sumeyye
Mon 17 January 2011, 02:27 pm GMT +0200
1. Selamlaşma:
Bunlardan biri insanların birbirlerini selamlamalarıdır. İnsanlar, birbiri arasında güler yüzlü olmak, birbirine tahammül ve iltifat göstermek zorundadırlar. Küçük, büyüğün faziletini görmek; büyük de, küçüğüne şefkat göstermek durumundadır. Akranlar arasında kardeşlik bağlarının oluşması kaçınılmazdır.
Eğer bu saydıklarımız olmasa, o takdirde sohbet, kendisinden beklenen faydayı sağlamaz.
Selamlaşma, herhangi bir lâfız ile belirlenmezse, o zaman içteki duyguyu dışa vurmak ancak karinelerle mümkün olabilecektir. Bu itibarla her ulus içerisinde, kendi reyleri sonucu kabullendikleri bir selâm çeşidinin bulunması bir yol ve zamanla bu selâmlama şekli, o ulus için bir şiar olmuş, kişinin kendi uluslarından olduğunu gösteren bir emare halini almıştır.
Müşrikler selâmlaşırken, "Allah sana göz aydınlığı versin!" Yahut "Senin sebebinle sevdiğin kimsenin gözünü aydın kılsın!" anlamına gelen bir ifade kullanırlardı. Mecûsîler, "Bin yıl yaşa!" derlerdi. [146]
Selâm Hakkında Peygamberlerin Sünneti:
Teşrî esası, bu konuda tabi olunacak yolun peygamberlerin meleklerden Öğrenmiş oldukları ve nesiller boyunca tevarüs ede-geldikleri selâm şeklinin esas alınmasını gerektirir.
Peygamberlerin sünneti olan selâm şekli, uzun ömür, mal zenginliği gibi dünya hayatına yönelik bir dilek ve temenni olmak yerine, dua ve zikir kabilinden bir sözcük oluyordu. Tazimde, secde etme, yer Öpme gibi şirke götürecek şekilde ifrata kaçmaya meydan vermiyordu. Bu, halihazırda kullanmakta olduğumuz selâmdır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ, Adem'i yaratınca ona: Git şu cemaate selâm ver, buyurdu. Bunlar meleklerden bir cemaat olup oturuyorlardı. Sana ne cevap vereceklerini dinle, çünkü bu senin ve zürriyetin için selâm olacaktır, dedi. Adem de giderek 'es-Selâmu aleykum!' dedi. Melekler, 'es-Selâmu aleyke ve rahmetullah!' dediler ve 've rahmetullah' sözcüğünü ilâve ettiler.[147]
"Git şu cemaate selâm ver" ifadesi, Allah'u a'lem! onlara kendi münasip gördüğün bir tarz üzere selâm ver anlamındadır ve o, içtihadında isabet etmiş ve "es-Selâmu aleykum!" demiştir. "Çünkü bu senin ve zürriyetin için selâm olacaktır" ifadesi, Hazîre-i kuds'ten kendisine ilham olunacağım bildiği için onun kesin bir şekilde selamlaşma sözcüğü olacağının ifadesidir. [148]
Selâm, İnsanların Kaynaşmasını Ve Birbirlerini Sevmelerini Sağlar;
Allah Teâlâ, cennetten bahsederken şöyle buyurmaktadır: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevekedilirler, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara, Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler. [149]
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Ben size bir şey göstereyim mi; onu yaparsanız sevişirsiniz? Aranızda selâmı yayın![150]
Bu hadisiyle Rasûlullah (s.a.), selâmın faydasını ve meşruiyet sebebini açıklamıştır. İnsanların birbirini sevmeleri, Allah Teâlâ'mn hoşnut ve razı olacağı güzel bir haslettir. Selâmın yayılması ise, böyle bir sevginin oluşturulması için en uygun vasıtadır.
Musâfaha yani tokalaşma, el öpme ve benzeri davranışlar da aynıdır. [151]
Selamlaşma İle İlgili Kurallar:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Küçük büyüğe, geçen oturana, az çoğa selâm verir." "Binekli olan yürüyene selâm verir. [152]
Bütün insan grupları arasında yaygın olan usûl şöyle idi: Giren, ev sahibine; önemsiz kimse, büyük kimseye selâm verirdi. Rasûlullah (s.a.) bu telakkiyi olduğu gibi bıraktı. Şu kadar var ki kendisi çocukların yanından geçince onlara selâm verir, kadınlara uğradığında onlara selâm verirdi. Çünkü Rasûlullah (s.a.) biliyordu ki, kişinin kendisinden üstün ve daha şerefli olanın faziletini tanıması, şehir düzeninin korunmasında önemlidir. Bu gibi durumlarda kişinin kendisim beğenmesi gibi bir durumun da ortaya çıkacağını gördüğünden bir vazife taksimi yapmış ve büyüklerin tevazu göstermesini, küçüklerin de büyüklere saygılı olmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Kim küçüğümüze merhametli, büyüğümüze saygılı olmazsa o bizden değildir. [153]
Binekli olanın ilk önce selâm verme durumunda olması şunun içindir: O, insanlar yanında daha heybetli olur, kendi kendisini de daha çok beğenebilir. Bunun için onun daha çok tevazu göstermesi ve böylece selâma kendisinin başlaması gerekmiştir. [154]
Ehl-i Kitaba Selâm:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Yahudilerle hıristiyanlara önce siz selâm vermeyin! Onlardan birine bir yolda rastlarsanız, onu yolun dar yerine sıkıştırın.[155]
Bu hadisin sırrı şudur: Rasûlullah'm (s.a.) gerçekleştirmek üzere gönderilmiş olduğu maslahatlardan biri, İslâm milletinin yüceliğine dikkatleri çekmek, onları en üstün ve ulu ümmet haline getirmektir. Bu ise, ancak onların diğer ümmetlere karşı üstünlüklerinin olmasıyla gerçekleşebilir. [156]
Selâmı Uzatmanın Sevabı:
Rasûlullah (s.a.), selâm verirken "es-Selâmu aleykum" diyen kimseye on sevap; buna "ve rahmetullah" sözcüğünü ekleyene yirmi sevap; buna "ve berekâtuh" sözcüğünü ekleyene otuz sevap; "ve mağfiretuhu" sözcüğünü de ekleyene kırk sevap olduğunu beyan buyurmuş ve lâfız arttıkça faziletin de artmış olacağını ifade etmiştir. [157]
Bu faziletin sırrı ve dayanağı şudur: Selâmı uzatmak; güler yüz gösterilmesi, kaynaşmanın sağlanması, sevişmenin hasıl olması, dua ve zikirde bulunulması ve işin Allah'a havale edilmesi gibi, onun meşruiyet amacını gerçekleştirmede daha etkin olur. Bu ise sevabı artırır. [158]
Selâm Kifâî Bir Görevdir:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Bir cemaate uğranılması halinde içlerinden birinin selâm vermesi hepsi için yeterlidir. Oturanlardan birinin selâmı alması da diğerleri için yeterlidir. [159]
Çünkü cemaat, birlik oluşturması bakımından tek kişi gibi sayılır. Onlardan birinin selâm vermesi tedirginliği giderir ve birbirlerine karşı ülfet duymaları için yeterli olur. [160]
Veda Selâmı:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Biriniz bir meclise vardığı zaman selâm versin. Oturması gerekirse otursun. Sonra kalktığı zaman yine selâm versin. Birincisi, sonuncusundan daha evlâ değildir.[161]
Veda selâmının şu gibi faydaları vardır:
i. Orayı terketme, onlardan hoşlanmayarak ayrılma anlamı taşımaz.
ii. Bir ihtiyacını gidermek için kalktığı ve geri döneceği şeklinde bir anlamayı önler.
iii. Onunla konuşması ya da başka bir iş yapması gereken biri varsa, ayrılmasından haberdar olacağı için, onunla olan ihtiyacını görme fırsatı bulur.
iv. Ayrılması sıvışma kabilinden olmaz. [162]
[146] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/619-620.
[147] Müslim, Cennet, 28.
[148] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/620.
[149] Zümer 39/73.
[150] Müslim, îmân, 93.
[151] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/620-621.
[152] bkz. Buhârî, İsti'zân, 4, 7; Müslim, Selâm, 1; Ebû Dâvûd, Edeb, 134.
[153] Tirnıizî, Birr, 15.
[154] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/621.
[155] Müslim, Selâm, 13.
[156] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/621-622.
[157] bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 136 (5196).
[158] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/622.
[159] Beyhakî, 9/49.
[160] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/622.
[161] Ebû Dâvûd, Edeb, 139.
[162] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/622-623.