- Son çocukluk dönemi

Adsense kodları


Son çocukluk dönemi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 26 September 2010, 02:42 pm GMT +0200

 
3- Son Çocukluk (Yafi'î) Dönemi:


Çocuğun üçüncü yaş dönemi, yedi ile on yaş arasıdır. Piaget bu döneme "somut işlemler dönemi" adını verir. Bu dönemde çocuklar mantıksal düşünme, sayı, zaman, mekan, boyut, hacim, uzaklık kavramlarını öğrenir ve kullanır. [200] Bu dönemde gelişim alanla­rında şu durumlar ortaya çıkar: [201]

A) Bedensel Gelişim:

 

6 yaşındaki ortalama bir çocuğun boyu yaklaşık 106 cm, ağırlığı aşağı yukarı 20 kg dır. Fiziksel büyüme bebeklik ve ilk çocuklukta olduğundan yavaştır. Bununla birlikte büyüme, oğlanlarla kızlar arasında belli belirsiz farklılıklarla ka­rarlı bir hızla sürer. On iki yaşında ortalama bir erkek çocuk yak­laşık 142 cm boya ve 38 kg ağırlığa sahiptir. Ortalama bir kız çocuk ise 2,5-5 cm daha uzun ve yaklaşık 2,7 kg daha ağırdır ve bazı durumlarda ergenliğe giriyor olabilir. [202]

 

B) Bilişsel Gelişim (Somut İşlemler Dönemi):

 

Bu dönemde ço­cuklarda mantıksal düşünme ve sayı, zaman, mekân, boyut, hacim, uzaklık kavramları yerleşmeye başlar. Ancak soyut düşünce henüz tam anlamı ile gelişmemiştir. Somut işlemler dönemindeki çocuk, sınıflandırma, gruplandırma gibi yeteneklere sahiptir. Örnek ola­rak çocuklar güller, lâleler ve öteki çiçeklerin hepsinin çiçekler sınıfına girdiğini bilmektedirler.

İlk çocuklukla son çocukluk arasında zihinsel ve dil gelişimi açısından da büyük farklılık görülür. 5 yaşında bir çocuk için top, oynanılan bir şeydir. Onu kullanım anlamında düşünür. 8 yaşa doğru çocuk topu şekli, boyu, maddesi ve rengiyle tanımlar. Sözlü beceri 8 yaşında kendini gösterir. Bu yaşta dili bazen bir yetişkin gibi kullandığı görülür. [203]

 

C) Sosyal Gelişim:
 


Son çocukluk döneminde çocuk kendini sınıf, arkadaş ve oyun grubu içinde bulur. Bu da onu ergenlerde ol­duğu gibi kendi cinsiyetindeki grubun tüm faaliyetlerine katıl­maya, ergin arkadaşlarıyla iletişim kurmaya doğru yönlendirir.

Son çocuklukta görülen bazı toplumsal özellikler şunlardır: [204]

 

1) Kolay Etkilenme:
 

Son çocuklukta aşırı duyarlılığın ya­nında bir de kolay etkilenme görülür. Bu dönemdeki çocuklar kendi arzularının diğer çocukların doğrultusunda olduğu inancın­dadırlar. Bu onların gruba kabul edilmelerini kolaylaştırır. Yaşam süreci içinde belkide hiçbir dönemde rastlanamayacak düzeydeki kolay etkilenme bu evrede görülür. [205]

2) Karşıt Görüşte Olma:
 


Bu, çocuğun düşünce ve hareketle­riyle diğer çocuklara karşıt olmasıdır. Kendi akranlarının görüş ve düşüncelerini paylaşan, kabul eden çocuk daha büyük çocukla­rın ve erişkinlerin görüşlerine karşı koyar.[206]

 

Rekabet:
 

Son çocuklukta rekabet 3 biçimde görülür.

1- Grup üyeleri arasında rekabet

2- Kendi grubuyla, rakip gruplar arası rekabet,

3- Gruplar, toplumu düzenleyen diğer sosyal kurumlar arası ça­tışmalar. [207]

Sorumluluk:
 

Araştırmalar, kalabalık ailelerden gelen çocuk­ların, zorunluluk nedeniyle kendi işlerini yapmak ve kendilerin­den küçük kardeşlerine bakmakla yükümlü olmalarından dolayı sorumluluk duygularının daha fazla geliştiğini göstermektedir. Kendi evlerinde bazı sorumlulukları üstlenmeyi öğrenen çocuklar, sadece başarılı bir uyum göstermekle kalmayıp, aynı zamanda grubun lider rolüne seçilmiş bir üyesi de olabilmektedirler.[208]

Yedi yaş birçok terbiyeci tarafından temyiz yaşı olarak kabul edilir. İslam eğitimine göre bu yaş da çocuktan bazı şeyleri yapması istenir. Mesela, bu yaşa gelen kız ve oğlan çocuklarının yatakları ayrılır.[209] Çünkü bu yaşta cinsel kimliği iyice belirmiştir. Kızlar, kız özelliklerini, erkekler, erkek özelliklerini gösterirler. Kızlar ve erkekler kendi aralarında kümeleşerek oynarlar. Özellikle er­kekler takım oyunlarına yönelirler. [210] Kümeleşme bilincinin hızla geliştiği bu döneme "çete çağı (Gang age)" adı verilir. Bu tip çeteler bu dönemin normal toplumsal grublaşmalarıdır.[211] Çocuğun bu dö­nemde, sosyal ve zihni yönden bir buhran geçirdiği de bilinmektedir. [212]

Son çocukluk döneminin ilk ve önemli dini faaliyetlerinden biri erkek çocuklar için sünnet törenidir. Sünnet dini bir törendir. Çocuğun din ile ilişki kurmasında da önemli bir yeri vardır. Onun için kişiliğinin oluştuğunun bir göstergesi ve bunun herkese ilanı ve herkes tarafından bir nevi tescilidir. Sünnetin bu yönü vurgulan­malı, ona bunu temin eden olgunun dini olduğu açıklanmalıdır. Ayrıca ana baba sünneti acı veren bir olay olmaktan çıkarıp neş'e ve eğlenceye dönüştürmelidir. Bu eğlencenin de hedefi çocuklar olmalıdır. Büyüklerin coşkusu hiçbir zaman çocukları ikinci plana itmemelidir. Öyle ise çocuk, sünneti çocukça yaşamalıdır. Gerek eğlence, gerek dini bir faaliyet olarak sünnet önce çocuklara hitap etmelidir.

Sünnet eğlencelerinin dini atmosferi ikinci plana iten bir yö­rüngeye oturtulması, burada konu bile edilmeyecek kadar amacın dışında bir tutumdur. Onun için içki, kumar v.s. gibi İslam dışı unsurların sünnete sokulması kesinlikle önlenmelidir.

Din eğitimi alışması olarak bu dönemde çocuk namazla emredilmeye başlanır. Bu yaşla ilgili Rasulullah'ın çocuklar hakkın­daki bu tutum değişikliği, bu yaşın belirli bir dönemin başlangıcı olduğuna işaret olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden bazı Fıkıhcılara göre, bu yaştaki çocuğa ana-babasının boşanması durumunda, hidane (çocuğun bakım ve gözetimi) hakkını kimin kullanacağı ko­nusunda rey beyan ettirilmelidir. Ayrıca 7 yaşında bir çocuk kendi dini ile diğer dinler arasında somut temellere dayanan ayrımlar yapmaya başlar.[213] Bu tür işlemlerden dolayı bu döneme "akıl çağı" veya "öğrenme çağı"  adı da verilir.  Bu dönem, zihinsel öğrenme çağının başlangıcıdır. Çocukta bilgiye düşkünlük başgösterir. Bunun yanında duygusal öğrenme devam etmektedir. Buna da dikkat edilmelidir.[214]

Bu dönemde çocuk artık ALLAH inancı ile ilgili bilgileri öğrenip benimsemelidir. Çünkü tam olmasa bile artık çocukta soyut dü­şünce başlamıştır.[215] Artık çocuk ALLAH ile içtenlikle ilişki kurmalı, kesin olarak ALLAH'a olan ihtiyacını hissetmelidir. Ancak ona sı­ğınma ve güvenme ile kendisini korumasını istemelidir. Yani ar­tık ona dua edecek duruma gelmelidir. Bunun içinde şu hususlara inanması telkin edilmeli, ondaki ben-merkezci duygulardan ya­rarlanılmalıdır.

a) Herşeyden önce ferdin var olması ALLAH'a bağlıdır.

b)  Onun varlığı ve yaşaması ALLAH'ın elindedir. Çünkü gerekli tüm İhtiyaçlarını O karşılamaktadır.

c)  Yaşamın  bütün tehlike ve  zararlarından koruyacak olan O'dur.

d)  O, insandan yana olan herşeyi yapmış ve yapmaktadır. [216]

e)  İnsan yalnız ona ibadet etmeli ve yalnız ondan yardım iste­melidir.

Böylece çocuk duygusal ağırlıklı inançtan, zihinsel (tahkik) ağırlıklı inanca yol  almalıdır.

Bu arada ALLAH'a inancında teferruata girilebilir. Özellikle şirk konusunda çocuk uyarılmalıdır. Ben-merkezci ALLAH tasavvuru des­teklenmeli, çerçevesi aile bireyleri, akrabalar ve tanıdıkları içine alacak şekilde genişletilmelidir. Ayrıca ALLAH tasavvuru konu­sunda çevrenin telkinlerinin zararlı yönleri önlenmeli, olumlu et­kilerinden yararlanılmalıdır. Çünkü içinde yaşadığı fizikî veya sosyal çevre, çocuğun zihnine belli bir ALLAH inancı sokacaktır. Çocuğun fizik çevreden aldığı ALLAH kavramı ile yetişkinlerin ona öğrettiği bilgilerin karışması, onda, gerçek değer taşımayan bir te­oloji bilgisinin doğmasına sebeb olabilir. [217] Özellikle ALLAH'ı insan­lardan biri gibi tahayyül etme yanlışlığının önüne geçecek çalış­malar yapmak gerekir.

Yanlış ALLAH inancı yüzünden çocuk, saf imanın insan irade­sine kazandırdığı hürriyetten ve bağımsızlıktan mahrum kalabilir. Halbuki bu dönemde çocuğun zihni, ALLAH'dan başkasına ALLAH'ın kulları nazarı ile bakmaya alıştırma faaliyeti için uygun bir dü­şünsel yapıdadır. Öyle ise ALLAH inancı ile hürriyet kavramları özdeşleştirilerek verilmeye çalışılmalıdır.[218] Bu yaklaşım onda aynı zamanda yeryüzündeki insanların eşit ve kardeş olduğu fikrini de uyandıracaktır. ALLAH'a inanma eğitimi özellikle ona güvenme duygusunu geliştirme noktasında yoğunlaştırılmalıdır.

Tabiatıyla ALLAH'a inanç İslam'ın diğer itikadi hükümlerine de inanmayı gerektirir. Öyleyse bunlar da sırası geldikçe öğretilme­lidir. (Amentü) Bu bilgiler aynı zamanda bu dönemde kılmaya baş­laması emredilen namazla ilgili temel bilgilerdir.

Namaz kılmak, Hz. Lokman'm oğluna öğütlerinde azmedilmeye değer olan işlerin başında zikredilmektedir. Çünkü namaz çocuğun davranışlarını disipline edip onu olgunlaştıracaktır. Böy­lece çocuk kararlı ve ölçülü davranmaya alışacaktır. [219]

Bu dönem çocukta vicdan denilen üst-benin oluştuğu dönemdir. 10 yaşında iyi-kötü haklı-haksız kavramlarının ayırdedilmesi ge­rekmektedir. [220] İslam eğitiminde üst-benin oluşturulması çalışma­ları, namaz kılına ile başlar. Çünkü namaz, kötülükten alıkoyan bir eğitim değeri taşımaktadır. Şimdi namazın önce ibadet, sonra da ahlakî değeri üzerinde duralım.

Namazın veya daha genel olarak ibadet etmenin insanda psiko­lojik temelleri vardır. İnsanın anlaşılması, daha doğrusu insan ile onun ibadet etmesi, yaratana yönelmesi gibi davranışlarının doğru ve tam olarak değerlendirilebilmesi için onun varlığının temel şartlarından doğan ihtiyaçlarını gözönüne almak gerekmektedir.

E. Fromm'a göre insanın kendisine has olan ve varlığının te­mel şartlarından olan özel ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar şunlar­dır:

a)  Belli bir köke sahip olma, nisbet etme (mensubiyet) ve ona dayanma ihtiyacı

b)  Bağlı olma ihtiyacı

c)  Bir yönelticinin güdümüne girme ihtiyacı

d)  Onunla aynileşme ihtiyacı

e)  Kendini aşma ihtiyacı[221]

İşte insanı ibadet etmeye götüren mekanizmalar bunlardır. Bunların tatmini ancak ibadet etmekle mümkündür. İbadetin yok­luğu insanda bu ihtiyaçların yerine getirilmemesi sonucunu doğu­rur ki bu da onun hayatında psikolojik bir eksikliği ortaya çıkarır.

Bunlardan mensubiyet ihtiyacı bağlı olmanın ve bağlı olduğu varlığın güdümüne girmenin giderek onunla aynîleşmenin teme­lidir. Böylece son aşama olan kendini aşma, eylemi için gerekli ortamın oluşması gerçekleşmiş olur.

Burada kendini aşma olayı özellikle nefsinin onu kötüye yön­lendiren tabiatını aşıp iyilik yapmanın ruhuna kazandırdığı da­yanılmaz zevki yaşaması şeklinde ortaya çıkar. Böylece önce yara­tıcıya mensub olma ona bağlanma ve onunla aynileşme-ibadet neş'esi, huzuru, huşu'u giderek ahlaki eylemin kaynağını teşkil et­mekte ve böylece ibadet kötülüğü engelleyen, iyiliğe teşvik eden bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da insanın kendini an­lamasının, keşfetmesinin ön şartıdır. Kendini aşamayan insan kendisini  anlayamaz. [222]

İbadeti basit bir tapınmadan ayıran temel unsur niyet'in varlı­ğıdır. Niyet ise, bilincin eyleme iştirak etmesi halidir. Niyetin var­lığı ibadete değer kazandırır, insanı yüceltir. İbadetin neşe ve zev­kine ulaştırır. Niyetin eylemde yeterince hissedilmemesi ibadetten alınan tadı azaltır. Hatta onun adet haline dönüşmesine sebebiyet verir. Onun için namaz ve ibadet eğitimi yapılırken en çok niyeti, yani bilinçli olma özelliğini kazandırmanın üzerinde durulmalı­dır.

İbadet konusunda belli bir bilincin oluşması, ibadetten beklenen amacın tahakkuku için şart olması, bu konuda çok hassas olmayı gerektirir. Onun için ana-babalar bu bilinci geriletecek veya yok edecek davranışlardan sakınmalıdır. Yapılan her hareket bu bi­linci elde etmeye, beslemeye, geliştirmeye yönelik olmalıdır.

Doğan Cüceloğlu, ibadeti, özellikle namazı, kişinin iç dünyası­nın evren ile ilişkilerinde ona verdiği yere göre ele alır. Bu bakımdan çocuğunu iyi eğitmek isteyen ana-baba tarafından nama­zın muhakkak kılınması gerektiğini söyler. "Kılamıyoruz. ALLAH affetsin" gibi sözlerin çocuğu tatmin etmeyeceğini söyledikten sonra namaz eğitimi içinde şunları tavsiye eder:

Ana-baba, çocuklarına niçin hergün namaz kıldığını açıkla­malı, isterlerse onlara namazın nasıl kılınacağını tarif etmeli, so­nunda onların namaz kılmasını beklemeli. Eğer kılmıyorlarsa se­bebi tesbit edilmeli, tembellik gibi yüzeysel sebeplerle kılmıyor­larsa, insan hayatındaki bilinç ve iradenin önemini yeteri kadar veremediğini düşünmeli; bu yönde çabalara girişmelidir. Eğer onun manevi hayatında namazın yeri olmaması gibi esaslı bir du­rum varsa onun bu tavrına da saygı gösterilmelidir.[223]

İnsanın ruhsal yapısı ile uyum içinde bir yapı gösteren ibadet­ler, elde edilmesi güç alışkanlıklardır. Bunun için ibadet eğiti­minde çok dikkatli olunmalı, duyarlı hareket edilmelidir. Her eğitim olayında olduğu gibi, önce çocukta konu ile ilgili bir alan oluşturulmalı, bu ilgi alanı içinde çocuk yönlendirilmeye çalışılmalıdır. Öğrenme isteğinin kaynağı olan ilgi, eğiticinin işini çok kolaylaştırır.

Küçük yaşlarda çevrede gördüğü olaylar hareketler ve eşya, ço­cuğun zihninde cevap alınması gereken sorular oluşturur. İşte bu sorular veya zaman zaman taklid yoluyla öğrendiği hareketler namaz eğitiminde çıkış noktalarıdır.

6-8 yaşlarında çocuklara uygulanan bir araştırmada çocukların % 88'i namaz kılan çocuk fotoğrafından namaz kılma ibadetini ta­nımışlardır. [224] Namaz eğitimine işte bu izlenimlerden başlamalı ve hiçbir zaman kesin bir tavır koymadan sürdürülmelidir. Böylece çocuğun isteğine bağlı olarak başlatılan namaz eğitimi, zaman içinde ciddiyet kazandırılarak geliştirilmelidir. Yumuşak tavırlar, sevgi dolu sözler ve saygılı davranışlarla yürütülmesi gereken bu çabalar, zaman zaman çok olumlu sonuçlar vermekte, çocuk ani­den düzenli olarak ibadet edebilmektedir. İşte bu ortamlarda çocu­ğun ibadete devamını sağlamak için daha bir özen gösterilmelidir.

Zaman zaman zirveye çıkan ibadet yapma isteği zaman zaman da çocuğun hayatından çıkabilmektedir. İşte bu durumlarda da ço­cuk üzerine baskı kurmamalı, ters bir davranışımızdan çocuğun kırılabileceği unutulmamalıdır. Taklid metodu üzerine telkin ve teşvik metodları yükseltilmeli, söz ve davranışlarla çocuk namaza özendirilmelidir.

İbadetin davranış geliştirmede ne denli önemli rolü olduğu da bilinmektedir. Çoğu zaman müsbet olan bu rol, insanda bazan çok büyük bir güven duygusu oluşturduğundan diğer yükümlülükleri unutturmak veya yerine getirmemek gibi bir sonuçta ortaya çıkara­bilmektedir.[225]Çocukların böyle bir anlayışa sahib olması da ön­lenmelidir.

Bu dönemde ortaya çıkan kümeleşme istidadı, çocuklar grub halinde camiye götürülerek yönlendirilebilir. Bu faaliyet, çocuk için de renkli ve ilgi çekici bir özellik taşır. Grup halinde kılınan cuma ve bayram namazları, özellikle teravih namazları, bu dönem çocuğu için kafasında ve gönlünde uzun yıllar tatlı bir anı olarak kalır ve yerleşir. Bu tutum ayni zamanda çocuğun yaşdaşları ile oyun oynama ihtiyacını da giderecektir.

Namaz eğitiminde çocuğu özendirme (teşvik) nin çok özel ve önemli bir yeri vardır. Çocuk herhangi bir sebeple namazla ilgilen­diğinde bu durum fırsat bilinmeli ve çocuk sürekli teşvik edilmeli­dir. Çocuğun daha önceden bilinen ilgileri bu yönde kullanılmalı ve teşvik hiç bir şekilde terkedilmemelidir.

Modern eğitim, öğrenmede oyunun rolü üzerinde çok durmakta­dır. Şüphesiz çocukta namaza karşı ilk ilgi, oyun şeklinde ortaya çıkacaktır. Namaz esnasında sırta atlama veya secdede yanına yatma, sırta binme gibi haller, çocukta bir ilgi alanı oluştuğunun göstergeleri olarak kabul edilebilir. Çocuğun bu eğlenceli uğraşı belli bir dönem engellenmemeli, hatta zaman zaman namaz kılar gibi hareketlerle çocuk namaza ısındırılmalıdır.

Zaten Peygamberimiz (S.A.V.)'de böyle yapmış, namaz esna­sında sırtına, hatta başına binen çocuklara hoşgörü ile bakmış, on­ların keyfini kaçırmamak için secdeyi uzatmış, namazda kendisi ile oynamalarına izin vermiştir. [226]

İslami hayatın temeli olan namazın bu özel durumu çocuğun eğitimine de yansıtılmalıdır. Bu dönemde çocuğun din eğitimi, namaz eksenli olarak yürütülmelidir. Önceki yıllarda çocuk açı­sından oyuna ve taklide dayalı namaz alışkanlıkları bu dönemde bilinçli bir şekilde ele alınmalı, eğitim gerektiği gibi yürütülmeli­dir.

Namazın ön hazırlığı olarak düşünülen dışındaki şartları, ço­cuğun eğitimi ile doğrudan alakalı olaylardır. Bunlardan boy abdesti ve namaz abdesti, temizlik eğitiminin ve cinsel eğitimin baş­langıcı, bazı yerlerin örtülmesi mecburiyeti, örtünme, haya duygu­sunun ve gene cinsel eğitimin başlangıcı, vakit, zamanın değerlendirilmesi ve hayatın disipline edilmesi, kıbleye yönelmek, İs­lam kardeşliği, birlik ve beraberlik şuurunun kazandırılması, ni­yet, kalp ve davranış birlikteliği, davranışlarımıza kalbimizi ortak etme ve işlerimizi bilinçli yapma alışkanlıklarının ön çalışmaları olarak değerlendirilmelidir. Bunlar hem namazın, hem de hayatın vazgeçilmez alışkanlıklarına temel olacak davranışlardır. Özellikle abdest, temizlik alışkanlığına temel yapılmalı, bu yolla çocuğa temizlik alışkanlığı kazandırılmaya çalışılmalıdır.

Namaz eğitiminde özellikle dikkat edilecek husus, davra­nışlarımızın çocukta namaza karşı sevgi ve sempati uyarmaya ve onu yerine getirmenin gerekliliğini kavratma amacına yönelik olmasıdır. Dinin ve din eğitiminin temeli olması açısından namazın ihmal edilemez bir görev olduğuna dikkat çekilmeli, iyilik ve kötülük ile ilgili işlevi gözönüne alınarak ahlaki davranışlarımızdaki yeri öne çıkarılmalıdır. Yoksa insanın kıldığı namazın farkında bile olmadığı gibi bir duruma düşülmesi kaçınılmaz olacaktır, ki Kur'an bu gibiler için "yazıklar olsun o namaz kılanlara" ifadesini kullanmaktadır.[227]

Bütün bu çalışmalar kolayca başarılabilecek çalışmalar değil­dir. Onun için bir hadis-i şerifte namaz eğitiminin 7 yaşında baş­latılıp 10 yaşına kadar sürdürülmesi istenmiştir. [228] Yani 3 yıllık bir kesiksiz çalışma ile çocuğa namaz alışkanlığı kazandırılabilinecektir. Bu zaman içinde de çocuk hiçbir şekilde kaba davranışlara, baskıya maruz bırakılmamalıdır. Bu olumsuz davranışlar, çocu­ğun namaza karşı sempatisini yok edebilecektir. Bu dönemde na­maz için çocuğu küçük düşürmek, hele hele dövmek gibi davranış­lardan kaçınmak gerekir. Namazda ve diğer ibadetlerin kaza­nılma eğitiminde kaba kuvvetin yeri yoktur. Çünkü ibadette ölçü ihlas ve samimiyettir. [229]İbadet şüphesiz bir kulluk görevidir. Dolayısıyla ALLAH ile kul arasındaki bir ilişkidir. Onun için onun farz oluşu ve mahiyetine ait ilk hikmeti ALLAH'ın bilgisi dahilindedir. İnsana yönelik yönü ise namazın ona ahlakî erdemler kazandıracak bir faaliyet oluşudur. Çünkü namaz da diğer ibadetler de bir dünya faaliyetidir. Dünya hayatına yönelik hedefleri olması da son derece tabiîdir.

Namaz kulluğun en belirgin göstergesidir. Kulluk psikolojisi Fatiha suresinde de şöyle vurgulanmaktadır.

"Ancak sana ibadet ederiz. Ancak senden yardım isteriz."[230]

Burada kulun, kulluğunu yönelttiği makama bir takım istek­lerle de gidebileceği vurgulanmaktadır. Eğer kulun bir takım istek­leri olur da bunları, kulluğunu yönelttiği makama değil de başka makamlara yöneltirse, bu sefer kulluk psikolojisi bozulur. İsteklerini yönelttiği makama, karşı kulluk psikolojisine girebilir. Bunu önlemenin tek yolu, kul olduğu varlıktan isteklerde buluna­bilmektir. Onun için kulun, kulluğunu yönelttiği makamdan bir­takım beklentiler içinde olması tabiidir. İşin gereği de budur. Bu bakımdan namaz, ilk planda kulun ALLAH'a yönelmesini temin ederken ikinci olarak ta kendini eğitme faaliyetlerinin bir bölümünü teşkil eder.

Kulluk, şahsiyetin yücelmesinde en önemli unsurdur. Ancak, ibadet, iman, ihlas, marifet, niyetin ıslahı gibi şartlardan sonra olursa kulu yükseltir. Yoksa adet ve alışkanlık eseri olan huşu ve hudu'dan uzak, gösteriş niyetleri taşıyan namazla yücelmek müm­kün değildir. [231]

Bütün ibadetlerin bir yönden de kulun eğitimine katkısı olduğu söylenebilir. Oruç, sabrın kazanılması iradenin eğitilmesi, duy­guların yüceltilmesi, ALLAH'a ve insanlara yönelik "takva"nın elde edilmesi, zekat, cömertlik ve irade eğitimi, Hacc, duyguların yücel­tilmesi gibi özellikler kazandırır.

İbadet ile ahlakî davranışı sebep-sonuç ilişkileri içinde birleşti­ren Kur'an mantığı, iyilik kavramının çocuğun kafasında gelişti­rilmesini de tavsiye etmektedir. Ana hatları belirli olan sıradan bir iyilik yapma alışkanlığı kazandırmak, Kur'an'ın nihaî hedefi de­ğildir. Çocuk iyilik kavramını en ince noktalarına kadar düşünce ve duygu dünyasında var etmeli, onun gerek bu dünya hayatının her alanında ve gerekse ölüm ötesi hayatta en ince detayına kadar değerlendirileceğinin bilincinde olacak bir şekilde eğitilmelidir.

Bu duruma Kur'an Lokman suresinde iyilik için "hardal tanesi ölçüsü," Zilzal suresinde "zerre ölçüsü" ibarelerini kullanmak su­reti ile temas eder. Çocuk yaptığı iyiliği hiçbir yönden eksik bı­rakmayacak bir anlayışla yetiştirilmeli, ona, zerre ve hardal ta­nesi ölçüleri kazandırılacak şekilde ayrıntıya girilmelidir. Bunların hep değerlendirilmeye alınacağının bilincinde olacak şekilde yetiştirilmelidir.

Kur'an'ın iyilik eğitiminde üzerinde durduğu ayrıntıların önemine temas eden diğer bir husus, kayanın içi, yerin ve göğün derinlikleri ibareleridir. İyilik bu kadar gizli yapılmış bile olsa, hayatın herhangi bir döneminde insanın karşısına çıkacaktır. Bu konuda gizlilik şartına riayet etme inceliğine de bir temas vardır. Sanki bu ifadeler kullanılmakla iyiliğin yapılma ortamı olarak da gizlilik tavsiye edilmekte, fakat böyle bile olsa onun değerlendiri­leceği haber verilmektedir. Çünkü onu değerlendirecek olan mutlak kudret "Latif'dir. Yani incelikleri bilen değerlendiren bir tavrı vardır. Detaya inen,.detayı değerlendirme ölçüsü olarak kabul eden varlıktır. Çocuk işte iyilik konusunda bütün bunların farkına ve şuuruna vardırılarak yetiştirilmelidir.

Böylesine sağlam ve teferruatlı bir iyilik ve kötülük kavramla­rının çocukta varedilmesini tavsiye eden Kur'an'ın bu tutumu, ön­celikle psikolojik, sonra da sosyolojik olgunlaşmanın gereği ola­rak düşünülmelidir. Çünkü çocuğun ilerideki yıllarında, olgun­laşmış dönemlerinde, doğru ve yanlış hareketlere dair dürüst ve sağlam standartlara sahib olması gerekmektedir. Bu standartlara sahib olan kişinin bunlara göre davranması da kendisi için hiç de zor olmayacaktır. Büyümekte olan bir çocuğun bu niteliği elde et­mesi, kendisine söylenenlere, etrafında oluşan davranışlara bağlı olmaktan daha çok, bizzat kendi davranışlarının sonuçlarından edindiği izlenimlere bağlıdır. Bu izlenimler vasıtası ile doğru ve yanlış davranışlara karşı makul bir duyarlılık edinir. İşte bu du­yarlılığın varlığı da çocukta vicdanı var eder ve onu geliştirir.

Davranışlara ait bu gibi değerlerin geliştirilmesi, çoğu kere ko­lay olmamaktadır. Din, namus ve ahlak kurallarına son derece bağlı bir aile atmosferinde yetişen bir çocuk, bu kurallara taassub derecesinde bağlı, iyi ve kötü davranışlar konusunda aşırı derecede hassas ve her şeyi vicdan meselesi haline getiren bir kimse olabileceği gibi bu atmosferin baskısına isyan edecek bir psikolojiye de sürüklenebilir. Onun için baskıdan çok, anlatma, ikna etme me­todu kullanılmalıdır. Baskı ile oluşan bireysel vicdan, kendisini veya mensubu bulunduğu grubu, davranışları ile üzüntü ve kedere sürüklemekten engelleyecek kadar duyarlılık elde edemez. Onun, ferde fikri ve ruhi huzur içinde bir ömür geçirtebilmesi, aşırılığa kaçmayan, ılımlı bir yolun izlenmesi suretiyle geliştirilmesine bağlıdır. Ölçüsüz ve aşırı bir şekilde geliştirilmiş vicdanın hayali suç üretmesi veya suçluluk duygusu ortaya çıkarması kaçınılmaz olmaktadır. Bu da rahatsızlığa sebebiyet vermektedir. Belli ölçüler içinde hakkıyla geliştirilmiş bir vicdanın, gerçekten kusur ve ka­bahat özelliği taşıyan davranışları engelleyeceği aşikardır. Bu du­rum hayatına hem bir yön verir, hem de bir mana kazandırır. Kendisine ve çevresindekilere karşı saygı duyma, dost ve arkadaş edinme ve hür olma ihtiyaçlarını gidermeye hizmet eder.[232]

Namaz eğitimi ile birlikte iyi ve kötü kavramlarının iyice yer­leştirilmesiyle bu yaşlarda çocukta iyiyi ve kötüyü, doğru ile yan­lışı ayırdetme yeteneğinin yani üst benlik gelişmesinin önemli bir kısmı gerçekleştirilmiş olur. [233]

Namaz kılma emrinin hemen arkasından gelen iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma azmi, çocuğun toplumsanmasını sağlayacak davranışlar kazandıracaktır. Kötülük ve fuhşiyattan men eden namaz[234] çocuğun bu davranışlarında kararlı ve azimli olmasını temin edecektir. Namazın sonunda yapılan duanın psiko­lojik rahatlığından da çocuğu haberdar etmek gerekir. Dua yolu ile ALLAH inancı güçlendirilmeli, ALLAH sevgisi artırılmalı, O'nun esirgeyen ve bağışlayan yüce varlık olduğu çocuğa hissettirilmelidir. Çocuk dua yolu ile Allaha sığınmaya, kendisini, onun koru­masına bırakmaya alıştırılmalıdır. Zaten çocuğun dünyasında dua; kişisel kanaatlerin, heyecanların, beklentilerin, istek ve şikayetlerin ALLAH'a sunulması, bir bakıma korunma ve savunma aracı bir yakarış ve isteme faaliyetidir. [235] Duasında anne-baba ve kardeşlerine yer vermesi hatırlatılmalı, böylece aile içi ilişkiler sıcak bir ortama ulaştırılırken, çocukta paylaşma duygusu güçlendirilmeye çalışılmalıdır. [236]

Şu halde namaz, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma ve sabır birbirini tamamlayan unsurlar olarak çocuğun maddi ve manevi hayatını en güzel bir şekilde yönlendirecektir. Bundan dolayı yedi yaştan sonraki eğitim için bu emirler ihmal edilemez prensipler olarak değerlendirilmelidir.

Namaz aslında ergenlik çağı ile birlikte farz olur. Fakat eğitim olayının belli bir süreçte tamamlandığı gerçeği göz önüne alınırsa, çocuğa yedi yaşından itibaren namaz kılma eğitimi yaptırmanın hikmeti daha iyi anlaşılır. Namazın beraberinde getirdiklerini ka­zanabilmek için bu konuda belli bir eğitimden geçmenin lüzumu aşikardır. Çünkü namaz, insan hayatında yalnız Allaha yönelik bir ibadet olarak kalmaz, aynı zamanda onun davranışlarını dü­zenleyen, günlük hayatını disipline eden kötülükten alıkoyan ve iyiliğe götüren bir motivasyon temin eder. Bu özellikleri elde etmek için belli bir eğitime ve sürece ihtiyaç hissedilmektedir.

Yukarıdaki uygulamalarla bu dönemde ibadet neşe ve heyeca­nını tadan çocuk, bu duyguları yaşadığı sürece unutmaz. Çocukluğunun en güzel ve değişik hatıraları olarak muhafaza eder. Mükellef olduğunda da bunları daha kolay yerine getirir.

Çocuk eğitiminde namazın önemine işaret eden bir başka unsur ise, namaz kılma emrini on yaşına ulaştığında da yerine getir­memekte direnen çocuğun hafifçe dövülmesi yolunda Rasulullah (S.A.V.)'ın vermiş olduğu ruhsattır.[237] Bilindiği gibi 10 yaş çocuk eğitiminde kritik yaş olarak kabul edilir. 10 yaş çocuğu, 9 yaşın­daki çocuktan çok farklıdır. İlgileri değişmiş, gerginlik gitmiş, uysallık ve uyumluluk ortaya çıkmıştır. Dengeli bir hayatı vardır. Ağrı, sızı ve rahatsızlıklar ya azalmış ya yok olmuştur. Daha çok yemek yerler, duygusal hayatları daha düzenli, sosyal gelişimle­rinde daha başarılıdırlar. [238] Onun için bu döneme, huzur çağı adı verilir. 3 yıllık bir eğitimden sonra namaz kılmamakta direnen bir çocuk bu dönemi inatçılık sebebi ile yaşayamıyor demektir. Dövme ile ilgili ruhsat, bu durumu onda var etmek için son çare olarak düşünülmelidir. Eğitim faaliyetlerinde çocuğu dövme husu­sunda bu derece açık olarak, yalnız bu meselede izin verilmiş ve bir takım şartlara bağlanmıştır. Bir kere burada söz konusu edilen dayak son derece sınırlı ve şiddeti düşüktür. Bütün ömrü boyunca, çocuklara, yaptığı bir iş için niçin yaptın veya yapmadığı bir iş için niçin yapmadın" diye bir kınama veya azar sayılabilecek bir söz bile söylemeyen ve çocuklarla hep sevgi ve merhamet ortamı içinde iletişim kuran Peygamber Efendimiz'in bu konudaki bu ruhsatı, işin, çocuğun eğitilmesine olan etkisine dikkat çekmek içindir. Hiç bir şekilde ihmal edilemez olduğunu vurgulamak için­dir. İhmal edildiğinde de çocuğun eğitimi açısından büyük sakıncalar ortaya çıkacağını belirtmeye yöneliktir.

Çocuğu dövebilmenin ikinci şartı 7 yaştan 10 yaşın sonuna ka­dar 3-4 sene onu bu konuda eğitmek için çaba sarfetmiş olmaktır. Bu çaba gösterilmeden çocuğu dövme yoluna başvurmak çocuğa karşı haksızlık olacaktır. Üçüncü şart ise, çocuğu döverken yaptı­ğımız işin eğitim değeri taşımış olmasına dikkat etmektir. Yani bu dayak, çocuğu namazdan soğutmak için veya kızgınlığı gidermek için olmamalıdır. Çocuğu eğitmek için olmalıdır.

Namaz kılmama hususu da bize göre namaz kılmamakta di­renmek olarak algılanmamalıdır. Çünkü böyle sert bir muamele, ancak, direnme gibi bir durum için öngörülebilir. Çeşitli sebeplerle veya ihmal sonucu namaz kılmamak, ama kılması gerektiğine inanmak ve kılmadığında bunun ızdırabını çekmek, o çocuğun namaz eğitimini almış olduğunu gösterir. Büyüklerin hayatında bile olabilen ihmalin çocuğun hayatında ortaya çıkması, onun, namazı hafife alması veya namaz kılmama hususunda direnmesi olarak değerlendirilmemelidir. Ama tavsiyeden de geri durulmamalıdır. Atılacak yanlış bir adımın çocuğu namazdan veya ibadetten soğutabileceği unutulmamalıdır. Zaten bu gerçek bilindiğinden günümüzde özellikle namaz kılan anne babalar içinde çocuklarına namaz eğitimi verirken dayağa başvuranların oranı son derecede düşüktür (% 4).[239]

Namazla eğitim ilişkisinin bir başka yönü Kur'an'da şöyle an­latılır.

"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını cid­diye almazlar.  Onlar gösteriş yapanlardır. Hayra da mani olurlar. [240]

Bu ayetde namazın şeklen kılınmasından ibaret olmadığını bildirmekte, ayrıca onun muhtevasına önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Yoksa muhteva ve amacına uygun olmaktan uzak namaz  kılanların hali  acınacak bir durumdur. Bundan  dolayı bu tip kişilere teessüf edilmekte, ibadetin ruhuna önem verme­yen insanların, başkalarını düşünmedikleri, gösteriş yaptıkları, samimi olmadıkları ve başkalarına yardım etmedikleri de haber verilmektedir.[241]

Namaz kılmamakta direnen çocuğun dövülmesine izin veren hadis, bir kısım yorumcular tarafından mensuh kabul edilmekte­dir. Beyhakî'nin de içinde olduğu bu grub şu hadisle, bu hadisin neshedildiğini ileri sürmektedir.

"Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Bunlar, uyanıncaya kadar uykuda olan, ergenlik çağına ulaşıncaya kadar çocuk, aklı başına gelinceye kadar deli kimselerdir." [242]

10 yaşındaki çocuğun henüz ergenlik çağına girmemiş olması sebebiyle sorumluluğu olmayacağından hiçbir surette çocuğun dövülmemesi gerektiğini ileri sürenler, "dövünüz" ifadesinin yürür­lükten kaldırıldığını söylerler. Bunların dışında çoğunluk, alış­tırmak ve eğitmek amacı ile ama mutlaka yapılması gerekli (vacib) olmayan bir araç olarak dayağa izin verildiği görüşünü ileri sürerler. [243]

Burada ibadetler içinde özellikle namazın zikredilmesi, onun insanı çok yoğun bir kulluk psikolojisi içine sokmasından dolayı­dır. Çocuk namaz kılmakla Yüce Yaratan'ı ile muhatab olmakta, ona güvenmekte, ondan yardım istemekte, böylece yalnız ona muh­taç olarak ona kulluğun tadını tadmaktadır.

Gene kılınan namazla iyilik mefhumu arasında varolan bağ, çocuğun kafasında ve ruhunda tesis edildikten sonra namaz kıl­makla kötülüğün birarada barınamayacağı ona izah edilmelidir. Böylece iyi karakteri geliştiren namazın şahsiyetin ölçüsü[244] olarak kişinin hayatındaki önemi de anlatılmalıdır. Çünkü bu dönemde çocukta üstbenlik gelişmiş, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı seçme yeteneği iyice ortaya çıkmıştır. [245]

Namaz gibi küçük yaşlarda eğitim çalışmasına ihtiyaç duyulan oruç ibadetinin de bu dönemde çocuğa kazandırılma çalışmaları başlatılmalıdır. Namaza göre toplumumuzda daha yaygın bir ibadet olan oruç, çocuğun hayatına gene onun için eğlenceli olabilen or­tamlarla girer. Bu konuda öncelikle Ramazan ayının getirdiği bireysel ve sosyal psikolojik ortamdan yararlanabiliriz. Ayrıca sahur ve iftar vakitleri, büyükler için olduğu kadar çocuklar için de çok değişik özellikleri olan vakitlerdir. Bunlardan yararlanılmalıdır, özellikle iftarlarda çocuğun sevdiği yiyeceklere yer verilmelidir. Sahurun değişik ortamına çocuk, zaman zaman ortak edilmelidir. Halk arasında "tekne orucu" tabir edilen günün ortasında tek öğün yemek yemek suretiyle tutulduğu farzedilen orucu çocuğun tutması sağlanmalı "kurtların, kuşların oruç tuttuğu" arefe günü, tam gün oruç tutturulmalıdır.

Çocuğa zaman zaman basit olarak orucun bireysel ve toplumsal hayattaki öneminden bahsedilmeli, onun sabır ile olan yakın iliş­kisi daima gündemde tutulmalıdır.

Aynı ayette zikredilen sabır ise, artık toplum içine çıkmaya ha­zırlanan çocuğun, karşılaşabileceği güçlükleri yenmesinde yar­dımcı olacak, nefsinin sınırsız arzularına set çekmesinde onu ba­şarılı kılacaktır.

Bu yaş döneminde çocuğun toplumsanması daha ileri merhale­lere götürülmelidir. Çünkü çocuk artık yalnız aile üyeleri ile değil, okulda veya sokakta toplumun diğer üyeleriyle de temasa geçecek­tir.

Oyun çağındaki çocuğun arkadaş edinmesi, ördek yavrularının suya dalar dalmaz yüzmeleri gibi doğal bir iştir. Yeter ki çocuk ya­şıtları ile kaynaşabileceği bir ortam bulsun,Bu ortamı da çocuklar en uygun şekilde oyunda bulurlar. Başlangıçta bir çok oyunda çe­kişme, itişme, bozuşma hatta zaman zaman darılma olağandır. Ama darılma ile barışma bir arada olur.

Aile içinde karşılanamayan arkadaş ilişkileri, çocuğun en önemli ihtiyaçlarındandır. Fakat bu ihtiyacı karşılamakta belli bir olgunluk ister. Arkadaşı olmayan çocukların önemli ruhsal sorun­ları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bunların bir çocuk için en ağır olanı, içe kapanıklılık, yaşıtları arasına karışamamak, onlarla arkadaşlık edememektir.[246]

Arkadaşlarla iletişim kurmak kadar bu iletişimi ve ilişkileri sürdürmekte önemlidir. Grup içi faaliyetler bireysel sorumluluğu gerektirdiğinden bu duygunun geliştirilmesi gerekir. Öyleyse ona, yapılan iş bir hardal tanesi kadar bile olsa, hatta çok gizli bile ya­pılmış olsa muhakkak karşılığının görüleceği fikri aşılanmalıdır. Böylece iyilik ve kötülük mefhumu, sonuçlarıyla birlikte çocuğun kafasında teşekkül ettirilir. Hatta sorumluluk duygusundan hareketle çocuğa yaptıklarının karşılığını bulacağı gün olan ahiret gününden de bahsedilmeli, böylece yavaş yavaş sorumluluk duyguları  geliştirilmelidir.

Çocukta üstbenliğin (iyiyi kötüden ayırt etme alışkanlığı) or­taya çıkarılması kolay değildir. Ana-babanın denetimi, sınır çek­mesi, yol göstermesi gerekir. Bu çalışmalarda, çocuktan aynı olgun davranışları beklemek yanlıştır. Arada bir çizgiden çıkacak, yan­lış davranışlar yapacaktır. Ama yaş ilerledikçe, davranışları daha tutarlı olacaktır. Bu eğitimin kazanılmasında en önemli unsur, ana-baba sevgisidir. Önce onlara öykünme ile başlayan, giderek benimseme ve özümseme ile devam eden ve kişiliğe sindirme ile sonuçlanan bu çalışmanın dinamik gücü, sevilen ana-babaya ken­dini beğendirmek ve daha çok sevilmeyi sağlamaktır. Bu durum onu daha uysal ve söz dinler duruma getirir.[247]

7 yaşından başlayarak 12 yaşına doğru çocukta ALLAH inancı konusunda bir değişme ve gelişme olur. Bu yaşlarda ALLAH'ı, daha soyut olarak düşünmeye başlar. Ondaki bu değişiklik dikkate alı­narak çevresindeki kişilerde özellikle anne-babada ALLAH ile ilgili tutum ve tavırlar çok bilinçli olarak ve ona örnek teşkil edecek şe­kilde ortaya konmalıdır. Okutulacak kitaplarda bu husus göz önüne alınmalıdır. Çocukla çevresinin iletişimine göre onda dini kav­ramların anlam kazanıp yücelecekleri unutulmamalıdır. [248]

ALLAH inancı çocukta hürriyet fikrini oluşturacak şekilde ve­rilmelidir. İslamiyette inancın hayatın dinamiklerinden oluşu, ancak riayet edilirse uygulama alanı bulabilir. Çocuk bu yaşlarda ALLAH'ı "sadece kendisine ibadet edilen ve sadece kendisinden yar­dım istenen" bir varlık olarak düşünmeye başlamalı, iman eğitimi bu yöne kaydırılmalıdır. Sadece ALLAH'a ibadet eden ve gene sadece ondan yardım isteyen bir insan diğer insanlar karşısında hür olma tavrını geliştirir. Onlara bağımlı kalmaz. Bu yaklaşım gide­rek onda insanların eşit olduğu düşüncesine de oluşturmalıdır. Çünkü ilerde kendisinde teşekkül edecek dini kişilik, bu iki un­sura oturacaktır. [249]

Ayrıca bu yaş döneminde çocuğa ALLAH tanıtılırken "Esma-i Hüsna" (ALLAH'ın güzel isimleri) dan yararlanılmalıdır. Bu isim­ler içinden seçme yaparak onda ALLAH sevgisini oluşturacak olan­lar üzerinde durulmalı, açıklamalar yapılmalıdır. Sözgelimi; er-Rahmân, er-Rahîm, es-Selam, el-Hâlık, el-Barî, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Muizz, el-Latîf, el-Halîm, el-Gafûr, el-Hafîz, el-Kerîm, el-Mucîb, el-Vedûd, el-Velî, el-Muhyî, el-Berr, el-Afüvv, el-Raûf, en-Nâfi', el-Hâdî, es-Sabûr isimleri açıklanarak çocuğa öğretilebilir.[250]

Bu dönemde çocuk, ana-babaya itaata sevk edilmeli, itaat etmi­yorsa bazı tedbirler alarak itaate zorlanmalıdır. Çünkü ana-babaya iyi davranmayan çocuk, zulüm yapmaya alışır. Ve giderek bu tip davranışları geliştirir. Zulüm kokan her davranış ise, çocuğun ru­hunu karartır. Halbuki ana-babaya karşı iyi davranışlar göster­mek, çocuğu terbiye eder. İtaate zorlamayı da onun haklarını elin­den alarak veya kısıtlayarak yapmamalı, ona yeni imkanlar te­min ederken bunları itaatle özdeşleştirmelidir.

Çocukta ana-babaya itaat duyguları uyanmışsa bunlar giderek saygı ve sevgiye dönüştürülmelidir. Yani ana-baba ile çocuk ilişki­leri itaat, saygı, sevgi temeline oturtulmalıdır. Bu arada ebeveyn, çocuğun kendilerine karşı itaatini kıracak, onu isyana sevk ede­cek, saygı ve sevgisini azaltacak davranışlardan (mesela çocuğun oyun oynama hakkını elinden almak gibi) şiddetle kaçınmalıdır. Çünkü söz dinlemek ön ergenlik çağındaki çocuklara zor gelir. Davranışlarında yetişkinlere başkaldırma, onlarla boy ölçüşme gibi tavırlar vardır. Engel tanımazlar. Üzerlerine fazla varılırsa, direnme, isyana dönüşür. Hatta ileri aşamalarda ALLAH'a isyan, onun emir ve yasaklarına karşı gelme onlara çekici gelebilir. Böylesi tavırlar, çocuğun eğitiminin yolunu tamamen kapayabilir. [251] Ayrıca anne-baba çocuğun kendilerine itaat etmesini istedikleri hususta da ona bilgi vermelidirler. Ana-babaya itaat, onların istekleri, ALLAH'ın emir ve yasaklarına aykırı olmadıkça şarttır. Ancak ALLAH'a isyan veya yapılması haram olan konularda ana-babaya itaat edilmez. Şüpheli konularda itaat gerekir. Çünkü şüphe­liden sakınmak vera', ana-babaya itaat ise vaciptir. Mubah olan konularda ana-babanın izninin alınması lazımdır. [252] Yapılması dinde yasak olan isteklerine uyulmadığı takdirde bile, onlara dargın olmak, buğz etmek yasaktır. Onlarla iyi geçinmek tavsiye edilmektedir. Bu durumda da onların hakları gözetilecek, hizmetle­rine devam edilecektir.[253]

İslamın ana-baba hakkını ve onlara itaat konusunu bu kadar geniş ve kesin kurallara bağlayarak ele alması, anne-baba unsu­runun özellikle çocukluk döneminde ruhsal ve bedensel gelişim için son derece önemli olmasındandır. Çocuk eğitiminde anne-babanın rolü konusunda yapılan araştırmalar, bu önemi gün geçtikçe daha çok vurgulamakta, bu alanda bu kadar alternatifler (kreşler, bakımevleri, pedegoglar) ortaya çıktığı halde, hiç birinin anne-babanın yerini tutamadığını haber vermektedir. Aksine anne çocuk ayrılığı, çalışan anne, anne mahrumiyeti gibi kavramlar hep an­nenin önemini gündeme getirmektedir. [254]

Ana-babaya itaatle ilgili bütün bu bilgilerin detayları ile çocuğa öğretilmesinde büyük yararlar vardır.

Bu dönemin en belirgin özelliklerinden birisi bilgiye düşkün­lüktür. Çünkü (9-13) yaşları arasını kapsayan zihinsel öğrenme çağı bu dönemde başlamaktadır. Bilgi ile birlikte gücün de ortaya çıkması çocuğu bencilleştirir. Bu durum da yaramazlık veya hay­lazlığı ortaya çıkarır.

Bu dönemde çocuk, bilgiye zihinsel faaliyetle ulaştığı için itiraz­sız kabul etme tavırları sona ermiştir. Onun için her bilgiyi olduğu gibi dini bilgiyi de akılla kavrayarak öğrenecektir. [255]

Bu dönemde üzerinde durulması gereken bir başka husus para ve onu kullanma hususudur. İlk çocukluk çağlarında bir oyuncak olarak para ile tanışan çocuk, 6-7 yaşlarında onunla bir çok şeyi alabileceğinin bilincine varır. Çoğu kere ana veya babanın ya­nında para ile yiyecek, giyecek vs. alındığına şahid olur. Babanın özellikle para kazanmak için çalıştığını öğrenir. Böylece ister is­temez para onun hayatına girer.

Parayı ve kullanılmasını öğrenmesi çocuğun gelişiminde önemli rol oynar. Paranın olumlu olarak onun hayatına girmesini temin için şu üç husus üzerinde durulmalıdır.

a) Para kazanma yolları

b) Parayı harcama şekli

c) Tasarruf etme ve yatırım yapma

Bunların hepsinden mühim olan çocuğa hayatta bir çok şeyin olduğu gibi paranın da insanlara hizmet için icad olduğunu, bunun için parayı kullanmayı öğrenmesi lazım geldiğini, hiçbir zaman paraya esir olunmayacağını anlatmak ve öğretmektir,[256] Bu bilinci gerçekleştirebilirsek yukarıdaki çocuğun hususlarda bir denge kurarak faaliyet göstermesini temin edebiliriz. İnsanlara zarar vermeden para kazanmanın, har vurup harman savurmadan harcamanın, cimriliğe yol açmadan biriktirmenin ve akıllı bir şekilde yatırım yapmanın kesiştiği nokta denge noktasıdır. Bunu gerçekleştirmek, gelişim seyrinde önemli bir aşamaya ulaşmak demektir.

Para ile ilgili hususlarda da çocuğun ölçüleri haram-helal kav­ramları ile oluşturulmalıdır. Para kazanmak için her yolun mubah olduğu gibi bir düşüncenin çocuğun kafasına girmesi muhakkak engellenmelidir. Ayrıca kazanılan paranın harcama yollarının da meşru zeminler üstünde olması gerektiği şuuru, çocuğun dünyasına bir ölçü olarak sokulmalıdır. Toplumsal dengelerin ve çoğunluğun yaşadığı hayat tarzının ortaya çıkardığı durumun da parayı harca­mada bir ölçü olduğu fikri çocuğa kazandırılmalıdır. Böylece çocuk israftan ve lüks tüketimden uzak durmaya alıştırılmalıdır. Helal yollardan olmak şartıyla, para kazanmaya sınır koymayan İslam ekonomi anlayışı, kazanılan paranın harcama yerlerinde aşırıya gitmeyi hoşgörmez. Lüks harcamalar yaparak insanlar arasında uçurumlar meydana gelmesini dini ve ahlakî yaşayışa uygun bulmaz.

Parayı kullanma eğitiminde 2 türlü yöntem ortaya çıkmaktadır.

1)Ana-baba parayı çocuğa ölçülü olarak verebilir, böylece onun hayatta da sınırsız imkanlara sahib olamayacağını ölçülü bir mik­tarda paraya sahib olacağını onu da iyi kullanması gerektiğini tel­kin edebilirler.

2) Bunun aksi olarak çocuğa ihtiyacından çok para vererek, fa­kat ihtiyacı kadar harcamasını sık sık ve sıkı bir şekilde öğütleyerek onun hür iradesi ile parayı kullanmasını ve ihtiyacının dışındakini  biriktirebilme  alışkanlığı kazanmasını  teinin  etmeye  çalı­şırlar. Her iki usul de takib edilmekle birlikte daha sağlıklı yolun

İkinci yol olduğu düşüncesi bize daha uygun gelmektedir. Çünkü bu tutum, çocuğun irade gelişimi üzerinde de çok olumlu ve güçlü bir etki meydana getirecektir. [257]

 
4- İlk Ergenlik (Hazver) Dönemi:
 

Çocukluk safhasının bu son dönemi, on yaşında başlar, ergenlik çağı ile son bulur. Bu dönem, çocuğun gelişip kuvvetlenme dönemi olduğu kadar ruhsal alanda da önemli değişikliklerin ol­duğu bir dönemdir. Olgunlaşma çağının da başlangıcıdır.

Bu dönemin gelişim özellikleri de şöyle özetlenebilir: [258]

a) Bedensel Gelişim:
 

Ergenlik çağı hem bedensel, hem psi­kolojik açıdan birçok temel değişikliklerin oluştuğu bir çağdır. Lise öğrencileri bu çağın son kısmını yaşar. Üniversite öğrencileri, ise bu çağdan pek uzaklaşmış sayılmazlar. Bu çağın hatıraları on­ların belleğinde canlılığını halâ korur.

Ergenlik çağındaki değişiklikler cinsel salgı bezlerinin kana bol miktarda salgı bırakmalarıyla başlar. Cinsel salgılar, beyin­deki hipofîz bezinin uyarılmasıyla bol miktarda üretilmeye başla­nır. Kızlarda gözlenen değişiklikler daha erken ortaya çıkar. Kızların göğüsleri 11 yaş dolaylarında gelişme gösterir. Bu yaşta kızlar süratle boy atmaya başlarlar. Bu durum 13 yaş civarında ya­vaşlar. Erkek çocuklarda gelişme kızlardan 2 yıl sonra başlar. Ortalama boy sıçraması 14-15 yaşlarında görülür. Hem kızlarda, hem erkeklerde büyüme, belli bir sırayı takip eder. Eller ve ayaklar ilk büyüyen organlardır. Daha sonra kollar ve bacaklar ve en sonra da beden gelişir. Bu nedenle önce ayakkabılar, sonra panto­lonlar küçük gelmeye başlar. En sonunda da gömlek, bluz ve ceket­ler değişir.

Bedensel gelişim sırasında kızlarda kas gelişimi, erkeklerinkine nazaran ikinci planda kalır. Bunun sonucu olarak tam anla­mıyla gelişmiş bir kadının vücudunda daha çok yağ bulunur. Erkeğin bedeninde ise daha fazla kas vardır. Erkekler ile kızların ciğer ve kalp gelişimi de farklıdır. Erkeklerin ciğer ve kalbi kızlarınkine göre daha büyüktür. Kalp atış sayısı beden durgun haldey­ken daha düşüktür, kanın oksijen taşıma kapasitesi daha yüksektir. Bu nedenle ergenlik çağında erkekler kuvvet, hız ve bedensel dayanıklılık bakımından daha yüksek bir etkinlik gösterirler. [259]

 

b) Bilişsel  Gelişim:  
 

Bu dönem formel işlemler dönemidir. Düşüncelerini savunacak mantık kurallarını ve düşünce şekillerini oluşturabilir. Düşüncelerinde görüş alış-verişi ve tartışma önemli yer tutar. Varsayımları sınayabilir. Soyut düşünür. Genellemeler yapar. [260]

 

c) Duygusal Gelişim:  
 


Ergenlik döneminde yüksek bir  duy­gusal hayat görülür. İlişkiler hassaslaşır. Uyumsuzluk ortaya çı­kar. Bu da duygusallığı yükseltir. Duygusallığın ikinci nedeni gü­vensizliktir. [261]

 

d) Sosyal  Gelişim:  
 

Ergen toplumda saygınlık kazanma ve statü elde etme çabasındadır. Toplumsal uyumun temelinde yatan sebep budur. Bu da zamanla gerçekleşir. Çevrede özdeşleşme yapabi­leceği kişileri arar. Bu dönemde aile ve yakın çevre ilişkilerinde kuşak çatışmaları öne çıkar. Bu da ergeni aileden uzaklaştırır.[262]

Fizik gücün doruğunda olması ve çocuğun da bu durumun far­kında olması, eğitim için zaman zaman zorluklar ortaya çıkarır. Bu dürtülerle yerinde duramayan çocuklar, kaba ve sert hareketler yapmaktan hoşlanırlar. Onları disipline edebilmek bir hayli zor­dur. Hareketleri ölçüsüzdür. Ölçüsüzlüğün sebebi, fizik güçlerini henüz tam tanıyamamaları ve kontrol edememeleridir.

Fizyolojik gelişim hızına, ruhsal gelişimin ayak uyduramamasından ortaya çıkan dengesizliğin,  ruhi ve ahlâki birtakım buna­lımlara sebebiyet verdiği bilinmektedir.

Bu dönemde ortaya çıkan değişim, çocukta, tedirgin, güç beğe­nen ve çabuk tepki gösteren bir tavır ortaya çıkartır. Duyguları, hızlı iniş ve çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür, çabuk kızar, istekleri artar. Kendine tanınan hakları yetersiz bulur. Kuralların çokluğundan ve gereksizliğinden yakınır. Süse ve gi­yime düşkünlük gösterir. Bütün bu göstergeler, kimi gençte daha erken, kimi gençte daha geç, kimi gençte daha abartılı, kimi gençte daha az çalkantılı olur. [263] Şu etkenler, çocuğun vaktinden önce ge­lişmesini  sağlar.

1- Sıcak iklim

2- Hareket

3- Kent çevresi

4- Sinirlilik

5- Çocuğa hürriyet verilmesi

6- Sosyal münasebetlerin çokluğu

7- Sıkıntılı bir hayât sürmesi

Şu etkenlerde gelişmeyi geciktirir.

1- Soğuk iklim

2- Sessiz ve uyuşuk bir çevre

3- Yanlızlık

4- Baskı altında yetişme

5- Sıkıntısız bir hayat sürmesi[264]

Eğitimde bir kural da çocuğun eğilimlerine göre tavır almak, muhteva ve metodda o eğilimleri yönlendirmek, böylece onları yük­sek amaçlar için kullanmaktır. Din eğitiminde de bu kural uygu­lanmalı, çocukta bu dönemde ortaya çıkan fiziksel gücün, ALLAH tarafından, kendisine, kendi yolunda kullanmak üzere verildiği ifade edilmelidir. Bunun bir nimet olduğu söylenmeli, bu nimetle diğer insanlara faydalı olunması gerektiği ona açıklanmalıdır. Bu ifade onun gururunu okşayacaktır. [265]

Bu dönemdeki fizyolojik değişmenin çocuğun tutum ve davra­nışlarını da değiştirmesi son derece tabiidir. Bu yüzden zaman za­man anne ve babanın değerleri ile ters düşebilir. Bu durumu ana baba soğukkanlılıkla karşılayıp mümkün olduğunca çocuğun ha­reketlerini aşırılığa varmayacak şekilde törpülemelidir. İyilik yapma telkinine ise devam edilmelidir.

Ayrıca bu dönemde itikadi ve ameli hükümlerin tümü öğretil­meli, ibadetlerle ilgili ahkam tatbik ettirilmelidir. Böylece çocuk kendi kendine ibadet etmeye alıştırılmalıdır. Oniki-onüç yaşların­daki çocuğun zihni, mücerret kavramları anlayacak hale geldiği için[266]ona Kur'an'ın ve ibadetlerin hakikâtleri anlatılmalıdır. Ancak bunlar yapılırken çocuğun artık bilinçli öğrenme çağına girdiği unutulmamalıdır. Artık çocuk her öğrendiği bilginin doğru­luğunu ve nedenini sorgulayacaktır. Çünkü kafasında eleştirme ve irdeleme eğilimi ortaya çıkmıştır. [267]

Bu dönemde bazı çocuklarda dine karşı reaksiyoner tavırlar gözlenebilir. Bunun sebebi yetişkinlerin bu güne kadar ona yapmış oldukları eleştirilerde dini kullanmış olmalarıdır. Hareketlerinin günah ve ayıp olarak değerlendirilmesinin sebebi, ergenin değerlendirmesine göre hep dindir. Onun için çocuğu suçlarken dini kullanmaktan kaçınılmalıdır. Ayrıca gençlerin zihinlerinde, genellikle olumsuz olarak baktıkları yetişkinlerin otoritesi, baskıcı tavırları ve mutlak itaat istekleri gibi hususların dinden kaynaklandığı yolunda fikirler oluşmaktadır. Ana-babanın böyle tutumlarının sebebini dine bağlayan genç, dinden soğumaya başlayabilir. Bu duruma sebebiyet vermemek gerekir.[268]

Bu dönemde gencin dini konulara ilgisi somut temeller ve ko­nulardan soyut konulara yönelir. Özellikle soyut konularda kendi dini ile diğer dinler arasında farklılıkları ilgileri ve üstünlükleri araştırır, tesbitler yapar, ayırımlara gider. [269] Öyle ise onun eğiti­minde bu farklılıklar da, konu edilmeli, din eğitimi faaliyetleri­nin bir kısmı bu mukayeseye tahsis edilmelidir.

Ergenlik çağına girme ile çocuk her türlü hak ve sorumluluk­ları yüklenecektir. Öyleyse bu dönemde çocuk şahsiyet sahibi ola­bilmesi için her türlü eğitimden geçirilmelidir.

Bu çağda çocuğun 4 temel ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçlarda şu te­mel konuları öne çıkartır. Bunlar:

a) Bağımlılıktan kurtulma ve hür olma ihtiyacı, bağımsızlık is­teği, şahsiyet gelişimi

b) Arkadaş olma, karşı cinse ilgi duyma ve beraber bulunma ih­tiyacı, cinsel gelişim

c) Kendi  geçimini  kazanma  ihtiyacı, ekonomik  özgürlük ve meslek seçimi

d) Hayat görüşü elde etme ihtiyacı, duygusal, zihinsel ve sosyal olgunluk

İhtiyaçlar listesi Hollingworth'un tesbit ettiği listedir. Bunlara bağlı olarak ortaya çıkan konular ve sorunlar listesi ise Cole'e aittir. [270]

Hollingworth'un tesbit ettiği bu ihtiyaçlardan birincisi sorumlu­luk duyma ile ilgilidir. Anne-baba bu duyguyu kazanmayı teşvik etmeli, ona, kendilerine bağımlı bir çocuk muamelesi yapmamalı­dır. Bu konuda genellikle görülen sürtüşme, ergin fazla ileri git­mek istediğinde ve ana-baba ağırdan aldığında ortaya çıkar. Ergin, baskın çıkarsa, bağımsızlığını akıllıca kullanacak yeteneği ka­zanmadan, bağımsızlık elde eder. Bu da sonu gelmeyen aşırı dav­ranışlara yol açar. Ana-baba tahakkümü ise ,çocuğun ana-babaya bağımlı iken olgunluk yaşına girmesi gibi bir durumu ortaya çıka­rır. Bu da ileriki yaşlarda bir engel (handikap) oluşturur.

Karşı cinse ilgi, cinsiyetin olgunlaşmasından doğan bir husus­tur. Beden görünüşüne, kılık kıyafete özel bir önem vermek gibi te­zahürler ortaya çıkarır. Bu konuda dengesizlik veya aşırılık, bir takım intibaksızlıklara ve sapmalara yol açabilir.

Kendi geçimini kazanmak ise, erginin bu dünyadaki yerini bulmak isteğidir. Ne olmak istediğini ciddi ciddi düşünme, itfa­iyeci, şoför gibi renkli meslekler yerine doktor, avukat gibi sosyal konumu yüksek mesleklere temayüller ortaya çıkar. Onun için ço­cuk, zeka ve ilgileri tesbit edilerek bunlara uygun mesleğe yön­lendirilmelidir. Yetersiz zeka seviyesinde olan çocukları, yüksek zeka isteyen mesleklere yöneltmek, sonuçta başarısızlık ve boşunalık getirir.

Hayat görüşü elde etme ihtiyacı ise, onun kültürel şahsiyetinin bir uzantısıdır ve her zaman bilinçli olmayabilir. Yalnızca çeliş­kili istekler ve tutkular arasında bütünlük ve denge kurmaya yöne­lik olabilir. Kendine, başkalarına, dünyaya karşı bakış açısı veya yönelim anlamına gelir.[271] Şimdi bu konuları ele alalım. [272]

 

a) Şahsiyet Gelişimi ve Sorumluluk Duygusu:

 

Bu dönemde üzerinde durulması gereken birinci konu, şahsiyet gelişimi ve sorumluluk duygusudur. Erikson'a göre bu dönemin en önemli konusu kimlik arayışıdır. Dengeli bir kimlik, bireyin kendisinde bütünlük ve süreklilik görmesine, tutarlı düzenlemeler yapabilmesine ve yaşantı biçimleri geliştirmesine bağlıdır.[273] Bu dönemdeki eğitimle ilgili olarak Kur'an'da çocukta sorumluluk duygusu ve şahsiyetin gelişimi üzerinde durmaktadır. Ayetler, bu konuya çocuk açısından değil de genel olarak, insandaki sorumlu­luk duygusu açısından yaklaşmıştır. Muhtelif âyetlerle insanın so­rumluluğuna verilen konular beyan edilmiş, böylece yapılan hareketlerin bir takım sonuçlar doğuracağı, dolayısı ile insanın davra­nışlarına dikkat etmesinin ve şuurlu olmasının lüzumuna dikkat çekilmiştir. Kişiye bazı görevlerin yüklenmesi suretiyle, ona, ferdî şahsiyet şuuru kazandırılması amaçlanmıştır. Böylelikle o, her­hangi bir fert olmaktan çıkarılıp sorumluluk yüklenen bir kişi du­rumuna getirilmek istenmiştir.[274]

Din eğitiminin insana kazandırmayı hedeflediği iman ve ak­siyon, ona aynı zamanda bir sorumluluk da yükler. Bu sorumluluk insanın ve toplumun düzelmesinde görev almaktır. Bunun için de insanın haklarının, görevlerinin ve sorumluluklarının tamamen farkında olduğu, duyarlı bir kişilik sahibi olması gerekir. [275]

Sağlıklı ve etkin bir kişilik yapısının nitelikleri şöyle sırala­nabilir:

a) Duygusal güven

b) Kendini tanıma

c) Başkalarını kabul etme

d) Sosyalleşme

e) Öğrenme güdüsü ve becerisi

f) Bağımsızlık

g) Özgürlük ve disiplin arası denge

h) Paylaşma, birlikte çalışma

Bireyin kişilik yapısı, kalıtımsal özellik ve sınırlamaları içinde, fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerinin çev­reyle ve birbirleriyle karşılıklı etkileşimi sonucu oluşmaktadır. [276]

Çocuğun davranışının iki boyutu vardır:

a) Nesnel boyutu

b) Öznel boyutu

a) Davranışın nesnel boyutu, onun herkese ve ortak bir ölçüte göre oluşan yönüdür.

b) Davranışın öznel boyutu ise, nesnel boyutun çocuk için ifade ettiği şekli, onun özel duygu ve düşüncelerine göre oluşan kısmıdır.

Çocuğun yaşantısının öznel boyutları içine giren bütün bu süreçle­rin toplamı, "benlik" dediğimiz süreci oluşturur. Benlik, bebeklik­ten başlayıp, kişi yaşadığı sürece oluşan ve gelişen bir süreçtir.[277]

Şahsiyetle ilgili bilgiler, her türlü eğitim faaliyetlerinde, insan­lar arası münasebetlerde, ailede ve çocuk terbiyesinde muhakkak bilinmesi gereken bilgilerdir. [278] Hatta Eğitimci bu konuda sadece bilgi ile yetinen dış gözlemci olarak kalamaz. Zaman zaman da, "katılan gözlemci" olarak olaya girmek gibi bir mecburiyetin içindedir. [279]Kişinin davranış özellikleri, onu diğer insanlardan ayıran düşünüş ve davranışları diye tanımlayabileceğimiz şahsiyet, zeka, mizaç, duygu sosyal durum ve beden yapısı gibi unsurlardan meydana gelir.

Kur'an-ı Kerim'de sorumluluk duygusunu ve şahsiyet gelişi­mini konu alan ayetler bu konuda genel mâhiyette hükümler ihtiva ederler. Yani özel olarak çocuklardan, onlardaki sorumluluk duygusundan ve şahsiyet gelişiminden bahsetmezler. Bu noktada konunun çocuk eğitimi ile ilişkisi şudur: Gelecekteki hayatında hem dini hem dünyevî çok büyük sorumluluklar altına girecek bir mümin adayı olan çocuğun, bu konuda da eğitilmeye ihtiyacı vardır. Ergenlik çağından itibaren ALLAH'a ve diğer insanlara karşı birçok sorumluluklar yüklenecek kişide sorumluluk duygusunun aniden ortaya çıkmayacağı bir gerçektir. Onun için, bu duygunun çocukluk döneminde üzerinde durulması, ergenlik çağına kadar geliştirilmesi gerekir. Şahsiyetin dengeli gelişmesi için kişilik gelişiminin bütün evrelerinde uygun eğitim tedbirle­rine ihtiyaç vardır. Erikson'a göre kişilik gelişiminin evrelere göre özellikleri şöyledir: [280]

 
Çocukluk Döneminde;
 

Güvensizliğe karşı, temel güven

Utanç ve kuşkuya karşı, özerklik

Suçluluk duygusuna karşı, girişimcilik

Aşağılık duygusuna karşı işyapıcılık [281]

 
Ergenlik ve Erişkinlik Döneminde;
 

Rol kargaşasına karşı kimlik

Yalnızlık duygusuna karşı yakınlık kurma duraklamaya karşı üretkenlik [282]

 
Olgunluk Döneminde:
 

Umutsuzluğa karşı benlik bütünlüğü

Gene Erikson'a göre her dönem bir sonraki dönem için basa­mak oluşturur. Bir sonraki dönem kendinden önceki dönemlere dayanır. Önceki dönem sonraki dönemlerde gelişecek olan çekir­dek özellikleri içine alır.[283]

Ergenlik çağında çocuğun beden yapısı ve şahsiyeti tam olarak ortaya çıktığından bundan sonra sorumluluklarını yerine getirebi­lecektir. Yerine getirmediklerinin ise hesabını verecektir.

Şimdi konu ile ilgili âyetlere geçelim:

Sorumluluk duygusunun mâhiyeti ve insanla ilişkisi şöyle an­latılır:

"Doğrusu biz sorumluluğu göklere, yere ve dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup tit­remişlerdir. Pek zalim ve pek câhil olan insan ise, onu yüklenmiş­tir." [284]

Ayette sorumluluk yüklenme hususunun çeşitli varlıklara teklif edildiği, fakat serbest hareket edebilme avantajı yanında hesap verme gibi bir dezavantajı da kapsayan bu özelliği, gökler, dağlar, yeryüzü gibi muazzam varlıklar yüklenmekten çekinmişler, insan ise, bu ağır yükü, cahilliği ve zalimliği sebebiyle korkmadan üze­rine almıştır. Bu hareketi ile hakikaten zor ve ağır bir yükümlülü­ğün altına girmiştir. Böylece hareketlerinin hesabını vermenin yanında iradesi ile tercihler yapabilme özelliğini de kazanmıştır.

Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şu âyetlerle bildirilir:

"Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi? Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?"[285]

Ayet, insanın hareketlerinin mahiyeti hakkında bilgi sahibi olabileceği bazı organlarının olduğunu ve bu organlarla yapacağı değerlendirmelerden sonra hayra da şerre de gidebilecek bir dav­ranış serbestisini temin edecek olan iradenin kendisine verildiğini beyan etmektedir. [286]

Ayrıca bir başka âyette de:

"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyetini verene andolsun ki. "[287]

buyurulmakta, böylece insana iyilik ve kötülük yapma ka­biliyetlerinin verildiği ifade edilmektedir. [288]

Konu ile ilgili şu âyeti de zikredebiliriz:

"Biz insanı katışık bir mutfeden yaratmışızdır. İmtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör." [289]

Yani insana, sonucu ile imtihan olacağı olaylar üzerinde düşü­nüp değerlendirebilmesi için beş duyuyu[290] ihsan ettik. Gidilmesi gereken yolu da gösterdik. Sonra ona hem şükredicilik, hem de in­karcılık kabiliyeti verdik. İster şükretsin (doğru yola gitsin), ister inkâr etsin (yanlış yolda gitsin) denmektedir

Bütün bu âyetlerden çıkan sonuç şudur ki, insan olayları değer­lendirebilecek kabiliyetlere, karar verip iyi ve kötü hareketlere yö­nelebilecek bir iradeye sahip olan, bunlara mukabil hareketlerinin sorumluluğunu kabul etmiş bir varlıktır. Sorumsuzca davranışlar, iyi kötü ayırt etmez hareketler, onun ahsen-i takvim yaratılışı ile uygun değildir.

"İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır? [291]

Akıl sahibi olduğundan insan başı boş bırakılmamış, sorumlu­luk sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Aklın lâzimesi sorumlu­luktur. Bu durumun aksi, yine bizatihi akla aykırı olur.

Sorumluluğun çok ağır bir yük olduğunu farkeden insanoğlu, her fırsattan yararlanarak bundan kaçma çabası içindedir.

"ALLAH kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler. Kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbımız, eğer unuta­cak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbımız, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbımız, bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize

acı. "[292]

Bu âyetlerde, sorumluluk duygusunun insanı sürüklediği psiko­loji çok canlı bir şekilde ortaya konmaktadır. Herkese ancak taşı­yacağı kadar bir sorumluluk verilmiş olmasına rağmen, insan gene de sırtındaki bu ağır yükü hafifletmek istemektedir. Bu psiko­lojisini şu istekleri ile gösterir:

1. Samimiyetle davranma, fakat yanılma veya hata yapma so­nucu, yerine getiremediği hareketlerden, sorumlu tutulmaması ar­zusundadır.

2. Gücünün üstünde bir sorumluluk altına sokulmamayı talep etmektedir.  Gücü, üstüne aldığı sorumluluğa yetse bile yükünün gene de hafifletilmesini ister.

3. Bütün bu dilekleri kabul edilse bile gene de sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini bildiği için, bu konuda afv ve merhamet ta­lep eder.

İnsanı bu derece yoğun baskı ve gerilimlere sürükleyen sorum­luluk duygusu, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Onu sorumluluk altına sokarken gücünün üstünde bazı davranışlar istememeye özen gösterilmeli, hata ve yanlış hareketlerini fazla büyütmemeli, yapabileceği davranışları göstermediği zaman da ona afv ve merhametle muamele edilmelidir. Sorumluluk konusunda insanın değerlendirilmesi böyle olunca, çocuk da en azından bu özellikler içinde mütalaa edilmelidir. Çünkü bu konuda çocuğun da beklentileri aynıdır. [293]

b) Cinsel Gelişim ve Eğitim:
 

İnsanın var oluşundan bu yana üzerinde titrediği, temel meselelerden biri ve belkide birincisi, varlığını korumak ve neslini (cinsini) devam ettirmek olmuştur. Neslin devamı ise, insanda bulunan karşı cinse yönelik cinsi duyguların tatmini sonucu otomatik olarak sağlanır. İnsan hayatında cinsi duyguların böylesine önemli bir yeri vardır.

Cinsi tecessüsler insanın doğumu hadisesi ile başlar.[294] Çocuklar üç yaşından itibaren de kız-erkek ayrılığını hissederler. Bu yaştan itibaren bu konuda sorular sormaya başlarlar. Birçok davranışları ile bu tecessüsü ortaya koyarlar. Cinsi konularda çocuğun bilgilendirilmesi konusuna eğitimciler sıcak bakmakta ve bu görevin ana-baba tarafından yapılmasını tavsiye etmektedirler. Eğer, ana-baba bu işten kaçarlarsa, çocuk başka kaynaklardan sorularına cevaplar aramaya başlayacak. O zaman sonuç hiç de is­tendiği gibi olmayacaktır. Çocuğun cinsel hayatla ilgili sorularına eksik ya da kaçamak cevap vermek, ya da susarak cevap vermek, çoğu kere çocukta bu konu ile ilgili davranışların ayıp ve günah ol­duğu yolunda bir kanaat oluşturacak ve muhtemelen bir daha bu konularla ilgili soru sormayacaktır.[295]Bu dönemlerde çocuğun merakını gidermek için sorduğu sorulara, anne ve babanın soğuk­kanlı, doğru, açık ve sade cevaplar vermesi çocuk için yeterli ola­caktır. Bu hususta en büyük tehlike bu soruların "daha bilgili" bir arkadaşa yöneltilmesi ve onun tarafından cevaplanmasıdır. Buna meydan vermemek gerekir. Bilgilendirmenin ölçüsü ise, çocuğun sorularının boyutlarıdır. Çocuk, ilgi ve merakının ölçüsünü sorula­rıyla ortaya koyar. Soru sormadığı hususlarda verilen cevaplar onu pek ilgilendirmez. Onun için cevap verirken onun soruları bir ölçü kabul edilmelidir. Çocuk bu çerçeve içinde bilgilendirilmelidir. Cinsel eğitimde sınırı aşan bir tutum izleyen ana-babalar, çocuğu