- Sistematik Kelam 4.Ünite

Adsense kodları


Sistematik Kelam 4.Ünite

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Tue 3 July 2012, 07:38 pm GMT +0200

SİSTEMATİK KELAM     -4-


                                İMANIN TANIMI VE TASDİK
İmanın Tanımı
“İman” Arapça kökenli bir kelimedir. Arapça “e-m-n” (( امن ) kökünden if’al vezninde mastardır. Sözlükte kök anlamı bakımından, bir kişiyi söylediği sözde tasdik etme, doğrulama, onaylama, söylediğini kabullenme, benimsemedir.
Korkunun zıddıdır.
Başındaki hemze nedeniyle hem müteaddi ve hem de sayrûret anlamındadır.
Buna göre:
--------a) Ta‘diye, geçişli olduğunda muhatabı “emin kılmak”, içinde bulunduğu konumla ilgili olarak ona “emân vermek” anlamlarına gelir. Nitekim esmâ-i ilâhiyeden “el-Mü’min” ismi de bu anlamdadır.
İman kelimesi iki şekilde müteaddi olur:
a) Ya doğrudan; fiile zamirin bitişmesiyle ( ,(امَٰنھَ
b) Ya da ( ب) ve ( ل) harfleriyle müteaddi olur (“ .(” امَٰنَ لھ“ “امَٰنَ الرَّسُولُ بِمَا “ ”مَنْ امَٰنَ بِاللّھِٰ
“Bâ” harfi ile geçişli olduğunda “ikrar ve itiraf”, “lâm” harfiyle mef’ul aldığında ise“iz‘ân ve kabul” anlamlarına gelir. Mümin, güven içinde, sözünde huzur ve sükun içinde olan ve hem de sözü muhatabını tekzibten emin kılandır.
-------b) Sayrûret anlamına, geçişsizdir. Bu şekliyle kelime “emin olmak, kalbi mutmain olmak, sükun içinde olmak” anlamlarına gelir. İnsanın kalbinde herhangi bir endişe yoktur.
Ehl-i sünnet kelâmcılarına göre, ıstılah olarak ise iman, “Allah tarafından getirdiği şeylerde Hz. Peygamber’i bir bütün olarak tasdik etmektir.”
Tasdik
Tasdik bir hükmü iz’an ile kesin olarak kabul edip benimsemek, haberi ve sahibini yalanlamaktan emin kılmaktır. İz‘a ise; vâkıaya, realiteye uygun “itikâd-i câzim” kesin inançtır. Kalpteki kesb ve ihtiyarla, gerçekleşir.
Sık sık gündeme gelen “marifet” ise farklıdır. Marifette irade dışılık vardır. Kalpte bir uyanış, bir seziş, mutmain olma vardır. Keşf ve ilham yoluyla meydana gelen aracısız bilgidir.
İmana konu olan hususların bir kısmı görülen cinstendir. Bunlara görülene iman anlamında tasdik-i şuhûdi denilir. Görülmeyen hususlara imana ise tasdik-i gaybî denir.
İman esaslarının çoğu gaybîdir. Tasdikin bir başka açıdan kalbî, kavlî yahut fiilî dereceleri bulunmaktadır:
-----a) Bir kimsenin bir hükmü, bir haberi ya da bir sözü kalben tereddüsüz onaylamasıdır. Böyle bir tasdikte iradeye dayalı bir tercih vardır.
-----b) Dil ile tasdikde zahiri anlamda bir hükmü, haberi, haber vereni onaylama söz konusudur. Bu tasdikte lafzi anlamda, bir hükme dair, dışa yansıyan bir tavrı açığa vurma vardır. Tasdik-i kalbiye kelâm-ı nefsî, tasdik-i kavlîye ise kelâm-ı lafzî de denilmiştir.
----c) Fiil ile tasdikde eylem vardır.
 
İmanın Muhtevasıyla İlgili Görüşler
1.İman Kalbin Tasdikidir
Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre şer’î iman Hz. Peygamberin Allah’tan getirdiklerine ve dinden olduğu zorunlu olarak bilinen haber ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmak ve bunların tamamını kalp ile tasdik etmektir.
Eş’arî (ö. 324/936), Matürîdî (ö. 333/944), Bakıllânî (ö. 403/1013), Cüveynî (ö. 478/1085), Gazzâlî (ö. 505/1111), Ebü’l- Mu’în en-Nesefî (ö. 508/1115), Şehristânî (ö. 548/1153), Âmidî (ö. 631/1233) gibi âlimlerin kanaati budur.
Kur’an-ı kerîm’de “Eybabamız! Biz yarışa girmiştik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın” (Yusuf12/17) buyrulması buna delil getirilmiştir. Bu âyette,” لَنَا وَمَا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ ” buyurulması “ لَنَا وَمَا اَنْتَ بِمُصدق ” anlamına yorumlanmış buradan hareketle de imanın “tasdik”ten ibaret olduğu görüşü benimsenmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan kimsenin cennete
gireceği” (Buhari, “Tevhid”, 41; Ebu Davud, “Cihad”, 95) hadisi ve benzerleri bu
görüşün delilleridir.
 
2. İman Kalbin Marifetidir
Cehmiyye ve Neccâriye’ye izafe edilen bir görüştür. İman Allah, Peygamber ve ondan gelen bütün haberler konusunda kişide kesin bir bilginin meydana gelmesi, inkâr ise bu bilginin teşekkül etmemesidir. Bu ancak akılla elde edilebilir.
 Kalbin tasdiki zihnin karar vermesinden başka bir şey değildir. Dil ile ikrar kişiyi küfre götürmez. Zira bilgi inkârla ortadan kalkmaz. İman, Hz. Peygamber’in haber verdiklerini kalben bilmekten ibarettir.
Marifet, ki soyut bir bilgiden ibarettir. Bu bilgi cehaletin zıddıdır. Oysa imanın zıddı bilgisizlik değil, küfürdür. Marifetin iman olması bilgisizliğin küfür olmasını gerektirir.
Buna göre marifet sahiblerinin mümin olmaları, olmayanların ise olmamaları gerekir. Oysa nice insanlar bilgi sahibi oldukları halde, inanmamaktadırlar.
İslam’ın ilk dönemlerinde müşriklerin çoğu Hz. Peygamberi tanıyorlar, söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorlar ve hatta bu nedenle O’na Muhammedü’l-emîn” diye adlandırıyorlardı. Ancak O’nu bir peygamber olarak kabul etmiyorlar, tasdik etmiyorlardı.
 
3. İman Dilin İkrarıdır
Bir şeyi ikrar, açıkça söyleyip, onaylayıp kabullenmektir. Bu da dil iledir. Tasdik-î kavlî olarak da ifade edilen bu görüş Mürcie ve Kerrâmiyye mezheplerinin görüşüdür. “Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara 2/136) âyeti buna delidir.
Bu görüşe göre hadislerde de kelime-i tevhidin söylenmesi; Allah’tan başka tanrı olmadığı ve Hz. Peygamberin O’nun elçisi olduğunun söyleninceye kadar onlarla savaşmanın emrolunduğunun bildirilmesi de, imanın dil ile ikrar olduğunun delilidir.
Ancak iddialara delil olarak zikredilen bu hadisler imanın yalnızca bir yönünü vurgulamakta, dil ile ikrardan ibaret olduğunu belirtmemektedir.
 
4. İman Kalp ile Tasdik Dil ile İkrardır
Başta İmam Ebû Hanîfe (ö. 150/767), olmak üzere, Pezdevî (ö. 482/1089) Serahsî (ö. 490/1097) gibi önde gelen Hanefî fıkıhçılar imanı, iman esaslarını kalbin tasdik etmesi, dilin ikrarı kabul etmişlerdir.
Kalpte gizlnen bilinemez. Hanefi fıkıhçılarının bu görüşü “kavl-i meşfur” olarak bilinir. “İnsanlar ‘Allah’tan başka tanrı yoktur. Muhammed O’nun elçisidir’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dinî cezalar bundan müstesnadır. İç yüzlerini hesaba çekmek ise Allah’a aittir” (Buhârî, “Cihad”, 102, “Îman”, 17; Müslim, “Îman”, 8) hadisi buna delildir
 
5. İman Kalp ile Tasdik Dil ile İkrar ve Amelden İbarettir
Gerçek bir iman bu üç rükünledir.
Hâriciyye, Mu‘tezile, Zeydiyye’ye göre iman kalp ile tasdik, dil ile ikrar, organlarla ameldir.. Bu üç rükünden biri olmadığı takdirde iman gerçekleşmemekte, amellerini yerine getirmeyen mü’min vasfını kazanamamaktadır. Böyle birisi, Hâricîlere göre “kâfir”dir.
Mu‘tezile ve Zediyye’ye göre ise küfürle iman arasında; fısk konumundadır, fâsıktır. Fâsık, tövbe etmeden ölürse kâfir olarak ebedî cehennemdedir.
İmam Mâlik (ö. 179/795), Evzâî (ö. 157/774), Şâfiî (ö. 204/819), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), İbn Hazm (ö. 456/1064), İbn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi selef âlimleri, müçtehid imamları ve hadisçiler ise iman amel arasındaki irtibatı imanın kamil olması olarak anlamışlardır. Ameli noksanlıkları bulunan, günahkâr mümindir.
Kur’an-ı Kerîm âyetleri ve hadisler buna delildir. Örneğin “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”
Hâriciyye ve Mu’tezile’nin delillerinden birisi ise zina yapan kişinin durumuyla ilgili hadistir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zina yapan kişi zina yaparken mü’min olarak zina etmez. Hırsız da hırsızlık yaparken mü’min olarak hırsızlık yapmaz. Şarap içen kimse de şarap içerken mü’min olarak şarap içmez.” (Buhârî, “Eşribe”, 1; Müslim, “Îman”, 24; Tirmizî, “Îman”, 11) Hadisde yer alan zina yapma, hırsızlık yapma, şarap içme amelin imandan bir cüz olduğunu gösterir.
Ehl-i sünnet İslâm’ın yasakladığı fiillerin yapılmasını iman bakımından bir noksanlık olarak görür. Delil olarak kelime-i tevhid üzere vurgu yapan ve Allah’tan başka ilah olmadığına inanarak ölen herkesin cennete gireceğini haber veren Allah resulünün hadisini göstermişlerdir. Allah resûlü “Ebû Zerr bu durumdan hoşlanmasa bile” buyrulmuştur.
 
İman-Amel İlişkisi
Ehl-i sünnet’e göre ameller imandan bir cüz değidir.
Kur’an’a göre amel imandan bircüz değildir ve ümmetin çoğu da meseleyi böyle değerlendirmiştir. Amellerin yerine getirilememesi bir noksanlıktır, böyle âsi, günahkâr, Allah’ın azabını hak etmektedir. Amel ve imanın ayrılığını gösteren âyet ve hadisler buna delildir. “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara 2/183) Burada zaten iman edenlere oruç emredilmektedir.
“İman edip Salih amel işleyenler…” (Bakara 2/277) âyeti ve benzeri âyetlerde de durum aynıdır. “İman edenler” ve “salih amel işleyenler” denilmekle imanla amelin ayrılığı belirtilmektedir.
 
İmanın Kısımları
İman Esaslarına Kısa ve Toptan İnanma Yönünden
1. İcmâlî İman
İman esaslarına toptan ve özlü bir şekilde inanmaktır. Kelime-i tevhîd ile formülleştirilen bu iman, mü’min olmanın temel şartıdır. Buna, “îmanu’l-âm” da denilmiştir. İnanmanın temel basamağıdır. Amaç, iman esaslarının tamamına inanmadır.
İman esasları, “kelime-i tevhîd” dediğimiz, “Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” ifadesi ile,” kelime-i şehadet”, dediğimiz, “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in o’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim” ifadeleriyle özetlenmiştir.
Yeni müslüman olan, inanç konularını ayrıntılı bilmemekle birlikte“kelime-i tevhîd” ve “kelime-i şehadet”i söylemekle müslüman olur.
 
2. Tafsîli İman
Ayrıntılı ve kapsamlı bir imanın ifadesidir. Mü’minin iman esaslarına inanmalı, detaylarını öğrenmelidir.
 
Ayrıntılı olarak inanılması gereken hususlar, üç ana başlık altında toplanmıştır:
----a) Allah’a, Hz. Muhammed’in O’nun Peygamberi olduğuna ve âhiret gününe; öldükten sonra tekrar yaratılıp dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekileceğine inanmak.
Burada tafsilat olarak âhirete iman ilave edilmiştir.
-----b) İkinci derecesi de ulûhiyet, nübüvvet ve âhiret konularına imandır.”Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, ölümden sonra dirilişe, Cennet ve Cehenneme, sevap ve ikâba, kaza ve kadere iman, söz konusu edilmiştir.
Tafsılî imanın ilk iki derecesi “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” (Bakara2/2-3) âyetlerinde beyan edilmiştir.
-----c) İmanın en ayrıntılı derecesi ise Kitap ve mütevatir Sünnet’le inanılması gerektiği belirtilen hükümlerin hepsine tek tek ayrıntılı bir şekilde inanmaktır.
 
 
Delile Dayanıp Dayanmama Bakımından
1. Taklidî İman
“Taklit” “herhangi bir görüşü delilsiz olarak kabul etmedir.” Terim anlamı, “nefsin belirli alışkanlıkları kazanıp belli bir şeye temayül göstererek inancını delillere dayandırarak akıl yürütmeyi terketmesi”dir.
İnancını aklî delillendirmeye dayandırmayan, körü körüne başkalarına öykünenler“mukallid”dirler.
Bununla birlikte her mü’min imanını taklitten tahkik boyutuna çıkarmak zorundadır. Zira Kur’an’da “Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin!” (en-Nisa 4/136) buyurulmuştur.
 
2. Tahkikî İman
İman esaslarının haikatının araştırılmasıdır.
İnancı sağlam temellere dayanır, iğreti durmaz. Aklî ve naklî delillere dayanma imanı güçlendirir.
 
İmanda Artma ve Eksilme
Bazı âyetler imanın artıp eksileceğini çağrıştırır. Ameli imanın bir parçası sayan Selefiyye, Hâriciyye, Mu’tezile ve Zeydiyye’ye göre, iman hem nitelik ve hem de nicelik yönünden artıp eksilir. Hiç şüphesiz onları böyle düşünmeye iten nedenlerden birisi âyetlerde yer alan “ziyade” anlamındaki ifadelerdir.
Bu görüşü benimseyenler delil olarak zikrettikleri bazı âyetlerle “. Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.” (Enfal 8/2;) “Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin imanını artırdı?" İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.“ (Tevbe9/124) istidlalde bulunarak görüşlerini desteklemeye çalışmaktadırlar.
Bu âyetlerde, imanın kemiyet yönünden ya da bir inanç esasının artması ve eksilmesi kastedilmemiştir.
Ehl-i sünnet kelâmcıları imanın artma-eksilmesini şu şekilde değerlendirmişlerdir:
----a) İman, iman esasları bakımından artmaz ve eksilmez. Mü’min iman esaslarına önce toptan, daha sonra ayrıntılarıyla iman etmeli, önce bir kısmına, daha sonra da bir kısmına inanmamalıdır. Var olan bir şeyin artması ya da noksanlığından söz edilir. İman esaslarının tamamını benimsemeyenin imanından, buna paralel olarak artması ve eksilmesinden söz edilemez.
----b) İman ancak nitelik yönünden artar ya da ve eksilir. “İmanı sağlam, imanı güçlü” denilir. Bu yönüyle imanın kâmil ya da noksanlığından söz edilebilir. İman ilme’lyakîn, ayne’l-yakî, hakka’l-yakîn derecelerinde olabilir.
Hz. İbrahim (a.s)’ın Allah tealanın ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesine dair talebi bunun örneğidir. (Bakara 2/260) Var olan imanın keyfiyeti ilme’l-yakîn düzeyinden ayne’l-yakîn düzeyine çıkmıştır.
 
İmanın Geçerlilik Şartları
a) Her şeyden önce iman ümitsizlik (ye’s) anında olmamalıdır.
b) Zarûrât-ı diniyyeden sayılanlardan biri inkâr edilmemelidir.
c) Dinî hükümler ilâhi hikmetin gereği kabul edilmeli, bunları yerine getirmede inat ve tekebbür, gurur ve kibire kapılınmamalıdır.
d) Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemeli, azabından da emin olunmamalıdır.
 
Kebîre (Büyük Günah)
Tanımı
Kur’an ve Sünnette günah farklı kavramlarla ele alınmıştır.
Örneğin bu anlamda ism, zenb, vizr, cünâh, hûb, fısk, ve isyan kavramları günahın farklı boyutlarını gösterir.
Âlimlerin geneline göre günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac, umre, abdest gibi hayırlı amellerin kendilerine keffâret olabileceği günahlar “küçük günah/sagâir”; bu tür ibadetlerin keffâret olamadığı günahlar ise “büyük günah/kebâir”lerdir.
Mesela: “İki umre, aralarında yapılan günahlara kefarettir.”( Ahmed İbn Hanbel, II, 461) “Kabul edilmiş bir hac, o yıl ki hatalara keffarettir.” (Ahmed İbn Hanbel, II, 348)
Hadislerde, başka ibadetlerin kendilerine keffâret olduğu bildirilen türden günahlar küçük günahtır. Ancak herhangi bir ibadetin, kendisi hakkında keffâret kabul edilmediği günahlar ise büyük günahlardır. Meselâ: Hiç bir ibadet adam öldürmeye, zina yapmaya, içki içmeye ve benzeri günahlara keffâret olamaz. Bunlara ancak dinin, haklarında takdir ettiği cezalar tatbik edilir.
 “Şehidden akan ilk damla kan, onun bütün günahları için keffarettir.”
Kebâirin ne olduğu, hangi günahların kebâir olduğu hususunda ölçüler şöylece belirlenmiştir:
-----a) Âyet ve hadislerde büyük günah olarak belirtilen,
-----b) Hakkında tehdit edici bir nass bulunan,
-----c) İşleyenin dünyada veya âhirette ceza almasına sebep olan fiiller,
-----d) Naslarda (âyet ve hadislerde) belirtilmediği halde, bireysel ve toplumsal zararı nasslarda açıkça belirtilen fiil ve davranışlar, büyük günah olarak kabul edilmiştir
 
 
Sayısı
Büyük günahlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde değişik vesilelerle farklı sayılarla ifade edilmiştir. Büyük günahların sayısında ittifak edilememesinin nedeni bu farklı rivayetlerdir.
Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Size büyük günahların en büyüklerinden haber vereyim mi? Onlar: Allah’a ortak koşmak, ana babaya itaatsiz davranmak ve yalancı şahitlik etmektir” (Buhârî,” Edeb”; Müslim, “İman”, 38) buyurmuştur.
Bir diğer hadislerinde ise büyük günahlar yedi olarak belirtilmiştir“Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı halde bir kimseyi haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında harpten kaçmak, namuslu, mümin kadınlara zina iftirası atmaktır” buyurdular.”
Ayrıca hadislerde “kebâir” olarak isimlendirilmediği halde bir çok fiil, İslâm bilginlerince, âyet ve hadislerin ışığında, büyük günah kabul edilmiştir.
İbn Abbâs’a göre: “Allah’ın yasak ettiği her şey büyük günahtır. Ayrıca büyük ve küçük günah arasındaki fark şudur: Allah’ın Cehennem, gazap, lânet, veya azap gibi ifadelerle sona erdirdiği her günah büyüktür. Diğerleri küçüktür.”
Diğer bir hadisde ise yukarıdaki yedi maddeye “hırsızlık ve şarap içmek” de ilâve edilmiştir.
 Hasan Basrî’nin görüşü de buna yakındır.. Zehebî (ö. 748/1347) konuya tahsis ettiği eseri Kitâbu’l-kebâir’inde büyük günahların sayısını 70, Hanefî âlimlerden İbn Nüceym’in eserine (Risâletü’s-sagâir ve’l-kebâir) şerh yazan yine Hanefî bilginlerinden İsmâil b. Sinânuddin Ebu’l-berekâtes-Sivâsî ‘ye (ö.
X/XVI. ? asır) göre 86, Heytemî ise (ö. 974/1566) ez-Zevâcir an iktirâfi’l-kebâir’inde 467 olarak
zikretmiştir.
 
Büyük Günah İşleyenin (Mürtekib-i kebîre) Durumu
Büyük günah işleyen “mürtekib-i-kebîre” veya “fâsık olarak” isimlendirilmiştir.
İmanı, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve İslâm’ın, yapılmasını emrettiği ameller olarak değerlendiren Hâricîlere göre, amelleri yapmayanlar; büyük ve küçük günah işleyenler kâfirdirler.
Mu’tezile’ye göre de iman kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve amellerden ibarettir. Bu nedenle büyük günah işleyenleri mümin kabûl etmemişler, fâsık olarak değerlendirnişler, iki konum arasında (el-menzile beyne’l-menzileteyn); imanla küfür arasında fısk mertebesinde olduğu, görüşünü benimesmişlerdir. Tövbe etmeden ölürse ebedî cehennemde kalır, tövbe ettiği takdirde mü’min olur. Ameli imandan bir cüz kabul etmekle birlikte Hâricîler gibi kâfir olarak nitelendirmemişlerdir. Çünkü, Peygamber (s.a.s.) asrında ve takip eden dönemlerde büyük günah işleyenlere, dinden çıkanlara verilen ölüm cezası verilmemiştir.
Ehl-i Sünnet’e göre büyük günah işleyen günahkâr fâsık bir mümindir. Fakat fısk, küfür ile iman arasındaki üçüncü bir mertebe değildir. “Olsaydı kişide ne iman ne de küfür bulunurdu bu da çelişkili bir durum olurdu”. Bu görüşe göre fasık kâfir veya münâfık ile denk değildir.
Her mezhep gibi Ehl-i sünnet de görüşlerini bir takım âyetlerle desteklemeye çalışmıştır:
----1. İman, kalp ile tasdiktir. Mümin’in kalbindeki tasdikin kalkmasıyla imandan çıkar. Kalpteki tasdiki değiştirme ise ancak yapılan günahı helâl saymak veya o hükmü alaya almakla gerçekleşir. Tasdik değişmeyince de kâfir olmamaktadır.
----2. Âyetlerde günahkârlara “Ey inananlar” (el-Bakara, 2/178; el-Mâide, 5/90; el-Hucurât, 49/9) diye hitap edilmiştir. Bu da büyük günah işleyenlerin mümin olduklarını gösterir.
----3. Asr-ı saadetten günümüze büyük günah işlemiş ve tövbe etmemiş olsa bile, ölen her müslüman için, günahkâr veya günahsız ayrımı yapılmaksızın cenaze namazı kılınmış ve müslüman kabristanına defnedilmiştir.
 
Küfür ve Şirk
Küfür
İnsanlar inanç bakımından, mü’min, müşrik ya da kâfirdirler. Küfürde asıl olan iman esaslarının reddedilmesi veya yalanlanmasıdır.
Bir kimsenin kalben mü’min oluşunun tespiti âhirette gerçekleşecek bir durumdur. nitekim “Size selâm verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sen mümin değilsin demeyin”( en-Nisâ 4/94) âyeti ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “İnsanlar Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse, can ve mal güvenliğine sahip olurlar hadisi, imanını diliyle ikrar ettiği veya davranışlarına yansıttığı sürece herkesin İslâm toplumunun tabii bir üyesi kabul edilmesi gerektiğinin göstergesidir.
Şirk
Şirk, tevhidin zıddı söz veya fiille bunu dışa yansıtmaktır. Zat, sıfat ve fiillerinde Allah’a ortak koşmaktır. Bu durumda müteâl varlık Allah’a alternatif kabul edilen her şey birer şirktir.
Kuran şirki bir takım kısımlara ayrılmaktadır:
----a) Şirk-i istiklâlî: Mecûsîler ve Seneviyye gibi Allah’tan başka bir varlığa tapma şeklinde tezahür eder.
----b) Şirk-i teb’iz: Ulûhiyyeti kısımlara ayırmadan ibarettir. Allahâ inanmakla birlikte O’ndan başka ortaklar kabul etmektir. Hıritiyanların teslis akidesi buna örnektir.
----c) Şirk-i takrîb: Allah’a yakın olmak için aracı varlıklar kabul etmektir. Putların şefaatçi Allah’a ulaşmada aracı kabul edilmeleri bunun örneğidir.
----d) Şirk-i taklîd: Kutsal kabul edileni kişi ya da kurumlara tapmaktır. Örneğin Yahudi ve Hıristiyanlar din adamlarını ulûhiyyet konumuna yükseltip tapmaktadırlar.
----e) Şirk-i esbâb: Sebebleri ilahlaştırmaktır. Allah’ın iradesini devre dışı bırakarak, olaylardaki sebeb sonuç arasında zorunlu bir ilişki görerek, tabiatı mutlaklaştırmaktır.
Materyalist düşüncenin tabiat kanunlarını olayların tek nedeni görmesi buna örnektir.
----f) Bir diğer şirk çeşidi, gizli şirktir. Amellerdeki gösteriş ve riya bunun örneğidir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

özal
Sun 6 December 2015, 01:17 pm GMT +0200
selamunaleykum ilimdünyasına yeni üye oldum yukardakı iman konusunu ödev olarak hazırladım ama hocam kaynak ıstedı sızden rıcan kaynak verebılır mısınız

admin
Sun 6 December 2015, 06:34 pm GMT +0200
ve aleykümüsselam o özeti zamanında okurken hazırlayan yada yayınlayan editöre mesaj atarız dönüş yapmasını bekleyiniz. Konu üzerinden takip yapınız.

neslihan
Sun 6 December 2015, 09:28 pm GMT +0200
Kaynak Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sistematik Kelam Pdf ders özeti