- Sihir ve Büyüye Dair

Adsense kodları


Sihir ve Büyüye Dair

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 2 November 2011, 09:14 pm GMT +0200
Sihir ve Büyüye Dair


Mayıs 2005 - 77.sayı



Hüseyin OKUR
kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

Her fırsatta bilimin, bilginin aydınlığından söz edildiği çağımızda, büyü ve sihire ilgi azalmıyor, aksine artıyor. Bu yoldan iş yürütmek isteyen “pazarlamacı” ve “müşteri” sayısı o kadar arttı ki, iş büyük bir sektöre dönüştü. Bu durumda sihir ve büyünün aslının ne olduğunu, dinimizin konuyu nasıl değerlendirdiğini bilmemiz gerekiyor.

Sihir Arapça bir kelimedir ve hem büyüyü hem de göz yanılması diye tarif edebileceğimiz “ illüzyon ” kelimesinin anlamını kapsar. Günlük dilde anlamları belli farklılıklar göstermekle beraber sihir ve büyü kelimelerinin her ikisini de kullanıyoruz.

Peşinen belirtelim ki, anlamları ya da türleri ne olursa olsun, büyü ya da sihir kapsamına giren her türlü faaliyet dinimizce yasaklanmıştır.

Sihir ve büyünün kaynağı


Sihir ve büyü, kısaca, insanları isteklerinin dışında gayri tabii bazı yöntem ve tekniklerle etki altına almak şeklinde tanımlanabilir. Bu tarz uygulamalar çok eski toplumlardan bu yana görülmektedir.

Büyü ve sihrin tarihi Hz. Süleyman a.s. dönemlerine kadar gidiyor. Bazı müfessirlere göre, Süleyman a.s.' ın toplumu yönetmekte zorlandığı bir sırada cin şeytanları iyice azıtmı ş, insanları dinden çıkarmak için çeşitli hilelere başvurmuşlardır. Meydana gelen ve gelecek kimi olaylarla ilgili elde ettikleri bazı bilgileri yalan da katarak özellikle kâhinlere öğretmişler, kâhinler de bu bilgilerle sihir ve büyü kitapları yazmışlardı. Cin şeytanlarının bazı olaylarda isabet etmiş olmaları abartılarak, cinlerin gaybı bildiğine dair bir kanaat oluşturulmak istenmi şti.

Süleyman a.s. tekrar gücüne kavuşup otoritesini sağlayınca fitne ortadan kaldırıldı ve insanların elinde bulunan büyü kitapları toplatılarak onun tahtının altında bir mahzene kondu. Fakat Süleyman a.s.' ın vefatından bir süre sonra bu kitaplar bulunarak yine ortaya çıkarıldı. Ayrıca inkârcılar bu kitapları delil olarak gösterip, “Süleyman peygamber değil, sihirbaz imiş” iftirasını yaymaya çalıştılar.

İnsanları etki altına almak için kullanılan ve bu sebeple de insanlık onur ve haysiyetinden en uzak işlerden biri olan sihir konusu, Kur'an-ı Kerim'de Hârut ve Mârut kıssasında da geçiyor. Harut ve Marut adlı melekler insanlara bazı şeyler öğretmiş ve öğrettiklerinin kötüye kullanılmamasını öğütlemişlerdir.

Bakara Suresi'nin 102'nci ayetinin meali şöyledir:

“Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir için de kullanılabilecek bilgileri) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!”

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayetin tefsirinde şunları söylüyor:

Melekler sihir öğretir mi?


“Bilindiği gibi, meleklerin insanlara öğrettikleri ya vahiy veya ilham demektir. Hârut ile Mârut'un Cibril gibi vahiy meleklerinden olduklarına dair herhangi bir delil yoktur. Bilakis ayet bunları her şeyden önce bilgi getiren melekler değil, bilgi gönderilen melekler şeklinde gösterdiği için, nüzulde aşağı derecedeki meleklerden oldukları açıktır. Şu halde öğrettiklerinin de peygamberlere gelen vahiy derecesinde olmayıp, ilham cinsinden olduğu aşikârdır. İlham ise herkese olabilir.

Demek oluyor ki, eski bir medeniyet merkezi olan Babil şehri ahalisinden birtakım kimseler, iki şekilde, böyle iki ilâhi kuvvet ile ilhama mazhar olmuşlar, bu sayede hilkatteki gizli sırlardan bazı harika ve acaip şeyler öğrenmişler ve öğrenirken bunların şerre de müsait olduğunu, şu halde kötüye kullanılmasının küfür olacağını da öğrenmişlerdir. O halde bu iki meleğe indirilen ve Babil halkından bir çoğuna ilham yoluyla öğretilen bu şeyler haddizatında sihir değil idi. Fakat sihir olarak da kullanılabilir ve böyle kullanılınca da katıksız küfür olurdu. Bunun için ayette bunun sihir olduğu ifade edilmiştir.

Aslında her bilgi böyledir. Haddizatında ilmin hepsi hürmete şayandır. Fakat büyüklüğü ölçüsünde ve ilim olması bakımından hayra ve şerre müsaittir. İlim ne kadar derin ve ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nisbette büyük olur. Bundan dolayıdır ki, hakikatin kendisi olan Hak Din'i ve doğru yolu isbat ve destek için Allah tarafından lutfedilen mucizeler ve kerametler, diğer ilimler, hikmetler ve fenler bahane edilerek alemde ne kadar küfürler, ilhad ve melanetler yayılmıştır. Aslında bunların hepsi küfür ve haram olan sihir cinsine dahil edilebilir. Bu ise ilmin, bizzat kendisindeki ilmi niteliğinden dolayı değil, ortaya çıkardığı pratik sonuçları dolayısıyladır. İlimler iyiye kullanılırsa zehirlerden ilaç yapılır, kötüye kullanıldığı takdirde de ilaçlardan zehir elde edilir. Hatta bundan dolayı birçok din alimleri , gerek bu ayetten, gerek genel olarak ilim hakkındaki diğer ayetlerden şu sonucu çıkarmı ş lardır : Özünde haram olan hiçbir ilim yoktur. Hatta şerrinden korunmak için sihir bile öğrenmek haram değildir. Ancak yapmak haramdır ve hatta küfürdür. Bunun öğretimi de bu şarta bağlı bulunmak gerekir.

Nitekim ayette önce sihir öğretimi mutlak olarak küfür gibi gösterilmiş iken, “biz bir fitneyiz, yani bu öğreteceğimiz şeyler fitneye müsaittir ve kötüye kullanılması da küfürdür” cümlesiyle bu mutlaklık şarta bağlanmı ştır. Hasılı sihrin niteliği asıl pratik açıdan ve amelî bakımdandır ve sihir tatbikî bir ilimdir, bir şer ve tezvir sanatıdır. Bu sanat pratikte ve tatbikatta bazı hakiki bilgilere dayalı olabilir ve o bilgilerin kötüye kullanılması ile sihir yapılır. Mesela; bugün elektrik konusu önemli bir bilim dalı, çok önemli bir tekniktir. Bunun kötüye kullanılmasından ve şerre alet edilmesinden dolayı tatbikatta bundan birçok sihirler yapılabilir. Lakin bunun böyle olmasından dolayı, elektrik ilminin haddi zatında bir sihir olması lazım gelmez.

İşte Babil'de Hârut ile Mârut'a ilham ile öğretilen şeyler de buna benzer şeyler olduğu anlaşılıyor. Bunun için ayette bunlar esasında meleklere mahsus kıymetli şeyler olarak gösterilmi ş, fakat öğretim ve öğrenim şekliyle ve uygulamasında fitneye de müsait bulunmasından dolayı şeytanî olan sihre dahil edilmiştir.

Demek ki, sihir sırf şeytanî bir şeydir ve bu başlıca iki kısımdır: Birisi şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları pisliklerdir. Diğeri ise Babil'deki gibi, esasında meleklere mahsus olan bazı yüce bilgilerle acaip tekniklerin şeytanca kötüye kullanılmasıdır.

......

Melek sihir öğretmez, fakat meleklerin hayır için öğrettikleri ve ilham ettikleri gerçekler, küfür ehlinin ve şeytanların elinde şer ve fitne çıkarmak için sihir olarak da kullanılabilir. Nitekim bunu evvela Babilliler yaptılar. Anlaşıldığı kadarıyla bunlar, bu iki meleğin ilhamıyle keşfedip belledikleri semavî ve arzî , ruhani ve cismani kuvvetleri ve bunların kaynaştırılmasından meydana gelen bazı teknikleri, yıldızlara ve tabiata isnad ederek küfre girdiler.

......

Ayet bize gösteriyor ki, sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; fikirleri bozar, kalpleri çeler, ahlâkı perişan eder, toplumların altını üstüne getirirler. Şu halde sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır. Ve böyle sihirbazlardan sakınmalıdır. ‘Bununla beraber bunları yapanlar, Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezler.' Çünkü gerçek tesir ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatte , ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne melektedir. Hakiki müessir ancak ve ancak Allah'tır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O'nun izni ile meydana gelir. O halde her şeyden önce Allah'dan korkmalı ve Allah'a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allah'ın kitabına sarılmalıdır.”

İnsanın bilgiyle imtihanı

Hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak amentünün şartlarındandır. Haramları ve helalleri belirleyen de yine O'dur . Kısaca, yaratan da, yasaklayan da Allah'tır. Bu durum, insana bir özellik ve temayül olarak verildiği halde, yapılmasında Cenab -ı Hakk'ın rızasının olmadığı işlere benzer. Hırsızlık, zina yapmak, adam öldürmek gibi...

Şu halde sihir ve büyü gibi kötü maksatlar için de kullanılabilecek bilgiler bir imtihan vesilesi olarak insanlara öğretilmiş, fakat yapılması ve tabi olunması yasaklanmıştır. Her kim bu yasağı çiğnerse onun ahiretten nasibinin olmadığı bildirilmiştir.

Diğer taraftan Hz. Musa a.s.'ın Firavun'un büyücüleriyle giriştiği mücadele sonrasında, büyücülerin hemen Hz. Musa'nın peygamberliğine iman etmeleri, vahyin yüceliğine ve büyü ile ilgili bilgilerinin insanların hayrına geçemeyecek zavallı bir ilim olduğuna bir delil ve işarettir. Hakkın yanında bâtıl zavallı durumdadır.

Bir imtihan dünyasında yaşıyoruz. Azim bir emanetin ağırlığı omuzlarımızda. Böyleyken bazı insanlar taşımaları çok güç bazı ilimleri de öğrenmeye kalkışıyor. Yapmanın, uygulamanın ateşle eşdeğer olduğunu bildikleri halde sihir ve büyü öğrenmeye cür'et edenler, kendilerini nasıl bir badireye attıklarını bir kez daha düşünmeliler. Kişiyi ateşe götüreceği ayetle sabit olan bir ilmin insanın bilgi dağarcığında bulunması ne korkutucu!

Sahibini ancak cehenneme yaklaştıran bir ilmi kim öğrenmek ister? Ayette buyuruluyor ki: “...Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!”

İşte imtihanın en can alıcı yeri! Öyle ki birini elde etmek için diğerinden vazgeçmek gerekiyor. Bâtıla uyanların haktan nasibi kalmıyor. Hakka tabi olmak da bâtıldan uzaklaşmanın tek yolu olarak duruyor. Ve sihre inanıp ona müşteri olanlar, bedelini ebedi hayatlarıyla ödüyorlar.



    Peygamberimiz'e de Büyü Yapıldı


    Sihir ve büyünün bir hakikatinin bulunduğunu İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu kabul etmişlerdir. Nitekim sahih kaynaklarda yer alan bilgilere göre Rasulullah s.a.v.'e de büyü yapılmış ve bir süre bu büyünün tesirinde kalmıştır.

    Hz. Ai şe r.a. anlatıyor:

    Hz. Peygamber'e yahudiler tarafından büyü yapıldı. Öyle ki, Rasulullah yapmadığı bir şeyi yaptığı vehmine düşüyordu. Bir gün benim yanımda iken Allah'a dua etti, sonra tekrar dua etti. Ve dedi ki:

    - Âişe , hissettin mi, sorduğum hususta Allah bana hüküm verdi.

    - Hangi hususta Ey Allah'ın Rasulü , dedim.

    - İki kişi bana gelip, biri baş ucumda, diğeri de ayak tarafımda oturdu. Biri diğerine: “Bu zatın rahatsızlığı nedir?” dedi. Öbürü: “Büyüdür!” dedi. Önceki tekrar sordu: “Kim büyüledi?” Diğeri: “ Lebîd b. A'sam adındaki Züreykoğullarından bir yahudi .” diye cevap verdi. Öbürü: “Büyüyü neye yaptı?” dedi. Arkadaşı: “Bir tarakla saç döküntüsüne ve bir de erkek hurma tomurcuğunun içine.” cevabını verdi. Diğeri: “ Pekala , şimdi nerede?” diye sordu. Arkadaşı: “ Zervân kuyusunda.” cevabını verdi.

    Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. ashabından bir grupla birlikte kuyuya gitti, ona baktı, kuyunun üzerinde bir hurma vardı. Sonra benim yanıma dönüp:

    - Ey Âişe ! Allah'a yemin olsun, kuyunun suyu sanki kına ıslatılmış gibi (bulanık) ve (o kuyu ile sulanan) hurma ağaçlarının başları da sanki şeytanların başları gibiydi, dedi. Ben:

    - Ey Allah'ın Rasulü , onu kuyudan çıkardın mı, diye sordum.

    - Hayır , dedi ve ilave etti: Bana gelince, Allah bana afiyet lütfetti ve şifa verdi. Ben halka bir kötülük gelmesine sebep olmasından korktum. (Buharî, Müslim)