- Sizden Gelenler

Adsense kodları


Sizden Gelenler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 20 December 2011, 05:28 pm GMT +0200
Sizden Gelenler

Şubat 2008 29.SAYI

Bizim de azmimiz artıyor

Dergiyi elime alıp içini açınca mis gibi bir bahar kokusu doluyor içime. Derginin yaprakları arasında, yıpranmış ümitlerimiz tazeleniyor. “Hayat” köşesinde tanıttığınız insanlar sayesinde bizim de azmimiz artıyor. “Çok Şükür” diyoruz, Allah rızası için iyi şeyler yapan bir sürü insan var hala. Tabi tartışmasız en çok “mizah” köşesini seviyoruz. Okudukça gülüyoruz. Ama en çok Özlem gülüyor (adaşım ve arkadaşım). Bazen derste sıranın altından altından okurken, dersin ortasında hıçkırık gibi bir ses geliyor bir yerden. Sonra hepimiz birden başlıyoruz gülmeye. Hem dergiye, hem de Özlem’e gülüyoruz.

Özlem Par / Karabük

En mutsuz anlarımda ilaç gibi geliyor


Ben 20 yaşında bir genç kızım. Yazılarınızı çok beğeniyorum. Her ay dergimin gelmesini özlemle bekliyorum. Konular çok güzel. Bütün eksik yönlerimizi görmemize sebep oluyor. Allah razı olsun sizlerden. Hele Ayşenur Hanım’ın yazılarını okuyunca kendimizden geçiyoruz. En mutsuz anlarımda ilaç gibi geliyor. Başarılarınızın devamını diliyorum.

Ebru Tezel / Ankara

Ayna gibi…

Semerkand Aile Dergisi çıktığında hep Semerkand’ın gölgesinde kalacakmış hissini vermişti bana. Ancak aileye yeni giren kız çocuğu misali gelişinin kırkıncı gününde gönüllerin sevgilisi oldu. Kendisinin özel nitelikleri olduğunu kısa zamanda fark ettik. Her sayısında ailenin başka bir özelliği ile tanıştık. Aileye yönelik güncel konuları işlemesi, metropol kenti ile bir köy evinde olabilecek meseleleri bir arada harmanlaması onun karakteristik özelliği olduğunu düşünüyorum. Semerkand Aile Dergisi’ni eline alan kişinin aynanın karşısında durduğunu düşünüyorum. Aynaya bakan herkesin kendisinde düzelteceği bir şeyleri mutlaka bulunur diyorum. Bu özel yolculuğunuzda bizler hep sizinleyiz.  İnşallah. Rabbim yardımcınız olsun.

Suzan COŞKUN / Osmaniye

Amatör Kalemler

Anne, bir anlatabilsem sana kendimi

Merhaba anne,

Şimdi sen elindeki süngerle bulaşıkları yıkamaya çalışırken yorgun düşmüşsün. Bana da bakıyorsun, “Nerden çıktı bu merhaba, ne geveliyorsun? Zaten işim başımdan aşkın, bir de seninle uğraşamam” diye… Ama sen bilmiyorsun anne, ben düşlerimden yeni döndüm. Yeni döndüm sana, özledim yani, sarılabilir miyim acaba? Tamam, tamam. İşlerin var. Sarılmaya da öpmeye de vaktin yok. Neyse hiç bilinmedik diyarlardan döndüm ben anne. Öğrendim artık sokakları, dışarı tek başıma çıkabilirim. Bak pis arabalara da ezdirmedim kendimi.

Ben geldim anne. Ve neler yaptım neler, sen bir o işe bir bu işe koştururken… Fabrikalar kurdum ve arabalarım vardı bir sürü. Hepsi de kırmızı (hani benim bir türlü öğrenemediğim, öğretirken de senin çileden çıktığın o renk var ya “kırmızı”) renkti ve babamın almak isteyip de bir türlü parasını denkleştirip alamadığı şu acayip markalardan, neydi ismi ah, hep unutuyorum. İşte onlardan aldım anne hem de bir sürü. Babama söyle artık hesap kitap yapmasına, para biriktirmesine gerek yok ve gözüm yok hiçbirinde arabalarımın, hepsi babamın olsun. Artık akşamları babam benimle oynayabilir. Sen babama söylersin değil mi anne? Sahi neden mi dikiliyorum mutfak kapısının önünde? Öyle boynunu bükmüş, evet beni gören de anasız babasız çocuk zannedecek, biraz acıyor insanın içi bakınca değil mi anne?

Ah anne ah… Bir anlatabilsem sana kendimi, anasız babasız çocuklar kadar ıssız, gittikçe soğuyan yüreğimi. Ve de düşlerimi. Aslında düşlerimi bir dinlesen, sen de çalışmak zorunda kalmazdın, biliyor musun anne? Hizmetçilerin olurdu bir sürü, sen söylerdin onlar da yapardı. O zaman benimle oynayacak vaktin olurdu değil mi? Bulaşıkların bitti mi anne? Şimdi oynayabilir miyiz? Anlatabilir miyim sana düşlerimi? Gel anne gel, bak neler neler yaptım. Nasıl güzel olmuş mu? Neden öyle kızgın bakıyorsun, beğenmedin mi? Bak burası senin gitmek istediğin yazlık tatili var ya, işte orası, babamın kırmızı arabaları da hemen onun önünde duruyor. Ne oldu anne, neden topluyorsun onları? Ne olur alma. Üstelik hiç bir şey demedin. Çok mu dağınığım? Ayşe teyzeler gelecek, bu şekilde odamı dağıttığımı görseler ne mi derler? Ne derlerse desinler, niye utanayım. Ver oyuncaklarımı anne dağınık değil ev, “onlar benim düşlerim.”

YASEMİN AYDIN

Sufinin yemeği

Güneş sıcaklığından ve günah pişmanlığından sararmış buğdayları, tövbe suyuyla harman edip, adaplı bir un olmasını sağladıktan sonra bu unun en az 5000 gramını 25 gramlık estağfirullah şekeri ile karıştırın. Pişmanlık gözyaşlarıyla yoğurduktan sonra ikindiye kadar dinlenmeye bırakın. İkindi namazından sonra dinlenen hamuru hatme oklavasıyla açıp üzerine himmet tuzu ekleyin. Delailü’l Hayrat yağında kızartarak muhabbet ateşinde pişirin ve akşam ile yatsı arasında rabıta kıvamında servis yapın…

(SABİHA, ESRA, LEYLA, HABİBE / DENİZLİ)

Bir köy var uzakta

Bir köy gördüm uzakta, kokusu bir başka içinde yaşayanlar bir başka. O köy ki uzakta ama yüreğimde, çok yakınımda. Bir köy gördüm 38 yaşımda. Sanki o gün benim doğum günümdü, doğduğum gündü. Bir dost gördüm o köyde hele ki o bambaşka. “Babam” dedim “dua et bana.” İlk defa babam diyebildim yıllar sonra. Yüreğim sımsıcaktı, kıpır kıpır, gözlerim yaşlı ama içim sıcak. Defalarca bakmak istedim nurlu yüzüne utandım bakamadım bir daha… o köyde içimden şöyle dua etmek geldi: “Ya Rabbi! Doğru yerde doğru insanlarla dostluk kurmayı, dostlarınla dost olmayı, “Tövbe Ya Rabbi!” dedikten sonra sana layık kul, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) layık ümmet, dostuna layık evlat olmayı nasib et…

AYFER ALTIPARMAK