hafiza aise
Tue 21 December 2010, 03:27 pm GMT +0200
Sonuç
Bir grup âlim, fakihlerin taklit ile ilgili bu iki görüşünü birleştirmeye çalışarak aralarındaki ihtilafın lafzı olduğunu söylemişlerdir. Ve her iki görüşün meseleyi farklı açıdan ele aldığını söylemişlerdir. Onlar görüşlerini ileri sürerken, birinci görüşün ictihad etme yeteneğine sahip olmayan avam ve delaleti "hafi" (gizli) olan nasslar için; ikinci görüşün ise ictihad etmeye ehil sayılan ve delaleti "zahir" açık olan nasslar için geçerli olduğunu açıklamışlardır.
Nihayetu's-Sûl kitabında İmam el-Esnevî şöyle demiştir: "Bu iki görüş birleştirilir derim. Yani Şeyh Abdulhak ve onun görüşünde olan âlimlerin sözlerinin ictihad etme yeteneğine asla sahip olmayanlara mahsus ve delaleti açık olmayan, üzerinde çok düşünmeyi gerektiren delaleti "hafi" olan nasslara mahsus olduğunu düşünüyorum. Ki 'son devir âlimleri’ tabiri ve Dihlevî'nin 'Zamanımızın hangi âlimi bu güce, bu kabiliyete sahiptir?' sözleri de bunu ifade ediyor. Ve Şirazî, İzzeddin bin Abdusselâm ve onların görüşünde olanların sözlerinin ise herkesin idrak edebileceği, delaleti açık plan nasslara ve belirli konularda hükümleri nasslara dayandırılabilen meseleleri kavramaya bilenlere mahsus olduğunu söylüyorum."
El-Î'lam kitabının yazarı bu görüşü destekleyerek şöyle demiştir: "Aslında bu meseleyi geniş olarak ele almak en doğrusudur. Hadîsin zahirinden anlaşılan mânâdan başka ihtimaller sözkonusu olmayıp işiten herkese delaleti açık olan hadîs ile doğrudan amel edilir ve hiçbir âlim fakihin onayına gerek duymadan onunla fetva verilir ve bu durumda merci ancak hadîstir, başka hiçbir kimsenin sözüne itibar edilmez. Yoksa delaleti gizli, maksadı kapalı olan hadîs ile doğrudan amel edilmez, ancak bir müctehide sorulur ve delaleti öğrenildikten sonra gereğince amel edilir." Yalnız nassta bulunan âmm bir lafzın âmm, emrinin vücub, nehyinin tahrim ifade ettiği şeklinde nassin muarızını aramadan zahiriyle amel edilir veya edilmez hususunda farklı üç görüş yardır.
İmam Ahmed ve bir grup âlime göre incelenen nassta, âmmı ifade eden bir lafzın muhassisî aranmadan onunla amel edilmez. Emir ve nehiy olan nasslarda ise muarızını aramaya gerek olmadan onunla amel edilir. Tabiî ki bu durum mutlak müctehid derecesinde olmayan ama meselenin farkında olup belirli derecede ictihad melekesini kazananlar için geçerlidir. Şüphesiz bu derecede olmayan kişinin yapacağı, ancak bilen birisine sormasıdır. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bilmiyorsanız bilenlere sorun" [78] Resulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Bilmediğinizde niçin sormadınız? Cehaletin ilacı sormaktır."
Müftünün müctehid bir imamdan rivayet ettiğine mukallid güveniyorsa, güvenilir kişilerin yazdıkları Resululah (s.a.v.)'ın hadîslerine güvenmesinin daha evla olduğu açıktır. Kişinin hadîsleri anlamadığı farzedilirse, müftünün verdiği fetva anlaşılmadığı zaman anlayan birisine nasıl müracaat edliyorsa, hadîs hususunda da mânâsını bilen birisine müracaat edilir ve muvaffakiyet Allah'tandır.
İmam Esnevî, ikinci görüşün ictihad etme yeteneğine sahip olanlara mahsus olduğuna bîr kanıt daha göstererek şöyle demiştir: "Bu görüşü savunanların hemen hemen tümü ictihad yeteneğine sahip olan büyük imamlardır."
Seyyid el-Alevî el-Yemenî bîr risalesinde şöyle demiştir: "Allame Meciduddin eş-Şirazî ictihad derecesine ulaştığını iddia etmiş ve bu konuda el-İsfad ilâ rütbeti'l-İctihad adındaki kitabını yazmıştır. İbn Salah'ın da 'Rağaib' konusunda ictihad ettiğini iddia etmiştir. Zerkeşî ve İzzeddin bin Abdusselam'ın ictihad rütbesinde olduklarından hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Suyutî İmam Nevevî'nin ictihad derecesine ulaştığını açıklamıştır. İşte bütün bunlar bu görüşün sahipleri: dediğim gibi kendi seviyeleri açısından meseleye bakıp değerlendirmişlerdir. Şeyh Abdulhak Dihlevî ise son devrin insanları açısından meseleye bakıp değerlendirmede bulunmuştur.
İmam Esnevî Nihayetu's-Sûl kitabında şöyle demiştir: "Bütün bu kanıtlardan ortaya şu çıkmaktadır. Her iki görüşün sahihleri muteber bir ilme sahip olan kişinin doğrudan hadîs ile amel etmesinin caiz veya vacib olduğu ve muteber bir ilme sahip olmayan kişinin ise doğrudan hadîsle amel etmesinin caiz olmadığı hususunda bir ve aynı görüşteler."
Şüphesiz İmam Esnevî'nin bu görüşü her ne kadar ikinci görüşü savunan âlimler için mümkün olsa da, "İctihad derecesine ulaşmayanın vücuben bir müctehidi taklit etmesi gereklidir" görüşünü savunan birinci görüş sahipleri için mümkün değildir. Doğrusu iki görüşün arasındaki hilaf lafzî değil, hakikîdir. İctihadın bölünüp bölünmemesi meselesine dayalıdır. Ancak birleştirmeyi savunan görüş mesele ile ilgili üçüncü bir görüştür ve bu görüşün doğru olmasının daha evla ve de daha düzgün olduğu herkesçe malumdur.
İlerde ictihad konusunda bu görüşü destekleyen deliller ve her görüşün dayanakları geniş bir şekilde anlatılacaktır. Şüphesiz en iyisini bilen ancak Allah'tır. [79]
[78] Tegabun: 64/16.
[79] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 74-76.
Bir grup âlim, fakihlerin taklit ile ilgili bu iki görüşünü birleştirmeye çalışarak aralarındaki ihtilafın lafzı olduğunu söylemişlerdir. Ve her iki görüşün meseleyi farklı açıdan ele aldığını söylemişlerdir. Onlar görüşlerini ileri sürerken, birinci görüşün ictihad etme yeteneğine sahip olmayan avam ve delaleti "hafi" (gizli) olan nasslar için; ikinci görüşün ise ictihad etmeye ehil sayılan ve delaleti "zahir" açık olan nasslar için geçerli olduğunu açıklamışlardır.
Nihayetu's-Sûl kitabında İmam el-Esnevî şöyle demiştir: "Bu iki görüş birleştirilir derim. Yani Şeyh Abdulhak ve onun görüşünde olan âlimlerin sözlerinin ictihad etme yeteneğine asla sahip olmayanlara mahsus ve delaleti açık olmayan, üzerinde çok düşünmeyi gerektiren delaleti "hafi" olan nasslara mahsus olduğunu düşünüyorum. Ki 'son devir âlimleri’ tabiri ve Dihlevî'nin 'Zamanımızın hangi âlimi bu güce, bu kabiliyete sahiptir?' sözleri de bunu ifade ediyor. Ve Şirazî, İzzeddin bin Abdusselâm ve onların görüşünde olanların sözlerinin ise herkesin idrak edebileceği, delaleti açık plan nasslara ve belirli konularda hükümleri nasslara dayandırılabilen meseleleri kavramaya bilenlere mahsus olduğunu söylüyorum."
El-Î'lam kitabının yazarı bu görüşü destekleyerek şöyle demiştir: "Aslında bu meseleyi geniş olarak ele almak en doğrusudur. Hadîsin zahirinden anlaşılan mânâdan başka ihtimaller sözkonusu olmayıp işiten herkese delaleti açık olan hadîs ile doğrudan amel edilir ve hiçbir âlim fakihin onayına gerek duymadan onunla fetva verilir ve bu durumda merci ancak hadîstir, başka hiçbir kimsenin sözüne itibar edilmez. Yoksa delaleti gizli, maksadı kapalı olan hadîs ile doğrudan amel edilmez, ancak bir müctehide sorulur ve delaleti öğrenildikten sonra gereğince amel edilir." Yalnız nassta bulunan âmm bir lafzın âmm, emrinin vücub, nehyinin tahrim ifade ettiği şeklinde nassin muarızını aramadan zahiriyle amel edilir veya edilmez hususunda farklı üç görüş yardır.
İmam Ahmed ve bir grup âlime göre incelenen nassta, âmmı ifade eden bir lafzın muhassisî aranmadan onunla amel edilmez. Emir ve nehiy olan nasslarda ise muarızını aramaya gerek olmadan onunla amel edilir. Tabiî ki bu durum mutlak müctehid derecesinde olmayan ama meselenin farkında olup belirli derecede ictihad melekesini kazananlar için geçerlidir. Şüphesiz bu derecede olmayan kişinin yapacağı, ancak bilen birisine sormasıdır. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bilmiyorsanız bilenlere sorun" [78] Resulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Bilmediğinizde niçin sormadınız? Cehaletin ilacı sormaktır."
Müftünün müctehid bir imamdan rivayet ettiğine mukallid güveniyorsa, güvenilir kişilerin yazdıkları Resululah (s.a.v.)'ın hadîslerine güvenmesinin daha evla olduğu açıktır. Kişinin hadîsleri anlamadığı farzedilirse, müftünün verdiği fetva anlaşılmadığı zaman anlayan birisine nasıl müracaat edliyorsa, hadîs hususunda da mânâsını bilen birisine müracaat edilir ve muvaffakiyet Allah'tandır.
İmam Esnevî, ikinci görüşün ictihad etme yeteneğine sahip olanlara mahsus olduğuna bîr kanıt daha göstererek şöyle demiştir: "Bu görüşü savunanların hemen hemen tümü ictihad yeteneğine sahip olan büyük imamlardır."
Seyyid el-Alevî el-Yemenî bîr risalesinde şöyle demiştir: "Allame Meciduddin eş-Şirazî ictihad derecesine ulaştığını iddia etmiş ve bu konuda el-İsfad ilâ rütbeti'l-İctihad adındaki kitabını yazmıştır. İbn Salah'ın da 'Rağaib' konusunda ictihad ettiğini iddia etmiştir. Zerkeşî ve İzzeddin bin Abdusselam'ın ictihad rütbesinde olduklarından hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Suyutî İmam Nevevî'nin ictihad derecesine ulaştığını açıklamıştır. İşte bütün bunlar bu görüşün sahipleri: dediğim gibi kendi seviyeleri açısından meseleye bakıp değerlendirmişlerdir. Şeyh Abdulhak Dihlevî ise son devrin insanları açısından meseleye bakıp değerlendirmede bulunmuştur.
İmam Esnevî Nihayetu's-Sûl kitabında şöyle demiştir: "Bütün bu kanıtlardan ortaya şu çıkmaktadır. Her iki görüşün sahihleri muteber bir ilme sahip olan kişinin doğrudan hadîs ile amel etmesinin caiz veya vacib olduğu ve muteber bir ilme sahip olmayan kişinin ise doğrudan hadîsle amel etmesinin caiz olmadığı hususunda bir ve aynı görüşteler."
Şüphesiz İmam Esnevî'nin bu görüşü her ne kadar ikinci görüşü savunan âlimler için mümkün olsa da, "İctihad derecesine ulaşmayanın vücuben bir müctehidi taklit etmesi gereklidir" görüşünü savunan birinci görüş sahipleri için mümkün değildir. Doğrusu iki görüşün arasındaki hilaf lafzî değil, hakikîdir. İctihadın bölünüp bölünmemesi meselesine dayalıdır. Ancak birleştirmeyi savunan görüş mesele ile ilgili üçüncü bir görüştür ve bu görüşün doğru olmasının daha evla ve de daha düzgün olduğu herkesçe malumdur.
İlerde ictihad konusunda bu görüşü destekleyen deliller ve her görüşün dayanakları geniş bir şekilde anlatılacaktır. Şüphesiz en iyisini bilen ancak Allah'tır. [79]
[78] Tegabun: 64/16.
[79] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 74-76.