ezelinur
Mon 5 April 2010, 08:46 pm GMT +0200
Sıfatullah´ın Nev´ileri
A) Sıfatı Nefsiyye Vücud Sıfatı
B) Sıfât-I Selbîyye Kıdem Sıfatı
Bekaa Sıfatı
Muhalefetün - Lil - Havadis
Kıyam Binefsihi
Vahdaniyet Sıfatı
Şlrkin Manası Ve Nev´îleri
C) Sıfatı Sübütiyye (Sıfatı Meânî)
Selefiyye Mezhebi
Eş´ariyye Mezhebi
Mû´tezile Mkzhebi
Hayat Sıfatı
İlim Sıfatı
İrade Sıfatı
Kudret Ve Tekvin Sıfatları
Sem´ Ve Basar (İşitmek Ve Görmek)
Kelam Sıfatı
SIFATULLAH´IN NEV´İLERÎ
A) Sıfatı Nefsiyye Vücud Sıfatı
Bu sıfat, Cenâb-ı Hakk´ın var olduğunu varlığını gerektiren, «Vücûd» ile muttasıl bulunduğunu ifade eder. Allahu Teâlâ´nın varlığı, diğer varlıklar gibi başkasından, başka bir varlık vasıtasiyle olmayıp, ilâhî Vücûdu Zâtının muktezâsı, Zâtının icâbıdır. Yani Vücûdu Yüce Zâtıyla kaimdir, Zâtına vâcibdir; Vücûdu, Zâtının îcâbı olduğu içindir ki, Hak Teâl&´ya «V&cibi´l - Vücûd» denmiştir. Bu sebeple, bazı Kelâm âlimleri vücûd sıfatına, «Sıfat-ı Nefsiyye» adını vermişlerdir.
Çünkü bunlara göre vücûd, hâriçte Zât-ı Îlâhî´nin aynidir. Zâtına zait, Zâtından başka birşey değildir. Bu fikir, Ebu El - Hasan El-Eş´arî, Ebu El-Hüseyin El-Basrî ile, İlâhiyatçı filozofların mezheplerini temsil eder.
Diğer Kelâm âlimleri ise : «Cenâb-ı Hakk´ın vücûdu, Zâtının aynı olmayıp, Zâtı üzerine zâid bir sıfattır. Zât-ı İlâhî bizzat sabittir. Vücûdu ise, bütün sıfatların aslı olan zâti bir sıfattır» derler. Bu iki görüşü de destekleyen birçok deliller varsa da [1]bu konuda en isabetli gördüğümüz rey, «Selefiye» mezhebini temsil eden fikirdir. Bu fikre göre; Cenâb-ı Hakk´ın gerek vücûdu ve gerekse sıfatları, tefekkür ve idrakte Yüce Zâtına tâbidir, yani, nasıl ki Hak Teâlâ´mn Zâtını idrak ve hakikatim bilmek, anlayıp kavramak aklen ´mümkün değildir, Mukaddes Sıfatlarının da hakikatını anlamak, Zât-ı Ilâhî´sinin aynı mı, yoksa ondan ayrı, ona zait birşey mi, olduğu hususunu anlayıp, kavrayabilmek de aklen mümkün değildir [2]
Cenâb-ı Hakk´ın İlâhî Vücudu, gerçekte, ister Zâtının aynı, isterse gayrı olsun, her mükellefe vâcib olan husus; Hak Teâlâ´nın var olduğuna inanmaktır. O halde her şeyden önce, Allahu Teâlâ´nın varlığını aklî delillerle isbat etmek gerekir. İşte bunun içindir ki, bundan önceki bölümde bu hususu isbat eden çeşitli delilleri beyan etmiş bulunuyoruz.
Vücudun zıddı (karşıtı) olan adem, yani varlığın zıddı olan yokluk, Allahu Teâlâ hakkında mümteni´dir. Yokluk, Zât-ı İlâhî için muhal olan noksan sıfatların birincisidir. Çünkü, vücûdu Zâtının îcâbı ve O´na nisbeti aklen vâcib olan bir varlık için yokluk, ne geçmişte, ne de gelecekte tasavvur olunamaz. [3]
B) Sıfât-I Selbîyye Kıdem Sıfatı
Allahu Teâlâ, kıdem sıfatiyle muttasıftır. Yani kadîm´dir, ezelîdir, çünkü Vücûdu, Yüce Zâtının icabı olup, sonradan var olmuş değildir.
0 halde kıdem; varlığı yokluk sebkat etmemek demektir. Yani kıdem; vücûd üzerine geçmiş bir ademi selbetmek (kaldırmak) ve nefyetmektir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Cenâb-ı Hakk´ın var olmadığı bir an, bir zaman tasavvur olunamaz. Bu bakımdan kıdem, Vücûd-ı îlâhî´nin ezelî olması,. yani vücûdunun bir başlangıcı bulunmaması demektir. Kıdem sıfatına, Cenâb-ı Hak´tan Zâtına lâyık olmayan geçmişteki yokluğu selbettiği ve mefhumunda sfelb mânâsı bulunduğu için «Sıfat-ı Selbiyye» denmiştir.
Bu sıfat, hariçte mevcut olan bir sıfat değildir. Bu bakımdan «İtibarî» sayılmıştır.
Allahu Teâlâ´nın Vücûdu Zâtının muktezâsı, yani Zâtına vâcib olduğundan, Vücûdunun kadîm ve ezelî olması Vâcib Teâlâ´ya mahsus olan hükümlerdendir. Çünkü :
1- Eğer Hak Teâlâ kadîm ve ezelî olmasaydı, hadis, yani sonradan var olmuş olurdu. Hadis, varlığını yokluk sebkat etmiş olan, yani yok iken sonradan var olan demektir. Bu sebeple her hadis, kendisini icadeden bir cnuhdise, bir mucide muhtaçtır. Aksi halde yok olan bir şeyin vücûdunu ademine tercih eden bir mürec-cih (tercih edici) olmadan meydana gelmesi gerekirdi ki, bu husus mütefekkirler nazarında bâtıldır.
O halde; Vâeib Teâlâ kadîm olmasaydı, var olmak için kendinden başka bir mucide muhtaç olurdu. Halbuki vâcib, vücûdu Zâ-tının muktezâsı ve icâbı olan demektir. Bu hâle göre vâcib olduğu farzedilen zâtın vâcib olmaması gerekirdi ki, bu netice, muhal olan bir tenakuzdur. Öyle ise, Hak Teâlâ hadis olmayıp, kadimdir.
2- Sonra; Hak Teâlâ kadîm olmayıp hadis olsaydı, bir muh-dise muhtaç olurdu. O muhdis, yani mûcid eğer kadîm ise, işte, Vâ-cibi´l - Vücût bu kadîm olan zat olmuş olur. Fakat o mucidin de hadis olduğu farz edilirse, bu hadisin de başka bir mucide muhtaç olması gerekir. Mucitlerin hep hadis olması ihtimâli, bâtıl olan teselsülü (nihayetsiz bir mucitler silsilesini) gerektirdiğinden, herşeym ilk müessiri ve mucidi olan Hak Teâlâ´nm kadîm olması, yani Vücûdu Zâtının muktezâsı bulunması ve her şeyin O´na istinad etmesi zarurîdir.
Şunu da ifade edelim ki; muhdise, yani mucide, ancak hadis oian, yani vücûdu yokken sonradan var olan şey muhtaçtır. Vücûdu kadîm, yani zâtının muktezâsı olan varlık ise, hadis olan varlık gibi, başka bir mucide muhtaç değildir. Öyle olsaydı, ona vâcibü´l-vücût denmeyip, mümkini´l - vücut denirdi. Halbuki hadis olan bu âlem, yok iken kendiliğinden var olamıyacağı için, vücûdu zâtına vâcib olan, yani varlığının evveli olmayan bir mucide ihtiyaç vardır. O halde o mucidin, yani Allahu Teâlâ´mn kadîm olması, kıdem sıfatıyla muttasıf bulunması zarurîdir.
Kıdem sıfatının zıddı «Hudûs» tur. Kıdem, Hak Teâlâ´mn Zâtı hakkında vâcib olduğundan, zıddı olan hudûs, Cenâb-ı Hak için mümteni´, yani aklen muhaldir. [4]
Bekaa Sıfatı
Bekaa; Hak Teâlâ´mn ebedî olması, yani varlığının sonu olmaması dâima var olması demektir.
Allahu Teâlâ Vacibü´l - Vücût olduğundan, Vücûdu Zâtının muk-tezâsıdır. Bu sebeple O, hem kadîm ve ezelî, hem de bâk! ve ebedîdir. Çünkü, «kıdemi sabit olan bir varlığın bakâsi da vâcib olar.» Yani, ademi (yokluğu) muhal olur.
Bekaa; varlığın sonunda gelecek olan ademi selbetmek, yani yokluğu kaldırmak mânâsını ifade ettiğinden, itibârı olan sıfât-ı selbiyyedendir. Allahu Teâlâ Kur´an-ı Kerîm´de :
«O» evvel ve âhirdir.» [5]
«Kâinattaki herşey fâni (yok olucudur Yalnız Celâl ve ikram sahibi olan Rabbin (Zâtı) bakidir (Ebedidir).» [6]
Buyuruyor, Çünkü vücûdu, Zâtının muktezâsıdır. Zâtın iktiza ve icab ettirdiği şey ise, O Zâttan hiçbir zaman ayrılmaz.
Zira; önce vücûdunu iktizâ eden zât, sonradan ademini (yokluğunu) iktizâ etmez.
Vâcib Teâlâ´mn vücudunu haricî bir kuvvet de yokedemez. Çünkü, kadîm olan Zâttan hâriç olan kuvvet, mutlaka hadis olan bir kuvvettir. Hadis olan kuvvet ise, kadîm olan Zâtın vücûdunu ifna edemez. Zira; Vacibü´l - Vücud olan Hak Teâlâ; kudret sahibi olup, bütün kemâl sıfatlarla muttasiftır. Noksanlık sayılan «acizlikten» münezzehtir. Bu bakımdan O´nu ifna edecek bir kuvvet tasavvur edilemez. Bu suretle de O´nun bekaa sıfatıyla muttasıf olduğu sabit oıur» ,
Bekaa´nın zıddı «fena», yani «Bir sonu olmak» dır. Bu ise Hak Teâlâ hakkında muhaldir. [7]
Muhalefetün - Lil - Havadis
(Sonradan Vücut Bulan Varlıklara Benzememek)
Hak Telâ´nın muttasıf olduğu sıfatlardan biri de; Zâtında ve Sıfatında hiçbir şeye benzememektir. Cenâb-ı Hakk´ın Zâtına vâcib olan bu sıfat, Hak Teâlâ´nm Zât ve Sıfatlarından mümâseleti, yani misli olmayı ve müşâhebeti, yani benzeri olmayı selbettiği (kaldırdığı) ve mefhumunda selb (nefy) mânâsı bulunduğu için, bu sıfat da «tenzihât» denilen «Sıfat-ı Selbiyye»´den sayılmıştır. Bu sebepledir ki, nakîzi olan «Mümaselet ve müşabehet», yani nıisillik ye benzerlik Vacıl fatlardandır.
Teala hakkında mustahıl (muhal) olan noksan si-Allah´m Sıfatları bahsine girerken belirttiğimiz gibi Hak Teâlâ´-nın Zât ve Sıfatlarının hakikatim aklen tasavvur edebilmek ve ilâhî mahiyetini kavramak mümkin olmadığından, mahdud ve sınırlı olan aklımızla O´nu nasıl düşünürsek düşünelim, hayâlimizde ne şekil tasavvur edersek edelim, O, bizim düşündüklerimizden, hayâl ve tasavvurumuzdan geçirdiklerimizin hepsinden başka ve hiçbirine benzemeyen ilâhî bir varlıktır. Zira görebildiğimiz, veya varlığını düşündüğümüz varlıkların hepsi, yok iken, sonradan yaratılan, var olabilmek için başkasına muhtaç olan ve sonunda zeval bulan, yani hadis, fânî ve dâima muhtaç olan noksan varlıklardır. Allahu Teâlâ isev Vücûdu Zâtına vâcib, kadîm ve bakî, yani ezelî, ebedî herşey-den müstağni, her türlü noksandan münezzeh ve bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olan ilâhî ve mukaddes varlıktır. Şüphe yok ki, böyle yüce bir varlık, önce yok iken, sonra var olan, bilâhare tekrar yok olan noksan varlıklara asla benzemez. O halde, ne Zâtı, ne de Sıfatları cihetinden, görülen veya görülmeyen şeylerin hiçbirine benzememek, havadis denilen mümkinâta mümasil olmamak, Hak Teâlâ´nın Yüce Zâtına mahsus olan bir kemâl sıfatıdır.
Nitekim Cenâb-i Hak Zât-ı Ilâhî´sini Kur´an-i Kerîm´inde [8]
«O´nun (Hak Teâlâ´nm) benzeri yoktur. O, herşeyi işiticî ve görücüdür.» mânâsmdaki sözleriyle tavsif etmiş, sevgili Peygamberimiz de «Allahu Teâlâ (senin) aklına gelen her şeyden başkadır.»
Buyurmuştur.
Bu hususu şöyle bir aklî delil ile de isbat edebiliriz :
Eğer Allahu Teâlâ Zât ve Sıfatlarında, sonradan var olan şeylerden birine benzeseydi, o şey gibi sonradan var olan, yani hadis ve başkasına muhtaç fânî bir varlık olurdu. Bu ise muhaldir. Çünkü : Kadim ve bakî (ezelî ve ebedî) olduğu sabit olan bir varlık hadis ve fânî olamaz.[9]
Zira kıdem ile hudûs, baka ile fena birbirinin zıddıdır. Bir şey hem kadîm, hem hadis, fem bakî´, hem de fânî olursa, iki zıddın (nâkîzinj bir yerde içtimâi gerekir ki bu aklen muhaldir. Esasen, başkasına benzemeye muhtaç olan şey, bütün varlıkların aslı ve yaratıcısı olamaz. O halde Cenâb-ı Hak, bütün bu muhalleri gerektiren «Mümaselet ve Müşâbehet»den münezzeh olup, «Muhalefetü´n -Lü - Havadis» sıfatıyla muttasıftır.
Aklın isbat ettiği bu hususu Kur´an-ı Kerîm´de zikredilen birçok âyet de te´kid etmektedir.
Bu tenzîhî sıfat aynı zamanda, Allahu Teâlâ´nın mümkinât denilen varlıklarının sıfatlarından olan ve başka bir varlığa ihtiyacı gerektiren «Cisimlib, cevherlik, arazlık ve cüz´lerden terekküb etmek» gibi cismânî ve maddî haller ile, yemek, içmek, uyumak, oturmak ve kalkmak gibi beşerî fiillerden, hüzün, ferah gibi nefsânî infiallerden (reaksiyonlardan) münezzeh olduğunu ifade eder. Bu sebeple: [10]
Gibi âyet-i kerîmeler, Hak Teâlâ´ya «Yed : El», «Vech : Yüz» [11] ve «İstiva : İstilâ» [12] gibi cismânî ve maddî sıfatlar izafe ettiğinden, Cenâb-ı Hak bu gibi maddî sıfatlardan tenzih edilmiş ve mezkûr âyet-i kerîmelere Zât-ı îlâhî´ye lâyık ve aynı zamanda akla ve Arab dili gramerine uygun olan mecazî mânâlar verilmiştir.
Bu, Müteahhirin Kelâm âlimlerinin mezhebidir. Bunlar âyet-i kerîmelerde geçen «Yed» kelimesine «kudret», «Vech» kelimesine «Zât» ve «İstiva» kelimesine de «İstilâ, ihata ve arşı yaratma» mânâları vermişlerdir.
Selef ulemâsı ise; bu gibi âyetlere mecazî mânâlar vermiyerek, zahirî mânâlarını kabul etmekte, fakat Hak Teâlâ´nın yed ve vechi mahlûkâtmkine benzemez, biz O´nun hakikatini bilemeyiz demektedirler. Bu görüşlerin, delil ve münakaşalarını beyan etmiyerek bu kadarla yetinmeyi kâfi görüyoruz. [13]
Kıyam Binefsihi
Allahu Teâlâ´nın başka bîr zâta veya mekâna muhtaç olmayarak, Zâtı ile kaaim olması, yani «Kayyûmiyyet» sıfatıyla muttasıf bulunması demektir. Bu sıfat, Hak Teâlâ´dan her türlü ihtiyacı sel-bettiği ve mefhumunda selb mânâsı bulunduğu için «Sifât-ı Selbiy-ye»´den sayılan ve Zât-ı İlâhîye vâcib olan bir kemâl sıfatıdır. Bu sebepledir ki, nakîzi olan «Mutlak ihtiyaç», Hak Teâlâ hakkında muhal olan noksan sıfatlardandır.
Şu âlemde bulunan herşey, var olmasında olduğu gibi, varlığının devamında da, kendinden başka bir müessire, bir faile muhtaçtır. Çünkü hiçbir şeyde kendi zâtında var- olmasını gerektiren, vücûdunu zarurî kılan birşey yoktur. Zira varlıkların hepsi, sonradan vücûda gelmiştir. Bu sebeple, bir yaratana ve bir mekâna muhtaçtır. Onun içindir ki vücûdu hadis ve varlığında dâima başkasına muhtaçtır.
Buna mukabil, herşeyin aslı ve yaratıcısı olan Allahu Teâlâ´nın Vücûdu, Zâtının muktezâsı, yani Yüce Zâtı´mn icabıdır. Hak Teâlâ,, Zâtıyla kaaim, varlığında hiçbir şeye muhtaç bulunmadığı içindir ki, Zâtı düşünüldüğü zaman, Vücûdu da ezelî olan Zâtı ile beraber düşünülür. Zira ne Vücûdu Zâtından, ne de Zâtı Vücûdundan ayrı olarak tasavvur olunabilir. Çünkü kâinatın var olabilmesi için, kâinattan ve herşeyden önce, bu kâinatı yaratan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan ezelî bir varlığa ihtiyaç vardır. O da Allahu Teâlâ´dır. Şayet o ilâhî varlık da var olabilmek için başka bir varlığa muhtaç olsaydı, o da mahlûk olur ve her şeyin halikı ve başlancısı ola mazdı. İşte bunun içindir ki «Hak Teâlâ´nın Vücûdu Zâtına vâcib, ezelî ve ebedîdir.» denmiştir.
Yine bunun içindir ki, Hak Teâlâ´ya «Zâtiyle kâimdir, var olabilmek için başka bir zâta veya mekâna (hayyize) veya kendisine bazı şeyleri tahsis eden bir faile muhtaç değildir.» denmiştir. Çünkü bu kâinatın var olabilmesi için, böyle bir ilâhî varlığın vücûdu zarurîdir. Bu husus, Yüce Allah´ın varlığını isbat bahsinde zikredilen çeşitli delillerle beyan edilmiştir.
O halde, bu kemâl sıfatının nakîzi olan «mutlak ihtiyaç», Allahu Teâlâ´nm mukaddes Zâtına lâyık olmayan noksan bir sıfattır. Çünkü; Eğer Vâcibü´l - Vücûd olan Hak Teâlâ, herhangi bir şeye muhtaç olsaydı, Vücûdu ezelî ve Zâtının muktezâsı olmayıp, sonradan vücut bulan hadis bir varlık olurdu. Sonradan var olan hadis bir varlık ise, kâinat denen bu müir!:inât mecmuasının mebdei (aslı) olamazdı. Halbuki Allah, daha Önce zikrettiğimiz delillere göre herşeyin aslı ve yaratıcısıdır. O halde hiçbir şeye muhtaç değildir. Zira O, yegâne Hâlık, O´ndan başka, herşey mahlûktur. Hâlık ise mahlûkuna asla muhtaç olmaz. Nitekim Hak Teâlâ Kur´an-ı Hakiminde :
«Ey insanlar! Siz, Allah´a muhtaçsınız. Allah ise her şey de müstağni (muhtaç değil) öğülmeye lâyık olandır.»[14] «Şüphe yok ki Allah, bütün âlemlerden müstağnidir.» [15]
Yani, bütün âlemlere ve ondaki hiçbir şeye muhtaç değildir, buyurmuştur. [16]
A) Sıfatı Nefsiyye Vücud Sıfatı
B) Sıfât-I Selbîyye Kıdem Sıfatı
Bekaa Sıfatı
Muhalefetün - Lil - Havadis
Kıyam Binefsihi
Vahdaniyet Sıfatı
Şlrkin Manası Ve Nev´îleri
C) Sıfatı Sübütiyye (Sıfatı Meânî)
Selefiyye Mezhebi
Eş´ariyye Mezhebi
Mû´tezile Mkzhebi
Hayat Sıfatı
İlim Sıfatı
İrade Sıfatı
Kudret Ve Tekvin Sıfatları
Sem´ Ve Basar (İşitmek Ve Görmek)
Kelam Sıfatı
SIFATULLAH´IN NEV´İLERÎ
A) Sıfatı Nefsiyye Vücud Sıfatı
Bu sıfat, Cenâb-ı Hakk´ın var olduğunu varlığını gerektiren, «Vücûd» ile muttasıl bulunduğunu ifade eder. Allahu Teâlâ´nın varlığı, diğer varlıklar gibi başkasından, başka bir varlık vasıtasiyle olmayıp, ilâhî Vücûdu Zâtının muktezâsı, Zâtının icâbıdır. Yani Vücûdu Yüce Zâtıyla kaimdir, Zâtına vâcibdir; Vücûdu, Zâtının îcâbı olduğu içindir ki, Hak Teâl&´ya «V&cibi´l - Vücûd» denmiştir. Bu sebeple, bazı Kelâm âlimleri vücûd sıfatına, «Sıfat-ı Nefsiyye» adını vermişlerdir.
Çünkü bunlara göre vücûd, hâriçte Zât-ı Îlâhî´nin aynidir. Zâtına zait, Zâtından başka birşey değildir. Bu fikir, Ebu El - Hasan El-Eş´arî, Ebu El-Hüseyin El-Basrî ile, İlâhiyatçı filozofların mezheplerini temsil eder.
Diğer Kelâm âlimleri ise : «Cenâb-ı Hakk´ın vücûdu, Zâtının aynı olmayıp, Zâtı üzerine zâid bir sıfattır. Zât-ı İlâhî bizzat sabittir. Vücûdu ise, bütün sıfatların aslı olan zâti bir sıfattır» derler. Bu iki görüşü de destekleyen birçok deliller varsa da [1]bu konuda en isabetli gördüğümüz rey, «Selefiye» mezhebini temsil eden fikirdir. Bu fikre göre; Cenâb-ı Hakk´ın gerek vücûdu ve gerekse sıfatları, tefekkür ve idrakte Yüce Zâtına tâbidir, yani, nasıl ki Hak Teâlâ´mn Zâtını idrak ve hakikatim bilmek, anlayıp kavramak aklen ´mümkün değildir, Mukaddes Sıfatlarının da hakikatını anlamak, Zât-ı Ilâhî´sinin aynı mı, yoksa ondan ayrı, ona zait birşey mi, olduğu hususunu anlayıp, kavrayabilmek de aklen mümkün değildir [2]
Cenâb-ı Hakk´ın İlâhî Vücudu, gerçekte, ister Zâtının aynı, isterse gayrı olsun, her mükellefe vâcib olan husus; Hak Teâlâ´nın var olduğuna inanmaktır. O halde her şeyden önce, Allahu Teâlâ´nın varlığını aklî delillerle isbat etmek gerekir. İşte bunun içindir ki, bundan önceki bölümde bu hususu isbat eden çeşitli delilleri beyan etmiş bulunuyoruz.
Vücudun zıddı (karşıtı) olan adem, yani varlığın zıddı olan yokluk, Allahu Teâlâ hakkında mümteni´dir. Yokluk, Zât-ı İlâhî için muhal olan noksan sıfatların birincisidir. Çünkü, vücûdu Zâtının îcâbı ve O´na nisbeti aklen vâcib olan bir varlık için yokluk, ne geçmişte, ne de gelecekte tasavvur olunamaz. [3]
B) Sıfât-I Selbîyye Kıdem Sıfatı
Allahu Teâlâ, kıdem sıfatiyle muttasıftır. Yani kadîm´dir, ezelîdir, çünkü Vücûdu, Yüce Zâtının icabı olup, sonradan var olmuş değildir.
0 halde kıdem; varlığı yokluk sebkat etmemek demektir. Yani kıdem; vücûd üzerine geçmiş bir ademi selbetmek (kaldırmak) ve nefyetmektir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Cenâb-ı Hakk´ın var olmadığı bir an, bir zaman tasavvur olunamaz. Bu bakımdan kıdem, Vücûd-ı îlâhî´nin ezelî olması,. yani vücûdunun bir başlangıcı bulunmaması demektir. Kıdem sıfatına, Cenâb-ı Hak´tan Zâtına lâyık olmayan geçmişteki yokluğu selbettiği ve mefhumunda sfelb mânâsı bulunduğu için «Sıfat-ı Selbiyye» denmiştir.
Bu sıfat, hariçte mevcut olan bir sıfat değildir. Bu bakımdan «İtibarî» sayılmıştır.
Allahu Teâlâ´nın Vücûdu Zâtının muktezâsı, yani Zâtına vâcib olduğundan, Vücûdunun kadîm ve ezelî olması Vâcib Teâlâ´ya mahsus olan hükümlerdendir. Çünkü :
1- Eğer Hak Teâlâ kadîm ve ezelî olmasaydı, hadis, yani sonradan var olmuş olurdu. Hadis, varlığını yokluk sebkat etmiş olan, yani yok iken sonradan var olan demektir. Bu sebeple her hadis, kendisini icadeden bir cnuhdise, bir mucide muhtaçtır. Aksi halde yok olan bir şeyin vücûdunu ademine tercih eden bir mürec-cih (tercih edici) olmadan meydana gelmesi gerekirdi ki, bu husus mütefekkirler nazarında bâtıldır.
O halde; Vâeib Teâlâ kadîm olmasaydı, var olmak için kendinden başka bir mucide muhtaç olurdu. Halbuki vâcib, vücûdu Zâ-tının muktezâsı ve icâbı olan demektir. Bu hâle göre vâcib olduğu farzedilen zâtın vâcib olmaması gerekirdi ki, bu netice, muhal olan bir tenakuzdur. Öyle ise, Hak Teâlâ hadis olmayıp, kadimdir.
2- Sonra; Hak Teâlâ kadîm olmayıp hadis olsaydı, bir muh-dise muhtaç olurdu. O muhdis, yani mûcid eğer kadîm ise, işte, Vâ-cibi´l - Vücût bu kadîm olan zat olmuş olur. Fakat o mucidin de hadis olduğu farz edilirse, bu hadisin de başka bir mucide muhtaç olması gerekir. Mucitlerin hep hadis olması ihtimâli, bâtıl olan teselsülü (nihayetsiz bir mucitler silsilesini) gerektirdiğinden, herşeym ilk müessiri ve mucidi olan Hak Teâlâ´nm kadîm olması, yani Vücûdu Zâtının muktezâsı bulunması ve her şeyin O´na istinad etmesi zarurîdir.
Şunu da ifade edelim ki; muhdise, yani mucide, ancak hadis oian, yani vücûdu yokken sonradan var olan şey muhtaçtır. Vücûdu kadîm, yani zâtının muktezâsı olan varlık ise, hadis olan varlık gibi, başka bir mucide muhtaç değildir. Öyle olsaydı, ona vâcibü´l-vücût denmeyip, mümkini´l - vücut denirdi. Halbuki hadis olan bu âlem, yok iken kendiliğinden var olamıyacağı için, vücûdu zâtına vâcib olan, yani varlığının evveli olmayan bir mucide ihtiyaç vardır. O halde o mucidin, yani Allahu Teâlâ´mn kadîm olması, kıdem sıfatıyla muttasıf bulunması zarurîdir.
Kıdem sıfatının zıddı «Hudûs» tur. Kıdem, Hak Teâlâ´mn Zâtı hakkında vâcib olduğundan, zıddı olan hudûs, Cenâb-ı Hak için mümteni´, yani aklen muhaldir. [4]
Bekaa Sıfatı
Bekaa; Hak Teâlâ´mn ebedî olması, yani varlığının sonu olmaması dâima var olması demektir.
Allahu Teâlâ Vacibü´l - Vücût olduğundan, Vücûdu Zâtının muk-tezâsıdır. Bu sebeple O, hem kadîm ve ezelî, hem de bâk! ve ebedîdir. Çünkü, «kıdemi sabit olan bir varlığın bakâsi da vâcib olar.» Yani, ademi (yokluğu) muhal olur.
Bekaa; varlığın sonunda gelecek olan ademi selbetmek, yani yokluğu kaldırmak mânâsını ifade ettiğinden, itibârı olan sıfât-ı selbiyyedendir. Allahu Teâlâ Kur´an-ı Kerîm´de :
«O» evvel ve âhirdir.» [5]
«Kâinattaki herşey fâni (yok olucudur Yalnız Celâl ve ikram sahibi olan Rabbin (Zâtı) bakidir (Ebedidir).» [6]
Buyuruyor, Çünkü vücûdu, Zâtının muktezâsıdır. Zâtın iktiza ve icab ettirdiği şey ise, O Zâttan hiçbir zaman ayrılmaz.
Zira; önce vücûdunu iktizâ eden zât, sonradan ademini (yokluğunu) iktizâ etmez.
Vâcib Teâlâ´mn vücudunu haricî bir kuvvet de yokedemez. Çünkü, kadîm olan Zâttan hâriç olan kuvvet, mutlaka hadis olan bir kuvvettir. Hadis olan kuvvet ise, kadîm olan Zâtın vücûdunu ifna edemez. Zira; Vacibü´l - Vücud olan Hak Teâlâ; kudret sahibi olup, bütün kemâl sıfatlarla muttasiftır. Noksanlık sayılan «acizlikten» münezzehtir. Bu bakımdan O´nu ifna edecek bir kuvvet tasavvur edilemez. Bu suretle de O´nun bekaa sıfatıyla muttasıf olduğu sabit oıur» ,
Bekaa´nın zıddı «fena», yani «Bir sonu olmak» dır. Bu ise Hak Teâlâ hakkında muhaldir. [7]
Muhalefetün - Lil - Havadis
(Sonradan Vücut Bulan Varlıklara Benzememek)
Hak Telâ´nın muttasıf olduğu sıfatlardan biri de; Zâtında ve Sıfatında hiçbir şeye benzememektir. Cenâb-ı Hakk´ın Zâtına vâcib olan bu sıfat, Hak Teâlâ´nm Zât ve Sıfatlarından mümâseleti, yani misli olmayı ve müşâhebeti, yani benzeri olmayı selbettiği (kaldırdığı) ve mefhumunda selb (nefy) mânâsı bulunduğu için, bu sıfat da «tenzihât» denilen «Sıfat-ı Selbiyye»´den sayılmıştır. Bu sebepledir ki, nakîzi olan «Mümaselet ve müşabehet», yani nıisillik ye benzerlik Vacıl fatlardandır.
Teala hakkında mustahıl (muhal) olan noksan si-Allah´m Sıfatları bahsine girerken belirttiğimiz gibi Hak Teâlâ´-nın Zât ve Sıfatlarının hakikatim aklen tasavvur edebilmek ve ilâhî mahiyetini kavramak mümkin olmadığından, mahdud ve sınırlı olan aklımızla O´nu nasıl düşünürsek düşünelim, hayâlimizde ne şekil tasavvur edersek edelim, O, bizim düşündüklerimizden, hayâl ve tasavvurumuzdan geçirdiklerimizin hepsinden başka ve hiçbirine benzemeyen ilâhî bir varlıktır. Zira görebildiğimiz, veya varlığını düşündüğümüz varlıkların hepsi, yok iken, sonradan yaratılan, var olabilmek için başkasına muhtaç olan ve sonunda zeval bulan, yani hadis, fânî ve dâima muhtaç olan noksan varlıklardır. Allahu Teâlâ isev Vücûdu Zâtına vâcib, kadîm ve bakî, yani ezelî, ebedî herşey-den müstağni, her türlü noksandan münezzeh ve bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olan ilâhî ve mukaddes varlıktır. Şüphe yok ki, böyle yüce bir varlık, önce yok iken, sonra var olan, bilâhare tekrar yok olan noksan varlıklara asla benzemez. O halde, ne Zâtı, ne de Sıfatları cihetinden, görülen veya görülmeyen şeylerin hiçbirine benzememek, havadis denilen mümkinâta mümasil olmamak, Hak Teâlâ´nın Yüce Zâtına mahsus olan bir kemâl sıfatıdır.
Nitekim Cenâb-i Hak Zât-ı Ilâhî´sini Kur´an-i Kerîm´inde [8]
«O´nun (Hak Teâlâ´nm) benzeri yoktur. O, herşeyi işiticî ve görücüdür.» mânâsmdaki sözleriyle tavsif etmiş, sevgili Peygamberimiz de «Allahu Teâlâ (senin) aklına gelen her şeyden başkadır.»
Buyurmuştur.
Bu hususu şöyle bir aklî delil ile de isbat edebiliriz :
Eğer Allahu Teâlâ Zât ve Sıfatlarında, sonradan var olan şeylerden birine benzeseydi, o şey gibi sonradan var olan, yani hadis ve başkasına muhtaç fânî bir varlık olurdu. Bu ise muhaldir. Çünkü : Kadim ve bakî (ezelî ve ebedî) olduğu sabit olan bir varlık hadis ve fânî olamaz.[9]
Zira kıdem ile hudûs, baka ile fena birbirinin zıddıdır. Bir şey hem kadîm, hem hadis, fem bakî´, hem de fânî olursa, iki zıddın (nâkîzinj bir yerde içtimâi gerekir ki bu aklen muhaldir. Esasen, başkasına benzemeye muhtaç olan şey, bütün varlıkların aslı ve yaratıcısı olamaz. O halde Cenâb-ı Hak, bütün bu muhalleri gerektiren «Mümaselet ve Müşâbehet»den münezzeh olup, «Muhalefetü´n -Lü - Havadis» sıfatıyla muttasıftır.
Aklın isbat ettiği bu hususu Kur´an-ı Kerîm´de zikredilen birçok âyet de te´kid etmektedir.
Bu tenzîhî sıfat aynı zamanda, Allahu Teâlâ´nın mümkinât denilen varlıklarının sıfatlarından olan ve başka bir varlığa ihtiyacı gerektiren «Cisimlib, cevherlik, arazlık ve cüz´lerden terekküb etmek» gibi cismânî ve maddî haller ile, yemek, içmek, uyumak, oturmak ve kalkmak gibi beşerî fiillerden, hüzün, ferah gibi nefsânî infiallerden (reaksiyonlardan) münezzeh olduğunu ifade eder. Bu sebeple: [10]
Gibi âyet-i kerîmeler, Hak Teâlâ´ya «Yed : El», «Vech : Yüz» [11] ve «İstiva : İstilâ» [12] gibi cismânî ve maddî sıfatlar izafe ettiğinden, Cenâb-ı Hak bu gibi maddî sıfatlardan tenzih edilmiş ve mezkûr âyet-i kerîmelere Zât-ı îlâhî´ye lâyık ve aynı zamanda akla ve Arab dili gramerine uygun olan mecazî mânâlar verilmiştir.
Bu, Müteahhirin Kelâm âlimlerinin mezhebidir. Bunlar âyet-i kerîmelerde geçen «Yed» kelimesine «kudret», «Vech» kelimesine «Zât» ve «İstiva» kelimesine de «İstilâ, ihata ve arşı yaratma» mânâları vermişlerdir.
Selef ulemâsı ise; bu gibi âyetlere mecazî mânâlar vermiyerek, zahirî mânâlarını kabul etmekte, fakat Hak Teâlâ´nın yed ve vechi mahlûkâtmkine benzemez, biz O´nun hakikatini bilemeyiz demektedirler. Bu görüşlerin, delil ve münakaşalarını beyan etmiyerek bu kadarla yetinmeyi kâfi görüyoruz. [13]
Kıyam Binefsihi
Allahu Teâlâ´nın başka bîr zâta veya mekâna muhtaç olmayarak, Zâtı ile kaaim olması, yani «Kayyûmiyyet» sıfatıyla muttasıf bulunması demektir. Bu sıfat, Hak Teâlâ´dan her türlü ihtiyacı sel-bettiği ve mefhumunda selb mânâsı bulunduğu için «Sifât-ı Selbiy-ye»´den sayılan ve Zât-ı İlâhîye vâcib olan bir kemâl sıfatıdır. Bu sebepledir ki, nakîzi olan «Mutlak ihtiyaç», Hak Teâlâ hakkında muhal olan noksan sıfatlardandır.
Şu âlemde bulunan herşey, var olmasında olduğu gibi, varlığının devamında da, kendinden başka bir müessire, bir faile muhtaçtır. Çünkü hiçbir şeyde kendi zâtında var- olmasını gerektiren, vücûdunu zarurî kılan birşey yoktur. Zira varlıkların hepsi, sonradan vücûda gelmiştir. Bu sebeple, bir yaratana ve bir mekâna muhtaçtır. Onun içindir ki vücûdu hadis ve varlığında dâima başkasına muhtaçtır.
Buna mukabil, herşeyin aslı ve yaratıcısı olan Allahu Teâlâ´nın Vücûdu, Zâtının muktezâsı, yani Yüce Zâtı´mn icabıdır. Hak Teâlâ,, Zâtıyla kaaim, varlığında hiçbir şeye muhtaç bulunmadığı içindir ki, Zâtı düşünüldüğü zaman, Vücûdu da ezelî olan Zâtı ile beraber düşünülür. Zira ne Vücûdu Zâtından, ne de Zâtı Vücûdundan ayrı olarak tasavvur olunabilir. Çünkü kâinatın var olabilmesi için, kâinattan ve herşeyden önce, bu kâinatı yaratan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan ezelî bir varlığa ihtiyaç vardır. O da Allahu Teâlâ´dır. Şayet o ilâhî varlık da var olabilmek için başka bir varlığa muhtaç olsaydı, o da mahlûk olur ve her şeyin halikı ve başlancısı ola mazdı. İşte bunun içindir ki «Hak Teâlâ´nın Vücûdu Zâtına vâcib, ezelî ve ebedîdir.» denmiştir.
Yine bunun içindir ki, Hak Teâlâ´ya «Zâtiyle kâimdir, var olabilmek için başka bir zâta veya mekâna (hayyize) veya kendisine bazı şeyleri tahsis eden bir faile muhtaç değildir.» denmiştir. Çünkü bu kâinatın var olabilmesi için, böyle bir ilâhî varlığın vücûdu zarurîdir. Bu husus, Yüce Allah´ın varlığını isbat bahsinde zikredilen çeşitli delillerle beyan edilmiştir.
O halde, bu kemâl sıfatının nakîzi olan «mutlak ihtiyaç», Allahu Teâlâ´nm mukaddes Zâtına lâyık olmayan noksan bir sıfattır. Çünkü; Eğer Vâcibü´l - Vücûd olan Hak Teâlâ, herhangi bir şeye muhtaç olsaydı, Vücûdu ezelî ve Zâtının muktezâsı olmayıp, sonradan vücut bulan hadis bir varlık olurdu. Sonradan var olan hadis bir varlık ise, kâinat denen bu müir!:inât mecmuasının mebdei (aslı) olamazdı. Halbuki Allah, daha Önce zikrettiğimiz delillere göre herşeyin aslı ve yaratıcısıdır. O halde hiçbir şeye muhtaç değildir. Zira O, yegâne Hâlık, O´ndan başka, herşey mahlûktur. Hâlık ise mahlûkuna asla muhtaç olmaz. Nitekim Hak Teâlâ Kur´an-ı Hakiminde :
«Ey insanlar! Siz, Allah´a muhtaçsınız. Allah ise her şey de müstağni (muhtaç değil) öğülmeye lâyık olandır.»[14] «Şüphe yok ki Allah, bütün âlemlerden müstağnidir.» [15]
Yani, bütün âlemlere ve ondaki hiçbir şeye muhtaç değildir, buyurmuştur. [16]