- Sistematik Kelam 2.Ünite

Adsense kodları


Sistematik Kelam 2.Ünite

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Tue 3 July 2012, 07:36 pm GMT +0200
SİSTEMATİK KELAM -2-
           
 
DELİL VE DELİL TÜRLERİ
Delil nedir?
v Sözlükte, irşad etmek, rehberlik etmek, yol göstermek gibi anlamlara gelen “delâlet” kökünden mübalağa ifade eden bir sıfattır.
v  Delil, insanın gayesi olan ve doğru yola ulaşmasını sağlayan, şeydir
v  Delil bir şeyi ispatlayan, medlûl delille ispatlanan, delillendirilmiş olandır. İstidlal ise, delil istemek, Bir konuda kanıtlara dayanarak sonuç çıkarma, çıkarımda bulunmaktır.
v  İlk dönem kelam âlimlerince delil bu anlamıyla kanıtlanması istenene ulaştırıcı bir kıstas kabul edilmiştir.
 
Delil türleri
v Delil, aklî-naklî, kat’î-zannî, burhân-hatâbe olmak üzere birkaç şekilde sınıflandırılmıştır.
 
1. Bilginin Kaynağına Göre Deliller
v  Kelam bilginin kaynağı açısından aklî ve naklî olmak üzere ikiye ayrılır.
 
1.1. Aklî delil
v  Aklî delil aklın genel ilkelerine dayanır.
v  Nefiy ve ispat, vücup ve imkân, mükemmellik ve eksiklik ilkeleri bu prensipler arasında en temel ilkelerdir.
v Bu genel ilkeler çerçevesinde aklî delil için söylenmesi gereken en temel özellik adı üstünde aklî olmaktır ve bütün öncüllerinin akla dayanmasıdır. Meselâ “Âlem değişkendir, her değişken sonradan yaratılmıştır” cümlesi bir aklî delildir.
v Mantıkçılar, öncülleri kesin bilgilerden oluşan aklî delillere burhan, meşhürât veya müsellemâttan
oluşanlara cedel, zanniyât veya makbülâttan oluşanlara hitabet, vehmiyâttan oluşanlara safsata/mugâlata, muhayyelâttan oluşanlara da şiir adını verirler.
v  Kelâmcılara göre aklî delile dayanarak hiçbir itikadî esas vazedilemez.
v Aklî delil kesin olursa burhân, zannî olursa hatâbe/thitabe adını alır. Burhânı ancak âlim, zeki ve kültürlü kimseler anlarlar. Hatâbe ise, karşılıklı konuşmalarda kullanılan, daha çok halkın anlayabileceği bir delildir.
v Hatâbe burhânın aksine, münazara ve cedele dayanıklı değildir, itiraza elverişlidir, iknâî bir karakter taşır. Hatabî delil ile inatçı olmayan, kafası aksi fikirlerle karışmamış olan kişiler ikna edilebilir. Burhân ise tartışma ve cedele dayanıklı bir delildir. Halkın birçoğu aklî burhanları kavrayamaz.
v Kur’ân-ı Kerîm, her düzeyden insana hitap eden bir ilâhî kitap olduğu için hem burhânî hem de hatâbî karakter taşıyan delilleri kapsamaktadır.
 
1.2. Naklî delil ve Özellikleri
v Bütün öncülleri nakle dayananır. Sübûtu, özellikle İslâm’ın ilk dönemlerinde işitmeye bağlı olduğundan “sem’î delil"” diye anıldığı gibi “lafzî delil” diye de adlandırılmıştır.
v Bilgiyi nakledenin doğru söylediği ancak akıl yoluyla bilinebileceğinden bu tür deliller “naklî-aklî delil” diye de adlandırılmıştır.
v Kelâm âlimlerince, itikadî konulara ilişkin naklî deliller denilince ilk akla gelen Kur’ânı Kerîm ve hadislerdir.
v Sünnetin önemi Kur’anla sabittir“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.
v  Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr 59/7)
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”( Nisâ 4/80)
v  Sünnet mütevatir, meşhur, âhâd kısımlarına ayrılır.
v  Mütevatir haber olarak da isimlendirilen bu hadisler Hz. Peygamberden tevatür yoluyla bize kadar intikal etmişlerdir ve haklarında ihlilaf edilmemiştir.
v   “Meşhur” hadisler ise başlangıçta “âhâd” hükmünde olmasına rağmen, daha sonraları; ikinci ve üçüncü asırlarda tevâtür derecesine ulaşarak şöhret bulan hadislerdir. Meşhur hadisler temelde kesin bilgi vermez. Ancak Hz. Peygamberin ashabının yalan söylememeleri gerçeğinden hareketle bu hadisler itimad edilen hadisler olarak kabul edilmiştir. Buna dayalı meşhur hadislerle amel etmenin gerekliliği kabul edilmiştir.
v  Âhâd hadislere gelince bu hadisler Hz. Peygamberden bir ya da birkaç kişi tarafından rivayet edilen hadislerdir. Ayrıca ilk üç devirde tevatür derecesine de ulaşamamışlardır.
v  Bu hadislerle amel edilmekle birlikte kesin bilgi vermezler. Zannîdirler.
v  Tevatür derecesine ulaşmamış âhâd hadislerin özellikle itikâdî hükümler konusunda delil edip etmeyeceği konusunda farklı değerlendirmeler yapılmıştır
v  Eşariyye ve Mâtürîdiyye âlimlerinin çoğu, âhâd derecesinde de olsa değişik rivayet yollarıyla doğrulukları sabit olmuş hadisleri, Kur’an’ın ruhuna ve genel telakkisine aykırı düşmemek şartıyla akaidin delilleri arasında kabul etmişlerdir. Mu’tezile âlimlerinin bir kısmı akaidde hadisleri bütünüyle reddederken bu âlimlerin ekserisi, bazı şartlara bağlı olarak nübüvvetin mucize ile kanıtlanması ve âhiret halleri gibi konularda hadislerle istidlal etmiştir.
v Şer’î delillerden kıyas ve icma ise özellikle fıkhî konularda delil olarak kabul edilmiş, kesin delillerle sabit olan zaman ve mekâna göre değişmeyen dinin sabiteleri olan itikâdî konularda uygulanması kabul edilmemiştir.
 
1.2.1. Kesinlik ifade edip etmeme bakımından naklî/dinî delilin kısımları
           1. Bir kısım deliller hem sübûtu yani lafızları, hem de bu lafızların işaret ettikleri manâları kat’î olan naklî delillerdir. Bunlar muhkem ve müfesser Kur’an-ı kerîm âyetleriyle mütevâtir derecesinde olan ve müfesser olan hadislerdir. Bunlardan elde edilen hükümler mükelleften bir şeyin yapılmasını istediği emir cinsinden hükümler ise bunlar farz olan hükümlerdir. Mükelleften mutlak anlamda yapılması istenir. Elde edilen hükümler bir şeyin yapılmamasını isteyen hükümlerse bunlar da haram olan hükümlerdir ve mükellefin kesinlikle yapması gerekir. Örneğin “namaz kılınız, zekât veriniz!” emirleri
          2. Delillerin bazıları da sübûtu kat’î, manâya delâleti zannîdir. Bu delillerin lafızları kesin olmakla birlikte, bu lafızların gösterdiği manalar zannîdir. müfesser olmayan; anlamları açık olmayan Kur’an-ı kerîm âyetleridir. Böyle delillerden Bunlar da bir kaç mânâya gelebilme ihtimali olan müteşâbih ve çıkarılan hüküm emir cinsinden olursa “vâcib”, nehiy cinsinden olursa “tahrimen mekrûh” diye adlandırılmıştır
          3. Bir diğer naklî delil türü sübûtu zannî, manâya delâleti kat’î olan delildir. Bu deliller aracılığıyla elde edilen hükümler emir türünden olursa sünnet, nehiy cinsinden olursa mekrûh diye isimlendirilirler.
          4. Sübûtu da manâya delâleti de zannî olan deliller. Lafızları dab u lafızların manaya delâletleri de zannîdir. Birkaç manâya ihtimali olan ahâd hadislerle şâz hadisler bu gruptandır. Bu delillerden çıkarılan hükümler, mükelleften bir şeyin yapılmasına dair bir tlep bildiriyorsa “müstehab”, yapılmaması isteniyorsa “tenzihen mekrûh” olarak adlandırılırlar.
 
2. Sonuçların Değeri Açısından Deliller
v  Sonuçları yönünden de naklî delil ya kat’î veya zannî olur.
v  Buna gore kat’î delil, medlûlden farklı delildir. İşaret ettiği şeyden farklı ihtimalleri kaldıramayan delile ise zannî delil denir. ve aykırı ihtimalleri ve alternatifleri ortadan kaldıran, şüphe edilmez bir tarzda kabul edilen Kur’ân âyetleri ile tevatür derecesine ulaşmış hadisler, anlamları üzerinde görüş ayrılığı bulunmuyorsa inanç konularında delil olarak kullanılır. Mütevatir olmayan meşhûr ve âhâd haberler kelâm ilminde kesin delil kabul edilmezler.
 
Yakîni bilginin dereceleri
     Yakîni bilginin de, zihninde oluşturduğu anlam ve kesinlik bakımından üç derecesi vardır:
 
a) İlm’l-yakîn: Akli olarak bilgisine sahip olduğumuz bir şeyin zihnimizde oluşturduğu kesinlik, bu türden bir bilgidir.
 
b) Ayne’l-yakîn: Hakkında bilgi sahibi olduğumuz herhangi bir eşyanın, duyu organlarımızla algılanması, tecrübe sahamıza girmesidir.
 
c) Hakka’l-yakîn: Aklen hakkında bilgi sahibi olup onayladığımız ve tecrübe alanımıza dahil ettiğimiz bir şeyi, bizzat kendimize mal ederek işin hakikatine ermektir. yakîni bilginin temel özelliği şüpheden arınmış olmasıdır.
 
DELİLLENDİRME/İSTİDLÂL YÖNTEMLERİ
v  Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Arapça’da delâlet kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olan delil “yol gösteren”, “doğru yola ve doğru sonuca götüren”, “gerçeğe ulaştıran” şeydir. “Delil getirmek, delil kullanmak, akıl yürütmek anlamlarına gelen istidlâl, delilin işaret ettiği sonucu (medlûlü) ispat etmek için delil getirmek ve ileri sürmektir” diye de tanımlanmıştır.
v  Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde de görülmektedir.
 
1. Felsefe ve mantıkta kullanılan istidlâller
     1.1. Ta’lîl (Tümdengelim, Burhân-ı limmî, Mantıkî kıyas, Deduction)
Küllîden cüz’iye (bütünden parçaya), müessirden esere (etkin olandan edilgene), illetten ma’lûle (sebepten sonuca) geçiş metodudur.
Bütün insanlar ölümlüdür.
Ali de bir insandır.
O halde Ali de ölümlüdür
     1.2. İstikra (Tümevarım, Burhân-ı innî, Endüction)
Parçadan bütüne, sonuçtan sebebe, eserden etkin olana varış yöntemidir.
Ali, Hasan, Nuri ölümlüdür.
Ali Hasan, Nuri birer insandır.
O halde bütün insanlar ölümlüdür.
    1.3. Temsîl (Fıkhî kıyas, Analoji)
Parçadan parçaya, eserden esere geçiş yolu, iki şey arasındaki benzerliğe dayanıp, birisi hakkında verilen bir hükmü diğeri hakkında da vermektir.
 
2. Kelâmda kullanılan istidlal türleri
   2.1. Dilin kelimelere verdiği belli manalarla istidlal etmek
v  Dilde o kelimeden ne anlaşılıyorsa onu öylece anlamak gerekir. Ancak Yüce Allah ve Hz. Peygamber bir kelimeye sözlük anlamının dışında bir anlam vermiş ve onu dinî bir terim olarak açıklamışlarsa veya bu kelime dil kuralları doğrultusunda mecazî bir anlam yüklü ise o takdirde sözlük anlamının dışında ele alınabilir.
v  Konuyla ilgili olarak Ebû’l-Hasan el-Eş’arî’nin insane fiilleriyle ilgili yaklaşımını örnek verebiliriz. Ona göre tüm fiiller Allah’ın yaratmasıyladır. Hayır/iyi olan fiiller Allah’ın yaratmasıyladır şer/kötü olan fiiller başkasının yaratmasıyladır denilemez. Zira yaratılan her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Fakat sebebsiz bir şekilde “şer Allah’tandır” demenin bir manası yoktur.
v Dil ile istidlalden maksat Bâtınıyye’nin ulu orta, dilin ifade ettiği anlamları göz ardı edilerek, çok yersiz te’villerinin önüne geçilmesidir.
 
2.2. Şahidin Gaibe Delil Getirilmesi
v Algı ve gözlem alanımız (şahid) içindeki bir hususun hükmünü, aralarındaki illet benzerliği sebebiyle algı ve gözlem alanımız dışındaki (gâib) bir hususa da vermektir.
v Meselâ, bir kimseye âlim denilmesi kendisinde ilim sıfatı bulunması sebebiyledir. Allah teâlâ da kendisini âlim diye nitelediğine göre, O’nun da bir ilim sıfatının olmasına hükmedilmesi böyledir.
v Kelâmcılar “gâibin, şahide kıyas edilmesi” yerine, şâhide dayanarak gâible ilgili bir hüküm vermeyi tercih etmişlerdir.
 
2.3. İnikâs’ı-edille
v Bâkıllânî’ye nispet edilen bir istidlâl şeklidir. Bu delile göre bir meseleyi ispat eden delilin çürüklüğü ortaya konuldu mu ispat ettiği mesele de gerçek olmaktan çıkmaktadır. Yaygın ifadeyle “Delilin butlanından medlûlün de butlanı lâzım gelir.” “Ma lâ Delîle aleyhi Yecibu Nefyühu” tarzında da bilinir. Ali Sami en-Neşşâr’a göre bu metot iki aşamaya dayanır:
a)- -Başka bir delil bulunamayıncaya kadar delilleri araştırırlar.
b)- -İkinci durum da birinci durum gibi sonuçlanır. Sonuçta delille medlûl aynı olduğu anlaşılır. Zira deliller çürütülmüş başka bir delil kalmamıştır.
v Bakıllânî’ye nispet edilen bu delil mantık ilmine aykırı bulunmuş ve özellikle Gazzâlî tarafından “Delilin butlanından medlûlün de butlanı lazım gelmez” denilerek bu görüşe karşı çıkılmıştır.
v İn’ikas-i edille metodu bu haliyle kelâmcılarca eleştirilere de konu olmuştur. Örneğin Cüveynî’ye göre Allah’ın varlığının ispatına dair ileri sürülebilecek bir delilin geçersizliği, doğrudan Allahın varlığının nefyine değil, Allah hakkında verilen bir iddianın geçersizliğine delil teşkil edebilir.
v Cüveynî’nin ifadesiyle delilin yokluğu,yokluğun kanıtı olamaz. Zira nefy ile adem aynı değildir.
v  Âmidî’ de bunu eleştirenlerdendir.
 
2.4. Sebr ve taksim metodu
v   Herhangi bir konuda düşünülebilecek ihtimaller sıralanır. Yanlış olanlar tespit edilirse, geriye kalan ihtimalin doğruluğu ispatlanmış olur. Konuyla ilgili en yaygın örnek âlemin yaratılp yaratılmadığıdır. Buna göre eğer biz âlemin ezelî olmadığını ortaya koyarsak, onun yaratılmış olduğunu ispat etmiş oluruz. Zira bir şeyin hem kıdemine ve hem de hudûsuna hükmedilemez.
v Kelâm kaynaklarında Allah’ın birliğiyle ilgili olarak çokça zikredilen “Eğer yerde gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu.” âyetinden hareketle ortaya konulan delil “burhan-ı temânu/irade çatışması” olarak adlandırılmıştır.
 
 
 
 
2.5. İhtilaflıyı Anlaşılana kıyas
v Eş’arî, Mutezileyi ilzam etmek için Allah’ın kudretinin ve yaratmasının genel oluşunu, ilminin genel oluşuna kıyas etmiştir. “(O) gökleri ve yeri yoktan var edendir. O’nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur, her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi bilendir.” (En’am 6/102) âyetinde yer alan “Allah’ın bilgisinin sınırsızlığını anlatan “her şey” anlamına gelen “kül” kelimesinden hareketle Allah’ın bilgisini genel anlamda kullandıkları halde, yine Kur’an’da ifade edilen Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve her şeye kâdir olduğu anlatılırken geçen “kül” kelimesini Allahın yaratma ve kudretinin umumi oluşuna mukayese etmektedirler.
v  Allah’ın “ilim”, “yaratma” ve “kudret” sıfatları aynı umumî formlarla kullanılmaktadır. O halde aralarında fark bulunmamaktadır. Birine inanılıyorsa aynı kıyastan hareketle diğerinin de kabul edilmesi gerekir.
 
2.6. Bir şeyin sıhhati ve fesadıyla, benzeri bir şeyin sıhhat ve fesadına hükmetmek
v  Buradaki amaç bir şeyin doğruluğundan hareketle benzerinin de doğruluğuna hükmetmeye, delil getirmektir.
v Müteahhirîn devri kelâmcıları, hangi alana ait olursa olsun delilin klasik mantıkta esasları belirlenen kıyas şekillerinden birine göre düzenlenmesinin gerektiği hususunda birleşmişlerdir.
v Mütekaddimîn dönemi kelâmcılarınca benimsenen ilkeleri eleştirip terk etmişler, gözlem ve deneye dayanan deliller yerine ta’lîlî kıyası kullanmışlardır. Zira onlara göre salt akıl ilkelerine dayanan delil duyu verilerine dayanan delilden daha doğrudur.
v  İbn Rüşd'e göre ise, itikadî konularda birleşik deliller yerine tek öncüllü basit deliller
kullanmak hem bilginlerin hem de halkın anlayıp faydalanması açısından daha
uygundur.
 
ÖZET
Naklî delil de kat’î ve zannîdir. Delillendirmeye konu olandan ihtimalleri ortadan kaldıran ve şüphe edilemeyen naklî deliller kat’î, ihtimalleri ortadan kaldıramayan ve şüpheli olan naklî deliller de zannîdirler
Aklî deliller de kesinlik ifade ettiği takdirde burhân, zannî olma durumunda hatabe adlandırılmıştır. Âlim, entelektüel düzeydekiler için burhan bir delil olarak kullanılırken, halk düzeyinde olanlar ise daha çok hatabe delil olarak kullanılmıştır.
Bu yönüyle Kur’an burhânî ve hem de hatabî karakter taşıyan, akla ve gönüllere hitap eden delilleri kapsamaktadır.
Bu delillerden en yaygın olarak, dilin kelimelere verdiği belli manalarla istidlal etmek, şahidin gaibe delil getirilmesi, inikâs’ı-edille, sebr ve taksim metodu İhtilaflıyı Anlaşılana kıyas, Bir şeyin sıhhati ve fesadıyla, benzeri bir şeyin sıhhat ve fesadına hükmetmek, delilleri kullandıkları anlaşılmaktadır.
Mütekaddimîn dönemi kelâmcılarınca gözlem ve deney esas alınmış, duyu verilerinin bilgisine itimat edilmiş, kullanılan delillerde mantıki esaslar temel alınmamıştır.
Müteahhirin döneminde ise kelâmcılarca mantıki biçimlere
dah fazla önem verilmiştir. Bunda felsefî dilin hakim olmasının etkisi görüldüğü
anlaşılmaktadır.
Ayrıca salt akıl ilkelerine dayanan delilin duyu verilerine dayanan
delilden daha doğru olduğu ilkesi temel alınmıştır.