarına söylediğimizde ummadığımız huzursuzluklara, çekişmelere kapı aralamış olabiliriz. Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) “İnsana, her işittiğini başkasına söylemek günah olarak yetti” hadis-i şerifi de bu tür olumsuzluklara işaret etmek için değil midir?

Bununla beraber Allah Teala’ya, Rasulullah Efendimiz’e (s.a.v) ve Allah dostlarına giden yolu bize sevdiren, hatırlatan, rahmeti teneffüs ettiğimiz sohbet meclislerindeki hak ve doğru bilgileri, kardeşlerimizi sohbet meclislerine çekmek maksadıyla aktarmamızda bir sakınca yoktur. Fakat niyetimiz kötü olmasa bile dinlemenin hakkını vermediğimizde yahut dinlediklerimizi eksik, yanlış anlattığımızda hem o sohbet meclisine ihanet etmiş, hem de itikadi, ahlaki, tasavvufi ve fıkhi bilgilerde şüpheye ve aykırı sözlerin yayılmasına zemin hazırlamış oluruz.

Bu minvalde, “Hayız halindeki bir kadın, dua niyetiyle dua ayetlerini okuyabilir” şeklindeki bir anlatım; “Hayızlı bir kadın Kur’an-ı Kerim’in tümünü dua niyetiyle okuyabilir, Kur’an dinleyemez” manasında aklımızda yer ediyorsa, anlatılana kulağımızı ve idrakimizi bilerek kapatmışız demektir. Yine “Bir mürşid-i kamilin denetiminde virdi olanların, kendi isteğiyle başka sayılı zikir çekmesinin manevi ilerlemeye engel olacağı fakat vaktin sünnetlerine giren dua ve zikirleri yapabileceği” yönündeki izahı; salavatın, namaz sonrası tesbihatın vs. yasaklanması olarak anlıyor ve öylece başkalarına anlatıyorsak sohbetleri can kulağıyla dinlemiyor sadece bir şeyler duyuyoruzdur.
Örnekleri artırmak mümkünse de benzer durumlarda hem şahsi değerlendirmelerimizin hem de başkalarına anlattıklarımızın doğru olabilmesi için sohbet meclislerinde bulunmanın sadece bedenle o mekanı doldurmak manasına gelmediğini bilmemiz gerekmekte. Zira sohbet eden; konuyu sahih kaynaklardan, anlaşılır, idraklere uygun, doğru ve etkili bir şekilde anlatsa bile, terazi dinleyenden yana bozulduğunda umulan fayda hasıl olmayabiliyor.

SOHBET DİNLERKEN

Her zaman her şeyi dinlemeye istekli olmayabiliriz; ruhumuzun, kalbimizin onu çekmesi gerekir. Dini içerikli sohbetler de böyledir. Dinleyeceklerimizin kıymetli olduğunu bilip, kalplerimizi hakikati ve feyzi almaya açık hale getirmemiz gerekir. Sonrasında sahabe-i kiramın, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) başlarında kuş varmış da uçacakmış gibi sessizce dinlediklerini hatırlayıp, lisanen ve kalben sükut etmeye gayret edebiliriz. Aksi halde anlatılanların ya başını ya sonunu anlar, bütününe vakıf olamayız. Haliyle yanlış anlamalarımız kolaylaşır. Eğer sohbet konusundan önceden haberdar isek sahih kaynaklardan bazı temel bilgileri edinebileceğimiz okumalar yapabiliriz. Veya anlatılanlarla, bizim anladıklarımızın uyuşup uyuşmadığını sohbetin sonunda uygun bir dille sorabiliriz.

Bir başka açıdan, sohbeti pürdikkat dinlesek bile yine de gerek o meclisin ve gerekse dinlemenin hakkına riayet edemediğimiz hallerimiz de olabiliyor. Bu da şahsi bakış açılarımızdan ve kalplerimizde barınan manevi hastalıklarımızdan kaynaklanabiliyor. Detaya girmeden şayet daha evvelden ehl-i sünnet anlayışa zıt okumalarımız veya kulaktan dolma bilgilerimiz var ise özellikle itikadi ve tasavvufi konularda ön yargılı ve peşin hükümlü olabiliyoruz. Bu türlü algılarımız ise severek girdiğimiz yolda, gittiğimiz sohbette anlatılanları kalben sindirmemizi zorlaştırıyor. Bunların dışında dinlemelerimizi kısıtlayan nedenlerden bir diğeri de, cehaleti kendimize yakıştıramamakla birlikte gelen “her şeyi biliyorum” zannımız. Başlı başına bizi gurur ve kibre sürükleyen bu halimiz, dinlemelerimizi de etkilediği gibi gittiğimiz sohbet meclislerini etrafa “yetersiz, basit” diye lanse etmemize neden olabiliyor.

Düştüğümüz veya düşme ihtimalimiz olan bu ve benzeri olumsuzluklardan uzak olabilmek için Rasul-i Kibriya Efendimiz’in (s.a.v) şu hadis-i şerifini rehber edinebiliriz. Efendimiz buyuruyor; “Bir mecliste oturup hikmetli söz (sohbet) dinleyip, sonra bu meclisten bahsederken işittiği şeylerin sadece kötü kısımlarını (hatalarını) anlatan kişinin durumu şu adamın haline benzer: O adam bir çobanın yanına varır ve ‘Ey çoban süründen bana bir koyun ver’ diye talepte bulunur. Çoban da ‘Git de koyunların en iyisinin kulağından tut, al götür’ der. Bunun üzerine adam gidip sürünün köpeğinin kulağından tutar.”

Neticede, her meclisin kendine özgü bir emaneti taşıdığını bilip anlamalarımızın önünü açmak ve anlatmalarımızın da özen ve dikkat gerektirdiğini hatırlamamız lehimizedir. Zira Fuzuli’nin “Ey ki her meclis içre mahremsin/ Sende meclis sözü emanettir/ Etme ifşa-yı raz-ı her meclis/ Ki bu siret büyük bir hıyanettir” dizeleriyle yinelediği, Rasul-i Kibriya Efendimiz’in (s.a.v) “Meclislerde konuşulanlar emanettir” nasihati boşuna değildir.