- Söyleyene değil söyletene bak

Adsense kodları


Söyleyene değil söyletene bak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafiza aise
Sat 18 August 2012, 03:09 pm GMT +0200

SÖYLEYENE DEĞİL SÖYLETENE BAK

Mayıs 2012 80.SAYI

Huriye KARNAP


Bazı sözler kendiliğinden değerlidir; ya bir ayet-i kerimedir ya bir hadis-i şeriftir yahut bu çizgi üzerinde Allah rızası için yapılan öğütlerdir. Tüm bu sözlerden nice eserler meydana geldiği gibi sohbet meclisleri oluşmuştur. Rasulullah Efendimiz (s.a.v) başta olmak üzere bu meclislerde sohbet edenler; ashab-ı kiramdan, tabiinden ve Allah dostlarından (Allah hepsinden razı olsun ve sırlarını yüceltsin) oldukları için “söyleyenler” olarak kıymetlidirler. İyiliğe yönelten, kötülükten sakındıran sözlerinin değerini, gerekliliğini yaşantılarına yansıttıklarından “söyleyen” olarak önemsenirler, hürmet gösterilirler, övülürler.

Günümüzde Peygamber Efendimizi’n (s.a.v), ashab-ı kiramın, tabiin neslinin ilim ve sohbet meclislerinde bulunma imkanımız yok. Böyle bir imkanımız olmasa bile tümüyle nasipsiz de değiliz. O güzide insanların yolundan giden, kalplerimizin dirilmesi, gönüllerimizin muhabbetullah ile hemhal olması için çaba sarf eden irşat ehli mürşid-i kamiller hala var. Fakat şartlarımız onların sohbet meclislerinde bulunmaya müsait olmayabiliyor. Bununla birlikte, bizzat sohbet edenler onlar olmasa bile, manevi tasarrufları altında devam eden meclislerde söyleyenlerimiz/sohbet edenlerimiz, o sohbetleri dinleyenlerimiz var.

NE CEMAATİ GÖR NE SOHBET EDENİ

“Din nasihattir” hadis-i şerifi doğrultusunda her ne kadar nasihat edenlerden ve dinleyenlerden olmaya çalışsak da terbiye edemediğimiz nefislerimizle ne sohbet etmenin ne de dinlemenin esasına ulaşmamız zor olmuyor mu? Aşmamız gereken nice engel olduğundan bu zaman alıyor. Yine de bu nakıs halimizle, Allah Teala’nın emir ve yasaklarından, Rasulullah Efendimiz’in sünnetlerinden anlatarak veya dinleyerek hissemizi almaya gayret ediyoruz. Lakin çok zaman hem niyetlerimizi hem de amellerimizi olması gerekenden aşağıya düşürüyoruz. Ya sohbet ederken cemaate takılıyoruz yahut dinlerken sohbet edene…

Bir menkıbe halinde bize kadar gelen bir olay şöyledir: “İsm-i Azam öğrenmek muradıyla bir süre bulunduğu Hz. Zünnun’un yanından ayrılırken ‘Bana bir öğüt ver efendim’ diyen Yusuf b. Hüseyin’e cevaben Hz. Zünnun şöyle buyurdu: ‘…Halka sohbet et, onları Hakk’a davet et. Bunu yaparken de halkı arada görme.’ Yusuf b. Hüseyin (k.s) ‘İnşaallah bunu yaparım’ dedi. Ve Rey şehrine döndü. Şehrin tanınmış ailelerinden olduğu için halk onu büyük bir teveccühle karşıladı. İnsanlara sohbet etmeye başladı.  Başlangıçta çok kalabalık olan cemaat günden güne azaldı. Bir gün sohbet etmek için kürsüye çıktığında hiç kimseyi göremedi. Kimse yok diye sohbet etmek istemedi. Ancak kürsüden ineceği sırada kadınlar bölümünden yaşlı bir hanım seslendi: ‘Sohbet ederken arada halkı görmeyeceğine, sadece Allah için konuşacağına Hz. Zünnun’a söz vermemiş miydin?’ Yusuf b. Hüseyin (k.s) bundan sonra dinleyeni olsa da olmasa da sohbetlerine devam etti. Elli yılını bu minval üzere geçirdi.”

Bu menkıbe doğrultusunda; “Allah için sohbet ediyorum, kimse gelmiyor” düşüncesi haklı bir serzeniş gibi geldiğinde, bırakın sohbet mahalline uğramayı, o beldeyi terk etmek isteriz. Belki bu kadarına bile gerek kalmaz; sohbet ettiğimizde cemaatin sayıca azlığı hevesimizi kırabilir. Yahut cemaatin çokluğu “Sohbetim ne kadar kalabalık oluyor, demek ki güzel anlatabiliyorum” dedirtebilir. Biraz daha ayrıntıya girelim; “Sohbetimi dinlemeye hocalar, toplumun seçkin kesiminden insanlar vs. geliyor” dediğimiz, düşündüğümüz anda niyetimiz kaybolmuştur; Allah için değil, nefsimize pay çıkarmak, böbürlenmek için sohbet ediyoruzdur.

Sohbet eden ile sohbeti dinleyenler arasında bir iletişim, etkileşim mevcut olduğundan, bu halin bir de karşı cephesi var. Sohbeti dinleyenlerin, sohbet edenlere yaklaşımından kaynaklanan, övmek, normalin üstünde saygı ve hürmet göstermek yahut hakkında suizanna kapılmak gibi…

Elbette sohbet edenin, sohbet öncesi ön hazırlığı olmalıdır. Bunun yanında sohbet edenin bilgi birikimi, o bilgiyi aktarabilme yeteneği,  hitabeti de önemlidir. Fakat bunların hiçbiri, bir doğru yapsa yanına iki yanlışı ekleme ihtimali taşıyan, seyr-i sülukunu tamamlamamış sohbet edenler arasında  “Ondan başkasının sohbetini dinlemem” dedirtecek bir ayırımı haklı göstermez, özel bir övgüyü, hürmeti gerekli kılmaz. Yine bir başka yönüyle; “Sohbeti beni sıkıyor, ses tonu hoş değil, muhabbet alamıyorum, dediklerini kendisi uyguluyor mu” gibi düşüncelerle sohbet edeni yetersiz görmek, açığını, noksanını arayıp suizan etmek de hoş olmasa gerek. Şu halde sohbet edenin cemaati, dinleyenin sohbet edeni yani söyleyeni görmesi sohbetin faydasını, feyzini zedeler.

SOHBETİN ŞÜKRÜNÜ EDA

Gerek sohbet edenler gerekse dinleyenler olarak sohbetin şükrünü eda edebilmemiz için evvela niyetimizin Allah için olması, bu niyeti amelimiz boyunca muhafaza edebilmemiz ve diğer edeplerine riayet etmemiz gerekmekte. Sohbet adabı geniş bir içerik taşımakla birlikte konumuz çerçevesinde şunu söyleyebiliriz. Sohbet edenin cemaat seçmesi, sohbetine katılanları övünç vesilesi olarak görmesi, zuhur edebilecek manevi havayı kendinden bilmesi, övgü ve hürmet beklemesi niyetini bozar. Manevi olgunluğa erişebilmemiz için unutulmamalıdır ki, insani ilişkiler ve adap çerçevesinde her birey nezaketi, saygıyı, muhabbeti hak eder.

Sohbet dinleyenlerin de kendi noksanları affedilecekmiş gibi, sohbet edende kusur aramaları suizanna sebep olacağından ameli heba eder. Yine sohbet edenler arasında “Şunun sohbeti daha feyizli” şeklinde ayrıma gitmek fitneye ve haliyle ağır bir vebale sebep olur. Bize düşen edep, sohbetteki feyzin, manevi havanın mürşid-i kamillerin, takva imamlarının bereketleri ve himmetleriyle meydana geldiğini, Allah Teala’nın izniyle onların tasarruf sahibi olduğunu samimiyetle kabullenmektir.

Neticeyi Gavs-i Sani’ye (k.s) atfedilen şu olayla getirelim: “Soruluyor; Sultanım, bazen cemaat çok kalabalık olduğu halde yapılan sohbetlerden bir feyiz ve muhabbet alamıyoruz. Bazen de 3-5 kişilik bir ortamdaki sohbette daha fazla feyiz ve muhabbet olduğunu görüyoruz. Acaba bunun sebebi nedir? Gavs Hazretleri cevaben buyuruyor ki: Bunun üç sebebi vardır, bu üç sebepten biri ya da bir kaçı zuhur ederse, o ortamdan feyiz ve muhabbet kesilir. Ya sohbet eden, kendi nefsinden konuşuyordur. Yani gafildir. Varlık duygusu ile konuşuyordur. Allah’ın rahmetine, sadatın himmetine yönelmemiştir. Ya da cemaat, aynı şekilde gaflet içindedir ve adabı gözetmeksizin mecliste bulunmaktadır. Yani kalpler dağınık, beklentiler farklıdır. Allah’ın rahmetine, sadatın feyzine yönelmemişlerdir. Veyahut cemaat, sohbette geçen konularda birbirlerinin eksiklerini görme gayreti içindedir. Yani şu şunun eksiği, bu da bunun eksiği gibi düşünerek herkesin topu birbirine atmasıdır.” Sonra durur ve üçüncü nedene işaretle buyurur ki; “Vallahi biz bundan nefret ediyoruz.”


hafiza aise
Sat 18 August 2012, 03:26 pm GMT +0200
Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh ; eskiden televizyonlarda dini yayınlar yokken radyolarda sohbetler oluyordu. Sanırım bu konuya güzel bir örnek olacaktır. Sadece sohbetin konusuyla ilgileniyrdu dinleyen. Kafasını başka şeyle meşgul edip zihnini bölmüyordu kişiler.

Çok önemli bir konu. Allah muhafaza sohbete giderken daha fazla günahla dönmeyelim.