Hadice
Thu 2 December 2010, 04:25 pm GMT +0200
Şikayete Hakkımız Var mı?
Yetmiş basamaklı bir minareye çıkardılar onu.
Her basamağa da bir tane altın bıraktılar.
Basamakları çıktıkça hem bir altın kazanıyor, hem de bir adım yukarı yükseliyordu.
Bütün basamakları çıktı, en son basamağa ulaştı. Artık minarenin başındaydı. Hem yetmiş tane altını olmuş, hem de çok yüksek bir yere ulaşmıştı.
Çevresine baktı, gözüne daha yüksek minareler ilişti. Bir âh çekti içinden ve "Neden buradayım, niye şu yüz basamaklı minareye çıkmadım, benim hakkım burası mı?" demeye başladı. Bulunduğu yeri beğenmiyor, kanaat etmiyordu.
Ona dediler: "Hakkına razı ol, bunu bulamayanlar da var. Bu kadar nimete ulaşamayanlar da var. Sen haline şükret, şikâyet etme, kimseye dert yanma. Seni bu minareye çıkaran, her basamağına bir altın koyan var. Önce ona teşekkür et ve haline razı ol, kanaat et."
İşte hepimiz böyle bir minarenin başındayız, her basamağında da Yüce Allah bizlere altın kıymetinde yüzlerce imkân ve nimetler vermiş.
Şu anda dünyaya gelmemiş olabilirdik, yaratılmamış olabilirdik. Ama varız.
Yokluktan varlığa çıktık, dünyaya geldik, yani gönderildik.
Hayat nimetini tattık. Hayattayız, canlıyız ve yaşıyoruz.
Taş, toprak olmadık, odun, kütük de olmadık.
Yani cansız bir varlık değiliz, hayatımız var, ruhumuz var.
Bir ağaç olabilirdik, bir bitki olabilirdik, bir yaprak da olabilirdik.
Canlıyız. Canlı olmasına canlıyız ama, bir hayvan olabilirdik, bir karınca, bir örümcek, bir arı da olabilirdik. Ama değiliz.
Bu kadar yaratıklar içinde insan olduk, insan olarak yaraüldık, insanlık nimetini tattık ve iyi ki insanız, elhamdülillah...
Üstelik insanlık kadar bir büyük nimete daha erdik, Müslüman olduk, Müslüman olarak yaşıyoruz.
Bizi Yaratanı tanıdık, Ona kul olduk, Onu sevdik ve seviyoruz.
Küfürde ve inançsızlıkta kalmadık, mü'min olduk, inanan bir insan olduk.
Sağlıklı, sağlam vücutlu, aklı, şuuru yerinde bir insanız.
Daha nelerimiz var, nelerimiz? Saymakla bitmez.
Bu kadar nimet karşısında ağzımızdan dökülen tek kelime: Şükür. Hamdolsun yâ Rabbi, bana her şey verdin.
Ama ne kadar da az şükrediyoruz, değil mi? Belki halinden tek şikâyet eden, bulunduğu duruma razı olmayan tek varlık varsa, o da biz insanlarız herhalde.
•
Oysa madenler hallerinden memnundur, "Niye bitki olmadık?" diye şikâyet edemezler. Belki maden olarak var edildikleri için Yaratıcılarına şükrederler, kendi dillerine göre...
Bitkiler de bulundukları duruma razıdırlar. "Neden hayvan olmadık?" diye şikâyetlerini duymazsınız. Belki var olmuşlar, bir de belli oranda bir hayatları vardır. Hallerinden memnundurlar ve Rablerine şükrederler kendi dillerince...
Hayvanlar da öyle: "Biz niçin insan olmadık?" diye bir dertleri yoktur zavallıcıkların. Çünkü hem hayatları var, hem de ruhları. Tek yapacakları şey varsa, o da Yaratıcılarına şükretmek...
Zaten bu kadar üst üste, iç içe, alt alta, yan yana, dopdolu nimetlerin bolca, çokça ve bitmemecesine verilmesinin tek sebebi vardır, o da Verene şükretmek, nimetlerin Ondan geldiğini bilmek, Ondan razı olmak ve Onu razı etmek...
Onu sevmek, hem de çok sevmek, sonsuza kadar, sonsuz bir duygu ile sevmek, sonsuzlukta
Onunla buluşuncaya, sonsuzlukta Ona kavuşuncaya kadar...
Ne şikâyet etmeye hakkımız var, ne yakınmaya; ne dövünmeye hakkımız var, ne de ağlayıp sızlanmaya...
Çünkü hiçbir nimeti sipariş vermedik, Allah'tan gelen hiçbir nimete bedel ödemedik, para pul harcamadık.
Bu kadar sonsuz sayıda verdiği nimetlere karşılık Allah bizden sadece şükür istiyor, bizden sevgi istiyor, itaat istiyor, ibadet istiyor, Kendisini tanımamızı istiyor.
Böyle yaptığımız için de üstelik Cenneti vereceğini vaad ediyor.
(Yirmi Sekizinci Mektup'tan)
Yazar: Mehmed Paksu