hafız_32
Sat 9 October 2010, 01:04 pm GMT +0200
ŞİA
GENEL BAKIŞ
A. Mezhebin Adı Ve Ortaya Çıkışı
Şîa, lügatte, gurup, cemaat, bir insanın taraftarları ve yardımcıları manasına gelir. İslâm tarihi, mezhepler tarihi ve kelâm gibi ilimlerde, bir ıstılah olarak, «dördüncü halife Hz. Ali'nin tarafını tutanlar ve onun diğer bütün ashabdan üstün olduğunu kabul edenler» manasını ifade eder. «Şîa» kelimesi müfred, tesniye, cemi, müzekker ve müennes için kullanılır. Fakat umumiyetle «şîa», cemaat manasına cemi için kullanılmış, müfred. İçin de «şîî» sıygası tercih edilmiştir
Üçüncü halife Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, bilindiği üzere, müslümanlar ikiye ayrılmış, bir kısmı Hz. Osman tarafını tutmuş, onun katillerinin hemen yakalanıp cezalandırılmasını istemiş, bunlara «Şîatu Osman» veya «el-Osmâniyy denilmiştir. Müslümanların diğer bir kısmı da Hz. Ali tarafını tutmuş, bunlara da «Şîatu Alî» veya «el-Aİeyiyye» (Alevîler) denilmiştir. Sonraları kısaltılmış olarak «şîa» terimi sanece Hz. Ali ta-
İbn Manzûr, Lisânu'1-arab; Fîrûzâbâdî, Kamus; er-Râgıb, el-Müfredât; [1]et-Tehânevî, Keşşaf, «şîa. md.; el-Eş'arî, Makalât, I, 5; eş-Şehristânî, el-Milel, I, 146; el-Cîlânî, el-Gunye, s. 86. İbnu'1-Esîr, şîa teriminin Hz. Abbas ve evlâdının taraftarları (Şîatu Benî Abbâs) manasına da kullanıldığını kaydeder (el-Lûbâb, II, 226). Çünkü hilâfetin Hz. Peygamberin amcası Abbas (r.a.) ve evlâdının hakkı olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat bu, şöhret bulmamış bir kullanılıştır.
raftarları için kullanılmıştır [2]. İbnu'n-Nedîm'in (v. 438/1047) kaydettiğine göre Hz. Aii kendi taraftarlarını «şîa» dan başka «asfiyâ1, evliya', ashab» gibi kelimelerle anarmtş [3]
Şîa yerine kullanılan kelimelerden biri de «râfi2a»dır. Terketmek manasına «rafz» kökünden gelen bu kelime, aslında Hz. Ebu Bekir ile Ömer'in hilâfetini ve bunlara bey'at eden ashab-ı kiramın kanaatini reddeden, önce imam tanıdıkları Zeyd b. Ali'yi (v. 122/740), Ebu Bekir ile Ömer'e sebbetmediği içîn sonradan terkedenler manasına geldiği halde bazı müelliflerce umumî olarak şîa karşılığında kullanılmıştır. Makdisî'nin (v. 355/966) de kaydettiğine göre râfıza bu manada kötü bir lâkap olarak istimal edilmiştir [4] «Şîa» ve «aleviyye» gibi «râfıza» da bir cemaat ismidir, müfredi râfızîdir.
Şîamn ortaya çıkışını tâ Rasûlülİah (s.a.) in vefatını müteakip yapılan hilâfet seçiminden başlatmak mümkündür. Cenaze hizmetleriyle meşgul olan Ehl-i beytin hazır bulunamadığı ilk halife seçimine Hz. Ali itiraz etmiş, hilâfet konusunda her keşten çok Peygamber ailesinin söz ve hak sahibi olduğunu ileri sürmüştü. Fakat, Şîanın ilmen tevsik edilemiyen iddiaları bir yana, Hz. Ali kendisnden önceki halifelerin üçüne de bey'at etmiş ve hilâfet konusunda herhangi bir problem çıkarmamıştır. Bu sebeple halife Osman'ın (r.a.) şehid edilmesi ve dördüncü halife Ali'nin (r.a.) hilâfete getirilmesi zamanına kadar islâm dünyasında «şîa» diye belirgin bir zümrenin mevcudiyeti bahis konusu değildir.
Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra (hicrî 35) başta ümmü'l-mü'-minîn Âişe ile aşere-i mübeşşereden Talha ve Zübeyr olmak üzere kalabalık bir gurup kendisine muhalefet etmiş, Hz. Osman'ın katillerinin hemen yakalanarak cezalandırılmasını istemişti. Bu anlaşmazlık kanlı Cemel Vak'asına sebebiyet vermiştir. Peşinden Şam valisi)
Muâviye halifeye karşı çıkmış, bunun neticesi de Sıffîn harbi olmuştur. İşte bu hadiseler tabii olarak müslümanları bazı guruplara ayırmış, Ali tarafını tutanlara Şîa (Şîatu Alî) denilmiştir. Umumiyetle tarihçiler şîanın ortaya çıkışını bu devirden başlatırlar [5] Bu başlangıç islâm tarihi boyunca çeşitli inkişaflar kaydetmiştir.
Şîa guruplarının dayandığı temel görüş ve zihniyetin kaynağı hakkında birbirinden farklı görüşler ileriye sürülmüştür:
1) Bazı araştırıcılara göre bu cereyanın kaynağı İran (Pers) ve dolayısıyla Hind düşüncesidir. Çünkü devlet reisliğinin hür seçimle değil de verasetle devam etmesi, liderlere ulûhiyet nisbet edilerek onlara mutlak itaatin gerekli görülmesi gibi fikrler eski İran ve Hind düşüncelerinde mevcuddur. Hatta İbn Hazm (v. 456/1064) ve Mak-rîzî (v. 845/1441) gibi bazı islâm tarihçileri ile birlikte bir kısım yabancı bilginler, teşeyyuu, Persiilerin İslâmı içinden yıkmak için düzenledikleri bir hareket olarak değerlendirirler.
2) Yerli ve yabancı âlimlerin ileriye sürdüğü diğer bir gör[6]üşe göre şîa zihniyetinin aslı yahudiliğe dayanır. Bir defa bu hareketin fikrî yönünü islâm dünyasında ilk defa ortaya koyan ve geliştiren, yahudi asıllı Abdullah b. Sebe'dir (v. 40/660). Sonra devlet reisliğine İlâhî bir renk verip onun verasetle devam edeceği, liderlerin (İmamların) gerçekte ölmeyip zamanı gelince geri dönecekleri (rec'at) gibi görüşler yahudilikte mevcuddur.
3) Bir kısım müsteşrikler şîa görüşleriyle yahudilik ve Hıristiyanlık telâkkileri arasında benzerlikler bularak teşeyyuun bu iki eski dine dayandığını ileri sürmüşlerdir.
4) Yine bazı müsteşrikler, şîîliğin İlk defa araplar arasında zuhur edip yayıldığını gözönünde bulundurarak onun yabancı menşe'li olmadığım, araplar arasında zuhur edip sonra başka milletlere, özellikle İranlılara geçtiğini söylerler
Tahminlere, teşbih ve mukayeselere dayanan bu görüşlerden hangisinin doğru olduğunu belki hepsinde de bir hakikat payı vardır kestirmek kolay değildir. An-cak şunu söylemek gerekir ki, Zey-diyye hariç, Şîaya intisap eden çeşitli zümreler, özellikle müfritler
[gulât) öyle görüşlere sahiptir ki bu görüşleri İslâmın ruhu ve özü ile uzlaştırmaya imkân yoktur. Bu görüşlerin kaynağını teşkil eden zihniyet ve düşünceye mutlaka islâm dışı çevrelerin tesiri vardır. Biraz sonra sıralayacağımız bu görüşleri, ehl-i sünnet veya ehl-i bîd'-at olsun, diğer ana islâmî mezheplerde görmek mümkün değildir. [7]
B. Şîanın Ana Fikirleri
Şîa, islâm mezhepleri içinde kendi arasında en çok talî kollara ayrılan, dolayısıyla en çok fikir ayrılığına düşen bir mezhebdir. Bu sebeple bütün şîî gurupların ittifak ettiği görüşler, daha doğrusu yegâne görüş hilâfet (devlet reisliği) meselesidir. Buna göre :
1) Hz. Aii Rasûlüllah (s.a.)den sonra insanların en faziletlisi-dir.
2) Hilâfet veya imamet, çözümü halka bırakılabilecek âjnme işlerinden olmayıp oruç, hac, zekât gibi dinin rükünlerindehdir. Binaenaleyh Hz. Peygamber, kendisinden sonra gelecek imamı, ismini söyliyerek veya vasıflarını anlatarak, belirtmiştir. Her iki halde de bu zat Hz. Ali'dir, ondan sonra da oğulları .ve torunları.
3) Nas İle belirlenen (ta'yin edilen) bu imamlar küçük ve büyük bütün günahlardan korunmuştur (ma'sumdur).
İşte Şîanın müşterek görüşleri. Görüldüğü üzere bütün mesele Rasûlüliahtan sonra yerine geçecek halifenin ve onu takibedecek imamların kimler olacağı ve hangi vasıfları taşıyacaklarından ibarettir. Devrinin Şîa bilgini sayılan Küleynî'nin (v. 329/941) ifadesiyle «Allah'a, Rasûliine, bütün Şîa imamlarına ve devrinin imamına iman etmiyen, zamanının imamına teslim olmayan ve onu yolunda kendini feda etmiyen kişi hakkıyla müslüman değildir» [8] Ancak aşağıda, Şîa guruplarının ayrı ayrı görüşlerini anlattığımız vakit görüleceği üzere, müşterek görüş diye kaydettiğimiz bu noktalarda bile itirazı olan bazı Zeydî şîîler vardır. Yine birTasım Zeydî gurupların mu; halefetini'bir yana bırakırsak şu dördüncü müşterek görüşü de nakledebiliriz:
4) Başta üç Râşid Halife olmak üzere Ali ve evlâdı dışında İmamet makamına geçen kişiler zalimdir. Onlardan ve onlara bey'at eden insanlardan (ashâb-i kiram) teberrî etmek (manevî İlgiyi kesmek ve uzaklaşmak) gerekir. Şayet Hz. Alt ve evlâdından bu gibilere bey-at eden olmuşsa bu, o günkü tehlikeden kendini korumak (takıyye) için olmuştur. Tabiatiyle Hz. Ali ile muhalifleri arasında cereyan eden savaşlarda Ali haklı, muhalifleei ise haksızdı.
5) Gerçek manadaki Şîadan sayılamıyacak olan müfritler istisna edilirse geri kalan Zeydiyye ve İmamİyye guruplarına göre büyük günah işleyen kimse (mürtekib-i kebire) tevbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak cehennemde kalır [9]
Şîa, devlet reisliği gibi siyasî bir temel üzerine kurulan bir mezhebdir. Başka bîr deyişle islâm tarihinin her devresinde bir çok müfrit ve maksadlı kişi Şîaya intisap iddiasında bulunmuştur. Bazı müellifler, daha çok müfrit guruplara ait görüşleri Şîanın müşterek kanaati imiş gibi göstermiş ve ona nisbet etmişlerdir. Mu'tezllî bilgin Ebu'l-Huseyn ei-Hayyât (v. 298/910) bu müelliflerden biridir [10]. Gerçekten bu nevi fikirleri bütün Şîa guruplarının müşterek kanaati gibi göstermek doğru değildir.
Şîa akaidi değişiklikler geçirmiştir. İlk devirlerde şîîler, dinin usûl ve furuuna ait hükümlerde nakle ve imamlarının görüşlerine bağlı kalıyorlardı. Fakat kelâm İlminin ve Mu'tezile mezhebinin kurucusu Vâsıl b. Atâ' (v. 131/748) ile başlayan Şîa-Mu'tezile münasebetlerinden İtibaren Şîa, akaid konularında Mu'tezİlenin tesiri altında kalmıştır. Bu devirden sonra, müfrit guruplar bir yana, Şianın iki büyük kolunu teşkil eden Zeydiyye îie İmamiyye usûlde, yani akaid konularının çoğunda Mu'tezileye uymuştur. Ancak imamet ve Şîanın imameti teşmil ettiği konular müstesna. Yukarıda, Mu'tezile bahsinin sonunda da temas ettiğimiz üzere şîî kelâm eserleri plân ve muhteva bakımından büyük çapta Mu'tezile eserlerine benzemektedir [11]
Buna göre, «Mu'tezilenin akaid sahasındaki görüşleri Şîanın da müşterek görüşüdür» demek mümkündür. Tekrar edelim ki gerçek manadaki Şîadan sayılmayan, hatta yeri gelince izah edeceğimiz üzere İslâm dairesinin dışında kabul edilen müfritler (Galİyye, Bâtıniy-ye) müstesna. Bir defa Zeydiyye imamet bahsi bile dahil olmak üzere Mu'tezile görüşünü benimser. Belki Zeydiyyenin ehl-İ sünnete çok yakın olmasının sebebi de budur [12] Şîamn en büyük kolunu teşkil eden, tarihte olduğu gibi bugün de teşeyyuun temsilcisi durumunda bulunan İmâmiyyeye gelince, onların gerek akaid eserlerinin plânı, gerk muhtevası ve gerekse usûl-i dindeki metodİarı büyük çapta Mu'tezileye benzerlik arzeder. İmamiyye, Mu'tezile gibi, Allah'ın sıfatları konusunda teşbihi andırır mahuyetteki sahih nakilleri tevil eder. Zatî sıfatları zât-ı ilâhiyyenin aynı, sıfât-ı, fi'liyyeyi de hadis ye zattan ayrı kabul eder. Kuranın mahlûk olduğunu söyler, kelâm-ı nefsîyi benimsemez. Ehl-i sünnetin anladığı maniadaki kaderi reddeder Kul için en uygun olanı (aslh'ı) yaratmadın Allah'a vâcjb olduğuna inanır. Tevbesiz ölen mürtekib-i kebîrenin cehennemde ebedî kalacağını söyler...[13]
Şîa fıkhına gelince, kaynaklar, Şîanın —usûl-i dinde takibettiği metoda aykırı olarak —furûda re'y ve kıyasa önem vermediğini kaydeder. Sabit ve İlâhî ahkâm tanımayan müfritler bir yana bırakılırsa, Zeydiyye, mestler üzerine meshetmek gibi mahdud bir kaç mesele hariç, fıkıhta umumiyetle Hanefiyyeye, bazı meselelerde ise Şâfiiy-yeye ve Şîa fıkhına uyarlar. Kalabalık İmamiyye guruplarının müte-kaddimîni, ma'sum kabul ettikleri imamları yoluyla rivayet edilen nakle bağlı kalmıştır. Kendi ifadeleriyle «re'y ve ictihad ile hüküm vermeye iltifat etmemiş, kıyas ve istihsan ile amel etmeyi yasaklamıştır- [14] Ancak sonra gelen bazı âlimleri kıyasa değer vermişlerdir. Şîa gurupları ibadette daha çok Şafiî mezhebini takibetmişle-dir. FurÛ-i dinde Şîa ile ehl-i sünnet arasında önemli bazı farklar mevcuddur: Onlar nikâh-ı müt'ayı kabul ederler, ehl-İ kitaptan olan kadınla evlenmeyi reddederler. Mirasta farklı görüşler ileriye sürerler. Ezan metnine ilâvede bulunurlar. Çıplak ayak üzerine mes-hederler. Özürsüz olarak öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını csm'ederler [15][16]
C. Şîanın Kolları
Şîa, devlet reisliği gibi önemli, her keşi ilgilendiren, maceralı ve cazip bir temel üzerine kurulan siyâsî bir mezhebdir. Son peygamber Muhammed aleyhisselâmtn amcazadesi ve damadı olan, salâbet-i dîniyyesinin yanında kuvvetli bir şahsiyete, bir çok meziyete, derin anlayış ve engin ilme sahip bulunan bîr zat (Hz. Ali) ile onun neslinden gelen Peygamber torunlarının liderliği ve mahabbeti etrafa.'a halkalanmıştır. Üstelik bu liderler, gerçekten hürmete şayan bu insanlar devlet ricalinin sözlü ve ft'lî tecavüzüne uğramış, mazlum ve mağdur olmuş, en azından bir kısmı (Şîanın kanaatine göre hepsi) onlar tarafından öldürülmüştür. Şüphe yok ki bu faciaların başında, sünnî - şîî her müslümanın kalbini sızlatan Kerbelâ hadisesi gelir'. Bu sebeplerle şîa cereyanı islâm tarihinin her devresinde değişik ırk, kültür ve anlayışa sahip kimselerden olmak üzere kendisine taraftar bulmuştur. Başta «imamlar» olmak üzere şîa gurupları, mezheplerinin ana dayanağını teşkil eden devlet reisliğini e!de edememiş, iktidar yüzü görmemiş ve uzun zaman muhalefette kalmıştır. Kerbe-lâzedel.erin yüksek derecedeki hissî özellikleri yanında muhalefette kalmış olmanın doğurduğu kırgınlık ve aksülameli iyi anlıyan bir çok ard fikirli şahıs ve guruplar, kendilerini Şîadan imiş gibi göstermiş ve bu zümrenin asîl duygularını isîtismar etmiştir. Yeri geldikçe ifade edeceğimiz üzere ası! şîîler bu maksadlı ve mpfrit guruplarla bile mücadele etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Araştırıcıların kanaatine göre Safevî sultanları Irak ve Horasan'da Şîa mezhebini terviç edip usûl ve kaidelerini nihâî olarak vaz'-edinceye ve teseyyuu devlet eliyle güçlendirip resmîteştirinceye kadar mezhebin görüşlerindeki hareket ve curcuna devam etmiştir [17]
Bütün bu sebeplerle şîa cereyanı, islâm mezhepleri arasında, kendi bünyesi içinde en çok fikir ayrılığına düşen, dolayısıyla en çok koflara ayrılan bir mezhebdir. Makrîzî (v. 845/1441), Şîa guruplarının «imamet» konusu etrafında (300) kadar fırkaya ayrıldıklarını söylerken her halde bu gerçeğe işaret etmiş oluyordu. [18]
Verilen bu izahattan anlaşılacağı üzere Şîaya intisabeden talî fırkaları sağtöm ve kesin bir şekilde tesbit etmek kolay değildir. Yukarıda, Mu'tezilenin kollarını tesbit ederken de söylediğimiz üzere bir mezhebin içinde yer alan bir şahıs veya zümrenin, aynı mezhebe nisbetle sahibolduğu bir veya bir kaç farklı görüş sebebiyle hemen müstakil bir talî fırkanın kurucusu kabul edilmesi pek isabetli değildir. Fakat aurum ne olursa olsun, islâm tarihi ve mezhepler tarihi ile ilgili eserlerde Şîaya nisbet edilen bir çok talî fırka (kollarj vardır. Bunların sayısı 15 ten başlatılır, 50 ye kadar yükseltilir [19]
Şîaya intisabeden talî fırkalar bazı guruplar halinde tasnif edilmiştir. Bu tasnifte de müellifler arasında farklar vardır. Biz burada önce Hz. Ali'nin hayatında zuhur eden Şîayı ele alacağız. Müteakiben onun vefatından sonraki şîîliğin gelişmesine işaret edecek ve bugüne kadar taraftarları mevcud olan Şîa guruplarını tek tek ele alarak kısaca görüşlerine temas edeceğiz. Bunlar Zeydiyye, İmamiy-ye ve Galiyyedir. [20]
İLK DEVİRLERDE ŞİÎLİK
A. Hz. Ali'nin Hayatında Şiîlik
1. Şîa-i ûlâ
Dördüncü halife Hz. Ali'nin hilâfetine yardım eden, müslüman-lar arasında ortaya çıkan iç mücadele ve savaşlarda onun yanında yer alan ashab ve tabiîn. Onlara göre Peygamber aleyhisselâmdan sonra insanların en faziletlisi Ebu Bekir, sonra Ömer olup Hz. Osman'ın efdaliyeti şüpelidir. Hz. Ali ise zamanın en faziletlisi olup meşru halifedir, onun hilâfetini tanımıyanlar âsidir. Şîa-i ûlâ, daha sonra zuhur eden müteassıp gurupların «şîa» diye anılmaları sebebiyle bu lâkabı terketmiş, ehl-i sünnet ve'l-cemaat lâkabını benimsemiştir [21][22]
2. Mufaddıla
Hemen bütün kaynaklar, şîîliği, islâm dünyasında ilk defa ortaya atanın Abdullah b. Sebe' (v. 41/660 civarında) olduğunu kaydederler[23]. Yahudi asıllı olan San'a'lı İbn Sebe' görünürde İslâmiye-
Bazı araştırıcılar, Abdullah b. Sebe'İn hurâfî bir insan olduğunu, tarihte gerçek manada böyle bir şahsın bulunmadığını ileri sürmüşlerse de iddialarını isbatlayacak delillerin mevcud olmadığını müşahede ettik.» (A. Emin, Fec-ru'1-İslâm, s. 269, dn. 3). Abdülbâky Gölpınarh, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik* adlı eserinde, «Abdullah b. Sabâ» başlığı altında açtığı bahiste (s. 91-97) böyle bir kişinin tarihte mevcud olmadığını, bazı şîî kaynaklara dayanarak, İleri sürmüşse de iddasmı tatminkâr bir şekilde isbat edememiştir. İmamiyyenin muati kabul etmiş, gerçekte ise müsiümanları içten çökertmek maksadıyla kalbinde küfrünü gizleyen ve Hz. Osman'ın öldürülmesini neticelendiren fitneyi hazırlayan bir şahıstı. Dördüncü halife devrinde islâm dünyasının nazik durumunu ganimet bilmiş, Hz. Ali taraftarı görünerek fitnesine devam etmeyi uygun bulmuştur. İbn Sebe' islâm beldelerini dolaşarak önce ehl-i beyt mahabbeti izhar etmiş, bir çok sahabî hakkında Hz. Peygamberden rivayet edilen menkıbeler gibi Hz. Aİi hakkında da varid olmuş sahih menkıbe hadislerine yeniden uydurmak suretiyle ilâvelerde bulunmuş, bunlara dayanarak Ali'nin (kerremellahu vecheh) bütün ashabdan efdal olduğunu ve Hz. Peygamber (s.a.) tarafından vasî (halife) olarak tayin edildiğini yaymıştır. İbn Sebe'in bu en hafif telkinatını benimseyenler rnufaddı-layı teşkil etmiştir. Bunlar Hz. Ali'yi bütün ashabdan efdal kabul etmekle beraber ashab-ı kirama ta'netmez, onları hayrile yâd ederlerdi. Mufaddıladan bil'âhare Zeydiyye doğacaktır. [24]
3. Sâbbe
İbn Sebe' ikinci merhalede tahriklere başlamış, Hz. Ali'nin hilâfet hakkını gasbeden (!) İlk üç halife İle bunlara bey'at eden ashab-s kirama sebbetmeye (dil uzatmaya) başlamıştır. Onun bu tahriklerine kapılanlar Hz. Aii ile birlikte Ammâr b. Yâsir, Selmân-i Fârisî, Ebü Zerr-i Gıfârî gibi pek mahdud bir kaç sahâbîye hürmet gösterip tezkiye etmiş (tevellî), diğer bütün ashaba ta'netmiştir (teberrî). Sayıları kalabalık olan bu zümre daha sonra Râfiza veya İmamiyyeyi teşkil edecektir. [25]
4. Galiyye
Abdullah b. Sebe'in yürüttüğü fitnenin nihaî merhalesi Hz. Ali'nin şahsında aşırı gitmek, onun Tanrı olduğunu veya Tanrının ona
hulul ettiğini iddia etmek olmuştur çok taraftar toplamış, hatta bunlar cür'etinde bile bulunmuştur. Halife de Medâin'e sürmüştür. Tarihin acı kendi tahriklerine kapılacak daha ye ve müelllhe daha sonra, gerçek ritleri (gulâtı) teşkii etmiştir [26]
. Maalesef bu müfrit iddia bile az kanaatlerini Hz. Ali'ye açıklamak bunları cezalandırmış, İbn Sebe'i bir tecellisidir ki İbn Sebe' orada müsait insanlar bulmuştur. Gaİiy-manada Şîadan sayılmıyacak müf-[27]
B. Hz. Ali'den Sonra Şiilik
Hz. Ali'nin vefatından sonra, şîîlik, Irak merkez olmak üzere tarihin muhtelif devirlerinde Suriye, İran, Hindistan, Türkistan, Yemen, Kuzey Afrika ve diğer islâm ülkelerine yayılmıştır. Bu devirden itibaren inkişaf eden şîîliği dört gurup halinde incelemek mümkündür: Keysâniyye, Zeydiyye, İmamiyye, Gaüyye [28] Bİrsz sonra söy-liyeceğimiz üzere Keysâniyye müstakil olarak devam edemediği, İma-miyyeye katıldığı için, Şîa, müteahhir tarihlerde üç ana fırka halinde temsil edilmiştir. Hatta Gulâtı da islâm dışı sayarak istisna ederse^ Zeydiyye ve İmamiyye olmak üzere jki ana gurup kalır, [29]
KEYSÂNİYYE
a) ortaya çıkışı
Keysan'a mensup olanlar. Keysan, Hz. Ali'nin azadiı kölesi olup yine onun oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye'nin (v. 81/ 700) tilmizidir. Bazılarına göre Keysan, Muhtâr-ı Sekafî'nin (v. 67/ 687) adıdır. Bu ihtimallerden hangisinin docfru olduğunu kestirmek mümkün olmamakla beraber Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafî'nin ( jssi) şîg tarihinde siyâsî ve fikrî yönden büyük ro! oynadığı şüphesizdir. Önceleri Haricî olan Muhtar, bll'fihare Mekke'de hükümet eden Abdullah b. ez-Zübeyr'e {v. 73/692) katılmış, fakat hicrî 66 tarifinde ondan da ayrılarak şîî ve keysânî bir görünüşle ortaya çıkmış, Kerbelâ intikamını almak iddiasıyla etrafına bir hayli adam toplamış ve gerçekten de intikam almıştır. Hicrî 67 (m. 687) tarihînde Mus'ab b. ez-Zübeyr (v. 71/690) tarafından öldürülmüştür. [30]
b) Keysâniyyenin görüşleri:
1) Hilâfet, Hz. Ali'den (diğer bir görüşe göre Ali ile birlikte Hasan ve Hüseyin'den) sonra, onun. Benî Hanîfe'den olan zevcesi Havle'den doğma oğlu Muhammed'in hakkıdır, imam odur. Böylece imamet, Şia çoğunluğunun kanaati hilâfına, Hz. Fatıma'mn neslin: den çikmış oluyor. Hz. Ali'nin öz oğlu olan, fakat nesl-i pâk-i Peygamberîden gelen çocuklarından ayırdedilebilmesi için annesinin mensup olduğu kabile ile anılan Muhammed b. el-Hanefiyye, haddi zatında ilim, cesaret, fazilet ve takva sahibi bir insandı. Kahramanlıkları dillere destan olan bu zat her kesin saygısını celbetmişti. Muhtar onun bu şöhretinden istifade etmek istemiş ve kendisinin onun tarafından görevlendirildiğini (dâî) ileriye sürmüştür. İbnu'i-Hanefiy-ye ondan teberrî etmişse de sözünü dinletememiş, Kerbelâ intikamını almakla büyük şöhret yapmış bulunan Muhtar'ın fitnesinden korkarak Taife kaçtığı rivayet edilmiştir. Keysâniyye. kendi arasında bazı kollara ayrılır. Bunlar İbnu'l-Hanefiyyeden sonra kimlerin imam olduğu konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir.
2) Keysâniyye gurupları genellikle bedâ'yı kabul ederler) . Lügatte, zahir olmak, ortaya çıkmak manasına gelen be-dâ', mezhepler tarihinde Allah taâfânın bildiği bir şeyin sonradan aksinin ortaya çtkması demektir. Yani Cenabı Hak bir hadisenin nasıl vuku bulacağını önceden haber verir, fakat sonra o hadise tam aksi bir şekilde vuku buluj\ Böylece Allah'a, önceden bildiğinin aksi zuhur eder, veya Aliah, önceden bildiğinin, murad ettiğinin ve emr ettiğinin aksini bilmiş, murad etmiş ve emr etmiş olur, İslâmın ruhuna uymayan bedâ', taraftarlarınca ahkâmda câri olan neshin ah-barda da câri olmasıyla izah edilir. Muhtâr-ı Sekafî, Kerbelâ faciasının müsebbiblerinden intikam almak suretiyle elde ettiği başarılardan dolayı olacak ki bazı hadiselerin, vuku bulmadan önce nasıl" olacağını haber verir, sonra söylediği gibi çıkmayınca «Ne yapalım, Rabbinize böyle zahir oldu» (bil'âhare fikir değiştirdi) dermiş.
3) Bazı Keysâniyye gurupları Muhammed b. el-Hanefiyye'nin ölmediğini, Medine'ye yedi konak mesafede bulunan Radvâ
dağında sağ olarak bulunduğunu, zamanı gelince oradan inip imameti ele alacağını iddia ederlerdi. Böylece Şiada görülen rec'at [tekrar dünyaya dönüş) ve mehdî fikirlerini ilkin ortaya atan bu Keysâniyye gurupları oluyor.
4) Keysâniyye, imameti, Hz. Fatıma:nın neslinden gelen zevattan alıp Muhammed b. el-Hanefiyye'ye intikal ettirmişlerdir. Fakat imametin kendi oğlu Ebû Haşim'den sonra kime intikal ettiği konusunda fikir ayrılığına düşmüşler. Kimi İbnu'l-Haneftyye'nin sağ olduğunu ve dönöp geleceğini iddia ederken diğer bazı guruplar imameti Hz. peygamberin amcası Abbas'ın nesline intikal ettirmiştir. Böylece Şîa içinde imametin bir de Abbâsiyye kolu ortaya çıkmış oldu.
5 Keysâniyye gurupları içinde ifrata düşen ve İslâm dairesinin dışına çıkıp gulâttan sayılan zümreler de vardır. Bunlara göre rûh-i ilâhî kendilerince imam sayılan Beyân b. Sem'ân'a, diğer gurupa göre Abdullah b. Amr b. Harb'e intikal etmiş. Bunlar ayrıca tenâsüh'a (ruhların göçüşüne) inanıyor, dinin, imama mutlaka itaatten ibaret olduğunu, dinî emir ve yasakların önemli olmadığını kabul ediyorlardı. Bizzat Muhtâr-i Sekafî'nin dahi nübüvvet iddiasında bulunduğu rivayet edilir [31].
Öyle anlaşılıyor ki Keysâniyye Hz. Ali'nin vefatından çeyrek asır sonra ortaya çıkmış, Zeydiyyenin Zuhuruna kadar, yarım asır, şîî çoğunluğunu temsil ederek hüküm sürmüştür. Keysâniyye Hz. Ali'nin (k.v.) hayatında teşekkül eden Mufaddıla, Sâbbe ve Galiyyeden Sâbbe gu-rupunu devam ettirmiş oldu. Onun devrinde Mufaddıla ve Galiyye-nin sayısı azdı.
Keysâniyye bir fırka olarak Zeydiyye ve İmamiyyenin ortaya çıkışına kadar devam etmiş, ondan sonra çoğunluğu İmamiyyeye, bir kısmı da Zeydiyyeye ve gulâta katılarak müstakil varlığını kaybetmiştir [32][33]
ZEYDİYYE
a) Mezhebin ortaya çıkışı:
Evlâd-i Alî'den Hz. Hüseyn'in torunu Zeyd'e mensup olanlar Zamanının en büyük fakîhi, âlimi ve hatibi ölen Zeyd'e, gadr ve hıyanetleriyle meşhur Kûfe'liler ısrarla başvurarak bey'at etmek istediklerini söylemişler, o da hicrî 121 yılında kendilerinden bey'at almış, Emevilerle mücadele etmeye karar vermişti. Fakat tam devlet kuvvetleriyle karşı karşıya gelindiği bir sırada Zeyd'in taraftarları kendisine başvurmuş, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer hakkında ne diyeceğini sormuş, o da hayırdan başka bir şey söyliyemîyeceğini ifade etmiş, bunun üzerine sayıları 15 bin ile 40 bin arasında değişik olarak rivayet edilen taraftarları kendisini terkederek dağılmış, Zeyd kendisine sâdık kalan 200 kadar zat ile beraber sürdürdüğü savaş sonunda öldürülmüştür. Sünnî kaynakların dahi kaydettiğine göre savaş sırasında aldığı bir yara sonunda ölen imam Zeyd'i kendi adamları gizlice defnetmiş, fakat Emeviler tarafından mezarından çıkartılarak başı kesilmiş, Şam şehrinin büyük kapısının üstünde, Medine-i Münevverede Ravza-i Mutahharanın yanında ve Mısır camilerinin yanında asılıp teşhir edilmiş; bir rivayete göre sonra yakılıp külleri Fırat nehrine ve civarındaki ekinliğe savrulmuştur (122/740).
Zeyd'in oğlu Yahya da yürüttüğü mücadeleler sonunda Cûzecan'-da yakalanarak öldürülmüştür (125/743).
İşte bu hadiselerde Zeyd'in ve oğlu Yahya'nın tarafını tutanlara, onların fikirlerini benimseyenlere Zeydîyye, Hz. Zeyd'i ilk iki halifeye sebbetmediği için terkedenlere de Râfıza denilmiştir [34][35]
b) Ana görüşleri :
1) Bütün Şîa guruplarında olduğu gibi Zeydiyyenin de dayandığı ana görüş imamettir. Onlara göre Hz. Fatıma'nın neslinden olmaktan başka âlim, zâhid, cesur, cömert olmak ve imamet davasında bulunmaktan ibaret olan beş şartı kendisinde toplayan kişi imamete lâyıktır, böylesine itaat gereklidir. Evlâd-ı Fâtıma'dan olan bir zatta bu şartların bulunup bulunmadığı, Şiadan, görüşlerinin isabetliliğine güvenilir bir heyetin tesbitine bağlıdır. O haide hilâfet, diğer Şîa guruplarının iddia ettiği gibi, nassa dayanmaz. Orada veraset ve vesayet bahis konusu değildir.
2) Rasül-i ekrem (s.a.) den sonra en faziletli insan Hz. Ali'dir. Resûlüllah sadece onun hilâfetini tayin etmiştir. Fakat bu tayin ismen değil, vasfen olmuştur. Yani peygamber-i zî şan Hz. Ali'nin fazileti, kemali, güzel vasıf ve huylan (menkıbesi) hakkında o kadar çok şey söylemiştir ki bunlar, onun, kendisinden sonra ilk halife olmasının delilleriydi. Ashab-ı kiram bunu düşünemeyip başkasına bey'at etmekle hataya düştü. Bununla beraber ashaba bu hareketinden dolayı sebbedilemez. Daha üstün (efdal) varken ondan dûn olanın (mefdûl) imameti caiz olduğundan Şeyhaynin imameti caiz ve muteberdir (bu anrüşü benimseyen Zeydiyye gurupları vardır).
3) Hz. Ali'nin, hilâfeti deruhte edişini müteakip giriştiği müca-delerde, yapmaya mecbur olduğu savaşlarda ve Hakem vak'asında kendisi haklı, muhalifleri haksizdi.
4) Mürtekib-i kebîrenin peşinde namaz c.p'ıı değildir. O, tevbe etmeden öldüğü taktirde ebedî olarak cehennemde kalır.
5) Zeyd b. Ali, Mu'tezile mezhebinin kurucusu Vâsıl b. Atâ' (v. 131/748) ile görüşmüş, ona talebelik
sus bir görüş ve ictihadları yoktur, Şâfiiyyeye ve diğer Şîa fıkhına uydukları bir kaç mesele müstesna hepsi Hanefîdir [36][37]
c) Zeydiyyenin kolları:
Hz. Hüseyn'in torunlarından Zeyd b. Ali ile onun oğlu Yahya'nın şehid edilmesinden sonra Hz. Hasan'ın torunlarından bazı zevat yine imamet iddiasıyla ortaya çıkmış, fakat onlar da devlet kuvvetleri tarafından öldürülmüştür. Yine Hz. Hasan'ın torunlarından ve Zeydiyye imamlarından İdris b. Abdullah'ın (İdris b. Abdullah b. ef-Hasan b. el-Hasan b. Alî b. Ebî Tâlib, 177/793) Mağrib'de kurduğu İdrisitfer devleti savaşlarla uğraşmış, kısa ömürlü olmuş (m. 788-974) ve mezhebe fikrî yönden fazla bir katkıda bulunamamıştır. Şehristânî'nin (v. 548/1153) kaydettiğine göre Zeydiyye ancak Nasır el-Alevî'nin. (v. 304/917) Deylem halkını İstâm dinine ve Zeydiyye mezhebine getirdikten ve Taberistan'ı tekrar aldıktan itibaren kuvvet ve nizam bulmuş, devamlılık kazanmıştır [38] Zeydiyye gurupları bu çalkalanmalar sırasında değişik görüşlere sahibolmuşlar ve neticede Zeyd b, Ali'nin kurucusu olduğu «Zeydiyye-i hâlisâ»nm prensiplerine aykırı düşen bazı fikirler ortaya çıkmıştır. Eş'arî (v. 324/936), Makalât'ında Zeydiyyeyi altı fırkaya ayırır. Fakat diğer kaynaklar Zeydiyyeyi umumiyetle üç kolda mütalâa ederler. [39]
1) Sâlihıyye veya Bütriyye :
Fakîh, muhaddis ve mütekellim Hasan b. Salih b. Hayy (v. 168/ 785) ile «el-Ebter» lakabıyla tanınan Kesîru'n-nevâ'ya (v, 169/785) mensup olanlar.
Ehl-i sünnete en yakın Şîa gurubu bunlardır. Yukarıda Zeydiyye için saydığımız ana görüşler bunlar İçin de bahis konusudur. Sâlihıyye ve Bütriyye üçüncü halife Hz. Osman hakkında (medhi veya zem-
mi, küfrü veya imanı konusunda) bir hüküm vermiyerek tevakkuf etmişlerdir [40][41]
(2) Süleymaniyye veya Cerîrıyye :
Süleyman b. Cerîr'e mensup olanlar. Sâlihıyyenin görüşlerini paylaşırlar. Ancak Hz. Osman'ı, Hz. Ali'nin karşısında savaşan Talha, Zübeyr, Âişe'yi tekfir ederler. [42]
(3) Cârûdiyye:
Ebu'l-Cârûd Zeyd b. el-Münzir'e (v. 150/767) mensup olanlar. Rasûl-i ekrem (s.a.) in Hz. Ali'nin hilâfetini' ismen değil, vasfen tayin ve tesblt ettiğini iddia ederler. Gerçek halifeyi terkedip de Ebu Bekir ve Ömer'e bey'at eden ashab-ı kiramı tekfir ederler. Kendilerince imam kabul ettikleri bazı zevatın ölmediğini, bir gün dünyaya döneceklerini (rec'at) kabul ederler. Mehdî fikrine İnanırlar. Aralarında görüş farkları vardır [43]
Zeydİyye, bilhassa Sâiihıyye ve Bütriyye k'olunda görüldüğü üzere, bozulmamış şekliyle şîa gurupları içinde ehl-i sünnete en yakın olan fırkadır. Kollarına ait serd edilen görüşlerden de anlaşılacağı gibi Zeydiyye, zamanla diğer şîî gurupların tesiri altında kalarak imamları Zeyd b. Ali'nin prensiplerinden kısmen de olsa ayrılmıştır. İbnu'n-Nedîm, Ük muhaddislerin çoğunun Zeydî olduğunu kaydeder [44]. Fakat bu mu'tedil#görüş taraftarları zamanla azalmış, başka bir deyişle mu'tedil görüşlerini terkederek tarafgir guruplara katılmıştır. Bugün en çok Yemen'de bulunan Zeydtler halis Zeydiyye-ye yakındır [45][46]
[1] bk. eş-Şehristânî, el-Milel, I, 173; el-Beyâzî, İşârStu'l-merâm, S-. 52; Goldziher, el-Akîde, s. 223; İ.A. VIII, 761.
[2] bk. İbnu'l-Esîr, el-Lübâb, II, 353; İzmirli, Muhassalu'l-kelâm, s. 102-103. Mu'tezile imamlarından el-Câhız (v. 255/869), «el-Osmâniyye» adıyla, Hz. Osman taraftarlarının, yani sünnîlerin görüşlerini Şîaya karşı müdafaa eden değerli bir eser yazmıştır. Orada Şîa için .Aleviyye», sünnîler için de «Oşmânjyye. lerini kullanmıştır (bk. msl. s. 19; Mısır, 1955, Abdüsşelğm. Muhammed H tahkîkî ile).
[3] Îb,nu'n-Nedînı. çl-Fihrjşt, §. 22|.
[4] el-MaJatî, et-Tenbîh, s. 18, 1§6 (Kevşerî'nİn bu konudaki görüşü için aynı eserim mukaddimesine bakmış); pJ-IJayyltt, el-İntisâr, s. 14; el-Makdisî, el-Bed!, V, 124; el-Bağd^î, el-FarH, s. 21; el-îsferâyînî, et-Teb§îr, g, 10; et-Tehânevî,
I 563; İ.A. ?X? 593-
[5] Şîanın ortaya çıkışı konusunda çeşitli görüşler için bk, İrfan Abdülha-mıd, Dirâsât, s. 12-15.
[6] Bu konuda fazla bilgi ve kaynak tesebiti için bk. t Abdülhamîd, ag.e,, s. 21-32.
[7] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:187-188.
[8] Küleynî'ye ait el-Kâfîden naklen (Bombay, 1302, s. 105) Goldziher, el-Akîde, s. 203.
[9] el-Eş'arî, Makalât, I, 53, 70; el-İsferâyfnl, et-Tebsîr, s. 17; Îbnu'l-Arabî, el-Avâsım, s. 184; eş-Şehristânî, el-Müel, I, 146-147; îbn Haldun, Mukaddime, II, 1; el-Cureânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 286; el-Cîlânî, el-Ğunye, s. 87; İzmirli, Muhassal, s. 114; Ebû Zehra, el-Mezâhib, I, 72-76; Yusuf Abdurrezzâk, İşârâtu'l-merâm neşri haşiyesi, s. 327; İ. Abdülhamîd, Dirâs&t, s. 11, dipnotu. «Akayid-i İmâmiyye-risalesinin müellifi şîî Abdurrahîm el-Hûyî, mürtekib-İ kebirenin tevbe etmeden bile ölse cehennemde ebedî kalmıyacağını söyler (a. 41-43). Bu, ehl-i sünnet arasında kalmanın doğurduğu bir tesir olsa gerek.
[10] bk. el-lntisâr, s. 14.. 102-103; Watt, İslâmî Tedkikler, s. 4; İ. Abdülhamîd, ag.e., s. 15-21.
[11] bk. el-Beyâzî, İşârât, s. 52; İzmirli, ag.e., s. 126-127; Ahmed Emin, Du-ha'1-îslâm, III, 268; Ebû Zehra, ag.e., I, 76.
[12] eg-Şehristânî, ag.e.. I, 162; A. Emin, Feeru'l-İslâm, s. 272, Duha'i-İslâm* III, 267-268.
[13] bb. İbn Bâbeveyh, r. el-îtikadât, s. 19-25, 27-28, 98; el-Hûyî, Akayid-i İmamiyye, s. 4-5, 7-9; A. Emin, thjha'l-İslâm, in, 267-268.
[14] el-Hıllî, Minhâcu'l-kerâme, s. 83.
[15] el-Eş'ar', Makalât, I, 50; e§-Şehristânî, ag.e., I, 162; el-Eeyâzî, ag.e., s. 52; İzmirli, Muhassal, s. 115, 184-185; GoldziUr, el-Akîde, s. 224, 228-229, 389 not 124; A. Emin, Duha'l-İslâm, III, 254-261; İ.A. IV, 607 (Fdtıh md.); el-ÂlÛsî, Muhtasaru't-Tuhfe, s. 211-237.
[16] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:189-192.
[17] bk. îzmirli, ag.e., s. 170-172; İ. Abdülhamîd, dirâsât, s. 19-21.
[18] el-Makrîzî, el-Hıtat, II, 351.
[19] bk. el-Eg'arî, Makalât, I, 5, 15, 63; el-Makdisî, el-Bed', II, 351; el-İsfe-râyînî, et-Tebsîr, s. 16-26; eş-Şehristânî, el-Milel, I, 147-154, 157, 165-172, 174, 191-192; el-Makrîzî, ag.e., II, 351.
[20] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:192-196.
[21] bk. el-Makdisî, ag.e., V, 124; el-Âlûsî, ag.e., s. 3-5, 7; îzmirli, Muhas-sal, s. 103. Şîa-i ûlâdan Hz. Ebu Bekir için «sıddîk. diyenler vardır (bk. el-Câhız, el-Osmaniyye, s. 124-125).
[22] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:195-196.
[23] sır âlimlerinden Abdullah el-Mâmekanî'nin (1351/1933), yine Imamiyyenin seçkin ve muteber bilginlerinden el-Keşşî'den (v. 340/951) naklettikleri ise şöyle (Tenkîku'l-Makal, II, 184) :
•tlim erbabının zikrettiğine göre Abdullah b. Sebe' aslen yahudi iken müs-lüman olmuş ve Hz. Ali'ye bağlanmıştır. İbn Sebe' yahudi iken Yûşâ' b. Nûn hakkında «Musa'nın vasisi» dermiş. Müslümanlığı kabul ettikten sonra ise buna benzer bir görüşü Hz. Ali için söylemiştir (yani «Ali Muhammed'in vasisidir» tarzında). Hz. Ali'nin imametini ilkin ortaya atan, onun düşmanlarından teberri edip muhaliflerini teşhir ve tekfir eden de odur. Bundan dolayıdır ki Şîa muhalifleri .şîîliğln kaynağı yahudilikten. alınmıştır, demiglerdir» (Muhibbuddîn el-Hatîb, el-Âlûst'nin Muhtasar mukaddimesinde, s.v.).
[24] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:197.
[25] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:197.
[26] bk. el-Bağdâdî, el-Fark, s. 233-236; eş-Şehristânî, el-MÜel, I, 174; el-Makdisî, el-Bed', V, 124-125; el-Âlûsî, Muhtasar, s. 5-9, 54-56; İzmirli, Muhassal, s. 104-108; Ebû Zehra, el-Mezâhib, I, 46-48.
[27] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:197.
[28] Şehristânî, İsmâîliyyeyi ana bir gurup kabul ederek Hz. Ali'nin vefa-tmdan sonraki şîîliği beş grupta mütalâa etmiştir. Haddi zatında İsmâîliyye, zuhuru yönünden düşünülürse İmamiyye içinde, fikirleri gözönünde bulundurulursa Gulât içinde mütalâa edilebilir.
[29] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi-197-198..
[30] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:198.
[31] bk. el-Eş'arî, Makalât, I, 16-21; el-Mes'ûdî, MurûcuVzeheb, III, 84, 106-107; el-Bağdâdî, el-Fark, s. 38-53; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 18-20; İbn Hazm, el-FasI, IV, 182; eş-Şehristânî, el-Milel, I, 147-154; İbn Haldun, Mukaddime, II, 7, 10-11; el-Makrîzî, el-Hitat, II, 351-352; İzmirli, Muhassal, s. 108-111; Ebû Zehra, elvMezâhib, I, 67-71; Keysâniyyede Mehdîlik hk. bk. Avni İlhan, Mehdilik, s. 53-60. A. Göhpinarh, Keysâniyye fikirlerinin Muhtar es-Sekâfî'ye nisbet edilemiyeceğini Şiî kaynaklara dayanarak isbata çalışır, bk. Şiîlik, s. 137-138.
[32] bk. el-Bağdâdî, ag.e., s. 71; el-İsferâyînî, ag.e., s. 24; Ebû Zehra, ag.e., I, 71. Eş'arî Makalât'ında Keysâniyyeyi 11 grupa ayırıp görüşlerini Râfıza (İma-miyye) kollarının görüşleriyle birlikte zikreder (I, 16-21).
[33] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:198-199.
[34] yapmıştır. Bu sebeple Hey-diyye usûl-i dinde Mu'tezileyi takibeder. Furûda ise kendilerine mah-
bk. el-Eş'arî, ag.e., I, 61-63, 74; İbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 226; el-Mes'ûdî, ag.e., III, 217-225; el-Bağdâdî, ag.e., s. 34-35; el-İsferâyînî, ag.e., s. 17; İbn Hazm, ag.e., IV, 92; eş-Şehristânî, ag.e., I, 154-157; İbn Haldun, ag.e., II, 11; İbn Hallikân, Vefeyât, V, 122-123, VI, 111; el-Kütbî, Fevât, II, 35-38; İbnu'1-Esîr, el-Kâmil, V, 229, 242-247; İbnu'1-Imâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 158-159; İzmirli, ag.e., s. 112; ez-Ziriklî, el-A'lâm, III, 98-99 ve oradaki kaynaklar.
[35] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:199.
[36] el-Eş'arî, ag.e., I, 70; el-Malatî, et-Tenbîh, s. 34; İbn Hazm, ag.e., IV, 93; el-Bağdâdî, ag.e., s. 34; el-İsferâyînî, ag.e., s. 17; eş-Şehristânî, ag.e., s. I. 154-155, 162; el-Kütbî, ag.e., II, 37; İzmirli, ag.e., s. 112-115; Goldziher, el-Akîde, s. 236-237; Ebû Zehra, ag.e., I, 72-78.
[37] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:200.
[38] el-Eş'arî, ag.e., I, 75 vd.d.; eş-Şehristânî, ag.e., I, 156-167; İbn Haldun, Mukaddime, II, 12; İ.A. .İdris I ve II, İdrisîler. maddeleri; ez-Ziriklî. el- II, 216 ve oradaki kaynaklar.
[39] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:200-202.
[40] el-Eş'arî, Makalât, I, 64-65; el-Bağdâdî, el-Fark, s. 33-34; İbn Hazm, el-Fasl, IV, 92; el-İsferâyînî, et-Tebsîr, s. 17; eş-Şehristânî, eî-Müel, I, 161-162; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 290; İfan Haldun, Mukaddime, II, 11-12; îzmkli, Mahassal, s. İ13; ez-Zehebî, Mîzânu'Mtidâl, IH, 402. Bütriyye veya Betriyye kelimesi için îbn Manzûr'un Lisânu'l-arab'ına, Fîrûzâbâdî'nin Kamus'una, et-Tehâ-nevî'nin Keşşafına ve İbnul-Esîr'in el-Lûbâb'ına bakınız.
[41] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:203-204.
[42] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:204-205.
[43] el-Eg'arî, ag.e., I, 63-64; el-Makdisî, e>Bed\ V, 133; el-Bağdâdî, ag,e., s. 30-33; el-İsferâyînî, ag.e., s. 16-17; İbn Hazm, ag.e., IV, 92; e§-Şehristânî, ag.e., I, 157-160; el-Curcânî, ag.e., III, 290; tbn Haldun, ag.e., II, 11-12; İzmirli, ag.e., s. 113-J14; Âvni İlhan, Mehdilik, s. 62-69.
[44] İbnu'n-Nedîm, el-Fİhrist, s. 226-227.
[45] İbn Hazm, ag.e., II, 112; el-Makrîzî, el-Hıtst, II, 354; A. Emin, Fecru'l-lıUm/i. 272; Ebu Zehra, el-Mezâhib, I, 78.
[46] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:205.