- Sistematik Kelam 6.Ünite

Adsense kodları


Sistematik Kelam 6.Ünite

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Tue 3 July 2012, 07:43 pm GMT +0200
Sistematik Kelam 6.Ünite


ALLAH’IN SIFATLARI       Hafta -6
1. SELBÎ SIFATLAR

Sıfatlar konusu, Allah’ın varlığı bahsinden daha çok karmaşık ve girift bir husustur.
Nitekim felsefe ve kelâm bilginleri arasında, isbât-ı vâcib hakkında belli bir görüş yakınlığı söz konusu iken, sıfatlar konusunda, isbat ve inkâr gibi birbirine tamamen zıt iki farklı yaklaşım göze çarpmaktadır.Konunun bir problem olarak ortaya çıkmasında en önemli etken tevhid akīdesidir.
      Şehristânî’ye göre sıfâtullah problemi erken dönemlerde ortaya çıkmış ve Allah’ın sıfatlarını ilk nefyedenlerden birisi Vâsıl b. Atâ (ö. 131/748) olmuştur. Mu‘tezile mezhebinin kurucusu olarak bilinen Vâsıl ile kendisini takip eden âlimler, siga bakımından sıfat olan hay, âlim, kâdir gibi müştak kavramları, Allah’a izâfe etmişler ve bunları “sıfât-ı ma’neviyye” olarak adlandırmışlardır. Bunun yanında bu manevi sıfatların köklerini oluşturan ve Ehl-i sünnet bilginlerince “sıfât-ı me‘ânî” olarak isimlendirilen, hayat, ilim, kudret gibi mastar sigasındaki kelimeler, Mu‘tezile âlimleri tarafından Allah’a nispet edilmemiştir.
 
 Buna göre Mu‘tezile meselâ “Allah âlimdir” önermesini kabul etmekle birlikte, “Allah ilim sahibidir” hükmünü benimsemez. Zira onlara göre, “Allah âlimdir” derken, O’nun zât ve sıfatı aynı anda düşünülür. Ancak “Allah ilim sahibidir” denilince, Allah’ın zâtından ayrı olarak “ilim” diye müstakil bir mâna tasavvur edilmiş olur. Allah’ın sıfatı olarak kabul edilecek olan bu kavramın da, zâtı gibi kadîm olması gerekiyor
Mu‘tezile, beş temel prensibinden (usûl-i hamse) biri olan“tevhîd” anlayışına ters düştüğü gerekçesiyle sıfât-ı me‘ânî’yi reddetmiştir.
 
Akaid ve kelâm kitaplarının klasik planına göre ilâhiyyât bahislerinin ana konuları Allah’ın varlığı, birliği, sıfatları ve fiillerinden ibarettir. Bununla birlikte varlık konusunu “zât”, diğer üç konuyu da “sıfâtullah” olarak adlandırmak mümkündür. Yine özellikle Sünnî kelâm kitaplarında görülen yaygın bir tasnife göre sıfatlar, tenzîhî, sübûtî ve fiilî olmak üzere üç ana gruba ayrılmıştır.
Tenzîhî sıfatlar, Allah’tan nefyedilmesi gereken ve O’nun aşkınlığını ifade eden niteliklerdir. Sübûtî sıfatlar ise Allah’a nispet edilmesi gereken ve O’nun yetkinliğini belirten sıfatlardır. Fiilî sıfatlarda Allah’ın kâinatla münasebetini, evreni yaratıp ve idare edişini ayrıntılı bir biçimde anlatan kavramlardır. Genelde Ehl-i sünnet bilginlerince yapılan bu sınıflandırma, ana plan itibarıyla Selef, Mu‘tezile ve Şîa kelâmcıları tarafından kabul görmüştür.
 
İslâm filozofları’na gelince, Allah’ın birliğine ve tenzîhî sıfatlara büyük önem veren filozoflar, sübûtî sıfatları da bir anlamda tenzîhî grubuna dâhil etmişlerdir. Fiilî sıfatlar Selefiyyeve Mâtüridiyye dışındaki bilginlere göre itibarî sıfatlardır.
 
1. SIFAT-I HASSA: VÜCUD

Allah’ın en temel niteliği olan vücud şu özelliklere sahiptir: Varlığına, yokluk sebkat etmemiştir. Yani varlığının başlangıcı yoktur. Vacibü’l-vücud (zorunlu varlık) olup, vacip li-zatihi (varlığı kendisinden) olan Allah’a, yokluk (adem) asla yol bulamaz. Yani O aşkın varlığın sonu yoktur. Buna göre O, ezeli ve ebedidir.
 
Vacibü’l-Vücud varlık, mürekkep değildir. Yani katışıksız, arı ve durudur. Diğer varlıkların temel özelliği olan atom, cevher ve arazdan oluşmaz, birleşik değildir. Vücud sıfatı İslam düşünürleri arasında Allah’ın “sıfat-ı hassa”sı olup olmadığı konusunda fikir birlikteliği yapamamışlardır.
Mu‘tezile ve Şîa bilginlerinin çoğunluğu, Ehl-i sünnet âlimlerinin kabul ettikleri tenzîhî sıfatları aynen benimsemişlerdir.
 
2. VAHDÂNİYET

Allah’ın eşi ve benzeri bulunmadığı anlayışından hareket eden bilginlere göre, âlemde
birden fazla yaratıcı bulunması durumunda bunlardan biri, bir nesnenin yaratılmasını,
diğeri de ademini (yokluk) isteyecek, böylece bu iki ilâh arasında bir irâde çatışması
vuku bulacak dolayısıyla, ikisinin de irâdelerini gerçekleştirmesi mümkün olmayacaktır.
Ehl-i sünnet kelâmcıları tevhidi, zât, sıfât ve efâl olmak üzere üç kategoride ele almıştır.
Ayrıca onlar, tevhidin, ancak Allah’ın isim, sıfat ve fiil ile yaratma vasfında, zâtının bir
olarak bilinmesiyle tamamlanabileceği konusunu önemle vurgulamışlardır.
 
3. KIDEM

İslâm âlimlerinin, kıdem sıfatının Allah’a nispeti konusunda ittifak etmekle birlikte, kadîm isminin âyet ve hadislerde yer almamış, sahabe ve tabiînden hiçbir kimsenin bu konuda herhangi bir rivâyette bulunmamıştır. Bu niteliği işleyenler filozoflardan etkilenen bir kısım bilginler olduğu şeklinde itirazlar ileri sürülmüştür.
Müteahhir ulemânın, Allah hakkında ilimle âlim olma gibi, kıdemle kadîm olma söylemini kullanmışlardır. Bunun açılımı ise, âyet ve hadislerde Allah’a “el-Evvel” nitelemesi kullanılmıştır. Bilginler buna Allah’ın “ezelî” olduğunu da eklemişlerdir. Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğuna göre, Allah’ın zaman bakımından âlemden öncedir (kıdem-i zamânî).
 
4. BEKĀ

Ehl-i sünnetin geneline göre, Allah’ın varlığına herhangi bir yokluğun gelemeyeceği mânasındadır. Onlara göre Allah’ın bedî‘, bâkī ve kayyûm isimleri O’nun bekā ile vasıflandığını göstermektedir. Nitekim Allah’ın “vech”inin bâkī olduğunu belirten âyetde yer alan (er-Rahmân 55/27) “vech”in, “zât” şeklinde yorumlanmasından dolayı, bekā sıfatına delil teşkil etmektedir.
Bekā’nın sıfât-ı nefsiyye veya sıfât-ı sübûtîyyeden bir sıfat kabul edilmesi konusunda kelâmcılar arasında görüş ayrılığı vardır. Bu sıfatı, hayat, ilim ve kudret gibi sıfât-ı me‘ânî’den kabul eden İmâm Eş‘arî’ye göre Allah kendisine özgü bir bekā ile bâkīdir. Yine bekānın, vücûd gibi bir sıfât-ı nefsiyye olduğunu düşünen Bâkıllânî ve Cüveynî gibi Eş‘arî bilginlerine göre, bu sıfat zât ile özdeş olup, ondan ayrı bir sıfat olarak düşünülemez. Cüveynî’ye göre bekā, zâtın üzerine zâit bir sıfat olmamakla beraber, zâtî sıfatlar arasında yer almaktadır
Mâtürîdîlerin çoğunluğuna göre ise Allah, zâtıyla bâkīdir.
 
5. MUHALEFETÜN LİL-HAVADİS

Allah’ın sonrada vücut bulun varlıklara hiçbir yön ve şekilde benzememektedir. Bunu kelam bilginleri “muhalefetün lil-havadis” şeklinde tanımlamışlardır.
 
6. KIYAM Bİ-NEFSİHİ

Bir yere ihtiyaç duymaksızın ve bir müessir ve tahsis ediciye gereksinim duymadan
varlığı kendi zatıyla kaim olan Allah, kayyumiyet niteliğine sahiptir. “Kuşkusuz Allah,
bütün âlemlerden müstağnidir” (el-Ankebut 6) şeklindeki Kur’an ifadesi bu niteliğe
işaret etmektedir.
 
SÜBÛTÎ SIFATLAR

Naslarda genellikle “esmâ-i hüsnâ” şeklinde geçen ve siga bakımından sıfat olan bu
kelimeler, “mânevî sıfatlar” olarak adlandırılmıştır. Ehl-i sünnetkelâmcıları, bu türemiş
kelimelerin köklerini oluşturan masdarları da bir sıfat grubu olarak kabul etmişler vebunlara “sıfât-ı me‘ânî” (mâna sıfatları) demişlerdir. Hayat, ilim, sem‘, basar, kudret, irâde ve kelâmdan ibaret olan bu sıfatlar, Mu‘tezile bilginleri tarafından bu şekliyle benimsenmemiştir. Bu ekolün kelâmcılarının çoğunluğunun esmâ-i hüsnâyı ve dolayısıyla sıfât-ı ma’neviyye’yi (mânevî sıfatları) kabul etmelerine rağmen, “müstakil mânalar” olarak düşündükleri me‘ânî sıfatlarını reddetmelerini, onların Allah’ı sıfatlardan tecrit etme olarak anlaşılmaması gerekir. Onların “tevhid” konusundaki aşırı titizliklerinden kaynaklanan bu temayülü, “sıfatları toptan reddetmek” şeklinde yorumlamak, en azından tarafsızlıkla bağdaşmamaktadır.
 
1. HAYAT

Hayat, “diri olmak” anlamına gelen ve Allah’a atfedilen sübûtî sıfatlardandır. Allah’ın hayy (diri) olduğu Kur’an’da belirtilmiştir
Öte yandan diğer bütün sübuti sıfatlar, ancak hayat ile anlam kazanmaktadır. Zira âlim,
mürîd, kadîr, semi ve basîr olan varlık, aynı zamanda hayat sıfatına da sahiptir. Hayat
niteliğine sahip olmayanın yaratıcı olması mümkün değildir. Allah, ölmeyen diridir.
 
Sünnî kelâmcılarla Mu‘tezile bilginleri arasında tartışma konusu olan sıfât-ı me‘ânî’nin (mâna sıfatlar) mevcudiyeti meselesi, tabii olarak hayat sıfatı için de gündeme gelmektedir. Buna göre Allah’ın “hay” olduğu noktasında ittifak halinde olan âlimler, bu ismin kökünü oluşturan “hayat”şeklindeki bir kavramın müstakil bir mâna ve sıfat olarak, zât-ı İlâhiyyeye nisbet
edilmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i sünnet bunu ilmî ve mantikî bir zaruret
olarak kabul ederken, Mu‘tezile naslarda yer almadığını belirttiği bu tür bir istidlâli,
tevhid açısından sakıncalı sonuçlar doğuran bir akıl yürütme olarak kabul etmektedir.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinin hayat sahibi olduğunu bildirmiştir (el-
Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2; el-Furkān 25/58; el-Mü’min 40/65). İslâm âlimlerinin
çoğunluğuna göre, Allah’ın bu sıfata sahip olması zorunludur. Zira O’nun diğer kemal
sıfatlarına sahip olması, ancak hayat sıfatıyla mümkündür.
 
Gazzâlî de sonsuz bir ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın bu sıfata sahip olmamasının düşünülemeyeceğini belirtmek suretiyle aklî bir istidlâl yöntemini kullanmıştır
 
2. İLİM

Allah’ın ilminin ezelî olduğunu ve bu sıfatın akılla bilinebileceğini belirten bilginler, âlemdeki âhenk, tenâsüb ve düzeni buna delil olarak gösterirler.Filozofların, Allah’ın zâtının dışındaki varlıkları bilmediği şeklindeki görüşlerini eleştiren Ehl-i sünnet uleması, Allah’ın en küçük olayları bile bildiğini kaydeder.

3. SEM‘ VE BASAR

“İşitmek, duymak, işitme duyusu” gibi anlamlara gelen “sem‘” ile “görmek, bilmek,
sezmek; görme duyusu ve göz” anlamlarına gelen “basar”, Cenâb-ı Hakk’ın işitme ve
görmeye konu olan şeyleri tam olarak idrak ettiğini ifade eden iki kemal sıfatıdır.
 
Mu‘tezile kelâmcılarıyla bazı İslâm filozofları, Cenâb-ı Hakk’ın “semi‘” ve “basîr” oluşunu, O’nun ilim sıfatının bir ifadesi olarak değerlendirirler. Kelâm bilginlerinin çoğunluğunagöre, diğer sübûtî sıfatlar gibi kadîm olan bu iki sıfat, işitilebilen ve görülebilen her şeye sonsuz olarak tealluk eder. Bununla birlikte bu sıfatların kadîm olması, onların tealluk ettiği şeylerin de kadîm olmasını gerektirmez.
 
4. KUDRET

Güç ve kuvvet anlamlarına gelen kudret kelimesi, Allah için kullanıldığında “O’nun her şeye muktedir olması” anlamını ifade eder. Kudret, irâde sıfatıyla doğrudan bağlantılıdır.
Bazı bilginler, kudretin teallukunun sınırlı olduğu görüşünü savunan Gazzâlî’nin, bu konuda felsefeden etkilendiği ve isâbetli düşünmediğini ileri sürmüşlerdir. Zira Allah, sınırsız bir kudrete sahiptir.
 
Ebû İshak el-İsferâyînî, bu konuyla alâkalı olarak Allah’ın kendisine şerîk yaratıp
yaratmayacağı ve evlat edinip edinmeyeceği gibi sorulara, kudret sıfatının mâduma
tealluk etmeyeceğini, bu nedenle de bunların mümkün olmayacağı şeklinde cevap verir.
Öte yandan İbn Hazm’ın Allah’ın evlat edinmeye kādir olduğu şeklindeki görüşünün
isâbetli olmadığı vurgulanmıştır. Nazzâm ve Ali el-Esvârî dışındaki birçok Mu‘tezile bilgininin, Allah’ın zülüm ve kizbe kādir olduğunu kabul ettiklerini rivayet edilmiştir.
 
Ehl-i sünnet’e göre Allah’ın kudreti, her makdûra tealluk eder. Binaenaleyh her takdir edilen şey O’nun kudretiyle meydana geldiğine, O da zülümden münezzeh olduğuna göre, Allah asla zâlim ve yalancı olamaz. Meşiyyet (meşiet) lafzı da irâde ile eş anlamlı olan bir kelimedir
 
5. İRÂDE

Sözlükte seçmek, dilemek ve istemek anlamlarına gelen “irâde”; Allah’ın kemal(yetkinlik) ifade eden sıfatlarından biridir. “Revede” kökünden türeyen irâde, kendisiyle bir şey istenilen demektir.
Ehl-i sünnet’e göre Allah, bu sıfat ile ezelî olarak muttasıftır. Şayet Mu‘tezile’nin kabul ettiği gibi Allah’ın irâdesi hâdis olsaydı, onu var kılan bir başka irâde daha gerekirdi. Bu ihtimalin teselsülü gerektireceği ise ortadadır.
Ehl-i sünnet’e göre, mahlûkatın varlığı kudrete; varlıklarda görülen mükemmellik ilme; iki mümkünden birinin tercih edilmesi de irâdeye delâlet etmektedir. Bu sebeple aklî açıdan da Allah’ın söz konusu niteliklerle vasıflanması gerekmektedir.
 
6. KELAM

Kelâm, diğer sıfatlar arasında farklı bir özelliğe sahiptir Çünkü hiçbir ilâhî sıfatın
doğrudan bir tecellisi olmadığı halde, bu sıfatın ürünü olarak elimizde Kur’ân-ı Kerîm mevcuttur. Bu yüce kitap Allah’ın kelâmlarından birini teşkil ederken, aynı zamanda
insanın okumasına, ezberlemesine, dinlemesine ve yazmasına elverişli olan maddî bir
malzeme halindedir. Bundan dolayı kelâm sıfatı, bu yönüyle, İslâm tarihinde hicrî I.
yüzyılın sonlarından itibaren “halku’l-Kur’ân” adlı bir problemin ortaya çıkmasına yol
açmıştır.
 
Mu‘tezile âlimlerinin çoğunluğuna göre, Allah ezelî olarak mütekellim olmayıp, O
sonradan kendisinin yarattığı (hâdis) bir kelâm ile konuşmaktadır. Zira bu bilginlere
göre mütekellim, kendisinden kelâm sâdır olan kimsedir. Bu nedenle kelâm, fiilî bir
sıfat olup Allah’ın zâtıyla kāim olan ezelî bir nitelik değildir.
 
Ehl-i sünnet âlimleri,
Mu‘tezile’nin bu anlayışına itiraz ederek, konuşma fiilinin de gerçekte Allah’ın
yaratmasıyla oluştuğunu kaydederler. Ona göre kelâm sıfatı yaratma, rızık verme ve
diriltme gibi fiilî ve hâdis sıfatlardan değildir. Bu nedenle mütekellim olan Allah için,
mahlukātın olmamasıyla var olması arasında herhangi bir fark yoktur.
 
7. TEKVİN

Tekvin, yaratmak, yokluktan varlık sahasına çıkarmak anlamında olup, hak, tahlik, icad, ihdas ve ihtira terimleriyle genel olarak aynı anlama gelmektedir.
   
Tekvin sıfatının, müstakil bir konumda olup olmadığı hususu, Ehl-i sünnet kelamcıları
arasında tartışma konusu olmuştur. Matüridiyye bilginleri Allah’ın fiili sıfatlarını, bir
bolum altında işlemeksizin, onu, tekvin sıfatı içerisinde değerlendirmişlerdir. Buna göre
tekvin, Yüce Tanrı’nın fiiliyatına yönelik boyutu temsil etmektedir. Bu durumda Matüridiyye bilginlerine göre sübuti sıfatlar sekizdir.
 
Eş’ari âlimlerine göre tekvin, ilim ve kudret gibi hakiki bir sıfat olmayıp, izafi ve
itibaridir. Bu durumda tekvin müstakil bir sıfat değildir. Tekvin sıfatının işlevsel yönü,
fiili sıfatlar tarafından yürütülmektedir. Bu durumda fiili sıfatlar da olduğu gibi, tekvin
sıfatı da hadis yani değişkendir. Eş’arilere göre tekvin müstakil ve ezeli bir sıfat kabul
edilirse, onun taalluku olan mükevven (varlıklar), ezeli olması gerekir. Bu doğrultuda
tekvin, mükevven ile aynı kabul edilmelidir.
 
Matüridiler ise tekvinin, mükevvenden farklı olduğu görüşündedirler. Tekvin ezeli bir
sıfattır, mükevven ise, mahlûk olup, hadistir. Buna göre tekvin, yaratanın bir niteliğidir.
Her iki mezhep arasındaki tartışma, teknik bir yapıdadır. Sıfatın taalluk ettiği nesne,
Matüridilere göre sıfata yönelik değildir, o nedenle aralarında doğrudan bir bağlantı söz
konusu olamaz. Sıfat, Zat-ı İlahiye aittir. Eş’arilere göre ise sıfat, taalluk ettiği nesneye
yöneliktir. Nesnenin hadis olması, sıfatın da hadis olmasını gerektirir. Bu nedenle
Eş’arilere göre fiili sıfatlar hadistir.
 
FİİLÎ SIFATLAR

Tahlîk (yaratma), terzîk (rızık verme), inşâ (bir araya getirerek yaratma), ibdâ (benzersiz olarak yaratma), ihyâ (diriltme), imâte (öldürme) gibi terimlerle ifâde edilen bu fiiller, Allah’ın fiilî sıfatlarını oluşturmaktadır.
 
Esmâ-i hüsnâ içinde, Allah-kâinat ve Allah-insan ilişkisini ifade edenlerin fiilî sıfatları
teşkil ettiklerini söylemek mümkündür. İmâm-ı A‘zam’dan itibaren Hanefî-Mâtürîdî
bilginler fiilî sıfatları diğerleri gibi Allah’ın zâtına zâid kadîm nitelikler kabul etmişler
ve bu tür sıfatların hepsini “yapmak, yaratmak, oluşturmak” anlamına gelen “tekvîn”
terimiyle ifade etmişler ve bunu zâtla kāim ve kadîm bulunan sübûtî sıfatlara sekizinci
bir sıfat olarak eklemişlerdir. Selef âlimleri de ilâhî fiillerin zât ile kāim ve kadîm
sıfatlar olduğunu kabul etmişlerdir. Eş‘arîler, ilâhî fiillere müstakil bir sıfat statüsü
tanınmasına gerek görmemişler, ilim sıfatına kudret ve irâdenin de eklenmesiyle ilâhî
fiiller sisteminin tamamlanabileceğini kabul etmişlerdir. Buna göre filler doğrudan sıfat
olmayıp ilim, kudret ve irâdenin bir anlamda fonksiyonlarını (taaluklarını) temsil
ettiğinden kadîm değil hâdistir ve pek tabii olarak zât ile kāim değildir. Mu‘tezile
kelâmcıları ise irâde ve kelâm sıfatlarını da katmak suretiyle bütün fiilî sıfatları hâdis
telakkî etmiş ve zât ile kāim olmadığını söylemişlerdir.
 
HABERÎ SIFATLAR

Naslarda sabit olmakla birlikte zâhiri mânaları itibarıyla aşkın varlığa nisbet edilmeleri
mümkün görünmeyen bazı kavramlar vardır. İslâm akaidinin zengin tenzih literatürünün
istisnaî bir alanını teşkil eden bu tür nitelemeler kelâm tarihi boyunca “haberî sıfatlar”
başlığı altında incelenegelmiştir. Bu türden olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm’de zâhirî
mânalarıyla yüz (vech), göz (ayn, a’yân), el (yed); hadislerde parmak (isba‘), ayak
(kadem) gibi uzuvlar, ayrıca bazı âyet ve hadislerde “istivâ”, “nuzül” ve “mecî” gibi
beşerî fiiller Allah’a nisbet edilmiştir. Muhafazakâr âlimler, bu tür sıfatların ifade ettiği
zâhirî ve beşerî anlamların Allah hakkında söz konusu olmadığı kanaatinde olmakla birlikte, bunları yorumlamayıp, meselenin iç yüzünü Allah’a havale etmeyi uygun görmüşlerdir. Mu‘tezile’nin başlattığı daha sonra Ehl-i sünnet kelâmcılarının da benimsediği te’vil metoduna göre ise haberî sıfatlar, İslâm akaidinin genel prensipleri ve Arap dili’nin kural ve özellikleri çerçevesinde mecazî mânalarına bağlı olarak yorumlanmalıdır.
     Bazı itikādî İslâm mezhepleri vech’i (yüz), zât; yed’i (el), kudret; ayn’ı (göz), ilim; istivâ’yı, istîlâ olarak yorumlamıştır. Cehmiyye, Mu‘tezile, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye’nin müteahhirînin görüşü genelde bu istikamettedir. İmâm Eş‘arî’nin el-İbâne ile el-Luma‘ adlı eserinde bu konuda farklı yöntem izlediği gözlenmektedir. el-Lüma‘da sıfatlar te’vil edilmezken, el-İbâne’de aklî yorumlara yer verilmiştir. Ayrıca Bâkıllânî’nin de haberî sıfatları te’vil etmediği göze çarpmaktadır. İbn Hazm, Kur’an ve sahih hadiste geçen bu sıfatların Allah’a nispet edilmesi gerektiğini ancak bunların te’vil yapılmaksızın naslarda geçtiği şekilde kabul edilmesini vurgular.
İbn Berrecân ve Beyhakī gibi meseleye Selef metodu açısından yaklaşan bilginler ise,
bu sıfatları Allah’a nispet etmekle birlikte, yorum yapmamayı tercih etmişlerdir.
 
Müşebbihe, Mücessime ve Kerrâmiyye gibi bir kısım İslâm mezhepleri de bu konuda teşbih ve tecsime düşmüştür. Ayrıca Dârimî (ö. 280/894) gibi bazı Selef âlimleri, hadislerde yer alan (Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 172; Müsned, II, 258) ve sıfât-ı haberiyye’den olan "nüzûl"ü, “yukarıdan aşağıya inmek” şeklinde bir hareket olarak anlamak suretiyle teşbihi andıran bir anlayış ortaya koymuşlardır.
İslâm âlimleri haberî sıfatlar konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun nedenlerinden birisi,
Kur’an’da yer alan, bazı âyetlerin muhkem, bazılarının da müteşâbih olduğunu belirten
“Sana bu muazzam kitabı indiren O'dur. O'nun bir kısmı anlamları kesin olup kitabın
temelini oluşturan ayetlerdir. Diğer bir takımları da anlamları benzeşik olanlardır.”mealindeki âyet (Âli İmrân 3/7) etrafında da farklı görüşler bulunmasıdır.
 
Bir kısım bilginlerin müteşâbihatı sadece Allah’ın bilebileceğini belirttiklerini, ancak bunları kendisinin de aralarında bulunduğu ilimde rüsûh kesbetmiş olanların da bilebileceğini kaydeder.
Haberî sıfatlar konusuna, seleflerine nispeten farklı yaklaşan Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, bu
sıfatların, Allah’ın tasarrufunu anlatmak üzere birer misal olarak kullanıldığını
kaydeder. Örnek olarak hadiste geçen esâbi‘/parmaklar (Müslim, “Kader”, 17; İbn
Mâce, “Dua”, 2; Müsned, II, 168) kelimesini gösteren müellif, bununla Allah’ın
sıfatlarının anlaşılması için misal verildiğini kaydeder. Ona göre âyetlerde geçen
yedullah gibi terkiblerde sembolik bir ifade bulunduğunu, zira elin insanlar için de bir
tasarruf âleti olduğunu kaydeder.
 
Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre Allah’ın sıfatları hakkında bazı bilgiler verip de akıl
ile çelişen hadislerin, yoruma tâbi tutulması gerekir. Zira bu tür rivâyetler, akaid
açısından ancak yorumlandıkları takdirde sahih bir anlam ifade ederler. Bilindiği üzere
akıl ile din aynı kökten beslenip büyüyen iki dal gibidir. Akıl, dinin doğruluğunun
tasdikçisi olduğundan onu yalanlayıcı olamaz. Bu, bir anlamda aklın kendisi ile
çelişmesi demektir.
 
Birçok kelâm âlimi yaptığı tasnifte, aklî hükümleri vâcib, câiz ve müstahil olmak üzere
üçe ayırmıştır. Onlara göre din bunlardan vâcib ve müstahil konusunda herhangi bir
hüküm bildirmemiştir. Çünkü din, mahsusât ve zarûriyyâtın beyanı için değil, sadece câizin tayini ve hükmünün beyanı için gelmiştir. Bu nedenle şayet nasların zâhiri, akla aykırı olursa, te’vil gerekir. Bilginler, naslarda el, iki el, avuç, parmaklar, bilek ve kol gibi zâhirî anlamlarıyla Allah’a nispet edilmemesi gereken bazı niteliklerin, teşbihe sebep olduğu kanaatindedirler.
 
İnançla ilgili görüşlerini daha çok sıfatlar konusu üzerinde yoğunlaştıran Selefiyye ulemâsı, naslarda geçen bütün sıfatları Allah’a nispet etmiştir. Haberî sıfatları naslarda geçtiği şekilde kabul eden bu bilginler, onların mecazî anlama hamledilerek yorumlanmasını kabul etmemiş, teşbihi reddetmelerine rağmen, zaman zaman teşbihi andıran bir tür görüşlere sahip olmuşlardır. Nitekim onların "nüzûl" konusunu incelerken girdikleri, Allah’ın bu esnada arşta bulunup bulunmadığı şeklindeki tartışma buna örnek teşkil eder.
 
Mu‘tezile bilginleri sıfatları iki gruba ayırmıştır. Birinci grup, siga bakımından da sıfat olan hay, âlim, kādir gibi müştak kelimelerdir. Mu‘tezile bu sıfatları Allah’a izafe etmiş ve bunlara sıfât-ı ma‘neviyye demiştir. İkinci grup ise sıfât-ı ma‘neviyyenin köklerini teşkil eden hayat, ilim, kudret gibi masdar sigasındaki kelimelerdir. Bunlara da sıfât-ı me‘ânî denilmiştir.
 
Mu‘tezile âlimleri bu sıfatları Allah’a izafe etmemiştir. Buna göre Mu‘tezile bilginleri “Allah alîmdir” hükmünü kabul ettiği halde “Allah ilim sahibidir” fikrini benimsememiştir. Onlara göre Allah hakkında“alîmdir” denildiğinde, O’nun zât ile sıfatı aynı anda düşünülür. Hâlbuki “Allah ilim sahibidir” denildiğinde, O’nun zâtından başka “ilim” diye müstakil bir mana tasavvur edilmiş olur.
Bu ise İslâm dininin tevhid prensibine aykırıdır. Mu‘tezile bilginlerinin bu görüşleri Ehl-i sünnet bilginleri tarafında kabul görmemiş ve bu bilginler “Mu‘attıla” olarak nitelendirilmiştir.
 
Mu‘tezile’nin “bütün sıfatları inkâr edenler” anlamındaki Muattıla’dan kabul edilmesi isâbetli görünmemektedir.
 
Ehl-i sünnet bilginleri Allah’ın zât-ı ulûhiyyetine yakışmayan her türlü niteliği selbî sıfatlar kapsamında incelemişler, burada Eş‘arî geleneğine tabi olanlar sübûtî sıfatları yedi sıfat olarak ele almışlardır. Bu sıfatlar içinde özellikle kelâm sıfatı üzerinde durulmuş ve sık sık Mu‘tezile bilginlerinin görüşlerini eleştiriye tabi tutulmuştur.
 

selinay 7b
Sat 4 April 2015, 04:27 pm GMT +0200
Yuce Allah'in pek cok sifati vardir. Bu sifatlarin hepsine eksiksiz inaniriz, fakat bu sifatlarin nasil aoldugunu Allah, tan baska kimse bilemez. Allah Tealanin sifatlari ikiye ayrilir:Zati ve Sübuti sifatlar.
Allat Tealanin zati sifatlari;
Zati sifatlar, Allah Tealanin zati yani varliği ile ilgili sifatlardir.
1.Vücud
2.Kıdem
3.Beka
4.Muhalefetün li'l-havadis
5.Kıyam bi - nefsihi
6.Vahdaniyyet

Allah Tealanin Sübuti sifatlari;
Sübuti sifatlar, Allah Tealayi taniyan sifatlardir.     
1.Hayat
2.İlim
3. İrade
4. Kudret
5.Semi
6.Basar
7.Kelam
8. Tekvin