hafız_32
Thu 11 November 2010, 11:18 am GMT +0200
6- Sosyal Uyum Ve Ahlâkî Değerlerin Korunması
İster dinî olsun ister olmasın, bütün inanç şekillerinin ve davranış tarzlarının gerisinde bulunan önemli faktörlerden biri ailenin, arkadaşların ve haberleşme vasıtalarının etkisidir. Her fert, içinde yaşadığı toplumun kültür değerlerine uygun bir tarzda gelişim gösterir. Kültüre uygunluk, özellikle çocukluk çağında gerçekten büyük bir önem arzeder. Hemen her toplumda, çocuğun sosyal eğitimi onu, millî kültürde yer alan değerleri şahsî alışkanlıklara çevirmeye yönlendirir. Kültürde yer alan dinî değerler de aynı yolla çocuklara aktarılır. Küçük yaşlarda çocuklara öğretilen dinî bilgi ve pratikler onlar için çok fazla bir mâna ifade etmez; fakat bunlara aile ya da grupça atfedilen önem ve değer sebebiyle çocukların hayatını derinden etkiler. Bu istenilen dinî işlemleri yerine getirmek çocuğa güvenlik, sevgi, tasdik sağlayan kişilerle birlikte kaynaşma imkânı sağlar. Oruç, namaz; zikir, yemek duası., gibi dinî uygulamaları, bunların içinde yatan asıl aınacı kavramaksızm öğrenen küçük çocuk, bu dünya içinde kendisini rahat, güvenli ve uyum içinde hisseder. Bunların anlamlarını öğrendikten sonra da aynı rahat ve güven ortamı içerisinde yer almak ister. Bu bakımdan, bir ferdin dinî duygu ve davranışları genellikle ona sunulan kültürel formun bir kopyasını taşır. Bu anlamda dindarlığın ferdî ve sosyal uzlaşma, uyuşma ve muhafazakârlıkla ve sonuç itibariyle de sosyal bütünleşme ve istikrarla yakın ilişkisi dile getirilmiştir. Dindar insanın genel olarak daha itaatkâr ve daha az toplum düzenine aykırı hareket etmeye eğilimli görülmesi [201] de buradan ileri gelmektedir. Din vasıtasıyla sağlanan sosyal uyuşumcu, ferdin sübjektif değerlendirmelerinden bağımsız düşünmek de elbette doğru değildir. Dinî bir geleneğe bağlanmış kişinin bunu, kendi özel sebeplerinden ve kendine uygunluk arzeden, hayatına bazı özel anlamlar katabilmek için yaptığını da belirtmek durumundayız.
Öte yandan, ferdî ya da sosyal plânda ahlâkî alışkanlıkların yerleştirilmesi ve bazı insanî meselelerin çözümü için dine sık sık başvurulduğu olmaktadır. 18-30 yaşları arasında bir grup Fransıza uygulanan bir ankette, bunların %75'inin çocuklarına; %30'u alışkanlık sebebiyle, %18’i dinin bir ahlâk kazandırması, eğitimde yardımcı olması sebebiyle, %12'si de doğrudan doğruya dinî sebeplerle, bir dinî eğitim verdiklerini ve vereceklerini belirtmişlerdir. A.B.D.'de yapılan bir araştırmada da, ana-babaların çocuklarına disiplin aşılamak için dinî atıflardan yararlandıkları müşahede edilmiştir [202]. Ülkemizde de benzeri durumlara sık sık rastlandığı bilinmektedir. Bir bakıma ana-babalar çocuklar üzerinde kendi otoritelerini sağlamak için Allah ile “ittifak” içine girmektedirler. Bu duruma bağlı olarak gelişen dinî alâka ve yönelişte şuurlu bir dinî niyet sözkonusu değildir. Burada işleyen güdü daha ziyade “güvenlik ihtiyacı” ve “aşırı ben-severlik” (narsizm) olarak değerlendirilebilir, insanlar ahlâkî davranışları güven altına almak için dinî otoriteye başvurma ihtiyacı duymaktadırlar. Fakat bu durumun çoğu zaman otoriter bir ilişkiyi güçlendirdiği ve otoriteye fazla bağımlı kişilikler meydana getirdiği de müşahede edilmektedir. [203]
İster dinî olsun ister olmasın, bütün inanç şekillerinin ve davranış tarzlarının gerisinde bulunan önemli faktörlerden biri ailenin, arkadaşların ve haberleşme vasıtalarının etkisidir. Her fert, içinde yaşadığı toplumun kültür değerlerine uygun bir tarzda gelişim gösterir. Kültüre uygunluk, özellikle çocukluk çağında gerçekten büyük bir önem arzeder. Hemen her toplumda, çocuğun sosyal eğitimi onu, millî kültürde yer alan değerleri şahsî alışkanlıklara çevirmeye yönlendirir. Kültürde yer alan dinî değerler de aynı yolla çocuklara aktarılır. Küçük yaşlarda çocuklara öğretilen dinî bilgi ve pratikler onlar için çok fazla bir mâna ifade etmez; fakat bunlara aile ya da grupça atfedilen önem ve değer sebebiyle çocukların hayatını derinden etkiler. Bu istenilen dinî işlemleri yerine getirmek çocuğa güvenlik, sevgi, tasdik sağlayan kişilerle birlikte kaynaşma imkânı sağlar. Oruç, namaz; zikir, yemek duası., gibi dinî uygulamaları, bunların içinde yatan asıl aınacı kavramaksızm öğrenen küçük çocuk, bu dünya içinde kendisini rahat, güvenli ve uyum içinde hisseder. Bunların anlamlarını öğrendikten sonra da aynı rahat ve güven ortamı içerisinde yer almak ister. Bu bakımdan, bir ferdin dinî duygu ve davranışları genellikle ona sunulan kültürel formun bir kopyasını taşır. Bu anlamda dindarlığın ferdî ve sosyal uzlaşma, uyuşma ve muhafazakârlıkla ve sonuç itibariyle de sosyal bütünleşme ve istikrarla yakın ilişkisi dile getirilmiştir. Dindar insanın genel olarak daha itaatkâr ve daha az toplum düzenine aykırı hareket etmeye eğilimli görülmesi [201] de buradan ileri gelmektedir. Din vasıtasıyla sağlanan sosyal uyuşumcu, ferdin sübjektif değerlendirmelerinden bağımsız düşünmek de elbette doğru değildir. Dinî bir geleneğe bağlanmış kişinin bunu, kendi özel sebeplerinden ve kendine uygunluk arzeden, hayatına bazı özel anlamlar katabilmek için yaptığını da belirtmek durumundayız.
Öte yandan, ferdî ya da sosyal plânda ahlâkî alışkanlıkların yerleştirilmesi ve bazı insanî meselelerin çözümü için dine sık sık başvurulduğu olmaktadır. 18-30 yaşları arasında bir grup Fransıza uygulanan bir ankette, bunların %75'inin çocuklarına; %30'u alışkanlık sebebiyle, %18’i dinin bir ahlâk kazandırması, eğitimde yardımcı olması sebebiyle, %12'si de doğrudan doğruya dinî sebeplerle, bir dinî eğitim verdiklerini ve vereceklerini belirtmişlerdir. A.B.D.'de yapılan bir araştırmada da, ana-babaların çocuklarına disiplin aşılamak için dinî atıflardan yararlandıkları müşahede edilmiştir [202]. Ülkemizde de benzeri durumlara sık sık rastlandığı bilinmektedir. Bir bakıma ana-babalar çocuklar üzerinde kendi otoritelerini sağlamak için Allah ile “ittifak” içine girmektedirler. Bu duruma bağlı olarak gelişen dinî alâka ve yönelişte şuurlu bir dinî niyet sözkonusu değildir. Burada işleyen güdü daha ziyade “güvenlik ihtiyacı” ve “aşırı ben-severlik” (narsizm) olarak değerlendirilebilir, insanlar ahlâkî davranışları güven altına almak için dinî otoriteye başvurma ihtiyacı duymaktadırlar. Fakat bu durumun çoğu zaman otoriter bir ilişkiyi güçlendirdiği ve otoriteye fazla bağımlı kişilikler meydana getirdiği de müşahede edilmektedir. [203]