sumeyye
Mon 17 January 2011, 01:52 pm GMT +0200
Sidretu'l-Müntehâ Ve Diğer Görülen Şeyler:
Sidretu'l-müntehâ, kevn (kâinat) ağacıdır. Kevn âleminin, bir biri üzere düzenlenmesi, tek bir tedbîr içinde toplanması, ağacın gıdalanma, büyüme ve benzeri hususiyetlerde bir elde toplanması gibidir. Kevn âleminin, ağaç olarak temessül etmesi ve bir canlı olarak temessül etmemesi şunun içindir: Küllî, icmâlî, siyâsete benzer olan tedbîr, canlının özelliklerindendir. Bu itibarla ona en çok benzeyen, canlı değil ağaçtır. Çünkü canlıda tafsîlî kuvveler vardır; ondaki irade ise tabiat insiyaklarından (sünen) daha açıktır (?).
Sidre-i müntehânin dibinden çıkan nehirler ise, âlem-i şühûda muvazi olarak melekût âlemine doğru taşan rahmetin, hayatın ve büyütme işinin (inmâ) sembolüdür. Bu yüzdendir ki âlem-i şehâdette faydalı olan bazı şeylerin orada da bulunması taayyün etmiştir; Nü ve Fırat gibi.
Onu bürüyen nurlara gelince, bunlar ilâhî tedellîler (sarkma), rahmânî tedbirlerdir; âlem-i şehâdetin onu almaya istidatlı olması halinde ortaya çıkar ve gözükür.
Beyt-i ma'mûr'un hakikati, ilâhî bir tecellîden ibaret olup, insanların yaptıkları secdeler, niyazlar oraya doğru ağar. İnsanların kıble edindikleri Ka'be ve Beyt-i Makdis'in tam hizasında semâda bir ev olarak temessül eder.
Sonra Rasûlullah'a (s.a.) biri süt, diğeri şarap dolu iki kâse sunuldu; Rasûlullah (s.a.) sütü tercih etti. Bunun üzerine Cibrîl (s.a.), fıtrî olanını seçtiğini, şayet şarap dolu kâseyi alsaydı, ümmetinin behemehal sapıtmış olacağını söyledi. Rasûlullah (s.a.), ümmetinin özelliklerini kendisinde topluyor ve onların ortaya çıkışlarının menşei oluyordu. Süt; onların fıtrî olanı seçmesini, şarap ise dünyaya rağbeti temsil ediyordu.
Mecazî bir ifadeyle beş vakit namazla emrolundu; çünkü aslında sevap itibariyle elli vakit namaz sevabı verilecekti. Allah Teâlâ, muradını tedrîcî olarak açıkladı ki, dinde zorluğun kaldırılmış olduğu bilinsin, nimetin kâmil olduğu anlaşılsın. Bu mana, Hz. Musa'ya müsteniden temessül etmiştir; çünkü o, ümmeti için uğraşan peygamberlerin başında gelmekte ve ümmet siyasetini en iyi bilmekteydi. [293]
Akabe Bey'ati Ve Medine'ye Hicret:
Rasûlullah (s.a.), Arap kabilelerinden bu işin sahiplenilme si için yardım talebinde bulunmaya devam ettiği bir sırada Ensâr, bu çağrıya cevap verdi; birinci ve ikinci olmak üzere Akabe'de Rasûlullah'a (s.a.) bey'at etti. Böylece İslâm, Medine'de her eve girmiş oldu.
Allah Teâlâ, peygamberine, dininin yücelmesinin, Medine'ye hicret etmesine bağlı olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine müslü-manlar Medine'ye hicret etmeye azmettiler. Bu Kureyş'in öfke ve kinini iyice artırdı ve Rasûlullah'ı (s.a.) öldürmek, tutup bağlamak yahut yurdundan çıkarmak gibi tuzaklar kurmaya başladılar.[294]
Bütün bunlara rağmen onun Allah katında sevgili ve kutlu olduğu, onlara galebe çalacağına hükmolunmuş olduğu ortaya çıktı. Hicret esnasında o ve Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) mağaraya girdiklerinde Hz. Ebû Bekir'i haşerat sokmuştu; Rasûlullah (s.a.) ona hayır dua buyurdu ve anında iyileşti.
Kâfirler gelip tam mağaranın girişi önünde durmuşlardı; Allah Teâlâ onların gözlerini kör eyledi de onları oradan savdı. Sura-ka b. Mâlik atıyla arkalarından tam yetişmişti ki, atı karnına kadar katı bir yerde toprağa saplandı; Allah'ın lütfuyla yer yarılmış atı içine saplanmıştı. Böylece onun üstesinden gelmeyi bizzat Allah kendi üzerine almıştı. Ümmü Ma'bed'in çadırına uğradıklarında, sağmal olmayan bir koyun onlara süt vermişti. [295]
Abdullah B. Selâm'ın Müsi Uman Olması:
Medine'ye teşrif buyurduklarında yahudî âlimlerinden Abdullah b. Selâm kendisine geldi ve ona ancak bir peygamberin bilebileceği üç soru sordu: 1. Kıyametin ilk alâmeti nedir? 2. Cennet ehlinin yiyeceği ilk yemek nedir? 3. Çocuk niye anne ya da babasına çeker? Rasûluîlah (s.a.) şöyle cevap verdi:
"Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya toplayacak bir ateştir. Cennet ehlinin yiyeceği ilk yemek, balık ciğerinin fazlasıdır. Erkeğin suyu kadının suyundan önce gelirse çocuk babaya; kadının suyu daha önce gelirse çocuk anaya çeker.[296]
Bunun üzerine Abdullah b. Selâm müslüman oldu. Onun müslüman oluşu, yahudî hahamlarını susturmuş, çaresiz hale sokmuştu. [297]
Medine Dönemi Faaliyetleri:
Sonra Rasûlullah (s.a.) yahudîlerle anlaşma yaptı ve böylece onların şerlerinden emin olmak istedi. Hemen mescid inşasına başladı. Müslümanlara namazı ve vakitlerini Öğretti. Namaz vaktinin nasıl duyurulacağı konusunda ashabıyla istişarede bulundu. Danışma toplantısından dağılmdığında Abdullah b. Zeyd el-Ensârfye rüyasında ezan gösterilmişti. Her ne kadar sefir Abdullah ise de gaybî feyize mazhar olan her zaman için Rasûlullah (s.a.) idi. Onun onayı ile ezan meşru kılınmış ve insanlar camiye, cemaate çağırılmaya başlanmıştı.
Rasûlullah (s.a.), mü'minleri cemaate ve cumaya teşvik etti, oruç tutmalarını ve zekât vermelerini emretti. Onlara dinî yükümlülüklerin sınırlarını öğretti. İnsanları açıktan İslâm'a davete başlamış ve inanan herkesi hicret etmeye teşvik etmişti. Çünkü Medine dışında kalan her yer, o zamanlar küfür yurdu idi ve oldukları yerlerde İslâm'ı yaşamaları mümkün değildi.
Müslümanları Medine'de toplayan Rasûlullah (s.a.), onlar arasında güçlü kardeşlik bağlan tesis etti; imkânlarım, mekanlarını paylaşıyorlardı, hatta Öyle ki bunlar birbirlerine varis bile oluyorlardı. Böylece tek bir vücut halini almışlar, düşmanlarına karşı kendilerini koruyacak ve cihad edebilecek duruma gelmişlerdi. Daha önceleri, insanlar ancak kabile birliği yoluyla dayanışma içine girerlerdi. İslâm, onlara yeni bir kardeşlik kavramı öğretmişti.
Bu halleriyle artık cihada hazır hale gelmişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, peygamberine düşmanlarıyla cihâda başlamasını ve onlara karşı her tür fırsatı kollamasını emir buyurdu.
Bedir savaşı sırasında su başında değillerdi. Allah Teâlâ, onlar için yağmur yağdırdı ve su kuyularını doldurdu. İnsanlarla, kervanın peşine mi düşmek, yoksa Mekke'den yola çıkmış olan düşman ordusunu mu karşılamak istedikleri konusunda istişarede bulundu. Onlar da kendi reyleri doğrultusunda görüş bildirdiler. Bunun üzerine Kureyş ordusunu karşılamaya karar verdiler. Rasûlullah düşman ordusunun çokluğunu görünce Allah'a niyaz eyledi. Allah ona zaferin müslümanlar lehine olacağını müjdeledi ve kâfirlerin geberecekleri yerleri kendisine vahyetti.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.), elini şuraya, buraya koyarak "Şurası falanın düşeceği yerdir, şurası filanın düşeceği yerdir..." demeye başladı. Müşriklerden hiçbiri Rasûlullah'm (s.a.) elini koyduğu yerin ötesine geçmedi.[298] O gün, muvahhidlerin kalplerini tespit, kâfirlerin kalplerine ise korku salmak için imdada gelen melekler de gözükmüştü. Büyük bir zafer kazanılmıştı. Bu sayede Allah Teâlâ, onları zengin kılmış, doyurmuştu; şirkin ipini kesmiş ve Kureyş'in uluları teker teker temizlenmişti. Bu yüzden bu savaşa "furkân=z ayırıcı" denilmiştir.
Müslümanlar, esir edilen kâfirleri fidye alıp salıvermek meylinde idiler. Oysa ki Allah, onların öldürülmesini ve böylece küfrün kökünün kazınmasını arzu buyuruyordu. Bu yüzden azara maruz kaldılar; ancak sonunda affolundular. [299]
Yahudilerin Medine'den Sürülmesi;
Zamanla Allah Teâlâ, yahudîlerin Medine'den sürülmesini gerektirecek fırsatlar hazırladı. Merkez durumunda olan Medine'de Allah'ın dininden başka hiçbir şey olmamalıydı. Yahudiler, müslümanlarla iç içeydiler; fakat bir türlü güven vermiyorlardı. Verdikleri söze hıyanete kalkıştılar. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.), Nadîr oğullarını ve Kaynukâ' oğullarını sürdü, Ka'b. el-Eşrefi öldürttü. Allah Teâlâ, onların kalplerine korku saldı ve Rasûlul-lah'm zafer vaad ettiği ve kalplerini teşvik ettiği İslâm askerlerinin karşısına çıkamadılar. Böylece Allah Teâlâ, onların mal ve mülklerim peygamberine ihsan eyledi. Bu müslümanların ilk kez etrafa açılması oluyordu.
Hicaz taciri Ebû Râfi', müslümanlara eza veriyordu. Rasûlullah (s.a.) ona Abdullah b. Atîk'i gönderdi. Allah, onun öldürülmesini ona müyesser kıldı. Evinden çıktığında, bacağı kırıldı. Rasûlullah (s.a.) ona, "Bacağını uzat!" dedi ve eliyle mesnetti. Sanki hiçbir şikayeti yokmuş gibi iyileşiverdi. [300]
Müslümanlara Uhud Dersi;
Uhud gününde müslümanların yenilgisi için semavî sebepler bir araya gelmişti. İşte tam bu esnada Allah'ın rahmeti pek çok yönden ortaya çıkmış ve olayı, dinleri konusunda ibret alacakları bir hadise haline çevirmiştir. Zira bu yenilginin sebebi Rasûlul-lah'a (s.a.) muhalefetten başka bir şey değildi. O, vadinin okçular tarafından tutulmasını ve emri gelmedikçe orayı asla terketmeme-lerini emretmişti. Allah Teâlâ, peygamberine yenilgiyi icmâlî bir surette bildirmiş, ona savaşı, kırılan bir kılıç ve boğazlanan bir sığır şeklinde göstermişti. Bunlar, yenilgi ve ashabın şehit edilmesinin remzi idi. Allah Teâlâ, bu savaşı Tâlût'un nehri gibi, ihlâs sahiplerini, öyle olmayanlardan ayırmak için bir vasıta kılmıştı. Böylece hiçbir kimse, olması gereken dışında davranmayacak, kendi başlarına buyruk hareket etmeyeceklerdi. Kısaca bu müslümanlar için iyi bir ders olmuştu. [301]
Medine Döneminde Olan Diğer Bazı Olaylar
Âsim ve arkadaşları şehit edildiği zaman, cesetlerini arı sarmış ve onları düşmanların tecavüzlerinden korumuştu. Böylece düşman, cesetlere müsle yapma arzusuna ulaşamamıştı.
Bi'r-i Maûne faciasında Kur'ân bilginlerinin (kurrâ) şehit edilmesi üzerine Rasûlullah (s.a.), namazlarında onları katledenlere lanet okumaya başlamıştı. Bu acelecilikte bir tür beşer zaafı vardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onu uyardı ve her işinin Allah için, Allah yolunda ve Allah'ın arzusu doğrultusunda olmasını istedi. Hatta bir ara, "Kalpleri müsterih olsun diye kavmimize ulaştırın ki, biz Rabbimize kavuştuk; O bizden razı oldu, biz de O'ndan razıyız!" anlamındaki sözleri Kur'ân'da da yer aldı ve sonra neshedildi. [302]
[293] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/653-654.
[294] bkz. Enfâl 8/30.
[295] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/654-655.
[296] Buharı, Enbiyâ, 1; Menâkıbu Ensâr, 51.
[297] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/655.
[298] Müslim, Cihâd, 83.
[299] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/655-656.
[300] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/657.
[301] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/657.
[302] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/657-658.