- Sistematik Kelam 3.Ünite

Adsense kodları


Sistematik Kelam 3.Ünite

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Tue 3 July 2012, 07:37 pm GMT +0200
SİSTEMATİK KELAM-3-

 
İNANÇ KONULARINA YAKLAŞIM METOTLARI
 
METOTLAR
· Metot, muayyen bir neticeye varmak ve hakikate ulaşmak için fikrimizi idare eden kaideler mecmuasıdır.
· Kelâmcılar bunun için “tarîk” kelimesini kullanırlar ve şöyle tarif ederler : “Doğru bîr tefekkür vâsıtasıyla neticeye ulaştıran şeydir.”
Gazzâlî kendi biyografisini ve İslami ilimlerdeki metodunu da anlattığı meşhur eseri el-münkizu mine’d-dalal’da metot konusunda Kelâmcılar, batınîler, filozoflar, mutasavvıflardan bahsetmekte bu konuda selefiyye’den ayrıca söz etmemektedir. el-Kanunu’l-küllî fi’t-tevîl isimli eserinde ise bu konudaki görüşleri akli düşünce ve nakli düşünceyi öne çıkarmalarına göre gruplara ayırmaktadır. Beşli bir gruplamaya tabi tuttuğu bu sistemde Gazzâlî önceki eserinde sözünü ettiği mutasavvıflara yer vermemiştir. Bu sınıflamada metot konusunda grupları şu şekilde sınıflamıştır:
 
1. Daima aklı ön plâna alanlar ve nakle yer vermeyenler,
2. Daima nakli ön plâna alanlar ve akla yer vermeyenler,
3. Aklı esas almakla beraber nakli ona tabi kılanlar,
4. Nakli esas almakla beraber aklı ona tâbi kılanlar,
5. Aklı da nakli de birer esas olarak kabul eden ve aralarında bir çelişki ve tutarsızlık görmeyenler.
· İzmirli İsmail Hakkı ise bu görüş sahiplerini, selefîler, kelâmcılar, filozoflar, mutasavvıflar ve bâtınîler olmak üzere beş gruba ayırmaktadır.
· İslam düşüncesinde metotlarıyla öne çıkan ve diğerlerinden farklılık gösterenleri, selefiyye, kelâmcılar, Sûfiyye, Felsefeciler olmak üzere ele almak mümkündür.
· İslâm dinine intisap iddiasında bulunmalarına rağmen ehl-î sünnet tarafından İslâm dışı kabul edilen ve İsmâiliyye, Bâtıniyye, Ta’lîmiyye gibi çeşitli lakaplarla anılan fırkanın, bilgilerin ancak, peygamber gibi ma’sûm olan imamın ta’lîmi ile öğrenilebileceğine inandıkları metotları hakkındaki görüşleri âlimler tarafından dikkate değer bulunmamıştır.
 
Selefiyye
· Selefiyyeden maksat, Sahabe ve Tabiun devrinde yaşayan Müslümanlardır. Ancak asıl isme konu olan husus daha sonraları onlar gibi düşünen İslam bilginleri ve onların izledikleri yolu sürdürmedir. Buradan hareketle diğer sahalarda olduğu gibi akaidde de Rasulüllah ve ashabının yolunu teslimiyet ve ihlâs ile takip eden Tabiîn, mezheb imamları, büyük fukahâ ve muhaddisîn ile her asırda az da olsa seçkin bir zümrenin benimsediği metot selef metodu olarak benimsenmiştir. “Sahabe ve tâbiîn mezhebinde bulunan fakih ve muhaddislerin yolu” şeklinde de tanımlanmış, “ehl-i sünnet-i hâssa”olarak da anılmıştır.
· Bu mezhebin ana eksenini nakle mutlak bağlılığı kendilerine düstur edinen bir metot olmasıdır. Selef fıkıhta Kur’an ve Sünnete tabi idi. Kur’an ve Sünnetin genel hükümleri karşısında yeni hadiselerin ortaya çıkmasında rey/akla müracaat ediyorlardı. Ancak itikadi konularda ise akla ve reye başvurmazlardı. Kur’an ve Sünnetin beyan ettiklerini; âyette ve sahih sünnette vârid olan her şeyi, metnin zahirini aynen benimserlerdi.
· Gazzâlî İlcamu’l-avâm an ilmi’l-kelâm adlı eserinde selefin ilkeleri olarak zikrettiği görüşlerinin genel bir değerlendirilmesionların itikadi konulardaki izledikleri metotlarını ortaya koyma bakımından önemlidir.
· Genel olarak Selefiyyenin metotlarının bir yansıması olan bu görüşler şunlardır:
 
a. Takdis: Allah kendi zatını nasıl tavsif etmişse öyledir. Cismiyyetten uzaktır.
b. Tasdik: Kur’an ve sahîh sünnette Allah ne şekilde nitelenmişse öylece kabul edip, inanmak.
c. Aczini itiraf etmek: Âyet ve hadîslerde Allah’ın sıfatları olarak bildirilenleri anlayamayanların, bu konudaki acziyetlerini itiraf ederek, “Bunları ancak Allah bilir” demeleri.
 
d. Sükût: Müteşabihler konusunda soru sormamak. Anlamlarının ne olduğunu araştırmamak gerekir. Hz. Peygamber kader konusuyla ilgilenmeyi ashabına yasaklamıştır.
 
e. İmsak: Müteşabihler üzerinde te’vil ve tefsie yapmamak, bunlar üzerinde değişiklik yapmamak, o ifadeleri azaltıp çoğaltmamak gerekir.
 
f. Keff: Müteşabih âyet ve hadîslerin yorumu ile kalben dahi meşgul olmamak, onlar hakkında düşünmemek.
 
g. Ma‘rifet ehlini teslim: Halkın, kendisinin bilemediği şeyleri, Hz. Peygamberin, sahabîlerin ve bu işin uzmanı olan bilginlerin bilebileceklerini kabul etmeleri gerekir.
· Bu düşünce nassların zâhiri üzere ele alındığında bizi Allah’ı yaratıklara benzetme ve cisim sayma sonucuna götüren haberi sıfatları (yed, vech, istivâ gibi) olduğu gibi kabul etme, sonucuna götürmüştür.
· İmam Mâlik’e (ö. 179/795) bu konuda “Cenab-ı Hak Kur’an’da, ‘Rahmân Arş’a istiva etti’ (Tâhâ 20/5) buyuruyor, nasıl istivâ etti?”, diye sorulmuş o da, “İstiva malumdur (âyetle sabittir ve bilinmektedir), mahiyeti ve keyfiyeti ise bilinemez. Allah’ın Arş’a istivâ ettiğine inanmak farzdır. İç yüzü ve keyfiyeti hakkında soru sormak da bid’attir”, diye cevaplamıştır.
· Selefiyyeye göre dinin bütün inanç ve ibadet meselelerinin nasslara dayanması gerekir. Çünkü, Allah, inanılması gereken hükümleri vahiyle bildirdiği gibi onları ispat ve takviye edecek aklî istidlâllere de nasslarda işaret edilmiştir.
· İbn Teymiyye’ye göre doğru ve sahîh nakille, dış çevrenin olumsuzluklarından arınmış/sarîh akıl asla çelişmez/taâruz etmez. Öyleyse böyle bir durumda te’vîle de lüzum yoktur. Şayet akıl ile nakil arasında taâruz göze çarpıyorsa ya akıl sarih veya nakil sahîh değildir.
· Selfiyyenin asıl karşı çıktığı haberi sıfatların tevili, felsefî delillerin, Aristo mantığının, Kitap ve Sünnette bulunmayan terimlerin usûlüd’d-dîn’de kullanılmasıdır.
 
Kelâm Metotu
· İslâm tefekkür tarihinde kelâm metodunu, ilk defa, ikinci hicrî asır ortalarında Mu‘tezile kullanmış, Eş’arî (ö. 324/936) ve Mâtürîdî (ö. 333/944} ile birlikte kurumsal bir hale gelen ehl-i sünnet kelâmı bu metodu devam ettirmiştir. Başlangıçta akla daha az yer verilirken, Gazzâlî’yle (ö. 505/1111) birlikte Müteahhirîn dönemi kelâmcılarınca akla daha fazla yer verilmiştir.
· Kelâm ilminde duyular, doğru haber ve akıl insan için bilgi edinme yolları, bilgi kaynakları olarak kabul edilmiş, doğrudan doğruya dinî akîdelerin kendisini teşkîl eden “mesâil”in tesbitinde haber-i sâdık kullanılmıştır.
· Böylece kelâm ilminde hem nakil, hem akıl ve hem de his metodu benimsenmiştir.
· Kelâmda yukarıda sözü edilen üç bilgi kaynağının genel hatlarıyla temel özellikleri şunlarıdır:
 
1. Sağlam Duyular (Havâs-ı selîme)
Duyularla elde edilen bilgiler, aklın, doğruluğuna apaçık hüküm verdiği zorunlu bilgilerdir.
 
2. Doğru Haber (Haber-i Sâdık)
· Bir hakikatin ifadesi olan doğru haberler de, kelâmda bilgi kaynaklarındandır. Çünkü dînî bilgilerin çoğu nakle dayanan “haber-i sâdık” yoluyla elde edilmiştir.
· Örneğin Kur’an-ı kerîmle, Hz. Peygamberin vahye dayanan sünneti, ölümden sonra dirilmenin ve yeni hayat kurulacağı… gibi
Haber-i Sâdık iki kısımdır:
 
 
2.1. Mütevâtir haber:
· Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan büyük bir topluluğun bildirdikleri haberlerdir. Bu topluluğun belirli bir sayıyla kayıtlanması şart değildir.
· Mütevâtir haberlerin zorunlu ve kesin bir bilgi ifade etmesi için iki şartının bulunması gerekir:
1. Habere konu olan şeyin, hisse ve müşahedeye; duyu organlarıyla bilinmesi gereken, bizzat görülen veya işitilen şeylerden olmalıdır.
2. Verilen haber aklen imkânsız olmamalıdır, aklın mümkün gördüğü hususlardan olmalıdır.
Mütevâtir olmayan “Meşhur” veya “âhad” hükmündeki haberler, yakîn ifade eden kesin delillerden sayılmaz, akâid konularında delil olarak kullanılmaz.
 
 
2.2. Resûlün haberi (Haber-i Resûl)
· Peygamberlik ancak mucize göstermekle sabit olur.Mucize göstermezden önce peygamberin verdiği haber zorunlu olmayıp, nazari, istidlâlidir.
 
2.3. Akıl
Akıl da kelâmda bilgi vasıtalarındandır. Akıl değişik şekillerde tanımlanmakla birlikte en yaygın olanı insana (nefs-i nâtıkaya) mahsus bir kuvvet olduğudur.
 
 
Tasavvufî metodu
· Mutasavvıfların benimsemiş olduğu bu metodun bariz özelliği, dini bilgilerin elde edilmesinde benimsenen en önemli kaynak olarak keşf ve ilhamın benimsenmiş olmasıdır.
· Mutasavvıfların genel kanaati kulun kendi gayret ve çabalarıyla, iyi bir insan olmak için çalışacak Cenab-ı hak, bir lütuf olarak ona ilham ve marifetle ihsanını bahşedecektir.
· Kulun tesirinin olmadığı, insanın kalbine birdenbire doğuveren bu bilgiler, mevhibe-i ilahiye, eltâf-ı rabbaniye olan, vehbî bilgilerdir.
· Mutasavvıfların keşf ve ilhama dayalı olarak geliştirdikleri bu bilgi anlayışları kelâmcılar tarafından gerçeğe ulaştırıcı objektif bir metot olarak kabul edilmemiştir.Sadece peygamberlerin ilhamları kabul edilir.
· Eş’arî düşünceyi izleyen müelliflerde; Gazzâlî (ö. 505/1111), Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210), Seyfüddîn Âmidî (ö. 631/1233) gibi kelâmcılar, keşf ve ilhamla yakînî bilgilerin elde edilebileceğini kabul etmektedirler.
· Tasavvuf alimleri de, eserlerinin bir çoğunu akaid konularıyla başlatmışlardır.
· Nitekim Sünnî tasavvuf düşüncesinin doğuşundan itibaren bu sahada bir çok eser yazılmıştır.
· Bunlardan, Hâris el-Muhasibî (ö. 243/857), Hakim et-Tirmizî (ö. 320/932), Serrâc’ın (ö. 378/988) -el-lum‘a’sını, Ebû Tâlib el-Mekkî’nin (ö. 386/996) Kûtu’l-kulûb adlı eserini, Sülemî’nin (ö. 412/1021) , Tabâkât’ını, Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072), er-Risâle isimli çalışmasını, Hucvîrî’nin (ö. 470/1077), Keşfu’l-mahcûb’unu, Gazzâli’nin (ö. 505/1111), el-Munkizu mine’d-dalâl gibi eserleri anabiliriz.
· Söz konusu çalışmalar arasından Kelâbâzî’nin (ö. 380/990) et-Ta’arruf adlı eseri konumuz bağlamında dikkat çekicidir. Müellif, akaidin temel alanında yer alan konularda görüşlerini bildirir.
· Kelâbâzî (ö. 380/990), hakiki sufileri överek ve sahtelerini yererek eserine başlamış, doğduğu tarihten itibaren şüphe ile bakılan Sünni tasavvuf ile Sünni akideleri arasında var olduğuna inandığı uyumu ortaya koymaya çalışarak, müteşerriler ile mutasvavvıfları uzlaştırmak istemiş, bu sebeple –belki- ilk nazarda konu ile fazla ilgisi bulunmadığı zannedilen akâide ait bir çok meseleyi sırf bu maksatla eserine almıştır9. Kuşeyrî, er- Risâle’sinde akaid konularına yer ayırmaz. Ancak onun bu konuya tahsis edilmiş el- Füsûl gibi müstakil risaleleri olduğu bilinmektedir.
 
 
 
Felsefî Metot
· İslâm tarihinde aklî ve felsefî tefekkürü ilk olarak zemin hazırlayanların Mutezile olduğunu söylemek mümkündür. İ’tizal hareketinin hemen akabinde, Emevîler devrinin sonlarında, “ulûm-i kadîme” tercüme edilmeye başlanmış, bu tercüme hareketinden bir asır el-Kindî'yi (ö. 252/ 866), Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ’yla (ö. 428/1037) islâm felsefesi teşekkül etmiştir.
· Gazzâlî (ö. 505/1111) ve İbn Rüşd (ö. 595/1198) felsefî düşüncelerin odağında Meşşâî geleneğin aleyhinde ve lehinde olmak, İslâm inançlarına aykırı görülmesi yönünden sonraki dönemleri etkileyecek bir tartışmanın başlangıcını oluşturmuşlardır.
· Bir mütekellim ve hatta bir filozof olarak Gazzâlî, İslâm filozoflarının, İslâm akaidini alâkadar eden ilâhiyat ve tabîîyat sahasındaki görüşlerini ele almış, bunların akıl ve dinkarşısındaki tutarsızlıklarını ortaya koymağa çalışmıştır.
· Gazzâlî’nin tenkitleri karşısında İbn Rüşd, felsefeyi müdafaa etmiş, buna mukabil kelâmcıların, akla ve dine aykırı düşen görüşlerini tenkide tâbi tutmuştur.
· İbn Rüşd’ün kanaatine göre Kur’an, hakikatleri muhatapların seviyesiyle uygun olarak ya burhan, ya cedel veya hitabet ile sunmuştur. Bunların içinden burhan metodunu izleyen filozoflar olmuştur. Selefiyye hitabetle iktifa etmiş, kelâmcılar ise cedeli benimsemiştir.
· İbn Rüşd, zâhiri üzere bırakılırsa bizi teşbîhe ve hatta küfre götürecek olan nassların, burhân ehli ve delilden anlayan kişiler için te’vil edilmesini zorunlu görür.
· Düşünce düzeyleri burhan seviyesine ulaşmamış halk için bu tür nassların te’vilini uygun görmez, sakıncalı bulur. Buna gerekçe olarak da, nassın zahirinin te'vîl edilmesinin bir takım sakıncalar doğurabileceğidir.
· Bu genel düşünceler ışığında felsefî metotla, nakli hareket noktası kabul eden dinî metot arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz:
1. Dinî metot daha sağlamdır. Felsefi metot, sadece felsefî kıyas ve burhâna dayanırken, dinî metot hem vahye ve hem duyulara, hem de akla dayanır.
2. Felsefî metot daha özel ve şahsî, dinî metot daha geneldir.
3. Felsefeciler kendi aralarında bile fikir birliğine varamadıkları için, felsefî metodun sonu buhrandır. Dinî metotta ise teslimiyetle gönül huzuruna ve kalp dinginliğine ulaşılır.
 
 
ÖZET

Kelâmcılar metotlarını bilgiye ulaşmada bilgi kaynaklarına dair belirledikleri esaslarla
sistemleştimişlerdir. Onlara göre bilgiyi elde etmenin vasıtaları sağlam duyular
(Havâss-ı selîme), doğru haber (Haber-i sâdık), ve akıldır.