- Seyyahların Gözünden İstanbul

Adsense kodları


Seyyahların Gözünden İstanbul

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 19 July 2012, 05:20 pm GMT +0200
Seyyahların Gözünden İstanbul: Enderun’da hayat
Sinan CECO • 76. Sayı / TARİH


Osmanlı saraylarının, kamusal alandan şahsi alana doğru geçiş özelliği taşıdığını evvelce ifade etmiştik. Bu yerleşke sistemine göre sarayın en derunundaki yapılar, birinci dereceden şahsi alan olarak kabul edilir ve bu bölümler, sarayın en mahrem tarafları arasında yer alırdı. Nitekim oldukça spekülatif bir konu olan “Harem” de Enderun’un bir parçası sayılırdı.

Metafor olarak “enderun”, Harem’i de kapsayan bir anlam taşısa da, terim olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet adamı ihtiyacını karşılayan, imparatorluğun en katı ve en nitelikli eğitiminin verildiği bir “hayat mektebi” olarak anlamlandırılıyordu.

“İmparatorluk Akademisi” olarak nitelendirebileceğimiz bu girift sistem, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyaset anlayışının çekirdeğini oluşturan bir kurum olarak Avrupalıların merak ettiği stratejik bir önemi de haizdi. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun “Siyaset Akademisi”ne dair en ufak bilgi kırıntıları dahi Avrupalılar için çok ciddi anlamlar taşımaktaydı. Bu nedenledir ki Avrupa’dan Osmanlı diyarına gitmiş birçok seyyah, bu kuruma dair bilgi edinmiştir.

Enderun’un yapısına dair

Bâbü’s Saade olarak adlandırılan ve tören kapısı olarak işlevlendirilen zarif kapıdan geçilen Enderun Avlusu, Osmanlı İmparatorluğu’nun “Siyaset Akademisi” olarak kabul edilmeli. 90x100 metrelik bir alanda, milyon metrekarelik bir imparatorluğu idare edecek devlet adamlarını yetiştiren bu müessese, her açıdan hayret vericidir.

Osmanlı sultanının şahsi alanı olarak kabul edilen bu avluya girer girmez diğer avlulardan farklı olarak bir manzarayla karşılaşırız. Bu avluya açılan kapıdan içeri girildiğinde, deyim yerindeyse avluyu perdeleyen bir yapıyla karşılaşırız. Bu yapı padişahın kabul odası veya taht odası olarak nitelendirebileceğimiz Arz Odası’dır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvesinde bulunan kişinin şahsına ait olan bir yerleşkeye girerken karşınıza bu yapının çıkması çok anlamlı olsa gerek. O denli ki, bu Arz Odası’nın önündeki eşikten avluya doğru bir adım bile atmak, padişahın izni dışında mümkün değildi.

Siyaset Akademisi’nin yerleşkesinin, sultanın makamını temsil eden yapıyla perdelenmesi içe dönük, imgesel pek çok anlam ihtiva ediyor. Bu aynı zamanda Doğu toplumlarının ya da bir başka deyişle İslam toplumlarının algısıyla ilgili de bir durum. Sanatta da durum böyle. Batı toplumlarının sanata yaklaşımı dışsal iken, Doğu toplumlarının yaklaşımı içseldi. Batı sanatında bir resme uzaktan bakarken, Doğu sanatında bir minyatüre aklen ve kalben içten bakarsınız. Çünkü bu uzaktan bakıldığında sezilecek bir olgu değil. Osmanlı saraylarını incelerken de daima bu olguyu göz önünde bulundurmalıyız. Nitekim bu düsturu benimsediğimizde, imparatorluk saraylarının her köşesinde imgesel değerler taşıyan unsurları görebiliriz.

Sultan’ın makamında
Enderun Avlusu’nu perdeleyen 16x10 metrelik bir oda olan Arz Odası, renkli görüntülere de ev sahipliği yapan bir mekân ve bu mekânda da tıpkı sarayın diğer mekânlarında olduğu gibi ritüeller ön planda bulunuyor.

Divân-ı Hümâyûn’da alınan kararların padişaha arz edildiği mekân olması dolayısıyla “Arz Odası” olarak anılan yapıda gerçekleşen bir diğer önemli hadise ise elçi kabulüydü. Sarayın tamamında olduğu gibi bu yapısında da ritüellerin uygulandığı Arz Odası’nda işlevlerine göre üç kapı bulunmaktaydı. Buna göre Enderun Avlusu’na bakan cephedeki kapı Hünkâr Kapısı, onun tam karşısında, Bâbü’s Saade’ye bakan cephedeki kapı Maruzat Kapısı, yine aynı cephede fakat Maruzat Kapısı’nın solundaki kapı ise Pişkeş ya da Hediye Kapısı idi.

Padişahın Enderun’daki Ofisi olan Has Oda’dan bu odaya doğru gelen padişah, Hünkâr Kapısı’ndan odaya giriş yapar, tahtına oturur ve elçinin odaya kabul edilmesini buyururdu. Elçiler huzura kabul edileceği vakit ise hem güvenlik hem de padişaha saygı gerekçesiyle kapıcıbaşılar, elçinin iki koluna da girer ve padişahın önünde üç kere yere eğilmek suretiyle elçiye selam verdirirlerdi. 1667 yılında İstanbul’a gelen Rus elçisi bu ritüele karşı gelip padişahın önünde eğilmeyi reddedince, silahtar ağa elçiyi ensesinden tuttuğu gibi yere kapaklandırarak, cebir yoluyla da olsa ritüelin gerçekleşmesini sağlamıştı.

Bu sahne, seyyahların da ilgisine mazhar olmuş bir mevzu bahis idi. Bu nedenle anlatılan ritüeller ressamlar tarafından da resmedilmeye çalışılırdı. D’ohsson’un 1787 yılında yayınlanan kitabında yer alan 1 numaralı gravürde, yukarıda anlattığımız ritüelin canlandırmasını görmek mümkündür.

Enderun avlusunda hayat
Enderun, devşirme denilen öğrencilerin oluşturduğu eğitim sisteminden oluşmaktaydı. Fatih, imparatorluktaki Hıristiyan çocukları, küçük yaştaki savaş esirlerini, sınır boylarına yapılan baskınlarda esir alınan çocukları devşirip, devlet yönetiminde kullanabileceği bir sistem geliştirmişti. Devşirme Vergisi ise, imparatorluğun Hıristiyan köylerindeki, her kırk haneden bir erkek çocuk şeklinde belirlenmişti. Buna göre Müslüman yapılan bu Hıristiyan çocuklar, üst düzey eğitim görerek Osmanlı Devleti’nin yönetici kadrosunu oluştururdu.

Çok katı bir takım fiziki ve psikolojik safhalardan geçirilerek Enderun’a alınan bu çocuklar, köklerinden de koparıldıkları için tek bağlarının devlet ve padişah olduğunu düşünüyorlardı. Nitekim sistemin amaçladığı da buydu. Onlara, padişahtan başka hiçbir koruyucu, kollayıcı, lütfedici ve cezalandırıcı olmadığı fikri aşılanmış ve tek evlerinin devlet, tek veli nimetlerinin de padişah olduğu kanıksatılmıştı. Nitekim bu olguyu benimseyen insanların da devlete ve padişaha ihanet etmesi beklenemezdi. Uzun yıllar böyle de oldu.

İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden devşirilerek, Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve Beyazıt’taki Eski Saray’a gönderilen bu çocuklar çok ağır fizikî ve psikolojik süreçlerden geçirilerek elemeye tabi tutulurdu. Bunların içinden en zeki, en kuvvetli, en soğukkanlı, en yetenekli ve fizikî olarak en düzgün çocuklar seçilerek Topkapı Sarayı’ndaki Enderun’a gönderilirdi.

90x100 metrelik Enderun Avlusu’nda bulunan bu çocuklar, efendileri olan padişahın dizinin dibinde, her anlamda eğitilirlerdi. Pozitif ve dinî bilimler konusunda aldıkları eğitimin yanında, burada aynı zamanda yaşamayı ve hayatla mücadeleyi de öğreniyorlardı.

Enderun’a alınan öğrencilerin eğitime başladığı ilk sınıf “Dolamalılar” sınıfıydı. Enderun’da temel olarak iki sınıf vardı: Dolamalılar ve Kaftanlılar. Bu iki sınıfın da kendi içlerinde rütbeleri ve koğuşları vardı.

Dolamalıların giysileri çuhadandı ve giysilerinin eteklerini bellerine doladıkları için dolamalılar denilmiştir. Kaftanlılara ise ipek kaftan giydikleri için kaftanlılar denilmiştir. Bu öğrencilerin tamamına yılda iki kat elbise ve üç ayda bir de maaş verilirdi.

Dolamalılar sınıfının ise iki derecesi vardı. Bunlar, Küçük Oda ve Büyük Oda’ydı. Bu iki oda Enderun sisteminin ilk iki basamağını oluşturur ve öğrenciler burada edebiyat, Arapça, Farsça, Kur’an ilimleri, spor, musiki, çeşitli sanat dalları ve meslekî konularda eğitim alırlardı. Eğitim için Enderun’a getirilen hocalar ve zanaatkârlar itina ile seçilir ve muhafızlar eşliğinde alınırdı. Onların dışında bir yabancının buraya girmesi mümkün değildi.

Enderun’da eğitim gören öğrenciler bağlı bulundukları odabaşlarının ve padişahın onayıyla bir üst dereceye terfi ederlerdi. Terfi edemeyenler ise kapıkulu ocakları ve sipahi ocaklarına gönderilirdi. Terfi edenler eğitimlerine kaftanlı olarak devam ederlerdi. Tabii ki kaftanlılar grubunun da koğuşları ve bu koğuşlar arasında rütbe farkı vardı. Bunlar sırasıyla Seferli, Kilerli, Hazinedar ve Has Odalı koğuşlarıydı.

Enderun’un kaftanlılar grubundaki ilk basamak Seferli Koğuşu’ydu. Bu isim Sultan IV. Murad’ın bu koğuştaki ağaları, hizmetini görmeleri için sefere götürmesinden dolayı verilmişti. Koğuşun bulunduğu bina, Fatih Köşkü ile birlikte ve bitişik olarak yapılan Hünkâr Hamamı’ydı. Sultan III. Murat’ın, Harem’de bir has oda ve bir de hamam yaptırmasıyla Hünkâr Hamamı işlevini yitirmiş ve Enderunlulara tahsis edilmişti. Seferli Koğuşu aynı zamanda padişahın kıyafetlerinin yıkanması gibi işlerden de sorumluydu. Kuruluşunun ilk yıllarında Enderun’un temizliği, düzeni ve Enderunluların kıyafetlerinin yıkanmasından da sorumluyken zamanla bu çalışma sistemi yerini meslekî ve sanatsal işlere bırakmıştır.

Terfi etmeye hak kazanan Seferliler, Kilerli Koğuşu’na geçerdi. Bu koğuş hem kilerle hem de padişahın hizmetiyle ilgilenirdi. Padişahın sofrasını kurmak, toplamak ve bulaşıklarını yıkamak Kilerli Koğuşu’nun görevlerindendi. Ayrıca Kilerliler, Harem’in de gıda ürünlerini muhafaza etmekle yükümlüydü. Ahşap malzemeden inşa edilen Kilerli Koğuşu, 1856’da bir yangınla kullanılamaz hale geldi. Daha sonra yeniden inşa edilen bina, bugün müze müdürlüğü olarak kullanılıyor.

Kilerli Koğuşu’ndan sonra ise Hazinedar Koğuşu geliyordu. Bu koğuş Enderun Hazinesi veya İç Hazine olarak bilinen hazineden sorumluydu ve koğuşun başında hazinedarbaşı bulunurdu. Hazinedar Koğuşu’nun yanında ise başında silahtar ağa olan Silahdar Hazinesi mevcuttu.

Kilerli Koğuşu’ndan sonra ise bir Enderunlunun yükselebileceği en son nokta olan Has Oda vardı. Burası padişahın özel dairesi ve çalışma odasıydı. 16. yüzyıldan itibaren Harem’in Beyazıt’taki saraydan buraya taşınmasıyla padişahlar Harem’de daha fazla vakit geçirmeye başladı. Bu yüzden eski işlevini kaybeden Has Oda’da Kutsal Emanetlerin bir araya getirilmesiyle Mukaddes Emanetler Müessesesi oluştu. Fakat bu tarihe kadar padişahın en fazla vakit geçirdiği mekân burasıydı. Fatih devrine ait yapılar arasında yer alan Has Oda, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden dönerken mukaddes emanetleri de yanında getirip Has Oda’ya yerleştirmesiyle bu oda önemini bir kat daha arttırmıştı.

Kırk seçkin Enderunlu
Has Oda, padişaha kulluğunu ispatlamış, üstün yetenekli ve eğitimli yaklaşık kırk Enderunludan oluşmaktaydı. Bu kırk seçkin Enderunlu arasından da öne çıkan dört kişi seçilirdi ve bu dört kişi padişahın en yakınındaki kişiler halini alırdı. Has Oda, sarayda yirmi dört saat Kur’an okunan bir mekândı ve dört birimden müteşekkildi.

Has Oda’ya yükselmiş Enderunluların, bu koğuştan sonraki görevleri ise sarayın dışında başlardı ve bu Enderunlulara, imparatorluğun eyaletlerinden birinde görev verilirdi. Has Oda’ya gelmeden Enderun’dan çıkarılan öğrenciler de bulunmaktaydı. Enderun’un en üst mevkisine kadar ulaşamadan saraydan çıkarılan o Enderunlular da aldıkları eğitim oranındaki bir derecede memur olurlardı. Enderun Teşkilatı bu şekilde işlemekteydi.

Terfi sistemindeki imge
Enderun avlusunda terfi sistemi saat yönünün tersine işlerdi. Yani koğuşların sıralanışında da bir mana vardı ve rastgele konumlandırılmış değildi. Kareye yakın planlı olan Enderun avlusunun tam ortasından avlunun her tarafına dağılmış olan koğuşlara bakıldığında terfi sırasının soldan sağa doğru olduğu fark edilirdi. Birbirinden farklı dönemlerde inşa edilmiş yapılardaki koğuşların terfi düzenindeki bu uyum, sistemin imgesel bir anlam taşıyıp taşımadığını düşündürüyor ve Orta Asya Türk törelerinden birçoğunu yaşatan Osmanlı’nın bu uygulamasında “Sağ tarafın sol tarafa göre üstün olduğu inancı mı kendini göstermiştir?” sorusu akıllara geliyor. Nitekim Orta Asya Türklerinde de Güneş’in doğduğu sağ taraf battığı sol tarafa göre üstün kabul edilmişti…

Bu muazzam eğitim kurumu, kendisi de Enderun’da yetişmiş biri olan Ali Ufki Bey’in (17. yüzyıl) kitabında ifade ettiğine göre, altmış sadrazam, yüzden fazla vezir, yirmi üç kapudan paşa, binlerce yüksek memur, valiler, defterdarlar, mimarlar, hattatlar, bestekârlar, ressamlar, şairler yetiştirmişti.

Enderun’un yapısına dair bu bilgileri verdikten sonra, Enderun hayatına dair tüm yazılıp çizilenleri algılamak daha kolay olacak. Nitekim Julia Pardoe’nun 1838 yılında Londra’da yayınladığı eserinde yer alan Enderun Avlusu gravürü, oldukça sakin bir yapı arz etse de, arka planında tüm bu anlattıklarımızı içeren bir yerleşkesinin hikâyesini anlatıyor aslında.

Not: Gravürde en arkada görülen saçaklı yapı, daha önce de bahsi geçen Arz Odası’ydı. Onun hemen önünde, kubbesiyle dikkat çeken yapı ise Sultan III. Ahmed’in emriyle yaptırılan Enderun Kütüphanesi’ydi.

Gravür, bugün müze müdürlüğü olarak kullanılan Kilerli Koğuşu önünden Enderun Avlusu’nu gösteriyor ve padişaha kulluklarını ispatlamaya çalışan Enderunluların hayatlarından bir kesit sunması açısından oldukça önemli.