hafız_32
Mon 27 September 2010, 07:14 pm GMT +0200
Sonuç
İslâm Kurtuluş Ve Saadet Yoludur
Müslümamn böyle bir aşağılanmaktan ve başkalarına kuyruk olmaktan kurtulması ne zaman gerçekleşecektir? Çünkü müslümamn başına her ne gelmiş ise hep bu iki yoldan gelmiştir.
Acaba bu kurtuluşa giden yol nedir? Bugün yeryüzünün hemen her bölgesinde müslümanlara reva görülen böyle bir durumdan çıkış yolu ne olabilir?
Acaba bu kurtuluş için belirli ölçüler vealâmetler var mı? Sonunda bu işin geleceği nasıl olacaktır?
Cevap olarak deriz ki: Onun kurtuluşu İslâm'dadır. İslâm'dan başka kurtuluş yoktur. Müslümanları bugün düştükleri durumdan, aşağılanmaktan, Allah'dan başkasına kulluktan kurtaracak olan budur. Bu ümmetin selefini yani öncekilerini İslâm nasıl ki zulmetten ve karanlıklardan nura çıkarmış, zulümden adalete eriştirmiş, dünyanın darlığından onun genişliğine ve ahiret nimetlerine eriştirmiş ise, bugünkü ınüslümanları da kurtaracaktır.
Ancak bu dosdoğru olan yol, burada ciddî manada yürüyüp hareket eden birilerine ihtiyaç duymaktadır. Bu yolda öylesine bîr yolcu istiyor ki, bu yolcu hiçbir zaman sağına ve soluna iltifat edip önern vermemelidir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz bu benim dosdoğru olumdur. Şu hâlde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti." (En'am, 6/153)
"Gerçek şu ki, kâmil manada bir İslâmî hayat ancak samimi ve ihlâsh bîr şekilde olmak şartıyla Tevhid'in temel unsurlarını kabul etmeye ve bu esaslara bağlıdır. Çünkü bu, insanın bütün hayatını, hem ferd hem cemaat oîarak kapsar. İnsan bunun gereğini hisseder ve bunu içinde duyarsa, işte bu, elinde var olan her şeyin Allah'a ait olduğu imkânını verir, buna vekil olanın Allah olduğunu bilir. Yine o bilir ki, Allah (c.c), gerçek ve hakiki manada bizzat Şer'î malik yani şeriatın sahibidir. Onun koymuş olduğu şeriat bütün dünyayj kapsar. O Ailah (c.c), itaat olunan mabuddur ki, emir ve nehiy O'na aittir. Emri de O koyar, yasağı da O getirir.
Bizzat hidayetin menbal ve kaynağı O'dur. Allah (c.c), insanın sapmalardan, Aîlah'dan başkasına itaaten ayrılma tehlikesi doğurduğunu ikna edici ve tatmin eder manada ona imkân verir, duygu ve düşünce verir. İnsan, Allah'ın hidayetinden müstağni kalamayacağı, yani ona muhtaç olmadan yaşayamayacağını anlar. Bu da, Allah'ın ona verdiği duygu ve idrak sayesindedir. Zatında, sıfatlarında, haklarında ve tasarruflarında Allah'ın eş ve ortağı olmadığını idrak imkânını Allah kendisine verir. Aksi takdirde bu, hangi yönden ve hangi renkten gelirse gelsin, sapıklıktan ve dalâletten başkası olamaz.
Sonra bu temel, yani Allah'a iman etme temelini direkleri ve esasları merkezine yerleştirme imkânı, kişinin bunu davasının içinde görmedikçe ve bunun yerine kesin olarak getirilmesi gereken bir şey olduğunu görmedikçe mümkün olamaz. Ayrıca müslüman şunu da kesinlikle anlamak zorundadır. Bu konuda tam bir şuur ve idrak sahibi olmalıdır ki, elinde var olan her şey, Allah'ın mülküdür. Tam olarak bunun İdrakinde olmalıdır. Hepsi de neticede Allah'ın rızasına bağlı olduğunu bilmelidir. Kendi adına yapılan şeyleri Allah'ın rızası veya gazabı çerçevesinde değerlendirmelidir. Bütün bunları Rabbının rızasını kazanmak ve gazabından uzak kalma esaslarına dayandır m alıdır. Bunun idrak ve şuurunda olmalıdır. Kendisinin başkalarından üstün görmeyi, büyüklenmeyi bir kenara itmelidir. Tüm düşüncelerini, değerlerini, prensiplerini, bir şeyi kabul veya reddetme hususundaki değerlendirmelerine, Allah'ın yüce Kitabında indirmiş olduğu ilme dayandırmahdır.
Allah'a itaati içermeyen ve başkalarına karşı duyulan dostluk, itaat ve bağlılıkları, velayeti boynundan söküp atacaktır. Tâ kalbinin derinliklerine Allah sevgisi ve muhabbetini yerleştirecektir. Gönlünde, kendisinden Allah'dan daha üstün bir yer, saygı ve değer isteyen tüm putları söküp atacaktır. Müslüman sevgisini, buğzunu, sadakatini, düşmanlığını, rağbetini ve nefretini, barışını ve savaşını ve buna benzer birçok şeyleri tama-
men Allah'ın rızasına ve hoşnudluğuna bırakmalıdır. Kendi adına razı olacağı şeylerde, Allah'ın bundan razı olup olmadığı noktasına dikkat etmelidir. Hoşlanmadığı ve istemediği şeylerde de, Allah'ın hoşlanmayıp dilemediği şeyler olmasına dikkat etmelidir. İşte bu, gerçek ve hakiki imanın mertebesi ve amaçlanan nokta olmuş olmaktadır."[329]
Bugün insanlığın içinde bulunduğu hayat konumu, tüm dünya üzerinde yıkıma ve ruh bunalımına doğru yönelmiştir. İşte hemen her yerden çığlıklarım duyduğumuz bu düşüş ve aşağılanma, değerini yitirme olayı, kendisini kurtaracak bir kurtarıcıya seslenmektedir. Onu böyle bir boşluktan ve uçurumdan kurtarıp dilediği bir işe, davaya götürmesini istemektedir. İşte bu, İslâm'dan başkası değildir. Çünkü bu, her şeyi en iyi bilen Allah'ın dinidir. O Allah, insanları düzeltecek ve ıslaha götürecek her şeyi bilir ve tüm kalplerde gizli olandan da haberdardır.
Aslında İslâm, tek kurtuluş yoludur. Çünkü bu, fıtrata ve yaratılışa uygun olanını vermektedir. O İslâm ki, insanın maddî icadlarındaki adımlarında ve ruhî ilerlemelerindeki adımlarında bir düzeni getirmiştir. Sadece İslâm bunu yapmaya malik ve sahiptir. İslâm onun için hayat gerçeğine uygun bir nizam getirmeye ve koymaya sahip olduğu gibi, bununla da gerçek manada düzen sağlanmış olur. Hem de insanlığın bugüne dek hiç tanımadığı bir şekilde bunu sağlar. Zira bu manadaki sağlıklı bir düzeni ancak İslâm'ın gölgesinde bulabilir. Hem de tüm tarih boyunca bu nizamın gölgesinde, başka bir nizamda değil sadece ve sadece İslâm nizamında bulabilir."[330]
İslâm düşmanları çok iyi bilirler ki, onların tek düşmanları İslâmdir. İşte bunun için onlar bu yüce dağı yıkıp dağıtmak için tüm gayret ve çabalarını sarfederler. Çünkü sömürme yolunda ve amaçlarında karşılarında dikilecek tek engel İslâmı görmektedirler. Aynı zamanda kâfirlerin taşkınlıklarına, tağutluklarma, azgınlıklarına ve yeryüzünde Hanlıklarına tek engel olarak İslâmı görmektedirler. Onun için bu dini ortadan kaldırmak maksadıyla akla gelebilen her türlü yolu ve metodu denemektedirler. Bu dinin yerine yepyeni bir sistem getirip temeli sapasağlam olan bu dini yıkmak isterler, var güçleriyle bunun için çalışırlar."[331]
Gayretli ve anlayışlı her müslüman bilir ki, bu din, kesinlikle İslâm için yazılan binlerce kitap ile, hutbe ve vaazlar yoluyla, İslama davette bulunan davet filimleriyle ayakta kalamaz. Evet sadece bu yollar bunun için yeterli değildir. İslâm gerçek manada dipdiri ve atılgan olan bir gerçekle ayakta durur. İşte bunu da ancak samimi ve doğru olan müslümanların şahsında görme imkânı vardır. Bu, gözlerin göreceği, ellerin dokunabileceği, aklî eserlerin hissedebileceği bir gerçeğin ta kendisidir.[332]
Çağdaş insanlığın hayat akışını değiştirecek olan bu üstün kişiler, bizzat kendileri, Allah'ın düşmanlarını dost kabul etme ve onlara velayet yetkisini verme noktasında kendilerini aşmış kimselerdir. İster kâfirler olsun, ister münafıklar ve ister mülhid (dinsizler) olsun, hepsine bu sadık kimseler rest çekmişlerdir. Hiçbir zaman çağdaş batıl sistemlerin yıldızlı propagandaları onları aldatamaz. Gerçi hem batı ve hem doğu atom bombalarına sahiptirler. Bundan başka daha nice nükleer silâhlara sahip bulunuyorlar. Fakat samimi ve dosdoğru müslüman bunların aksine şu gerçeği bilir: En büyük sadece ve sadece Allah'dır. Veli, yardımcı, imkân verici sadece Ö'dur. Batılın imkânları ne kadar çok olursa olsun, Hakkın üstünlüğü O'nun elindedir. Batıl hak üzerinde bir üstünlük kazanamaz. Çünkü Rabbim şöyle buyuruyor:
"Nice âz sayıda bir birlik, Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir.” (Bakara,2/249)
Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor:
' 'Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir." (Saff'ât,37/173)
Bir başka âyette ise Rabbim şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.*' (Mümin, 40/51)
Rabbim düşmanlarla ilgili olark da şöyle buyuruyor:
"Şayet sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (Âl-i İmrân, 3/111)
Sadık ve samimi her müslüman böyle bir amacı gerçekleştirebilmesi için Allah'ın şeriatına aykırı olan her kanun, yasa, nizam, tüzük ve sistemden uzak olduğunu açıkça bildirmelidir. Yani Berâ olayını hemen gündeme sokmalıdır. Yine İslâm akidesiyle çelişen her türü akide ve fikirden de beri ve uzak olmalıdır. Bu husustaki Berâsmı da ortaya koymalıdır. Çünkü bizden önceki büyüklerimiz yani salih selefimiz, bu sayede yardıma ve izzete erdiler, şeref sahibi olabildiler. Küçük ve büyük her şeyleri bu Rab-banî şeriattan, tüm hükümlerini ve idarelerini bundan aldılar. Zira sırat-ı müstakim adı verilen dosdoğru yol sadece budur. Bunda herhangi bir eğiklik ve sapma yoktur. Allah'ın Hanif olan dinidir ki, bunda herhangi bir darlık ve sıkıntı sözkonusu değildir. Bu dinin koymuş olduğu hiçbir emir konusunda akıl, keşke bu olmasaydı ve bu yasaklansaydı, daha uygun olurdu, deme imkânını bulamaz. Yine yasakladığı hiçbir şey de yoktur ki, akıl, keşke bu mubah olsaydı daha güzel olurdu diyebilme gücünü bulamaz. Aksine Allah'ın her emrettiği şey, en uygun olanıdır. Yani salih olanını emretmiş ve fesada götüreni yasaklamış, her iyi ve güzeli mubah kılmış, her kötü ve iğrenç şeyi de haram kılmıştır. İslâmın emirleri gıda ve ilâçtır, yasakları da koruma ve himayesidir, her türlü hastalıktan muhafazadır. Dışı içini süsler, içi dışından çok daha güzeldir. Prensibi doğruluk, direği ve temeK hak, ölçüsü adalet, hükmü de kesin gerçektir. Bunda herhangi bir kralın veya bir görüş sahibinin siyasetine gerek yoktur. Çünkü Allah (ç.c), bunu tamamladığını şu ifadeleriyle bildirmiştir:
"Bugün size dininizi kemale erdirdim (ikmal ettim), üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İsla mı beğendim.” (Maide, 5/3)
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadırlar:
"Ben sizi, gecesi gündüzü gibi apaydın olan (en küçük bir şüphe bile kabuî etmeyen gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar, o dinden başka yönlere sapar."[333]
İyiliği emredip, kötülükten meneden hayır davetçilerinin bu ümmeti tertemiz ve berrak olan akideye çağırmaları gerekir ki, bu da şu esaslar içerisinde temsil edilmektedir:
1- "Lâ ilahe illallah, Muhammedun Rasûlüllah" kavramının tashih olunarak gerçeğin dile getirilmesi. İnsanları bu kelimenin manasını anlamaya ve bu muazzam kelimenin ne manaya geldiğini bilmeye davet edilmesi. Tıpkı Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashabının bu kelimeyi anladıkları gibi anlama imkânının kazandırılması. Son dönemlerde sapmalara ve yanlış anlamalara götürmekten arındırılması. Çünkü son dönemde bu söz söylenirken, ne gibi bir mana içerdiği üzerinde durulmamaktadır. Getirdiği yükümlülükler ele alınmamaktadır.
Bu kelimenin içerik ve kapsam olarak müminler için hem velâ ve hem berâ olayını gündeme getirdiğini ve bu manadaki sorumlulukları yüklediğini aktarmalılar. Tüm kâfirlerden uzak kalınacak, tüm müminlerle de bir ve beraber olunacaktır. Allah'ın şeriatı kanun olarak gündeme getirilip bu gerçekleştirilecektir. Allah'ın indirdiğine tabi olunacak, uyduruk ve sapık ilâhlar varlığına, değişik rabler edinilmesine son verilecektir. İlâhlaştın-lan örf, adet, gelenek, heva ve isteklerden ilgi kesilecektir. Allah'ın indirmediği bir şeyi insanlara ilah olarak sunup, bunların şeriat haline getirilmesine son verilecektir.
2- İbadet kavramının asıi manasıyla tekrar ele alınması ve bu manada tashihi gerekir. Çünkü bu, çok kapsamlı bir kelimedir. Sadece şiarlardan ve sembollerden ibaret bir şey değildir. Yani bu hayat ile ölüm arasında bazı esaslardan ibaret olan sembolik şeylerden ibaret değildir. İnsanlığın ortaya koymuş olduğu esaslara dayalı, din ile devleti birbirinden ayıran sembolik ibadetler manzumesi değildir, İslâmî ibadet. Evet bu ibadette din ile sosyal hayat, iktisadî, siyasî ve kültürel hayat ayrılığı diye bir şey düşünülemez.
Çünkü ibadet, bizzat akidedir, bizzat şeriattır, bizzat hayat nizamıdır. Çünkü Rabbim şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, (ve ibadetlerim), hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah : içindir. Onun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanlann ilkiyim." (En'am, 6/162-163)
3- Kitap ve Sünnet esasları ölçüsünde yepyeni bir neslin yetiştirilmesi. Çünkü en sağlıklı yol budur. Zira Ümmet ancak böyle bir yol ile Rabbine ve dinine dönme imkânına kavuşur.
4- Fikir savaşlarının atılması, bu da yeni cahili sistemlerin uzaklaşti-rılmasıyla sağlanır. Bunun dağıtıcı ve parçalayıcı tüm unsurlarının, aşağılayıcı durumlarının, yalancı parlaklığının tümü ile anlatılıp İslâm akidesinin sağlamlaştırılması. Zira ancak böylece onun yapmış olduğu inhiraflar ortaya çıkabilir. Evet gerçek manada doğru ve sahih olarak İslâm konulmak suretiyle, insanlar tehlikelerden arındırılmalıdır.
5- Müslümanın müslümana karşı yetkisini onun adına kullanması, onu sevmesi, onu dost edinmesi meselesinde derin bir inanca sahip olması gerekir. Mümin kardeşlerine bağlı kalması ve onlara intisab etmesi icabeder. Cahiliye yetki vermesi, bunların devamı olan: kavmiyetçilik, ırkçılık ve va-tancılık, evrensellik gibi sistemlere bağlı kalmaması, bunlara yetki tanımaması gerekir. Çünkü bu bir akide işidir. Bu itibarla müslüman ne bu adı geçen görüşlere ve ne de bunun gibi düşüncelere hiçbir zaman itibar etmez ve etmemelidir. Hangi bölgede ve toprak üzerinde bulunursa bulunsun, müslüman müslümanın kardeşidir.Daru'l-İslâm, aslında bütün müslümanlann yurdudur. Yeryüzünde herhangi bir bölgede ayrı olarak yaşamakta olan müslümanlann tek yurdu, Daru'l-İslâm'dır.
Tarihimiz en parlak sayfalarıyla bu meselenin önemine şahittir. Şöyle bir olay cereyan etmiştir İslâm tarihinde: Bir müslüman kadın, Amuriye'de ihanete uğrar. Bunun üzerine "Ey Mu'tasım neredesin?" diye imdat çağrısında bulunur. Bunun üzerine Mu'tasım, buyur ey müslüman hanım, derhal imdadına koşuyorum, der. Orduyu hazırlar ve böylece Amuriye şehrini fetheder. İnanmış o müslüman kadına böylece yardım etmiş olur.
Mu'tasım kendisini imdada çağıran bu kadın için: "O bir başka ülkede ve vatanda yaşıyor, ben ise bir başka vatandayım" diye düşünmedi. Müslümanların başı ve halifesi olarak sorumluluğun bilincinde olmak şartıyla hemen harekete geçti. Mademki müslümanların halifesidir, tüm İslâm ümmetlerinin sorumluluğu onun boynundadır. Çünkü halife, Allah'ın huzuruna vardığı zaman, bundan sorulacağının bilincindedir.
O halde başı sıkışan tüm dünya üzerindeki müslümanlann dertlerine ve yardımlarına koşmak, bu İslâm akidesinin ve inancının farz kılmış olduğu bir husustun Durum böyle olunca, müslümanın vacip ve farz görevlerinden bir diğeri de yeryüzünde dağınık bir şekilde bulunan müslüman-ları sevmesi, eliyle, diliyle ve malıyla yardımlarına koşması görevidir. Her yerde ve her münasebetle onun yardımına koşması icab eder.
6- Allah'ın kâfir ve müşrik düşmanlarına karşı düşmanlık ve onlardan beri ve uzak olma meselesini, münafıklara, kâfirlere ve müşriklere düş-
manhfc, onlarla ilgiyi kesmek ve onlardan beri olmak meselesini de çok iyi bilmek gerekir. Aynı şekilde dinden dönmüş mürtedlere karşı da böylece davranmakla yükümlü ve görevlidir. Bu sayılanlardan hem uzak olacak, beri olacak ve aynı zamanda düşman olarak tanıyacaktır. Zira imanlı bir kalbte küfrü ve küfür ehlini sevme barınamaz, ikisi birlikte bulunamaz. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babalan, oğulları, kardeşlen, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Ra-sûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin." (Mücadele, 58/22)
Müslümanı, Allah'ın Kitabı ve Rasûlü'nün sünnetine aykırı olan her aşağılık düşünceden arıtmaya düşkün olmak ve bu noktada titiz olmak gerekir.
7- Bu arada şeytanın dostlarının ve yandaşlarının Rahman olan Allah'ın velilerine, dostlarına karşı olan düşmanlıkları meselesini de kesin bilmek gerekiyor. Çünkü bu düşmanlık tâ Hz. Adem (a.s.)'dan kıyametin kopacağı zamana kadar sürecektir. Her iki grup hiçbir zaman birleşemez-ler Çünkü Allah taraftarı olanlar, insanları Allah'a ibadete çağırırlar. Şeytanın taraftarları ve yandaşları Allah'a ibadete çağırırlar. Şeytanın taraftarları ve yandaşları içinse durum, bunlar tağuta ibadete ve kulluğa çağırmaktadırlar. Tağutlara itaati bunlar öngörmektedirler. Müminleri dinlerinden engelledikleri için hep müminlere karşı savaş açmışlardır. Rabbim şöyle buyurmaktadır:
"Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünce-ye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara, 2/217)
8- Allah'ın yakınlığı ve Allah'ın zafer vereceği gerçeğiyle yeniden umudu diriltmeli ve ruhları yeniden güçlendirmeliyiz. Nitekim Rasûlül-lah (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Siz, kesinlikle Yahudiyle savaşacaksınız ve siz kesinlikle onları öldüreceksiniz. Hatta öyle bir durum olacak ki, her taş şöyle seslenecektir: Ey Müslüman! İşte yahudi, gel ve derhal onu öldür."[334]
İşte şu yazılanlar bazı önemli başlıklardır sadece. Bunlar kurtuluş yollarının işaret taşlarıdır. Şayet müslüman, Allah'a karşı sadık ve samimi davranırsa, kesinlikle Allah ile beraberliğini, Allah'ın kendisiyle olduğunu, Allah'ın ona yardım edeceğini görecektir. Çünkü müslümanlar en yücedirler. Müslümanlar yeryüzünde Allah'ın emrini egemen kılacaklardır. Bunun içindir ki, müslümanlar gerçek olarak Allah'ın velayetine ve dostluğuna, O'nun ikramına hak kazandıklarını göreceklerdir. Çünkü Rabbim şöyle buyurmaktadır:
"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de." (Yunus, 10/62)
Zira bunlar hizbullah yani Allah taraftarıdırlar. Bu gruplar, Allah yolunda cihad ettikleri ve Allah'ın kelimesini yüceltmek için çaba gösterdikleri için en çok ikrama hak kazananlardır. Onlar bu açıdan herhangi bir kınayıcının kınamasına da hiç mi hiç aldırmazlar. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"İşte onlar, Allah'ın grubudur. İyi bilin ki, kurtuluşa erecek olanlar sadece Allah'ın grubu olanlardır." (Mücadele,
58/22)
Biz Allah'ın izniyle ve Allah'ın dilemesiyle hayır müjdesini vermek istiyoruz. Çünkü yeni İslâmî nesil, bize doğuşların ve müjdelerin öncüleri olduklarını göstermiş bulunmaktadırlar. İşte bu yeni nesil, bu ümmeti böylesi bir aşağılıktan, değerlerini yitirmekten ve başkalarına kuyruk olmaktan kurtaracaktır. Bu apaçık bir şekilde dünyanın her bir bölgesinde görülmektedir. İşte o gün gelince, müminler Allah'ın yardımı ve zaferiyle sevinip mutlu olacaklardır.
Bütün dualarımızın sonunda, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ederiz.
[329] Mevdûdî, "Ahlâkî Esaslar", s.49-50'den özetlenerek.
[330] İstikbar İslâmındir, s.109.
[331] Bkz. İstikbal Ulamındır.
[332] S.Kutub, "İslâm ve .Uygarlık Problemleri", S.182.
[333] İbn Kayyım, "İ'camu'l-Muvakkıîn", 3/207. Hadis: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/126. tbn Abdi't-Berr, Camiu Beyanı'1-İtim, 2/222. tbn Mace, Mukaddime, 6. Terğib ve Terhîb, 1/46. Camiu'l-Usûl, (Haşiye) 1/293.
[334] Müslim, Eşratussaa, H.2921.