sumeyye
Tue 24 July 2012, 01:37 pm GMT +0200
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
«İslâm'da Para, Kredi ve Enflasyon» konusundaki bü inceleme ve araştırmalarımızla ulaştığımız sonuçları şöylece ifade edebiliriz: .
1) İslâm'da para, altın veya gümüşten olabileceği gibi, diğer madenlerden, hakîkî veya itibarî karşılığı bulunan kâğıtlardan da basılabilir. Altın ve gümüş gerçek değeriyle, diğer tüm paralar nominal değeriyle tedavül ederler.
2) İslâm'ın çıkışından, 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar bütün İslâm ülkelerinde genellikle birden fazla para. çeşidi, birlikte tedavülde bulunmuştur. Bu paraların satın alma güçleri, genellikle birbirlerine göre belirlenmiştir.
3) Ebu Hanîfe, İmam Şafiî, bir görüşünde Ahmed b. Hanbel ve ilk görüşünde İmam Mâlik'in dahil olduğu İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, paranın değerinin düşmesi veya yükselmesi, borçların ödenmesinde dikkate alınmaz. Bu hukukçulara göre, ölçü, tartı veya standart olup da sayı ile alınıp satılan şeyler (misliyât),. zimmette borç olunca misilleriyle borçlanılmış olur. Borçlanma tarihi ile ödeme tarihi arasındaki değer değişiklikleri dikkate alınmaksızın, mislini ödemekle borç ortadan kalkar.
4) Hammaddesinin tamamı veya yarıdan fazlası altın veya gümüş olan paralarla yapılacak ödemelerde, borçlanma tarihi ile ödeme tarihi arasındaki değer değişikliklerinin dikkate alınamayacağı konusunda icmâ' (ittifak) vardır. Bu görüşe Ebu Yusuf da dahildir. İbn Âbidîn bu noktayı özellikle belirtmiştir. Bunlardan hangi para üzerine akit yapılmışsa, sadece onu vermekle borç düşer. Borçlanma ile ödeme tarihi arasındaki değer
değişikliklerine bakılmaz. Satıcı veya alıcı için muhay'yerlik hakkı da bulunmaz [92]
5) Ebu Yusuf, altın ve gümüş para dışındaki madenî paralar için enflasyon farkını kabul etmiştir. Bu görüş bütün mislî malları da kapsamına alır. Bu görüşü,, örnekler üzerinde düşünürsek, şöylece ifade edebiliriz :
Ebu Yusuf, yukarıda da belirttiğimiz gibi altın veya gümüş para borçlarında enflasyon farkını kabul etmez. Onun görüşü, fels, mangır ve mağşuş para gibi altın ve gümüş cinsînden olmayan paralar için geçerlidir. Bunlar maden değeri dışında nominal bir değerle tedavül eden paralardır. Kâğıt para da bu kabildendir.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, İmam Ebu Yusuf devrinde felsler, altın ve gümüş paralarla birlikte tedavüldedir. Bunların mutlak değerleri, standart vezinleri yoktur. Aynı ülke sınırları içinde bile şehirden şehire değişebilen, nominal değerleri vardır. İnsanların rağbet edip etmemesine göre, değişiklik gösteren satın alma gücü karşısında, Ebu Yusuf bunları sağlam bir paraya bağlamak ihtiyacını duymuş olabilir. Çünkü, tedavülden kalkması veya satın alma gücünde değişiklik olması halinde felsin kıymeti, satım akdinde akit tarihi, karzda teslim tarihindeki altın veya gümüş kıymeti üzerinden hesaplanmıştır [93] bir enflasyon farkından çok, aynı anda tedavülde bulunan iki para arasında «kur ayarlaması» olarak düşünülebilir. Meselâ :
Bir kimse diğerinden 100 dirhem (gümüş) karşılığı olan 1000 fels veya 100 dînâr (altın) karşılığı olan 200 kâime ödünç olarak alsa, bir yıl sonra fels, dirhem karşısında, kâime de dînâr karşısında % 100 değer kaybetse, Ebu Yusuf'a göre 1000 fels yerine 2000 fels, 200 kâime yerine de 400 kâime ödemek gerekecektir. Fakat bu kimse, ödünç olarak 100 dirhem veya 1 dînâr (altın) lirayı almış bulunsaydı, bunları ilave yapmaksızın ödemesi gerekecekti.
Aynı esası kâğıt paralar için düşünürsek; temelde, kâğıt paralar Osmanlı devrindeki kaimelerle aynı niteliktedir. Ancak kaimeler, belirli altın lira karşılık alınarak basılır ve satın alma gücü o altın liraya göre her zaman tesbit edilebilirdi. Meselâ, 1 yüzlük altın lira = 1 kâime olmak üzere para basılmışsa, 1 yıl sonra, 1 yüzlük altın = 5 kâime olunca, kâime altına göre % 500 değer kaybetmiş demektir. Borçların kâime ile ödenmesinde, zaman zaman altına göre yapılan ayarlamaların da,. aynı anda tedavülde bulunan iki para arasındaki «kur ayarlaması» olarak düşünmek mümkündür [94]
Bugünkü kâğıt paralara gelince; tedavülde bir çeşit para vardır. Basımında altın, gümüş veya başka bir para, ya da ekonomik değer karşılık gösterilmez. Eşya fiyatlarında meydana gelen değişiklikler dışında, paranın değerini ölçmeye yarayan herhangi bir kriter mevcut değüdir. Yabancı ülkelerin paralarına göre yapılan kur ayarlamaları, yerli paranın sadece o paralar karşısındaki değerini belirtir. Döviz işlemleri bu paraların nominal değeri üzerinden yapılır. Mücerret, eşya fiyatlarındaki değişiklikleri ölçü alarak, bunu borçların ödenmesinde esas kabul etmek taraflar arasında anlaşmazlıklara yol açar. İslâm'da akitlerde açıklık ve belirlilik esastır. Karz akdinde, ödünç alan sonunda ne ödeyeceğini bilmezse, satım akdinde veresiye mal alan, vade tarihinde ne kadar borç ödeyeceğini önceden bilmezse, bu bilinmezlikler akdi fesada götürür. Karz bir teberru olmaktan çıkar, sanki para hemen mala bağlanmış gibi, riske girmeksizin, ödünç veren için açıktan kazanç yolu olur. Satım akdinde ise, satılan mal belli olduğu için, borcu ödeme tarihindeki kıymeti istenir hale gelir. Aylara günlere göre, enflasyon oranını, belirlemek zan ve tahmine dayanır. Zan ve tahmin üzerine hüküm bina edilemez.
Ödünç para veren kimse, eğer faiz almayı düşünmüyorsa paranın değer kaybını düşünmez. Karza vadedilen manevî ecir bu düşünceye engel olur. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.)'den çeşitli hadîsler nakledilmiştir. Ezcümle:
Enes b. Mâlik (r.a.)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
«Allah Resulü şöyle buyurdu :
Miraç gecesi bana cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi. Sadaka için 10 kat, karz için ise 18 kat ecir vardır. Dedim ki: Ya Cibril; karz niçin sadakadan daha faziletlidir? Şöyle dedi: Şüphesiz dilenci parası varken de ister. Fakat ödünç isteyen, gerçek ihtiyacı sebebiyle ister.» [95]
«Bir kimse sıkıntıda olanın sıkıntısını giderirse, Allah da dünya ve âhirette onun sıkıntısını giderir. Kul 7 kardeşine yardımcı oldukça Allah da ona yardımcı olur.» [96]
Ödüncü gerçek ihtiyacı için alan, eğer geri ödemede güçlük çekiyorsa, kendisine mühlet tanınması, hatta mümkünse, ödemeden muaf tutulması teşvik edilmişken; onu daha büyük sıkıntılara düşürecek ilâvelerde bulunmak uygun düşmez.
Ancak ister karz akdinde, isterse satım akdinde olsun; borcunu, vade tarihinde geri istendiği halde kötü niyetle ödemeyen, alacaklısını, icra kapılarında büyük sıkıntılara düşüren borçluları bu kolaylıklardan yararlandırmak da alacaklıya karşı haksızlık olur. Karz akdinde geri isteme tarihinden, satım akdinde ve diğer borçlarda vade tarihînden sonrası için adalet ve nısfet kurallarına göre bîr tazminat düşünmek uygun olur. Zaten akitlerde taraflar kendi yükümlülüklerini ifa ederken çıkacak masrafları ve külfetleri üzerlerine almış olurlar.
6) İslâm'da karz akdi, kısa vadeli ve küçük kredileri temin etmek için yeterli olabilir. Uzun vadeli ve büyük krediler için «kâr ortaklığı» esası getirilmiştir. Krediye ihtiyacı olan iş adamı dürüst çalışır, ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar ve gerçek kârı anlaşma esaslarına göre onlarla paylaşmaya razı olursa, kredi problemine çözüm yolu bulmak kolaylaşabilir. Uzun vadeli büyük kredileri, ancak kâr ortaklığı içinde sağlamak mümkündür. İnan ve Müdârabe şirketleri bu amaca yöneliktir. Kısaca bu iki şirket üzerinde duracağız : [97]
[92] İbn Âbidin, Resâil, c. II, s. 61, 63, 64.
[93] İbn Âbidîn, a.g.e., c. II, s. 52.
[94] Zeyl-i Düstur, I, s. 2, İstanbul 1298.
[95] el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, c. IV, s. 126; İbn Mâce Sadakat: 19.
[96] Müslim, Zikr : 28; Ebû Dâvud, Edeb : 60; Tirmizî, Birr: 19;Kur'ân: 10; İbn Mâce, Mukaddime: 17;Sadakât: 14,
[97] Dr. Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslami Yaklaşımlar, İklim Yayınları: 46-50.