neslinur
Thu 15 July 2010, 04:08 pm GMT +0200
D. Sevgi (Rahmet) Kavramı Ve İnsan Tabiatı
1. Sevgi Kavramı
Biz bu çalışmamızda sevgi kavramını dînî terminolojideki rahmet kavramının karşılığı olarak kullandık. Bundan dolayı öncelikle rahmet kavramını açıklamak yerinde olacaktır:
Rahmet kelimesi Ra-Hı-Me kökünden türemiş bir mastardır. Kelime olarak kalbin çok duyarlı (rikkatli) oluşu anlamına gelir. Rahmet kelimesi, rahmet ve merhametin zirvesini ifade eder. Râgıp, "rahmef'in anlamını "rahmetin taşması"
olarak verir. Rahmet insan için kullanıldığında dikkat ve rikkat (incelik) göstermek ve atıfette bulunmak, insanlara karşı ilgili olmak, onların sorunlarına duyarlılık göstermek anlamına gelir. Aliah Teâlâ için ise rahmet, ihsan, in'âm ve ifdâl (bol bol vermek) anlamına gelir. [52]
Aslında rahmet kelimesinin tam olarak anlamını dilimizde karşılayan kelime yok denebilir. Zaman zaman acımak, esirgemek, şefkatli olmak gibi kelimeler bu kelimeye karşılık olarak kullanılsalar da bunların rahmeti tam olarak karşıladığı söylenemez. Acımak, rahmet kelimesinin anlamının bir kısmını ifade ederse de tamamıyla kapsamaz. Tamamlayıcı olarak affetmek, korumak, lütfetmek gibi anlamları da getirmek gerekir. Esirgeme ise dilimizde koruma anlamına geldiği gibi olumsuz olarak da kıskanmak, vermemek gibi rahmetle yan yana getirilmesi di .;ünülemeyecek anlamlara da sahiptir. Bu bakımdan kelime ; rahmetin anlamını tek kelime ile
karşılamak yetersiz kalmaktadır. Ancak sevgi kelimesi, bütün bu davranışların sebebini :fade etmesinden dolayı onun anlamına en yakın kelime olduğu söylenebilir.
Aynı sebepten dolayı esirgeyen ve bağışlayan kelimelerinin Rahman ve Rahîm'in tam karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim, başta Fransızca ve İngilizce olmak üzere, tüm yabancı dillerdeki Kur'ân çevirilerinde Rahman ve Rahîm iki, üç, hattâ zaman zaman dört kelimeyle karşılanmaktadır. Esirgeyen ve bağışlayan deyimlerini kullanmakla birlikte, bu İnceliği de hatırda tutmak zorundayız. [53] Aslında esirgeme kelimesi yerine koruma veya kollama kelimelerinden birinin kullanılmasının daha yerinde olacağını düşünmekteyiz.
Rahmet'in terim anlamına ise Fahrettin Razı, insanı âfetlerin her türlüsünden kurtarma, ihtiyaç sahiplerine gerekli her türlü hayrı ulaştırma suretiyle ihsan ve in'âmda bulunmaktır [54] der. Râzfnin bu tanımı çok yerindedir. Râzf, burada öncelikle insanı âfetlerin her türlüsünden kurtarma anlamı üzerinde durmaktadır. Şüphesiz insandan âfetleri kaldıran ve o-nun ihtiyaçlarını gideren ona ihsanda bulunan Allah Teâlâ'dır. Bu anlamda rahmet sadece onun bir fiili gibi gözükmektedir. Bu kavram Kur'ân'da Rasûlullah(s.a.v.)'m bu sıfatı olarak da kullanılmakta ve âyette "Seni ancak Âlemlere Rahmet olarak gönderdik. [55] buyurulmaktadır.
Ayrıca Rahmet kelimesinin içeriğinde karşılık beklemeden iyilik yapma (ihsan ve in'âm) anlamı bulunmaktadır. Rahmet bu anlamda iyilik içeren davranışların en yücesi olan "iyilik için iyilik" davranışının zirvesidir. Öyle bir davranış ki, tek amacı insanlığın sahip olduğu en yüce erdemlerden birisi olan iyilik kavramını yaşatmaktır. Yapılan bu iyiliğin maddî ve manevî hiç bir karşılığı beklenmez.
Günlük hayatımızda bir çok davranışımız vardır ki bunların hepsinin içeriğinde rahmet vardır. Susamış bir insana bir bardak su ikram etmekten, gideceği yeri bilmeyen bir insana yolunu tarif etmekten tutun, ölmek üzere olan bir çocuğun hastalığını iyi ederek onu tekrar sağlığına kavuşturmaya varıncaya kadar iyilik içeren her davranışımız bir rahmet eylemidir.
Ölmek üzere olan küçük bir çocuğun annesinin psikolojik durumunu ve çaresizliğini düşünün. Çocuğunun sağlığından ümidini kesmiş bir halde ciğeri kan ağlarken çocuğa sıhhat bahşeden bir iyilik elinin bu müdahalesinin anlamı ve değeri o annenin gözünde ne ise, rahmet kelimesinin muhatabı için içerdiği anlam da odur. Bu lütuf tarif edilmez bir anlam, ölçüye gelmez bir değer taşımaktadır.
Rahmet kelimesinin muhatapları için yapılan "ihtiyaç sahibi" nitelemesi de son derece dikkat çekicidir. Çünkü rahmet, ihtiyacı olan kişi için son derece önemlidir. Şüphesiz, rahmet kelimesinin içerdiği mânâyı en iyi, ona en çok ihtiyacı olan kişi anlar. Yardım almanın, yoklukların kaldırılmasının, ihtiyacın giderilmesinin anlamım zaruret karşısında çaresizlikten kıvranan ihtiyaç sahiplerinden daha iyi hiç kimse anlamaz. Rahmete en çok ihtiyacı olanlar ise, ilgi, alâka, şefkat, yardım, esirgeme ve bağışlanmaya en çok ihtiyacı olanlar ise ilgiye, alâkaya, şefkate, yardıma, esirgenme ve bağışlanmaya en çok ihtiyacı olan kişilerdir. Bunlar da şüphesiz günahkâr insanlardır. Yani bu anlamda rahmet, ona en çok ihtiyacı olan kişilere yöneltildiği zaman asıl amacına ulaşmış olur. Bu mantıktan hareket edildiğinde, Âlemlere Rahmet olan Hz. Pey-
amber, bu niteliğini, bu âlemde ona en çok ihtiyacı olan insan ubuna, yanj günahkârlara yöneltirse, asıl amacı yakalamış olacaktır. Zaten Hz. Peygamber'in tavrı da böyle olmuştur.
Allah Teâlâ'nm bu dünyadaki rahmeti umumîdir. Herkesi ve her şeyi kapsar. Âhiretteki rahmeti ise rnü'minlere tahsis edilmiştir. [56]
Rahmet, insanlarla Allah ve insanlarla Peygamber arasındaki iletişimde, Allah'ın ve Peygamber'in bir tavrıdır. Bu tavrın mahiyeti öncelikle Akâid, Kelâm konuları içinde mütâlâa edilse bile, biz insan açısından bakıldığında bunun bir eğitim yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz, insanlarla iletişimi sıfatının gereği olarak Rahmet ortamı ile sağlayan Allah ve Peygamberi'nin bu tavrına amaç açısından bakıldığında, bu amacın İnsanların topluca eğitimi olduğu rahatça söylenebilir. Örgün bir eğitim faaliyeti olmaktan çok, yaygın bir eğitim faaliyeti olarak gözüken nübüvvet görevinin temel ilkesi ve yöntemi rahmet'tir. Bu ilkenin insanları dine ısındırmanın yolu ve yöntemi olarak kullanıldığını söylemek mümkündür.
Bu yöntem Hz. Peygamber(s.a.v.)'in görevini yaparken kullandığı yöntemdir.
Arap toplumunun müslüman olmasında en büyük etken,iz. Peygamber'den gördüğü sevgi, şefkat, ilgi, koruma anlayı-bağışlama gibi rahmet kavramının içeriğinde yer alan tutume yöntemler olmuştur. Çöl ikliminin onlara adetâ bir mizaç gibi kazandırdığı sert ve acımasiz kişilik yapısı, aralarındaki İlişkilerde bu gibi yumuşak ve İnsanî vasıfları yaşamlarına engei teşkil ediyordu. Çatlamış toprağın suya ihtiyacı olduğu gibi onları" da sevgi, şefkat, ilgi görmek gibi tutumlara ihtiyacı va di. Zaten Hz. Muhammed'in en belirgin vasfı "Rahmet Peygamberi" olmasıdır. Kur'ân'da bu vasıf insanla, içinde sadece Hz. Peygamber için kullanılmıştır. Onu diğer insanlardan ve peygamberlerden ayıran ayırıcı vasfı, . Jphesiz "rahmet" olma özelliğidir. Onun bu özelliği ile Arap toplumunun ihtiyacı tam olarak örtüşmüş, bu uyuşmada Câhiliyye Araplarmm müslüman olmalarında en önemli etken olmuştur.
Peygamberimizin elde ettiği sonuç da bu yöntemin sonucudur. Bu yöntemi iyi anlayabilmek için Hz. Peygamber'den önceki Arap toplumuna ve ondan sonraki Müslüman Ashabına iyi bakmak gerekir.
İslâm'dan önce Arabistan'daki toplumsal hayat ve insan ilişkileri ise kelimenin tam anlamı ile zulüm üzerine kurulmuştur. Hakkı gözetmek, adaleti tesis etmek gibi kavramların hiç yaşanmadığı câhiliyye dönemi, insanın dudaklarını uçuklatan, kişiyi insanlığından utandıran uygulamalarla doludur. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi gibi büyük bir acımasızlık Örneği, herkes tarafından takdir gören bir davranış idi. Doğrusu Araplar bu konuda, esirleri aslanlara yem eden Romalilar'ı geride bırakmıştı.
Haklının değil, güçlünün hak aldığı bu düzen ,zayıfı ezdikçe eziyordu. Haksızlık, hukuksuzluk, üzerindekonuşulmayacak kadar yaygındı. Bu dönem için Nedvî "Rahmet Pey-mberi" acih kitabında toplumun bir nevi toptan intihara ha--rjandığmi ve bunun için büyük bîr gayret gösterdiğini söyler. Bu durum Kur'ân'da şu âyetle anlatılır:
"Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi (İslama ısındırıp) birleştirmişti- İşte onun bu nimeti sayesinde (din) kardeşleri olmuştunuz ve yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı." [57]
Eski tarihçiler, Hz. Peygamber(s.a.v.)'in hayatına dair hadiseleri anlatırken, Câhiliyye çağını maalesef doğru dürüst tasvir edememişlerdir. Bununla beraber onlar mazurdurlar. Çünkü gerçekten edebiyat ve lügat bilgileri onlara böyle bir kolaylığı bütünüyle vermedi. Hakikat şu ki, ahlâksızlık ve kötülüğün zirvesindeki bu vaziyeti, öyle bir çırpıda tasvir etmek ve rastgele bir edebiyat ve dil bilgisiyle anlatmak da mümkün değildi.
Hz. Muhammed'in Peygamber olarak gönderildiği cahi-liyye çağının problemi, yalnızca içtimaî ve ahlâkî çöküntü, yalnızca mücerred putperestlik, sadece içki ve kumar, zulüm, istibdâd, boş ve lüzumsuz şeylerle meşgul olmak, zalim iktisadî kanunların, gaddar idarecilerin haksız tasarrufları ve yalnızca kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek meselesi miydi? Hiç şüphesiz ki, hayır! Zira Câhiliyye çağının problemi, bütün insanlığın diri diri toprağa gömülmesi meselesiydi. İnsanlar birbirlerini avlamaya, katlettiği insanın Ölüm anındaki halinden zevk almaya, onun ölümünden büyük bir haz duymaya başlamıştı. Güllük gülistanlık bir manzaraya bakıp da zevk aldığı gibi onun ızdırabmdan sonsuz bir sevinç duyuyor, bir hastanın inleyip feryat etmesiyle, hoş bir içkiyi yudumlarken, lezzetli bir yemeği yerken ve güzel bir manzarayı seyrederken duyduğu sevinci duyuyordu.
Roma tarihine bir göz atacak olursanız, insanlığın bu dönemdeki sıkıntıları hakkında canlı örnekler bulursunuz. Bir insanın hasmıyla ya da kana susamış bir yırtıcı hayvanla yaptığı boğuşmada, yara alıp bitkin bir şekilde yere serilmesini seyretmek insanların en büyük zevki idi. Araplar buna benzer bir zulmü kendi kız çocuklarına yapıyorlardı. İşte Hz. Mu-hammed'in Peygamber olarak gönderildiği Cahiliyye çağını böyle tasvir edebiliriz. Kur'ân-ı Kerîm bu gerçeğe işaret eder "Sİz bir ateş çukurunun tam kenarında iken sizi oradan O kurtardı."
Hz. Peygamber de çok güzel bir misâl ile bu hakikati şöyle açıklar: "Benim vaziyetim, ateş yakan ve ateş çevresini aydınlatmaya başlayınca da onun içerisine kendilerini atmaya çalışan kelebeklere engel olmak ve onları ateşe düşmekten korumak isteyen bir şahsın hali gibidir. Ben de sizin ateşe düşmenize engel olmak istiyorum ama siz kendinizi ateşe atmak için çırpmıyorsunuz. İşte benim ve sîzin durumumuz böyle. Ben size ateşten uzaklasın, ateşe yaklaşmayın diyerek sizi ateşe düşmekten alıkoymaya çalışırken, siz beni dinlemiyor ve ateşe hücum ediyorsunuz." İşte tam böyle bir ortamda Hz. Muham-med, Âlemlere Rahmet olarak gönderildi.
Şurası şüphe götürmez bir hakikattir ki, kendisinden sonraki tarihi devirlerin tamamı Hz. Muhammed'in Peygamberliğine, onun ebedî ve cihanşümul davetine, onun çalışmalarına şükran ve minnet borçludur. Çünkü O, önce ölümle pençeleşen insanlığı ölümden kurtarmış, sonra da sınırsız lütuf ve bağışlamda, yeni hediyeler demetiyle insanlığa yeni bir ufuk açmıştır. [58]
Hz. Muhammed, dünya tarihinde örnek nesil olarak adlandırılan, ahlâk, hak, hukuk ve adalet âbidesi, merhamet çağlayanı bir nesil yetiştirmiştir. Saadet Asrı ve onu takip eden dönemde yetişen Müslümanlar, yani Hz. Peygamberin arkadaşları, Cahiliyyenin acımasız, haksız, hukuksuz, adaletsiz insanlarıdır. Nasıl olmuştur da bu malzemeden bu sonuç elde edilebilmiştir? Bu sorunun cevabını herkes araştırmalıdır.
İnsanlığın, cahiliyye çağının yerleşmiş kötü âdetlerini terk etmesi hiç de kolay olmamıştır. Bu güç işi Hz. Peygamber, ancak rahmet olma özelliği ile başarmıştır.
Rahmet, insanın tabiatı İcabı muhtaç olduğu bir ortamdır. Rahmet kelimesinin türevlerinden birisi olan Rahîm kelimesi, insanın yaratıldığı ve bir müddet içinde yaşatıldığı ortama İsim olarak verilmiştir. Ana rahmi insanın yaşayabileceği en uygun ortam olan organın adıdır. Rahim, cenin için müşrik, rahat, sıcak, oksijen ve hayat dolu bir ortamdır. Ana rahminin bu sevgi ve şefkat dolu özelliği, anne ile yavrusunun ara-Sındaki sıcak ilgi ve sevgiyi geliştirmesi için, rahmeti her şeyi kuşatan Allah'ın iradesinin, bu yöndeki tecellisidir. Cenini insan haline dönüştüren ortam bu ortamdır,
İnsan, çok zayıf olduğu, bakıma, gözetime en çok ihtiyacı olduğu dönemi, ana rahminde geçirmektedir. Ana rahmi insanı korumakta, kollamakta ona yaşayabileceği en uygun ortamı sunmaktadır. İşte bütün bu özellikleri sebebiyle bu organa rahim denmiştir. Bu adlandırmadan hareketle denilebilir ki insanın içinde yaşayabileceği en uygun ortam rahmet ortamıdır. Bu ortam ona hayat verir, canlılık verir, ona yaşamanın zevkini tattırır. Hatta, onu bir tohumcuk durumundan, bir et parçasına, oradan da canlı bir organizmaya dönüştürür. [59] Bunun gibi, rahmet ortamı kötülükler ve günahlar içinde yüzen insanlarda bir değişim, bir başkalaşım meydana getirir. Onu kötülükten vazgeçirir, bir et parçasını canlı bir organizmaya dönüştürdüğü gibi, kötülük yapmaya, günah işlemeye alışkın olan kişilerin iyilik yapacak davranışlara yönelmesini sağlar. Bu işlev son derece önemlidir. İnsanın dönüşümleri, yeniden aslına dönmesi ancak rahmet ortamı ile mümkündür. Bu açıdan rahmet olma, aynı zamanda çok etkili bir eğitim yöntemidir.
Din eğitimi için en uygun, en ideal yöntem bu kelimenin içerdiği anlamı kendi içinde barındıran yöntemlerdir. Bunların her biri, rahmetten türeyen iki kelimeyi (Rahmân-Rahîm) kendisine ad olarak alan Allah'ın yöntemidir.
"Rahîm" kelimesi ve bilhassa onun çoğulu olan "erham"
akrabalık bağı anlamında da kullanılır. Bir kudsî hadiste akrabalık bağının Allah'ın Rahman isminden türetildiği belirtilerek akrabalığın Önemine vurgu yapılır. Akraba grubu ise insanın yaşaması ve özellikle ihtiyaçlarını giderebilmesi için vazgeçilmez bir imkândır. Bu bakımdanda rahmet ortamı insanın içinde hayatını sürdüreceği en ideal ortam olarak gözükmektedir.
Rahmet kavramının eşanlamlısı olan sevgi, İslâm'ın temel ilkesidir. Sevgi, sınır tanımaz ifadelerle Kur'ân'da yüceltilmiştir. Meselâ sevgi, Kur'ân'm ifadesiyle sadece kişinin hoşuna giden bir objeye yöneltilme ile sınırlandırılmamıştır. Kişinin zevklerine hitap eden, kendisine hoş gelen kişileri sevmesi aslında, başkasını sevmesinden çok kendisini emesidir. Halbuki Kur'ân'm bu konudaki ölçüsü, insanm kettu-sıni sevmeyeni sevmesidir.
"işte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz." [60]
Sevginin bu şekilde tasvir ve tavsiye edilmesi, zirvesinin ortaya konması ortaya konması, gerek dinî tebliğde, gerekse insanı eğitmede çok temel bir ilke olduğunu çağrıştırmaktadır. Bundan dolay) eğitimin her alanında sevgi ve sevgi ortamı bir ilke olarak düşünülmelidir.
Sevgi ilkesi çocuk eğitimi konusunun da temel ilkesidir. Bilindiği gibi çocukta ilk ortaya çıkan duygular sevgi, güven, ümit ve bağlanma duygularıdır. Korku ve endişe daha sonra ortaya çıkar. Hatta korku ve endişenin ortaya çıkması genellikle yanlış eğitim sonunda olur. Özellikle aile içindeki eğitimle ilgili yöntemler, hep çocuğun dünya hayatının en büyük nimetlerinden olduğu noktası vurgulanarak vaz'edilmiştir. Bu en büyük nimete, onun tabiatına uygun olarak yoğun sevgi ve şefkat tezahürleri ile yaklaşmak, eğitimde en verimli yöntemdir. Rahmeti gazabını kat kat geçen Âlemlerin Rabbi'nin, Âlemlere rahmet olarak gönderdiği peygamberine inzal ettiği dînin terbiye prensiplerini, sevgi, şefkat ve müjde üzerine bina etmesi son derece tabiîdir. Bundan dolayı diyebiliriz ki çocuk eğitiminde başarının temeli "sevgi ve şefkaf'tir.
Sevgi, psikolojide, kişinin başkasının iyiliğini yüce bir değer olarak görmesi, hatta kendi iyiliğinin önüne alması sonucunu veren bir duygu olarak tanımlanır. Çok kere yumuşak olarak yaşanır. Bazan oldukça sert tezahürleri de ortaya çıkabilir. [61]
Sevgi ile ilgi, uygun beslenme ile tamamlandığında çocukta zekânın gelişmesini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Pedagoglar, ilk yaşantının zihinsel gelişmede çok önemli olduğu konusunda hemfikirdirler. [62]
Çağdaş eğitim anlayışının temelinde şu etkenler yatar:
a-Çocuğa ve onun geleceğine ilişkin ilgi ve sorumluluk bilinci,
b-Çocuğu tanımak, anlamak, gelişim özelliklerini bilmek,
c-Uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevre oluştur-
d-Çocuğa birey olarak saygı duymak.
Bu etkenlerden ilgi, sorumluluk, tanıma ve saygı, sevginin etkin özellikleri olarak bilinir (Fromm 1977). Bu etkenlerle sevgi, karşılıklı etkileşim içindedir. Bu öğeleri içermeyen sevgi, faydalı olmaktan çok, engelleyici aşırı düşkünlük olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Sevgi olmadan da bu dört konu da yapılan etkinlikler başarı ile sonuçlanmaz. Eğitim, çocuğa etkin bir sevgi ile yaklaşmayı ve onu uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevrede yetiştirmeyi öngörür. [63]
Çocuğun sağlıklı gelişimi için sevgi şarttır. Sevgi ile çocuğu yetiştirme arasında şöyle bir fikirler dizisi kurulmaktadır.
1- Sağliklı bir gelişim için çocuk sevgiye ihtiyaç duyar.
2- Bu sevgi, öncelikle ve özellikle ana-babadan, yoksa sütanneden gelmelidir.
3- Çok annelilik, sevgi bağlılığını sulandırır, çocuğu geriletir.
4- Sevgi, duygusal gelişimin yanında bedensel ve zihinsel geüşim, olgunlaşma ve sağlık için de şarttır.
5- Çocuğu anadan ayırmamak şarttır. Aksine tutumlar ço-ugun sağlığının bozulmasına, canlılık ve atılganlığının tükenmeşine, duygusal açlıklara, beslenme bozukluklarına, hatta ölümlere yol açar. [64]
Çocuğu sevmek insanî duyguların bir gereği olduğu gibi, aynı zamanda bir bilgi konusudur. Onun ihtiyaçlarını, istidatlarım ve dileklerini devamlı incelemek, ihtiyaçlarım giderebileceği, istidatlarını geliştirebileceği, dileklerini gerçekleştirebileceği ortamı hazırlamak, ruhundaki bütün iyi temayülleri harekete geçirmek ve dolayısıyla ona hakkı olan mutluluğu temin etmek bu bilginin alt başlıklarıdır. [65]
Sevginin eğitsel değeri, niceliğinden çok niteliğine göre azalır veya çoğalır. Önemli olan niteliktir. [66] Nitelikli bir sevginin taşıması gereken özellikler şöyle sıralanmaktadır:
a- Sevgi sürekli olmalıdır.
b- Sevgi kaynağı olan anne figürü bir, en fazla iki kişi olmalıdır.
c- Sevgide miktar değil, tutumun kalitesi önemlidir. Kaliteyi ise şu unsurlar belirler:
1- Sevgi gerektiği kadar olmalı,
2- İhtiyaç duyulduğunda ortaya konmalı
3- Bağımsızlık çabalarını engellemeyecek bir biçimde olmalıdır. [67]
İnsanlarda oluşan sevginin kaynağını dört grupta toplamak mümkündür:
1- Fıtrf ve ilâhî sevgi. Ana-baba-çocuk arasında ortaya çıkan sevgidir. Kişinin kendi iradesine bağlı değildir.
Fıtrî sevginin dışında, toplum hayatının yapısında tabiî olarak bulunan bazı oluşumlar da sevgi duygusunun gelişmesine kaynaklık ederler.
2- Fikir ve davranış faziletlerinin müşterekliğinden doğan sevgi. Buna fertlerin birbirlerine uyum göstermesinden doğan sevgi de diyebiliriz.
Ana ve baba çocuklarına karşı duydukları fıtrî sevgiye, uyumdan kaynaklanan sevgiyi de ilâve etme çabası içinde bulunmalıdırlar. Bu sonucun temini için çocuk da ana-babanın davranışlarına ve fikirlerine uyum göstermelidir. Bundan dolayı ana ve baba yapılması çok güç olan davranışları çocuktan beklememeli, böylece, uyumsuzluk ortamının oluşmasına meydan vermemelidirler.
Uyumsuzluk veya uyum noksanlığı, fıtrî sevgiyi de zedeleyebilir. Ana-baba ile çocuk arasında, fıtrî sevginin karakterine aykırı bazı istenmedik olayların vukua gelmesinin temelinde bu zedelenme yatmaktadır.
3- Menfaatten (birbirlerinin güç ve kuvvetinden istifade ettiklerinden) kaynaklanan sevgi.
4- Fazilet ve menfaatte birleşince kişiler arasında otomatik olarak oluşan haz duygusundan kaynaklanan sevgi. [68]
1. Sevgi Kavramı
Biz bu çalışmamızda sevgi kavramını dînî terminolojideki rahmet kavramının karşılığı olarak kullandık. Bundan dolayı öncelikle rahmet kavramını açıklamak yerinde olacaktır:
Rahmet kelimesi Ra-Hı-Me kökünden türemiş bir mastardır. Kelime olarak kalbin çok duyarlı (rikkatli) oluşu anlamına gelir. Rahmet kelimesi, rahmet ve merhametin zirvesini ifade eder. Râgıp, "rahmef'in anlamını "rahmetin taşması"
olarak verir. Rahmet insan için kullanıldığında dikkat ve rikkat (incelik) göstermek ve atıfette bulunmak, insanlara karşı ilgili olmak, onların sorunlarına duyarlılık göstermek anlamına gelir. Aliah Teâlâ için ise rahmet, ihsan, in'âm ve ifdâl (bol bol vermek) anlamına gelir. [52]
Aslında rahmet kelimesinin tam olarak anlamını dilimizde karşılayan kelime yok denebilir. Zaman zaman acımak, esirgemek, şefkatli olmak gibi kelimeler bu kelimeye karşılık olarak kullanılsalar da bunların rahmeti tam olarak karşıladığı söylenemez. Acımak, rahmet kelimesinin anlamının bir kısmını ifade ederse de tamamıyla kapsamaz. Tamamlayıcı olarak affetmek, korumak, lütfetmek gibi anlamları da getirmek gerekir. Esirgeme ise dilimizde koruma anlamına geldiği gibi olumsuz olarak da kıskanmak, vermemek gibi rahmetle yan yana getirilmesi di .;ünülemeyecek anlamlara da sahiptir. Bu bakımdan kelime ; rahmetin anlamını tek kelime ile
karşılamak yetersiz kalmaktadır. Ancak sevgi kelimesi, bütün bu davranışların sebebini :fade etmesinden dolayı onun anlamına en yakın kelime olduğu söylenebilir.
Aynı sebepten dolayı esirgeyen ve bağışlayan kelimelerinin Rahman ve Rahîm'in tam karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim, başta Fransızca ve İngilizce olmak üzere, tüm yabancı dillerdeki Kur'ân çevirilerinde Rahman ve Rahîm iki, üç, hattâ zaman zaman dört kelimeyle karşılanmaktadır. Esirgeyen ve bağışlayan deyimlerini kullanmakla birlikte, bu İnceliği de hatırda tutmak zorundayız. [53] Aslında esirgeme kelimesi yerine koruma veya kollama kelimelerinden birinin kullanılmasının daha yerinde olacağını düşünmekteyiz.
Rahmet'in terim anlamına ise Fahrettin Razı, insanı âfetlerin her türlüsünden kurtarma, ihtiyaç sahiplerine gerekli her türlü hayrı ulaştırma suretiyle ihsan ve in'âmda bulunmaktır [54] der. Râzfnin bu tanımı çok yerindedir. Râzf, burada öncelikle insanı âfetlerin her türlüsünden kurtarma anlamı üzerinde durmaktadır. Şüphesiz insandan âfetleri kaldıran ve o-nun ihtiyaçlarını gideren ona ihsanda bulunan Allah Teâlâ'dır. Bu anlamda rahmet sadece onun bir fiili gibi gözükmektedir. Bu kavram Kur'ân'da Rasûlullah(s.a.v.)'m bu sıfatı olarak da kullanılmakta ve âyette "Seni ancak Âlemlere Rahmet olarak gönderdik. [55] buyurulmaktadır.
Ayrıca Rahmet kelimesinin içeriğinde karşılık beklemeden iyilik yapma (ihsan ve in'âm) anlamı bulunmaktadır. Rahmet bu anlamda iyilik içeren davranışların en yücesi olan "iyilik için iyilik" davranışının zirvesidir. Öyle bir davranış ki, tek amacı insanlığın sahip olduğu en yüce erdemlerden birisi olan iyilik kavramını yaşatmaktır. Yapılan bu iyiliğin maddî ve manevî hiç bir karşılığı beklenmez.
Günlük hayatımızda bir çok davranışımız vardır ki bunların hepsinin içeriğinde rahmet vardır. Susamış bir insana bir bardak su ikram etmekten, gideceği yeri bilmeyen bir insana yolunu tarif etmekten tutun, ölmek üzere olan bir çocuğun hastalığını iyi ederek onu tekrar sağlığına kavuşturmaya varıncaya kadar iyilik içeren her davranışımız bir rahmet eylemidir.
Ölmek üzere olan küçük bir çocuğun annesinin psikolojik durumunu ve çaresizliğini düşünün. Çocuğunun sağlığından ümidini kesmiş bir halde ciğeri kan ağlarken çocuğa sıhhat bahşeden bir iyilik elinin bu müdahalesinin anlamı ve değeri o annenin gözünde ne ise, rahmet kelimesinin muhatabı için içerdiği anlam da odur. Bu lütuf tarif edilmez bir anlam, ölçüye gelmez bir değer taşımaktadır.
Rahmet kelimesinin muhatapları için yapılan "ihtiyaç sahibi" nitelemesi de son derece dikkat çekicidir. Çünkü rahmet, ihtiyacı olan kişi için son derece önemlidir. Şüphesiz, rahmet kelimesinin içerdiği mânâyı en iyi, ona en çok ihtiyacı olan kişi anlar. Yardım almanın, yoklukların kaldırılmasının, ihtiyacın giderilmesinin anlamım zaruret karşısında çaresizlikten kıvranan ihtiyaç sahiplerinden daha iyi hiç kimse anlamaz. Rahmete en çok ihtiyacı olanlar ise, ilgi, alâka, şefkat, yardım, esirgeme ve bağışlanmaya en çok ihtiyacı olanlar ise ilgiye, alâkaya, şefkate, yardıma, esirgenme ve bağışlanmaya en çok ihtiyacı olan kişilerdir. Bunlar da şüphesiz günahkâr insanlardır. Yani bu anlamda rahmet, ona en çok ihtiyacı olan kişilere yöneltildiği zaman asıl amacına ulaşmış olur. Bu mantıktan hareket edildiğinde, Âlemlere Rahmet olan Hz. Pey-
amber, bu niteliğini, bu âlemde ona en çok ihtiyacı olan insan ubuna, yanj günahkârlara yöneltirse, asıl amacı yakalamış olacaktır. Zaten Hz. Peygamber'in tavrı da böyle olmuştur.
Allah Teâlâ'nm bu dünyadaki rahmeti umumîdir. Herkesi ve her şeyi kapsar. Âhiretteki rahmeti ise rnü'minlere tahsis edilmiştir. [56]
Rahmet, insanlarla Allah ve insanlarla Peygamber arasındaki iletişimde, Allah'ın ve Peygamber'in bir tavrıdır. Bu tavrın mahiyeti öncelikle Akâid, Kelâm konuları içinde mütâlâa edilse bile, biz insan açısından bakıldığında bunun bir eğitim yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz, insanlarla iletişimi sıfatının gereği olarak Rahmet ortamı ile sağlayan Allah ve Peygamberi'nin bu tavrına amaç açısından bakıldığında, bu amacın İnsanların topluca eğitimi olduğu rahatça söylenebilir. Örgün bir eğitim faaliyeti olmaktan çok, yaygın bir eğitim faaliyeti olarak gözüken nübüvvet görevinin temel ilkesi ve yöntemi rahmet'tir. Bu ilkenin insanları dine ısındırmanın yolu ve yöntemi olarak kullanıldığını söylemek mümkündür.
Bu yöntem Hz. Peygamber(s.a.v.)'in görevini yaparken kullandığı yöntemdir.
Arap toplumunun müslüman olmasında en büyük etken,iz. Peygamber'den gördüğü sevgi, şefkat, ilgi, koruma anlayı-bağışlama gibi rahmet kavramının içeriğinde yer alan tutume yöntemler olmuştur. Çöl ikliminin onlara adetâ bir mizaç gibi kazandırdığı sert ve acımasiz kişilik yapısı, aralarındaki İlişkilerde bu gibi yumuşak ve İnsanî vasıfları yaşamlarına engei teşkil ediyordu. Çatlamış toprağın suya ihtiyacı olduğu gibi onları" da sevgi, şefkat, ilgi görmek gibi tutumlara ihtiyacı va di. Zaten Hz. Muhammed'in en belirgin vasfı "Rahmet Peygamberi" olmasıdır. Kur'ân'da bu vasıf insanla, içinde sadece Hz. Peygamber için kullanılmıştır. Onu diğer insanlardan ve peygamberlerden ayıran ayırıcı vasfı, . Jphesiz "rahmet" olma özelliğidir. Onun bu özelliği ile Arap toplumunun ihtiyacı tam olarak örtüşmüş, bu uyuşmada Câhiliyye Araplarmm müslüman olmalarında en önemli etken olmuştur.
Peygamberimizin elde ettiği sonuç da bu yöntemin sonucudur. Bu yöntemi iyi anlayabilmek için Hz. Peygamber'den önceki Arap toplumuna ve ondan sonraki Müslüman Ashabına iyi bakmak gerekir.
İslâm'dan önce Arabistan'daki toplumsal hayat ve insan ilişkileri ise kelimenin tam anlamı ile zulüm üzerine kurulmuştur. Hakkı gözetmek, adaleti tesis etmek gibi kavramların hiç yaşanmadığı câhiliyye dönemi, insanın dudaklarını uçuklatan, kişiyi insanlığından utandıran uygulamalarla doludur. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi gibi büyük bir acımasızlık Örneği, herkes tarafından takdir gören bir davranış idi. Doğrusu Araplar bu konuda, esirleri aslanlara yem eden Romalilar'ı geride bırakmıştı.
Haklının değil, güçlünün hak aldığı bu düzen ,zayıfı ezdikçe eziyordu. Haksızlık, hukuksuzluk, üzerindekonuşulmayacak kadar yaygındı. Bu dönem için Nedvî "Rahmet Pey-mberi" acih kitabında toplumun bir nevi toptan intihara ha--rjandığmi ve bunun için büyük bîr gayret gösterdiğini söyler. Bu durum Kur'ân'da şu âyetle anlatılır:
"Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi (İslama ısındırıp) birleştirmişti- İşte onun bu nimeti sayesinde (din) kardeşleri olmuştunuz ve yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı." [57]
Eski tarihçiler, Hz. Peygamber(s.a.v.)'in hayatına dair hadiseleri anlatırken, Câhiliyye çağını maalesef doğru dürüst tasvir edememişlerdir. Bununla beraber onlar mazurdurlar. Çünkü gerçekten edebiyat ve lügat bilgileri onlara böyle bir kolaylığı bütünüyle vermedi. Hakikat şu ki, ahlâksızlık ve kötülüğün zirvesindeki bu vaziyeti, öyle bir çırpıda tasvir etmek ve rastgele bir edebiyat ve dil bilgisiyle anlatmak da mümkün değildi.
Hz. Muhammed'in Peygamber olarak gönderildiği cahi-liyye çağının problemi, yalnızca içtimaî ve ahlâkî çöküntü, yalnızca mücerred putperestlik, sadece içki ve kumar, zulüm, istibdâd, boş ve lüzumsuz şeylerle meşgul olmak, zalim iktisadî kanunların, gaddar idarecilerin haksız tasarrufları ve yalnızca kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek meselesi miydi? Hiç şüphesiz ki, hayır! Zira Câhiliyye çağının problemi, bütün insanlığın diri diri toprağa gömülmesi meselesiydi. İnsanlar birbirlerini avlamaya, katlettiği insanın Ölüm anındaki halinden zevk almaya, onun ölümünden büyük bir haz duymaya başlamıştı. Güllük gülistanlık bir manzaraya bakıp da zevk aldığı gibi onun ızdırabmdan sonsuz bir sevinç duyuyor, bir hastanın inleyip feryat etmesiyle, hoş bir içkiyi yudumlarken, lezzetli bir yemeği yerken ve güzel bir manzarayı seyrederken duyduğu sevinci duyuyordu.
Roma tarihine bir göz atacak olursanız, insanlığın bu dönemdeki sıkıntıları hakkında canlı örnekler bulursunuz. Bir insanın hasmıyla ya da kana susamış bir yırtıcı hayvanla yaptığı boğuşmada, yara alıp bitkin bir şekilde yere serilmesini seyretmek insanların en büyük zevki idi. Araplar buna benzer bir zulmü kendi kız çocuklarına yapıyorlardı. İşte Hz. Mu-hammed'in Peygamber olarak gönderildiği Cahiliyye çağını böyle tasvir edebiliriz. Kur'ân-ı Kerîm bu gerçeğe işaret eder "Sİz bir ateş çukurunun tam kenarında iken sizi oradan O kurtardı."
Hz. Peygamber de çok güzel bir misâl ile bu hakikati şöyle açıklar: "Benim vaziyetim, ateş yakan ve ateş çevresini aydınlatmaya başlayınca da onun içerisine kendilerini atmaya çalışan kelebeklere engel olmak ve onları ateşe düşmekten korumak isteyen bir şahsın hali gibidir. Ben de sizin ateşe düşmenize engel olmak istiyorum ama siz kendinizi ateşe atmak için çırpmıyorsunuz. İşte benim ve sîzin durumumuz böyle. Ben size ateşten uzaklasın, ateşe yaklaşmayın diyerek sizi ateşe düşmekten alıkoymaya çalışırken, siz beni dinlemiyor ve ateşe hücum ediyorsunuz." İşte tam böyle bir ortamda Hz. Muham-med, Âlemlere Rahmet olarak gönderildi.
Şurası şüphe götürmez bir hakikattir ki, kendisinden sonraki tarihi devirlerin tamamı Hz. Muhammed'in Peygamberliğine, onun ebedî ve cihanşümul davetine, onun çalışmalarına şükran ve minnet borçludur. Çünkü O, önce ölümle pençeleşen insanlığı ölümden kurtarmış, sonra da sınırsız lütuf ve bağışlamda, yeni hediyeler demetiyle insanlığa yeni bir ufuk açmıştır. [58]
Hz. Muhammed, dünya tarihinde örnek nesil olarak adlandırılan, ahlâk, hak, hukuk ve adalet âbidesi, merhamet çağlayanı bir nesil yetiştirmiştir. Saadet Asrı ve onu takip eden dönemde yetişen Müslümanlar, yani Hz. Peygamberin arkadaşları, Cahiliyyenin acımasız, haksız, hukuksuz, adaletsiz insanlarıdır. Nasıl olmuştur da bu malzemeden bu sonuç elde edilebilmiştir? Bu sorunun cevabını herkes araştırmalıdır.
İnsanlığın, cahiliyye çağının yerleşmiş kötü âdetlerini terk etmesi hiç de kolay olmamıştır. Bu güç işi Hz. Peygamber, ancak rahmet olma özelliği ile başarmıştır.
Rahmet, insanın tabiatı İcabı muhtaç olduğu bir ortamdır. Rahmet kelimesinin türevlerinden birisi olan Rahîm kelimesi, insanın yaratıldığı ve bir müddet içinde yaşatıldığı ortama İsim olarak verilmiştir. Ana rahmi insanın yaşayabileceği en uygun ortam olan organın adıdır. Rahim, cenin için müşrik, rahat, sıcak, oksijen ve hayat dolu bir ortamdır. Ana rahminin bu sevgi ve şefkat dolu özelliği, anne ile yavrusunun ara-Sındaki sıcak ilgi ve sevgiyi geliştirmesi için, rahmeti her şeyi kuşatan Allah'ın iradesinin, bu yöndeki tecellisidir. Cenini insan haline dönüştüren ortam bu ortamdır,
İnsan, çok zayıf olduğu, bakıma, gözetime en çok ihtiyacı olduğu dönemi, ana rahminde geçirmektedir. Ana rahmi insanı korumakta, kollamakta ona yaşayabileceği en uygun ortamı sunmaktadır. İşte bütün bu özellikleri sebebiyle bu organa rahim denmiştir. Bu adlandırmadan hareketle denilebilir ki insanın içinde yaşayabileceği en uygun ortam rahmet ortamıdır. Bu ortam ona hayat verir, canlılık verir, ona yaşamanın zevkini tattırır. Hatta, onu bir tohumcuk durumundan, bir et parçasına, oradan da canlı bir organizmaya dönüştürür. [59] Bunun gibi, rahmet ortamı kötülükler ve günahlar içinde yüzen insanlarda bir değişim, bir başkalaşım meydana getirir. Onu kötülükten vazgeçirir, bir et parçasını canlı bir organizmaya dönüştürdüğü gibi, kötülük yapmaya, günah işlemeye alışkın olan kişilerin iyilik yapacak davranışlara yönelmesini sağlar. Bu işlev son derece önemlidir. İnsanın dönüşümleri, yeniden aslına dönmesi ancak rahmet ortamı ile mümkündür. Bu açıdan rahmet olma, aynı zamanda çok etkili bir eğitim yöntemidir.
Din eğitimi için en uygun, en ideal yöntem bu kelimenin içerdiği anlamı kendi içinde barındıran yöntemlerdir. Bunların her biri, rahmetten türeyen iki kelimeyi (Rahmân-Rahîm) kendisine ad olarak alan Allah'ın yöntemidir.
"Rahîm" kelimesi ve bilhassa onun çoğulu olan "erham"
akrabalık bağı anlamında da kullanılır. Bir kudsî hadiste akrabalık bağının Allah'ın Rahman isminden türetildiği belirtilerek akrabalığın Önemine vurgu yapılır. Akraba grubu ise insanın yaşaması ve özellikle ihtiyaçlarını giderebilmesi için vazgeçilmez bir imkândır. Bu bakımdanda rahmet ortamı insanın içinde hayatını sürdüreceği en ideal ortam olarak gözükmektedir.
Rahmet kavramının eşanlamlısı olan sevgi, İslâm'ın temel ilkesidir. Sevgi, sınır tanımaz ifadelerle Kur'ân'da yüceltilmiştir. Meselâ sevgi, Kur'ân'm ifadesiyle sadece kişinin hoşuna giden bir objeye yöneltilme ile sınırlandırılmamıştır. Kişinin zevklerine hitap eden, kendisine hoş gelen kişileri sevmesi aslında, başkasını sevmesinden çok kendisini emesidir. Halbuki Kur'ân'm bu konudaki ölçüsü, insanm kettu-sıni sevmeyeni sevmesidir.
"işte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz." [60]
Sevginin bu şekilde tasvir ve tavsiye edilmesi, zirvesinin ortaya konması ortaya konması, gerek dinî tebliğde, gerekse insanı eğitmede çok temel bir ilke olduğunu çağrıştırmaktadır. Bundan dolay) eğitimin her alanında sevgi ve sevgi ortamı bir ilke olarak düşünülmelidir.
Sevgi ilkesi çocuk eğitimi konusunun da temel ilkesidir. Bilindiği gibi çocukta ilk ortaya çıkan duygular sevgi, güven, ümit ve bağlanma duygularıdır. Korku ve endişe daha sonra ortaya çıkar. Hatta korku ve endişenin ortaya çıkması genellikle yanlış eğitim sonunda olur. Özellikle aile içindeki eğitimle ilgili yöntemler, hep çocuğun dünya hayatının en büyük nimetlerinden olduğu noktası vurgulanarak vaz'edilmiştir. Bu en büyük nimete, onun tabiatına uygun olarak yoğun sevgi ve şefkat tezahürleri ile yaklaşmak, eğitimde en verimli yöntemdir. Rahmeti gazabını kat kat geçen Âlemlerin Rabbi'nin, Âlemlere rahmet olarak gönderdiği peygamberine inzal ettiği dînin terbiye prensiplerini, sevgi, şefkat ve müjde üzerine bina etmesi son derece tabiîdir. Bundan dolayı diyebiliriz ki çocuk eğitiminde başarının temeli "sevgi ve şefkaf'tir.
Sevgi, psikolojide, kişinin başkasının iyiliğini yüce bir değer olarak görmesi, hatta kendi iyiliğinin önüne alması sonucunu veren bir duygu olarak tanımlanır. Çok kere yumuşak olarak yaşanır. Bazan oldukça sert tezahürleri de ortaya çıkabilir. [61]
Sevgi ile ilgi, uygun beslenme ile tamamlandığında çocukta zekânın gelişmesini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Pedagoglar, ilk yaşantının zihinsel gelişmede çok önemli olduğu konusunda hemfikirdirler. [62]
Çağdaş eğitim anlayışının temelinde şu etkenler yatar:
a-Çocuğa ve onun geleceğine ilişkin ilgi ve sorumluluk bilinci,
b-Çocuğu tanımak, anlamak, gelişim özelliklerini bilmek,
c-Uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevre oluştur-
d-Çocuğa birey olarak saygı duymak.
Bu etkenlerden ilgi, sorumluluk, tanıma ve saygı, sevginin etkin özellikleri olarak bilinir (Fromm 1977). Bu etkenlerle sevgi, karşılıklı etkileşim içindedir. Bu öğeleri içermeyen sevgi, faydalı olmaktan çok, engelleyici aşırı düşkünlük olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Sevgi olmadan da bu dört konu da yapılan etkinlikler başarı ile sonuçlanmaz. Eğitim, çocuğa etkin bir sevgi ile yaklaşmayı ve onu uyarıcı zenginliği ve tutarlılığı olan bir çevrede yetiştirmeyi öngörür. [63]
Çocuğun sağlıklı gelişimi için sevgi şarttır. Sevgi ile çocuğu yetiştirme arasında şöyle bir fikirler dizisi kurulmaktadır.
1- Sağliklı bir gelişim için çocuk sevgiye ihtiyaç duyar.
2- Bu sevgi, öncelikle ve özellikle ana-babadan, yoksa sütanneden gelmelidir.
3- Çok annelilik, sevgi bağlılığını sulandırır, çocuğu geriletir.
4- Sevgi, duygusal gelişimin yanında bedensel ve zihinsel geüşim, olgunlaşma ve sağlık için de şarttır.
5- Çocuğu anadan ayırmamak şarttır. Aksine tutumlar ço-ugun sağlığının bozulmasına, canlılık ve atılganlığının tükenmeşine, duygusal açlıklara, beslenme bozukluklarına, hatta ölümlere yol açar. [64]
Çocuğu sevmek insanî duyguların bir gereği olduğu gibi, aynı zamanda bir bilgi konusudur. Onun ihtiyaçlarını, istidatlarım ve dileklerini devamlı incelemek, ihtiyaçlarım giderebileceği, istidatlarını geliştirebileceği, dileklerini gerçekleştirebileceği ortamı hazırlamak, ruhundaki bütün iyi temayülleri harekete geçirmek ve dolayısıyla ona hakkı olan mutluluğu temin etmek bu bilginin alt başlıklarıdır. [65]
Sevginin eğitsel değeri, niceliğinden çok niteliğine göre azalır veya çoğalır. Önemli olan niteliktir. [66] Nitelikli bir sevginin taşıması gereken özellikler şöyle sıralanmaktadır:
a- Sevgi sürekli olmalıdır.
b- Sevgi kaynağı olan anne figürü bir, en fazla iki kişi olmalıdır.
c- Sevgide miktar değil, tutumun kalitesi önemlidir. Kaliteyi ise şu unsurlar belirler:
1- Sevgi gerektiği kadar olmalı,
2- İhtiyaç duyulduğunda ortaya konmalı
3- Bağımsızlık çabalarını engellemeyecek bir biçimde olmalıdır. [67]
İnsanlarda oluşan sevginin kaynağını dört grupta toplamak mümkündür:
1- Fıtrf ve ilâhî sevgi. Ana-baba-çocuk arasında ortaya çıkan sevgidir. Kişinin kendi iradesine bağlı değildir.
Fıtrî sevginin dışında, toplum hayatının yapısında tabiî olarak bulunan bazı oluşumlar da sevgi duygusunun gelişmesine kaynaklık ederler.
2- Fikir ve davranış faziletlerinin müşterekliğinden doğan sevgi. Buna fertlerin birbirlerine uyum göstermesinden doğan sevgi de diyebiliriz.
Ana ve baba çocuklarına karşı duydukları fıtrî sevgiye, uyumdan kaynaklanan sevgiyi de ilâve etme çabası içinde bulunmalıdırlar. Bu sonucun temini için çocuk da ana-babanın davranışlarına ve fikirlerine uyum göstermelidir. Bundan dolayı ana ve baba yapılması çok güç olan davranışları çocuktan beklememeli, böylece, uyumsuzluk ortamının oluşmasına meydan vermemelidirler.
Uyumsuzluk veya uyum noksanlığı, fıtrî sevgiyi de zedeleyebilir. Ana-baba ile çocuk arasında, fıtrî sevginin karakterine aykırı bazı istenmedik olayların vukua gelmesinin temelinde bu zedelenme yatmaktadır.
3- Menfaatten (birbirlerinin güç ve kuvvetinden istifade ettiklerinden) kaynaklanan sevgi.
4- Fazilet ve menfaatte birleşince kişiler arasında otomatik olarak oluşan haz duygusundan kaynaklanan sevgi. [68]