- Şerhul Akaid'inTenkidi

Adsense kodları


Şerhul Akaid'inTenkidi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 3 January 2012, 08:04 pm GMT +0200
6- ŞERHU'L-AKÂİDİN TENKİDİ


En çok okunan ve en geniş tesirler meydana getiren Taftazânî'nin Şerhu'l-Akâid'ini tenkit ve münakaşa konusu yapmakta fayda görmekteyiz.

İçinde yaşadığı çağın ilim ve fikir hareketine en çok vakıf ve ha­kim olan kudretli bir müellifin eseri olan Şerhu'l-Akâid, hiç tereddüt edilmeden denebilir ki, İslâm'daki ilim ve fikir hareketlerine yeni sa­yılabilecek hiç bir unsur getirmemiştir. Önceden mevcut olmayan bir hususun Şerhu'I-Akâid'de var olduğunu iddia etmek çok zordur. Ese­rin bütün özelliği, daha evvel var olan fikirleri iyi ve güzel bir şekil­de derleyip özetlemiş olmasından ibarettir.

Şerhu'I-Akâid'de ne tam olarak Eş'arî akaidine ne de Maturidî iti­kadına bağlı kalınmıştır. Bu husus güzel bir şeydir.Ama, “Eş'arîlerin görüşü şudur, Maturidilerin aynı konudaki kanâati budur, ben de şunu tercih ediyorum”, denilmiş olsaydı, çok daha faydalı olurdu. Bazan bu hususa dikkat edilmiş ise de ekseriya ihmal edilmiştir. Şerhu'l-Akâid'e haşiye ve talik yazanlar da bu noktaları yeteri kadar aydınlatmış değillerdir. Bu sebeple Şerhu'l-Akâid'deki farklı görüşler yeteri kadar açık ve belirgin değildir. Hangi görüşün kime ait oldu­ğunu kolay kolay kestirmek mümkün olmaz. îşte bu mahzuru orta­dan kaldırmak için eserin önsözüne Eş'arîlerle Maturidîlerin ihtilaf ettikleri meselelerin bir listesini verdik. Yeri geldikçe de dip notlar­da bu hususa işaret ettik.

Şerhu'l-Akâid'de bazı konularda Maturidî görüşüne hiç işaret edilmez, ihtilaf Mutezile ile Eş'arîlik arasında imiş gibi gösterilir. Teklif-i   mâlâyutak   bahsi bunun için güzel bir misâldir.

Şerhu'I-akâid'de bütün Sünnilerin akidelerinin savunması yapıl­mamıştır. Eğer kelâmın gayelerinden biri de Sünnî itikadını, Sünnî olmayan îslâm mezheplerine karşı savunmak ise, bu hususun Şerhu'I-Akâid'de tam olarak yapıldığını iddia etmok çok zordur. Meselâ, haîk-ı- Kur'an   bahsinde Mutezilenin Sünnilere karşı ileri sürdüğü deliller cevaplandırılırken; “Bu delil bize karşı değil, Hanbelîlere karşı ileri sürülebilir, bizi değil onları bağlar”, denilmekte ve Mutezileye karşı Hanbelîlik ve Selefîlik savunulmamaktadır. Tersine “Hanbeliler sırf inadcılıklarından ve cahilliklerinden bu görüşü be­nimsemişlerdir”, denilmek suretiyle, tıpkı Mutezile reddedilir gibi Hanbeliye ve Selefiye de reddedilmektedir. Hanbeliliği, Sünnîliğin dışında bırakması Taftazânî adına iftihar edilecek bir şey değildir.

Şerhu'l-Akâid'de sûfîlerin görüşleri de kafi derecede açık ve kuv­vetli bir şekilde açıklanmış, tenkit ve münakaşası yapılmış değildir. İlham, keramet ve nasların bâtını manâları anlatılırken meseleler yeterince açıklanmamıştır. Hele kerametler bahsinde Lokman-ı Serahsî veya Lokman-ı Perende diye meşhur olan, ucan bir za­tın uydurma menkıbesinin anlatılması bir kelâmcının yapmaması icabeden hatadır. Bu bahiste nakledilen menkıbelerin çoğu ya zayıf veya uydurma rivayetlere dayanmaktadır. İlham ve âyetlerin bâtını manâları konusundaki Nesefî'ye ait sert ve katı görüşün yumuşatıl­ması güzel bir şey olmakla beraber yeterli değildir. Sülemî, Kuşeyrî, Tüsteri, İbn Arabi, Abdurrezzak Kaşânî gibi mutasavvıfların âyetle­re verdikleri bâtını manâların, kelâm ve akâid bakımından bir de­ğerlendirilmesinin yapılması, hiç şüphe yok ki, okuyucu için faydalı olurdu.

Şerhu'l-Akâid'de halk-ı Kur'an ve rü'yetullah gibi Mutezile ile Sünniler arasında ihtilaf konusu olan meselelere çok ge­niş yer verilmesi, Taftazânî'nin Sünnî kelâm geleneğine ne kadar fazla bağlı kaldığının en açık delilidir. Taftazânî Şerhu'l-Akâid'i yaz­dığı zaman veya bu eserin okunduğu çağlarda Mutezile mezhebi tamamiyle ortadan kalkmış ve fikir tarihine mal olmuştu. Ortada mev­cut olmayan ve artık mensupları kalmamış bulunan Mutezile mez­hebi ile Şerhu'l-Akâid'de durmadan uğraşılması ve ikide bir bu mez­hebe çatılması faydalı olmamıştır. Aslında Mutezile mezhebinin gö­rüşlerine temas edilerek reddedilmesinin bu mezhebe ait fikir ve kanâatların boşuna ve gereksiz olarak yaşatılmasından başka bir neti­cesi olmamıştır. Gazali gibi kelâmcıların yaptıkları şekilde Mutezile­nin görüşleri teferruatiyle nakledildikten sonra bunların tartışılma­sı ve eleştirisi yapılmış olsaydı, muhakkak ki, faydalı olurdu. Fakat Taftazânî, Şerhu'l-Akâid gibi nisbeten küçük hacimli bir eserde değil, Şerhu'l-makâsıd gibi hacimli eserinde bile bunu hakkiyle başarabil­miş değildir.

Şerhu'l-Akâid'de Mutezile ve Ca'feriye gibi mezheplere çok sert ve katı davranılmış, en küçük vesilelerle bu   mezheplere çatılarak mahkûm edilmiştir. Halk-ı ef'âl-i ibad bahsinde bazı Maveraünnehir ulemasının yöneltmiş oldukları aşırı, sert ve insafsız hü­cumlarına karşı Mutezilenin nisbeten kollanmak ve kayrılmak isten­mesi önemli, fakat yeterli değildir. Mest üzerine mesh gibi konular­da Ca'ferilere yüklenilmesi ve ağır töhmet altında tutulmaya girişil­mesi, İslâm'ın birliği ve bütünlüğü açısından sakıncalı sonuçlar do­ğurmuştur.

Şerhu'l-Akâid'in, daha evvel akâid ve kelâm sahasında yazılmış olan çok daha önemli ve değerli eserlerinin okunmasını ve incelen­mesini engellediğini de bilhassa belirtmeliyiz.

Şerhu'l-akâid'de canlı, hareketli, yeni, ileri bir kelâm anlayışı, değişen, gelişen ve çeşitlenmeler gösteren bir düşünce sistemi mevcud değildir. Aksine durgun, donuk, sönük, cansız, hareketsiz, bayat, oski, katı, sabit ve standart bir kelâm telakkisi ve fikir anlayışı hava­sı hâkimdir. Bu özellikteki bir kelâm ve akâid kitabı ile halkı medre­sede ve hocaların çevresinde toplamak ve tutmak elbetteki mümkün değildir. Bunun içindir ki, halk ve hatta okumuş ve aydınlar zümresi kendisine daha hisli, heyecanlı, vecdli, hareketli, aynı zamanda hür düşünce ve serbest görüş beyan etmeye imkân veren tekkelere yığıl­mışlar ve şeyhlerin çevresinde toplanmışlardı. Kelâmın kuru ve katı tutumu tekkenin güçlenmesine sebep olmuştu. Medresede durgunla­şan fikir ve hisler tekkede hareketlenmiştir. Fakat medresenin ve kelâmcının yapması gereken şeyi tekkenin ve şeyhlerin yapması med­rese için de tekke için de faydalı ve hayırlı sonuçlar doğurmamıştır. Durum ne olursa olsun medresenin kelâmda verdiği açığı tekkenin kapatması imkânsızdır.

Şüphesiz ki, bir Sünnî kelâmcısının, Sünnîlikten farklı inanç ve fikirlere sahip olan Mutezile ve Ca'feriye gibi mezhepleri tenkit ve münakaşa konusu etmesi, naklî ve aklî delillerle onları reddetmesi en tabiî hakkıdır ve hatta görevidir. Fakat bu noktada suçlama, ka­ralama, kötüleme ve yerme gibi bir havaya girmesi hatalı olduğu ka­dar da ilme yakışmayan ve İslâm'ın yüksek menfaatlarma uymayan bir davranıştır. Sünnî akaidini savunmak için ille de Sünnî olmayan Mutezile, Ca'feriye ve Zeydiye gibi İslâm mezheplerini ağır bir biçim­de itham ve mahkum etmek gerekmez. îşte Şerhu'l-Akâid'de bu ya­pılmıştır. “Kur'an mahlûktur, diyen kâfir olur” denirken Mutezileye, Mest üzerine meshi caiz görmeyen kâfir olur”, denirken Ca'ferilere reva görülen ağır suçlamalar, yüreğinde İslâmlık ve insanlık sevgisi bulunan herkesi rahatsız edecek niteliktedir. Hanbelîlerin bile tenkid, red ve iptal konusu yapıldığı Şerhu'l-Akâid'de, Mutezile ve Ca'feriye gibi Sünnî olmayan mezheplere karş yöneltilen ithamların kayd-ı ihtiyatla karşılanmasında sayısız faydalar vardır: İmamet, hi­lafet, mest üzerine mesh... vs. gibi aslında itikadLa ilgisi bulunma­yan bazı amelî konuların, sırf muhalif mezheplerle arayı açmak ve münasebetleri gergin tutmak için akâid kitaplarına alınması, İslâm cemiyeti için huzur ve güven kaynağı değil, kaygı ve korku menşei olmuştur. Sırf Ca'ferîye ve îmamiye imameti ve hilafeti akide ve iman konusu yapmıştır, diye tamamiyle bir tepki olmak üzere Sün­nî âlimlerinin de meseleyi böyle takdim etmeleri ve şekillendirme­leri her iki taraf için de hayırlı ve uğurlu neticeler doğurmamıştır.

Elfaz-ı küfür bahsinde anlatılanlar, Sünni bir cemiyet içinde dahi birliği ve beraberliği temin edecek nitelikte değildir. Ay­rılığa ve gerginliğe sebep olacak bir mahiyettedir.

Prensip olarak:“Haber-i âhâd, sahih bile olsa küfürle iman ara­sında bir ölçü değildir”, kaidesini ortaya koyduktan sonra, sahih bi­le olmayan âhâd haberlere dayanarak şu ya da bu çeşitten söz söy­leyen veya iş yapanlara kâfir demek açık bir tezad ve te'vili olma­yan bir tenakuzdur.

Şerhu'l-Akâid'in yazıldığı ve okunduğu çağlarda İslâm cemiyeti­ni hurafeler istila etmiş, bâtü fikir ve itikadlar alabildiğine her ta­rafa yayılmış, Batınilik, Hurufîlik gibi şeriatdışı cereyanlar gittikçe kuvvetlenmiştir. Tenasuh, hulul, ittihad, te'lih, mehdilik, ric'at, âyet ve hadislerin, Allah'ın Resulünün maksadını ve muradını aşan bir şekilde yorumlanması, türlü türlü dinî âyinlerin ve bid'atların İslam muhitine kök salması gibi hususlar hiç bir zaman eksik olmamıştır. Vahdet-i vücûd inancı ise âdeta İslâm'ın resmî bir akidesi haline gel­miştir. Akâid ve kelâm kitaplarının esas konusunu teşkil etmesi ge­reken bu gibi hususlarda, Şerhu'l-Akâid'de veya sonradan onun üze­rine yazılan haşiye ve taliklerde hemen hemen hiç bir şeyin söylen­memiş olması şaşılacak bir şeydir. Artık mevcudu kalmamış, men­subu tükenmiş ve taraftarları yok olup gitmiş bir mezhep olan Mu­tezile ile durmadan uğraşan Taftazânî ile yazdıkları haşiye ve talik­lerle kendisini takib ve taklid edenler, İslâm cemiyetini kasıb kavu­ran Batınî faaliyetleri, îslâm muhitim kemiren bâtıl akideler ve hu­rafe fikirler, İslama eski Hind, İran, Mısır ve Mezopotamya dinlerin­den sızmış olan muzır akideler konusunda bir tek söz bile söyleme­mişlerdir. Bu durum İslâm'da nazariyat ile fiilî hayatın ne kadar bir­birinden ayrı ve uzak olduğunu açıkça sergilemektedir. Gerçi bazı kelâm ve akâid âlimleri, meselâ Batinıliği ve Zındıklığı red için müs­takil eserler yazmamış değillerdir. Fakat bu nevi eserler çok az ve sınırlı bir topluluğa hitap etmiştir. Şerhu'l-Akâid gibi milyonlara hitap eden eserlerde, İslâm cemiyetinde fiilen mevcut olan Dehriye, Tabiiyyun, Zındıklar, Mülhidler, İbahîler, Kalenderler, Rindler, Maniheistler, Mazdeistlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Pessimistler ve Nihilistler hakkında hiç bir şey söylenmemiş olması elbetteki tasvib ve takdir edilecek bir şey değildir.

Şerhu'l-Akâid tercümesine de yeri geldikçe bu nevi tenkitler ya­pılacaktır.

Şerhu'l-Akâid ve benzeri kitapların günümüzde okutulması için de aynı şeyler söylenebilir. Hâlâ İslâm akaidini bu nevi kitaplarla öğrenmek ve savunmak isteyenler çağların çok gerisinde kalmış kim­selerdir.

Ancak Şerhu'l-Akâid'in aşağıdaki özellikleri hiç bir zaman göz­den uzak tutulamaz ve ehemmiyeti küçümsenemez.

1. Şerhu'l-Akâid asırlarca, İslâm dünyasının önemli bir kısmı­nın resmî itikadî ve düşünce şekli olmuştur. Çağlar boyunca Sünnîlerin akâid konusunda neler okuduklarını, nelere   inandıklarını ve nasıl düşündüklerini araştırmak isteyenler bu eseri incelemek zorun­dadırlar.

2. Şerhu'l-Akâid, medrese zihniyetinin meydana gelişinde ve şe­killenişinde birinci derecede tesirli olan kitaplardan biridir. Bu eseri tetkik edenler medrese  zihniyetini yakından   tanıma imkânını bul­muş olurlar.

3. Şerhu'l-Akâid kadar  itikadî sahada tesirli olmuş ikinci bir akâid kitabı yoktur. Bu sebeple Şerhu'l-Akâid, meydana getirdiği de­rin, devamlı ve geniş tesirler açısından da okunmaya ve incelenme­ye değer bir eserdir.

4. Şerhu'l-Akâid, bugün de geniş bir çevre tarafından sürekli olarak hararetli bir şekilde okunmakta ve   okutulmaktadır. Bu se­beple doğru-yanlış yaşayan din gerçeğini ve kısmen de olsa geçerli olan akidelerle ilgili hakikatları doğru olarak kaynağından öğren­mek için de bu eserin tetkik edilmesine ihtiyaç vardır.

5. Delilleri ve ifade biçimleri değişse de islamın asıl ve esas olan akaidi her zaman ve her yerde kendi kendinin aynıdır. Akaidin bu “ismini Şerhu'l-Akâid'de bulmak mümkündür.

6. Şerhu'l-Akâid'i hazmederek okuyanlar ve iyice tetkik edenler, diğer akaid ve kelâm kitaplarını daha rahat okuma, daha kolay anlama alışkanlığını ve melekesini kazanmış olurlar.

 Bu ve benzeri sebeplerden bir tanesi bile Şerhu'l-Akâid'in dikkatle okunması ve incelenmesini gerektirecek önem ve ağırlıktadır.

Bir hususu, önemine binaen altını çizerek belirtmeliyiz. Yukarı­da yaptığımız tenkit ve münakaşalar sadece Şerhu'l-Akâid için doğ­ru ve geçerlidir, denemez. Böyle bir iddiamız yoktur. Tersine müteahhirîn denilen son dönem akâid ve kelâm âlimleri tarafından yazı­lan bütün eserler için geçerlidir. Bu durum, İcî'nin Akâid-i Adudiye'si, Celaleddin Devvanî'nin bunun üzerine yazdığı şerhi, Gelenbevî'nin bu şerh üzerine yazdığı şerhi, yine İcî'nin Mevâkıfı, Seyyid Şerif Cürcâni'nin bunun üzerine yazdığı Şerhu'I-mevâkıf'ı, Tusî'nin Tecrid'i, Beyzavî'nin Tevâlm'l-envar'ı, Fahruddin Razî'nin Muhassal'ı için de bahis konusudur. Umumiyetle İslâm ilim ve fikir tarihinde ilk ve eski kaynaklara çıkıldıkça genişleyen bir fikir meydanı varken, son dönemlere gelindikçe bu alan daralmaktadır.[82]


[82] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 79-84.