- Sıhhat Ve Hüküm İtibariyle

Adsense kodları


Sıhhat Ve Hüküm İtibariyle

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 29 December 2011, 07:30 pm GMT +0200
3. Sıhhat Ve Hüküm İtibariyle:


Bu taksimin altına Âhad hadis grubu girmektedir. Bunlar da genel olarak üçe ayrılır:

a. Sahih Hadis: Şöyle tarif edilmiştir: Şâzz ve muallel olmayarak isnadı Hz. Peygamber'e veya sahabeden birine yahut daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adalet ve zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi adalet ve zabt sa­hibi kimselerden muttasıl senedlerle rivayet ettikleri hadistir.[210]

Tarif, sahih hadis için şu dört şartı ihtiva etmektedir. Bunlar:

1. Sahih hadis müsned olacak yani senedi kesintisiz olacaktır.

2. Râvilerinin tamamı âdil ve zabıt (öğrendiğini eksik­siz belleyen ve nakleden) kimseler olacak.

3. Şâzz olmayacak (yani sika bir râvînin kendisi gibi sika râvilere muhalif olarak naklettiği hadis olmayacak.)

4. Dış görünüşü itibariyle sahih görünmekle birlikte konunun uzmanlarınca farkedilebilecek gizli bir kusur taşımıyor (illetli: muallel değil) olacak.

Bu şartlar tahakkuk etmedikçe ya da biri eksik olunca hadis sahih olmaktan çıkar. Ancak bazı âlimler bir hadisin sahih olabilmesi için bu şartlara başka şartlar da ilave etmiş­lerdir. Bunları Ahmed Naim Tecrid-i Sarih Tercümesi'nde şöyle belirtir:[211]

1. Hâkim Ulûmu'l-Hadis'inde: "Sahih'in râvisi, hadis ilmine intisap etmiş olmakla şöhret bulmuş olmalı" der.

2. Sem'ânî'nin Kavât’ında zikrettiğine göre, "Ravînin fehm ve marifet, kesret-i semâ ve ehl-i hadis ile devamlı mü­zakere üzere olduğu ma'rûf olması lazımdır.

3. Bazıları hadisi, râvî lafızla değil de mânâsı ile rivayet ediyorsa hadisin manasını bilen bir kimse olması şart ko­şulmuştur.

4. İmam-ı Azam Ebû Hanife'ye göre hadisin sahih ola­bilmesi için, râvinin fakih olması da şart koşulmuştur.

5. Buhârî her râvînin kendi şeyhinden semâı olduğu­nun (işittiğinin) sabit olmasını da şart koşar. Râvî ile kendisinden hadis nakledilen kimsenin yalnız muasır olmalarını yeterli görmeyip bir de görüşmüş olduklarının sübûtu şart­tır, der.

6. Bazıları: "Bir hadisin sahih olabilmesi için râvisinin o hadisi rivayet ettikten sonra hilafı ile amel etmemiş olması da şarttır. Binaenaleyh bu kaydın tarif içine konulması gere­kir" demişlerse de buna da hacet yoktur. Zira râvinin kendi rivayetinden sonra rivayet ettiği haberin içeriğiyle amel etmemesi, esasen râvînin cerhedilmesini gerektiren illetler­dendir.

7. Bir hadisin isnadı yukarıdaki şartlara haiz olmasa da ulemâca telakkî bi'1-kabul olmuş (kabul ile karşılanmış) ise hüccet sayılır diyenler de vardır. Ibn Abdilber (463/1071), Ebû İshak Isfirâînî (418/1027) ve Ebû Bekr bin Fevrek (= Fûrek) (406/1015) bu kanaattedirler. Son iki alim şöyle de­mişlerdir: "Bir hadisin sıhhati hadis imamları katında meş­hur olmasından belli olur."

8. Sözleri kabûl-i âmmeye mazhar olmamış (pek itibâr görmemiş) bazı ulemâ, rivayeti şehâdet mertebesinde tutup adl ve zabıt olan râvinin münferid olmamasını, hadisin sıh­hati için şart koşmuşlardır. Nitekim, Mu'tezilenin ileri gelen­lerinden Ali el-Cübbâî (303/915): "Adlin rivayet ettiği haber kendisine diğer bir adlin rivayeti  munzamm olmadıkça (eklenmedikçe), yani Kitabullah'ın zahiri ile sabit olan başka bir haberin zahiri ile desteklenmedikçe, yahut da sahabe ara­sında yaygın veya bazı sahabece onunla amel edilmiş olma­dıkça kabul olmaz" diyor. Cumhuru fukahâ ve muhaddisîn ise tek kişinin şehâdeti makbul olmamakla beraber sika ol­mak şartıyla rivayetini makbul sayarlar.

Burada bir hususu ifade etmek istiyoruz: Görüldüğü gibi bir hadisin sıhhat durumunu tesbit etmek için gerçekten

çok ciddî, çok mâkul şartlar ileri sürülmüştür. Fakat bu şartların bir kısmı bir hadis bilgininin veya fakihin kendi ileri sürmüş olduğu şartlardır. Onun içindir ki hadislerin sıhhat durumu belli bazı ortak şartlar belirlenmiş olmasına rağmen daha çok ictihâdîdir. Her ne kadar ümmetin telakkî bi'1-kabul ettiği makbul ve sahih hadisleri toplayan kitaplar (Kütüb-i sitte veya Kütüb-i tis'a gibi, İbn Hıbban'ın Ibn Huzeyme'nin sahihi gibi) olsa da günümüz teknolojisinden de faydalanarak en azından merhum Muhammed Fuat Abdülbâkî'nin yaptığı gibi hadis imamlarının, ittifak ettikleri hadisleri, daha geniş bir çerçevede toplayarak yeni çalışmalar yapılarak ümmetin hizmetine sunulabilir. Ayrıca hadis imamlarının bir hadisin sahihliğini tesbit etmek için ileri sürmüş oldukları şartlar in­celenerek ortak noktalar tesbit edilip o istikamette çalışmalar yapılabilir.

Sahih hadis, yukarıda zikrettiğimiz (Senedin kesintisiz olması, râvilerin tamamının adalet ve zabt sahibi olması, şâzz olmaması ve illetle olmaması) şartları en üst seviyede içinde bulunduruyorsa böyle hadislere Sahih lizâtihî denir. Mutlak olarak "sahih" denilince de sahih lizâtihî anlaşılır. Eğer makbuliyet sıfatlarını tamamen ihtiva etmiyor ancak dışarıdan bir destek yardımıyla (âdıd) sahih olmuşsa, böyle hadislere de Sahih Liğayrihî denir.[212]

Sahih hadisin hükmü: Hadisçiler, hadis ehlinden ka­bul edilen fukaha ve usûlcüler sahih hadisin hüccet (delil) olduğu ve onunla amel etmenin vacip olduğu konusunda icmâ etmişlerdir. Hadis ister tek bir râvî, ister onunla beraber bir başkası rivayet etmiş olsun isterse tevatür derecesine var­mamış üç ve daha fazla kişinin rivâyetiyle meşhur olmuş ol­sun.

Âlimler, sahih hadisle helaller ve haramlar konusunda amel etmenin vacip oluşu konusunda ittifak elmiş olmalarına rağmen, itikadı konularda ihtilaf etmişlerdir. Âlimlerin çoğu, itikâdî konular ancak yakîn ifade eden kesin bilgi ile is­pat edilir ki o da; "Kur'an-ı Kerim ayetleri ve mütevâtir sünnettir" görüşündedirler. Ehl-i sünnet âlimlerinden bazıları ve İbn Hazm ez-Zâhirî (456/1064) sahih hadisin ilmi yakîn ifade ettiğini ve dolayısıyla îtikadî konularda da onunla amel et­menin vacip olduğu kanaatindedirler.[213] Ancak sika da olsa hiç bir râvînin hataya düşmekten korunmuş (:masum) olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır."[214]

b. Hasen Hadis: Şâzz ve illetten salim olarak zabtı mü­kemmel olmayan râviler tarafından rivayet edilen hadistir. Hasen hadis tabiri hakkında Tirmizi şu tarifi yapıyor: "İsna­dında yalanla itham edilmiş hiçbir kimse bulunmamakla be­raber şâzz da olmayan ve kendi gibisi diğer tariklerden de ri­vayet edilen hadis bize göre hasen hadistir."[215] Bu tarife göre, isnâdındakı râvileri içinde fahiş bir galat ve hata vasıf­lanmayacak derecede seyyiü'1-hıfz (hıfzı kötü), yahut hak­kında ne cerh ne de ta'dil nakledilmemiş, yahut kendisini kimi cerh kimi ta'dil etmiş iken hakkında cerh ve ta'dil cihet­lerinden hiç biri tercih edilmemiş mestûru'1-hal (durumu bilinmiyor), yine (an'ane) ile hadiste tedlis yapan bir müdellis bulunursa o hadis hasen olmuş olur.[216] Hasen hadise, hasen denmesi, râvilerine gösterilen hüsnü zandan dolayı­dır."[217]

Mutlak olarak söylenen "hasen hadis" sözüyle, lizâtihî hasen hadis kasdedilir. Hadisin senedindeki râvilerinden biri çok hata yapacak kadar dalgın ve kizb (yalan) ile müttehem olmamakla beraber, ehliyetli ve ehliyetsiz olduğu anlaşılma­yacak kadar kapalı olan hadis ise, ligayrihî hasen hadis olur.[218]

Hasen hadisin hükmü: Bütün fakihlere göre kendi­siyle amel edilmesi ve ihticâcı konusunda makbuldür. Hadisçilerin ve Usûlcülerin büyük bir kısımı da aynı görüşte­dirler.[219] Hasen li-gayrihi de hadisçiler ve usûlcülerin cumhuruna göre hüccettir, onunla amel edilir. Aslında hasen li-gayrihi zayıf hadislerden olmasına rağmen başka tariklerden gelen rivayetlerle desteklendiği ve onu zayıflık derecesine indiren durum (ravinin ezberinin kötü olması, gaflet hali gibi) zail olmuştur.[220]

c. Zayıf Hadis: Makbul hadis şartlarını taşımayan ha­dise zayıf hadis denir. Makbul hadisin şartları ise sahih ve hasen hadisin taşıdığı şartlardır. Bunlar: Râvînin adaleti, Ra­vinin zabtı, senedin ittisali (kesintisiz oluşu), şâzz olmaması, gizli bir illetle ma'lül olmaması ve hadisin başka bir yönden rivayet edilerek desteklenmiş olması.[221] Bu şartları taşı­mayan hadis zayıf hadistir. Zayıf hadislerin çeşitleri çoktur. Kendi aralarında dereceleri bulunan zayıf hadislerin çeşitleri hakkında İbn Hacer el-Askalânî (852/1448): "Bu taksime ve çeşitlerinin ne olduğuna şimdi muttalî değiliz" derken[222] Ebû Hatim bin Hıbban el-Büstî (354/965) yaptığı taksiminde 49'a çıkarmış[223], el-lrâkî (806/1403) 42 olarak tesbit etmiştir[224], bu sayıyı 128 hatta 510'a kadar çıkaranlar vardır.[225]

Zayıf hadisin  hükmü: Konu çok geniş olmakla birlikte kısaca özetlersek:

1. Zayıf hadisle mutlak olarak helaller, haramlar konu­sunda amel edilir. İmam Ahmed bin Hanbel ve Ebû Davud bu görüştedirler. Tabiki bu, gayr-i şedid bir zayıflığa sahip olan hadisler içindir.

2. Zayıf hadislerle fezâil konusunda amel edilmesi müstehaptır. Fukaha ve muhaddislerin çoğu bu görüştedir. Nevevî, Aliyyu'1-Kâri ve İbn Hacer el-Heytemî gibi.

3. Mutlak olarak zayıf hadisle amel edilmez. Ne fezâil konusunda ne de bazı helaller ve haramlar konusunda. Ebü Bekir bin el-Arabî bu görüştedir.[226]

Hanefiler kural olarak zayıf hadisle amel edilebileceğini ve bunun kıyas ve rey'e tercih edileceğini söylemişlerdir.[227]

Hadis âlimleri, mevzu (uydurma) hadisler hariç zayıf hadisleri terhîb ve tergîb (sakındırma ve teşvik etme) konularında rivayete cevaz vermişlerdir. Ancak rivayet sırasında da gerekli titizlik gösterilmiştir. Hadisi rivayet ederken Hz, Peygamber'e nisbet etme konusunda kesinlik ifade eden lafız­lar kullanmamışlar (Rasûlüllah (s.a.) buyurdu, emretti, şöyle yaptı gibi.), bilakis Rasûlüllah'tan rivayet olundu, vârid oldu, naklediliyor... gibi lafızlar kullanmışlardır.[228]


[210] Subhi es-Salih, a.g.e., s.145 (krş. M. Y. Kandemir, Hadis Istılahları, s.119); Ibn Salah, a.g.e., s.11-12; Itır, N., a.g.e., s.242; Suyûtî, Tedrîb, I, 43.

[211] Ahmed Naim, a.g.e., I, 202-205 (özetlenerek)

[212] Subhi es-Salih, a.g.e., s. 146; Kâsımî, Kavâidü't-Tahdîs, s.80.

[213] Itır, N., a.g.e., s.245; Subhi es-Salih, a.g.e., s.156; A. M. Şâkir, el-Bâisû'I-Hasîs, s.37.

[214] Çakan, I.L., a.g.e., s.125.

[215] Ibn Salah, a.g.e., s.30 (krş. Itır, N.'.in sayfa altındaki dipnotu).

[216] Ahmed Naim, a.g.e., I, 242.

[217] Kâsımi, a.g.e., s.102; Itır, N., a.g.e., s.271.

[218] Subhi es-Salih, a.g.e., s.156 (krş. M. Y. Kandemir, Hadis Istılahları, s.129)

[219] Itır, N., a.g.e., s.271.

[220] Itır, N., a.g.e., s.271.

[221] İbn Salah, a.g.e., s.41; Itır, N., a.g.e., s.286.

[222] Ahmed Naim, a.g.e., 1, 270; Suyûtî, Tedrîb, I, 144.

[223] İbn Salah, a.g.e., s.41.

[224] Suyûtî, a.g.e., I, 144.

[225] Ahmed Naim, a.g.e., I, 270; Itır, N., a.g.e., s.287 (Muhammed es-Semâhî 510’a çıkarmıştır.)

[226] Itır, N., a.g.e., s.293-294.

[227] Toksan, Ali, a.g.e., s.201.

[228] Itır, N., a.g.e., s.297 (özetle). Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 79-85.