- Şefaat Meselesi

Adsense kodları


Şefaat Meselesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Thu 7 July 2011, 08:55 pm GMT +0200
Şefaat Meselesi


Bazıları şöyle diyor : Eğer büyük günah sahiplerine şefaat caiz ol­muş olsaydı, bir fiili işlemeyi terkeden kimsenin şefaata müstehak olması gerekirdi ki böylece büyük günah irtikâp etmekle emrolunnıuş olur.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Biz onun vehimden ibaret oldu­ğunu söyleriz. Çünkü şefaat olunan kimse, yapmış olduğu günahla şefa­ate müstahak olmaz. Bilakis şefaati terketmiş olduğu şey hakkında vela­yeti vacip olan hasenatla müstahak olur. Fiili terkeden kimseye «Sen is­yan et, günah işle» denmesi doğru değildir. Fakat ona «îtaat et ki, onunla isyan ettiğin şey hakkında şefaat bulasın» denir. Ve yine böylece «mağfireti gerektirecek olan fiili elbetteki işlerim» diye yemin eden kim­seye sen küçük günahları irtikâp et denmez. Bilakis büyük günahlardan korunması ile ve mağfiret olunması için büyük günahlardan tevbe etme­siyle emrolunur. Şefaat işi de bunun gibidir.

Şefaat kendisi ile ihticac edilen hususların en büyüğündendir. Ger­çekten[338] Kur'ân-ı Kerîm'de şefaat hakkında âyetler varid olduğu gibi Al­lah'ın Resulü Sallallahualeyhivesellemden hadîsler rivayet edilmiştir. İn­sanlar arasında bilinen ve mahud olan şefaat, Allah'ın gazap ve azabım gerektirecek günahları işlemiş olduğundandır. Binâenaleyh büyük günah irtikâp edenlerin günahları Allah'ın seçkin, kulları ve Allah'ın rızasına[339] nail olanların şefaatleri ile bağışlanır. Sonra küçük günahlar, büyük günahlar irtikâp edenlerin cehennemde ebedi kalacaklarını söyleyen kim­seler katında kendileriyle azaplandırılmak caiz olmayan hususlardandır. Kâfirler ise, şefaatla bağışlanmazlar. Böyle olunca Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hadîs-i Şeriflerde in'âm ve ihsan hakkında varid olan hususların büyük bir kısmı batıl olmuş olur. Ve ilim ehlinin Allah'ın rahmetine ümitvar ol­ma bakımından yaratıldıkları hal üzerinde olmaları sakıt olur ve müslti-manların, peygamberlerin şefaatini istemeleri hakkındaki niyazları batıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bazıları şöyle diyor : Şefaat3 iki vecih üzere[340] meydana çıkar. Birin­cisi; birinin diğeri katındaki iyi ve güzel işlerinin yad edilmesi üzere ki, onun için büyük bir rütbe ve iyi bir yer takdir olunmuş olur. İkincisi; bi­rinin kendisine dua etmesiyle olur. Binâenaleyh, birincisi, şefaatin ken­disine tevcih olunması muhtemel olandır. İkincisi, Cenab-ı Allah'ın «Arş'ı yüklenen melekler ve .onun etrafındakiler Rabb'lerini hamd ile teşbih ederler, O'na iman ederler ve iman eden kimseler için de şöyle mağfiret dilerler : «— Ey Rabb'imiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Bunun için tevbe edenleri ve senin yoluna koyulanları bağışla, onları Ce hennem azabından koru.»[341] diyen kimseler hakkında beyan edilmiştir. Cenab-ı Allah, «Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakilerini de bi­lir ve onlar onun rıza verdiği kimselerden başkasına şefaat etmezler...»[342] buyurmuştur. Bu âyetler şefaatin iki yönüne delâlet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Allah'ın razı olduğu kimse derece ve şeref sahibidir. O kimse me­leklerin şefaatim beyan eden âyet-i celîlenin kapsamında bulunanlar­dandır.

Şeyh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Biz Allah'ın izni ve tevfikı ile deriz ki : Ahıret hakkındaki vechin iki yönden manası yoktur. Birincisi: Emri onu bilmeyen kimse katında takdir edilmesi hakkındadır. Allah-u Teâlâ, o emrin hakikatini bilir. Ve hatta Allah'ın gayrinin üzerine haki­katlerin gizli[343] olması caiz olur. Tıpkı Allah-u Teâlâ'mn «Allah Kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur : «— Ümmetinizi davet ettiğiniz de, size ne cevap verdiler?» Onlar da «— Bizde hiç bir bilgi yok.

Şüphesiz ki, sen .bütün gaibleri kemal üzere bilensin derler.—»[344] kavl-i ce-lîlinde olduğu gibi. îsâ aleyhisseîâmm da şöyle dediğini Cenab-ı Hak, «Sen bana ne emrettinse, ben kendilerine ondan başkasını söylemedim...»[345] kavl-i celîlinde beyan buyurmuştur. Bunun üzerine o hususda Allah'ın kulunun da ilmi olacağı ifade edilmiştir. Halbuki onlar bu hususu bilmeyi ondan uzaklaştırdılar ve onu yalnız Allah bildiğini ikrar ettiler. Kuvvet ancak Allah'tandır.

İkinci yönü ise; gerçekten ahırette herkese verilen kitapları vardır ki, o kitaplar da Ademoğullannm amelleri, ve kendilerinden küçük ve büyük günahlardan geçen hususların hepsi yazılmıştır. O, eğer ihticac etme hak­kında olursa takdirde kâfidir. Eğer bildirme hakkında olursa Allah-u Te-âlâ'nm onları bilmesi Allah'ı onlardan müstağni kılmıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır.                                                                      ;

Dua hakkındaki âyet-i celîleye gelince; yine böylece o vasıf kendi­sinde bulunan kimse için dua etme ve kendisinde bulunan günahlardan[346] ona o husus hakkında şefaat etme caizdir deriz. Yoksa onların fiilleri bu olduğu vakitte onlara şefaat eder demiyoruz. Çünkü ilahi hikmette fiiller­den zikrolunan hususlardan dolayı onları azaplandırmak caiz olmaz. Bi­lakis o fiillerden dolayı onlar için sevapların en büyüğü ve yerlerin de en üstünü vardır. Bunun gibisi için mağfiret ve şefaat talep etmek birkaç yönden abes olur :

Birincisi: ilâhî hikmette o günah sebebiyle ona azap vermek[347] caiz ol­maz. Çünkü onlar Allah'dan zulmetmemesi ve haksızlık yapmaması[348] talep etmişler gibi olur. Bu ise, yaratılan en üstün bir fısktir İd, Allah-u Teâlâ'ya dua ve niyazda bulunmak şöyle dursun, onu fasık yapmak yerine çıkar. Yüce, kerîm ve hakîm olan Allah, bu sıfatdan berî ve münezzeh­tir.

İkincisi : Azaplanmış olmayıp, sevap görenlerden biri olan onun gibi­sinin hakkı, kendisinden hamd ve şükrün meydana gelmesidir. Duada ise bunun gizlenmesi ve ona karşı nankörlük yapması vardır. Bunun gibisi hakkında ne izin ve nede dua mümkündür. Tevfik Allah'tandır.

Üçüncüsü : Gerçekten bu, kendisine Cennet vaadolunarak Cennetle müjdelenmiş olan hakkındadır. Binaenaleyh onun gibisinin batıl olma­sı[349] kendisi haküanda cehalet icabettirir. Ancak vaktin açıklanmaması müstesna. Bu da acele etmekten ileri gelir. O, bizim büyük günah işle­yenler, eğer günahları kadarı ile azaplandırılmış olsaydı, o ilâhi hikmette adalet olur[350]. Bunun üzerine kendisinden şefaat talep eden bu hakkını al­mak suretiyle adaleti yerine getirmeksizin fazlu ihsanı ile şefaat eder. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Ebu Bekir El-Kîsâi[351] Allah-u Teâlâ'nın «Doğrusu Allah, kendisine eş koşulmasını (eş koşanın günahını) bağışlamaz. Ondan başkasını, di­lediği kimse için bağışlar.»[352] kavli ceîîli hakkında şöyle der : Gerçekten Cenab-ı Hak, dilediği kimseye mağfiretini vaadetmiştir. Sonra onu «Eğer siz, yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kabahatlerinizi Örteriz ve sizi iyi bir gidişata sokarız.»[353] kavl-i celîli ile kü­çük günahlar hakkında olduğunu beyan buyurmuştur. Böylece vaîdin bü­yük günahlar için olduğu sabit olur. Vaad ise baki kalır. Onun hakkı vas-folunduğu şeye ihtimali olduğu için zikrolunan şeyde devamlı olarak bu­lunur.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bunun üzerine biz ona bir kaç yönden cevap veririz :

Birincisi : Gerçekten senin zikrettiğin vaîd, emir ve nehyi küçümse­mek ve haramları helâl edinmeğe muhtemeldir. Binaenaleyh, bu âyet-i celile ile imrenilen mağfirete ait olan husus terkedilmez. Çünkü iki yöne müteveccih olan vaîdle ümitvar olmak ve tamah etmek zail olur. Veya­hut ta her ikisinde tevakkuf eder. Tamah ise, her iki vecihten biri hak­kında muhtemel olmak ve ihtimal bulunduğu için diğerine tama'ı menet­mekle olur ki, bu da tahakkümdür. Kuvvet ancak Allah'tandır.

İkincisi: Hakikaten âyet-i celîle, mağfirete muhtemel olanla olma­yan arasında bir üstünlük[354] meydana getirme hakkındadır. Âyet-i celîle küçük günahlara tevcih edildiği zaman, sirk ismine tahsis edilmesi batıl olur. Ve işitme yeri karıştırılıp şaşırtılır. Vaîd emri üstünlük kılan yere gelen husus hakkında değildir. Bilakis üstünlük hakkım, vermek için ge­len şey, günahları örtmek ile mağfiretin zikredilmesidir. Günahları ört­mek de iyi ve güzel amellere verilen mükâfat veyahut kötü amellere veri­len ceza olur. Tıpkı, Allah-u Teâlâ'nm «Eğer siz, yasak edildiğiniz günah­ların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kabahatlarınızı örteriz. Ve sizi iyi bir gidişata sokarız.»[355] kavî-i celîlinde beyan buyurduğu gibi. Tev-5k Allah'tandır.

Üçüncüsü : Cenab-ı Hak «Kime dilerse» diye buyurmuştur. Bu ise, bağışlanan günahlardan değil; bağışlanmış olan kimselerden kinayedir. Bağışlanmış kimselerden kinaye olan âyet-i celîlenin, günahlara tahsis edilmesine sarfetmek caiz değildir. Vaîdi ifade eden âyetler, kimler hali­kında gelmiş ise onlar hakkında gerçekleşmiştir. Bağışlamayı ifade eden .iyet-i celîieler de varid olduğu şey hakkında gerçekleşmiştir. Onun vaîde sarfedilmeyip nazil olduğu hususa sarfedilmesi daha evlâdır. Tevfik Al-'ah'tandır.

Sonra, gerçekten Cenab-ı Hak «kimi dilerse» diye buyurmuştur. Kü­çük günahlar, sizce Allah'ın lûtfu ve ihsanı ile bağışlanmıştır. Yoksa vaad üe bağışlanmamış tır. Âyet-i celîle de bu hususu bildirmektedir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra Mu'tezile diyor ki : Küçük günah sahibi, o günaha ısrar edip işlediği zaman büyük günah sahibi olur. O fiil üzere ısrar etmek ise, ona gereken şey değildir. Çünkü lâzım olması mümkün olan fiil bulunmamak­tadır. Hatta ondan başka fiile geçip de fiil olmaz. Öyle ise küçük günah-'ara ısrar etmek ondan pişman olmadığı ve tevbeyi terk etmekten başka bir şey değildir. Şirk ve gayri olan günahların hepsi, onlardan pişman olup tevbe etmekle bağışlanmış olurlar. Buna göre onların âyet-i celîlenin lirk ve şirkten aşağı olan günahların arasında üstünlük ifade etmekte­dir, sözü batıl olur. Diğer âyet-i celîlenin de büyük günahlarla küçük gü­nahların arasındaki üstünlüğü ifade etmesi hususundaki sözleri de batıl 3İur. Hulâsa gerçekten her günah, cehennemde ebedi kalmayı icabeder. Ancak günahdan tevbe eden hariç. Bu husus düşünen kimse için açık ve seçiktir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Biri şöyle diyor : Allah-u Teâlâ'mn emrine muhalif olan her şey, Şeytan'm davet ettiği, husustan olup işlendiğinde şeytan memnun olur­sa, niçin o şeytana itaat olmasın. Kim ki şeytana itaat etmek için bir fiil işlerse, o kimse kâfir olup o ful ile şeytana biadet etmiş olur. Çünkü ken­disinden sadır olan bu iş, Allah'ın hükmüne karşı bir hüküm vaz etmek ve ona çağırmaktır. Ve kim ki şeytana ibadet ederse o kimse şeytanın kulu olur. Cenab-ı Hak, Şeytana ibadet edenlerin gidecekleri yerleri be­yan buyurmuştur.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu mesele, hariciler ve Mu'tezî-lelerin, peygamberler ve Allah'ın seçkin kulları olan velilerin küçük gü­nahlar işlediklerini ikrar ettiklerinden dolayı onların meselesi değildir. Fakat bu mesele, bu mesele ile kâfir olmaları için şeytanın kendilerine vesvese verip o vesveseye kendilerini kaptırıp aldananlarm meselesidir. Çünkü o, biliniyor İd, şeytanın süsleyip güzel gösterdiği ve ona çağırdığı şeydir. Onların söylediklerine göre, şeytana itaat eden kâfir olur. Bu gibi çirkin duruma düşmekten bizi korumasını Cenab-ı Allah'tan dileriz.

Sonra ifade ederiz ki; bu hususta bir kaç vecih vardır :

Birincisi : Gerçekten her ne kadar şeytan onun işlenmesi İle memnun olup ve çirkin, uğursuz yaratılışı ve de kötü ihtiyarî ile lezzet duyarsa da bunda şeytana itaat bulunmaz. Çünkü fiili ile alıp verdiği şey, şeytanın emri ve ona çağırtması ile olmamıştır. Tâât ise, emir üzere eda edilen[356]dir. Yoksa hoşa gidip lezzetlenecek olan şeyle değildir. Çünkü Cenab-ı Allah'ın kullarına verdiği şeylerde, şehevî istekler ve onların hoşlanıp lezzet duy­dukları hususlar da vardır. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'yı onlara itaat et­mekle vasfetmek, veyahut kulların Allah'a, fiilin yapılmasını emretme­lerine sahip olmaları mümkün değildir. Bunlar, gerçekten o veeih'in taatı bilme yolu olmadığına delâlet ediyor. Kuvvet ancak Allah'tandır.

İkincisi : Gerçekten dinler, itikat ve inançlardan ibarettir. Yapılan fiillerden değil. Çünkü inanç ve itikatlara hüküm verme ve galebe çalma cari olmaz. Mahlûkattan hiç bir kimse yoktur ki, diğerinin inanç ve iti­kadının bulunmasının gerçekleşmesi veyahut bulunmaması için kendi­sinden inancı menetmesinde hiç bir güç ve kuvvete sahip olsun. Çünkü inançlar, özellikle kalbin işidir. Çok kez lisanın, başkasının dilinin kul­lanmasına kadir olmaması bakımından bu hususlara ilişkisi olur. Onun kalbi de boylecedir. Diğer organlarına ise başkası kadir olur. Dinler, zik­rettiğimiz hususlardan ibaret olduğu vakit -ki iman ve küfür de din'dir-zikrettiğim şeyler, -eğer tâât din olursa, küfür de dindir- din olmaz. Bi­naenaleyh bu, benim zikrettiğim yönden nasıl taat olmaz?

imamı Azam Ebıı Hanîfe'den, bu suale şöyle cevap verdiği rivayet edilmiştir : Senin zikrettiğin şey, onu kasdetmediği hal üzere vukubulma-nın hakkı değil, kasdetmenin hakkıdır. Kasdetmeğe taallûk eden işler de buna göredir. O da itikad ve inançların tertiplenmesi bakımından bizim beyan ettiğimiz şeye göre meydana gıkar. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Yine gerçekten her mümin, herhangi bir şeyle Allah'a isyan ettiği hususa, kendisine galebe çalan şehevî ve nefsânî arzular, Öfke veyahut da kavmiyet asabiyeti veyahut bunların benzerleri ile itilmiş olur. Kendisinde meydana gelen şeyle bu iş olur. Böylece[357] o kimse bu fiil ile Rabb'isine isyan etmeği veyahut şeytana itaat etmeği kasdetmez. İtilmiş olmak'gi­bi zikrettiğim yönden o günahı işlemiş olur ki, onunla kendisinin kâfir olması gerekmez. Allah-u Teâlâ, ona itilmekten kendisini alakoyacak şe­ye onu malik ve sahip kılmış olmasından dolayıdır ttd, onu cezalandırır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Şöyle denmesi de mümkündür : O, Allah-u Teâlâ'nm kullarına olan bir fazlu ihsanıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, onun gibisi ile onlara, şeytana itaat edip, ona itaat ettiklerini gerektirmedi. Veyahut isyan etme halinde şeytana olan düşmanlıkları ile kendilerine ikram etmiş olduğu husustan üzerlerine o isyan işinin terki ağır geldi. Çünkü hiç bir kimse yoktur ki on­lar için şeytana Öfkelendiklerinden daha çok Öfkelenip kızsınlar. Onların yaratılışlarındaki hale ve akıllarına şeytana ibadet etme ve itaatta bulun­ma ismi şöyle dursun, onun hoşlanıp lezzet duyduğu işten daha ağır ge­len bir şey yoktur. Bunun içindir ki, Alîah-u Teâlâ onların günahların iki yönden bağışladı.

Birincisi : Onlara, şeytana ibadet ve taatda bulundun denmesini he­men menetmekle.

İkincisi : Kendilerine mağfiret olunmak için imrenmeyi vermek ve Allah'a isyan ettiği vakit şeytanın düşmanlığını Allah'ın rahmetine ter­cih etmek suretiyle şeytanın emrine râm olduğundan günahlarından vaz geçip mağfiret etmekle ki, o AUah kendilerine in'âm ve ihsanda daim ol­makla cûd ve kerem sahibi olduğu bilinir. Bu hususlardan dolayı en mü­kemmel ve tamam olan hamdü sena ona mahsustur.

Sonra gerçekten Allah'a itaata itikad ettiği, O'na ibadet edip ubu­diyeti bildiği, kaJjbi Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetlerin büyüklü­ğünü anladığı zaman, sonra mahlûkatında ve onun hakkındaki megîeti-nin geçerli olmasındaki hikmetinden beyan buyurduğu şeyle kendi kud­ret ve hakimiyetini ona gösterdiğine nefsini Allah'a taat olmayan yerde, başkasına itaat etmeğe meyletmekten meneder. Onu Allah'ın gayrine ibadet etme ve yanlış olan bir anlayıştan korur. Kendisinden vaki olan fiilin kalbi bu hususa yattıktan sonra başka yere sarfedılmesi caiz değil­dir. İşte bu husus, kendisinin katmda bulunan dünya ve ahıretten olanı, kendisine hakim olan şehvetine veyahut ümit ettiği rahmete, veyahut da onu Allah'ın gayrine itaat etmeğe ve Allah'tan başkasına itaat etmeğe itecek olan şeye tercih ettirmiştir. Benim zikrettiğim şey ise, fiili anında kalbine lâzım olandır. Onun gibisi, ancak Allah'tan başkasına itaat etme­ğe ve müstahak olmayana ibadet etmeğe itikat eden kafirden, onu şey­tandan veya nefisten ona ulaştırana sarfetmesi olur. Kuvvet ancak Al­lah'tandır.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Sonra Allah-u Teâlâ'nm vaîdi bu­lunan her şeyde asıl olan şudur ki, gerçekten onun hakikati akıllarda bir­birine zıt olanların hepsinin bildiği şeylerden olması bakımından sahibin­den çirkin olan yönden vald olur. Faile isim verilmek için gelen her isim de böyledir ki, gerçekten o[358] anlaşılmayan muhtelif manaları iktiza eder. O manalar, bütün yönleri üe çirkinlikte bir ölçüde olmaz. Yine faili de zemde de bir ölçüde bulunmaz. Bu ise, işitende bulunan bir ayıptır ki, onun yerleri­nin muhteHf olduğunu bilmeyi veren aklı ile kendisine lâzım olur. Onların arasını ancak ümmetin bulunduğu şeyle onu anlaması bakımından imti­han etmesi ile cemeder. Bunun üzerine onu elde ettiğini görür. Yahut naklî delilden varid olanın hepsini araştırmak ve imtihan etmekle arala­rını cemeder de onlar için gerçekleştiğini görür. Veyahut da onun hikme­tin bütün fenlerini ihata etmiş kılar da onun tahsis edilmesine imkân bu­lunmayıp sıkışır ve umuma sarf ettiğini söylemesini gerektirir kendisine. Hüküm hakkında, umumdan bir çıkışı elde etmesine gelince; muhakkak bilir ki, o eğer hikmette hak veya tedbirde vacip olsaydı dinsizlerin Kur'ân-ı Kerîm'de daha açıkça taan ve iftira ettiklerini ve Kur'ân-ı Ke~ rîm'in Rahman olan Allah tarafından gönderilmediğini söylemek için da­ha kolay yol bulduklarını görürdü. Çünkü Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kreîm'i «Onlar, halâ Kur'an'm Allah kelâmı olduğunu ve manâsını düşünmiye-cekler mi? Eğer O, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki, içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulunurdu.»[359] kavl-i celîii ile onu vasfetmiştir. Yine Cenab-ı Allah, şöyle buyurmuştur : «O'na ne Önünden, ne ardından (hiç bir suretle) batıl yaklaşamaz.»[360] «Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik ve muhakkak ki O'nu tahrif ile tebdilden (de­ğişikliğe uğramaktan) biz koruyacağız.»[361] Sonra, kendisinde hüküm bulu­nanın ekserisinin geldiği yerin gayrine sarfolunmuş olduğunu ve umum ve husustan lafzın cari olduğu yerin gayrinde kullandığını gördü. İşte o, bu sözü ile Kur'ân âyetlerini, hikmetin yolunun gayrine sarfetti; ve ted­birin hak olduğunu giderdi. Allah-u Teâîâ, göndermiş olduğu deliline bu vasfın gelmesi ve delilinde bu tenakuzun bulunmasında yücedir; berî ve münezzehtir.

Sonra Cenab-ı Hak, övülen ve mezmum olan isimlerden gönderdiğini açıklamıştır ki, onlar, mutlaka sarfedilmesinin gerektiği zahir olur. Bi­nâenaleyh, Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur, «Muhakkak ki iyiler naîm Cennetindedirler. Facirler (kâfirler) ise, Cehennem'dedirler.»[362] Sonra onları vasfederek şöyle buyurmuştur, «Hayır, (o hileye sapmayın, ahırcti inikâr etmeyin) Çünkü kâfirlerin (amel) defterleri (Siccîn adı verilen) bir kütükte tespit edilmiştir.»[363] Cenab-ı Hakk, bu âyetle başlayıp sûrenin sonuna kadar varan âyetlerde o isimleri beyan buyurmuştur. Bununla beraber Cenab-ı Hakk, vaîdle kastedilmiş olan mutlak faciri beyan bu­yurmuştur. Kendisinden olan şey, yalandır[364]. Çünkü onu ilminin bulun­duğu yerin gayrinde beyan etti. Sonra Cenab-ı Hakk, «Öyle ya mümin olan, hiç fasık (kâfir) olan gibi olur mu? Onlar, müsavi olmazlar.»[365] bu­yurmuştur. Sonra mümin ile ne murad edildiği ve mümin'in gideceği yeri beyan buyurduğu gibi, fasık İle neyi murad ettiğini ve onun nereye vara­cağını da onun o günü yalanlaması ile beraber beyan buyurmuştur.

Cenab-ı Hak, «Allah, kâfirleri hidayete nasıl ulaştırır» diyen kimse hakkında şöyle buyuruyor : «Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve pey­gamberin hak olduğuna şehadet getirmişken (bu) imanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah, nasıl hideyet eulaş-tınr? Allah, zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez. »[366] Ve yine Al­lah, şöyle buyuruyor : «Onlar şöyle derler : «Biz namaz kılanlardan değil­dik.»[367] Zekât vermeyenler hakkında da Cenab-ı Allah, «... Çünkü ben, Al­lah'a inanmayan ve topyekûn Ahireti inkâr eden bir kavmin dinini terket-tim.»[368] buyurmuştur. Faiz emri hakkında da Cenab-ı Hak şöyle buyuru­yor : «Faiz yiyen kimseler, kendisine şeytan çarpmış olan nasıl kalkarsa, mezarlarından Öylece kalkarlar. Bu halde olmaları «Alış-veriş, aynen faiz gibi demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alış verişi helâl, ve faizi ha­ram kılmıştır. Bundan böyle kim, kendisine Rabbinden bir öğüt gelip faiz yemekten sakınırsa daha önce aldığı faiz ona bağışlanır, geri alınmaz ve bundan sonra onun işi (affedilişi) Allah'a aittir. Kim de haram olan bu ribayı helâl diye yemeğe dönerse işte onlar Cehennemliktirler; o ateşte ebedi olarak kalacaklardır.»[369] Yine Cenab-ı Allah faiz hakkında «Kendi­lerine yasaklanan faizi almaları...»[370] buyurmuştur. Gerçekten onlar, faizi helâl (kılmışlardır. Bu hususu Cenab-ı Allah, «... Alış-veriş aynen faiz gi­bidir dediler.»[371] kavl-i cehli ile beyan buyurmuştur. Yine böylece onlar, savaşma çağına ulaşmayan yetimlere mallarını vermiyorlar idi. Onlara ganimetlerden hisse de ayırmıyorlardı. Adam öldürme işi de böyle idi. Onlar, zulmederek ve hakka tecavüz ederek[372]adam öldürüyorlardı. Ve bu hususu Allah-u Teâlâ'nm «Elbirlik Allah'ın dinine sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılıp dağılmayın, Allah'ın üzerinizdeki nimeti düşünün ki, cahiüyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalbleriniz arasında ülfet meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz.»[373]

kavl-i celîlinde zikrohman hususa göre adam öldürmeyi helâl görüyorlar ve haksız yere adam öldürüyorlardı. İşte bu an vaîdin hakikatlerinin yo­ludur ve kendisinde iman isimi verilmesinin iptal edilmesi gereken hu­sustur, îgte buna göre de Ahıret taksimatı vukubulur : Bir zümre Cennete, bir zümre de Cehenneme gider. Amel defterleri sağ tarafından verilen­ler, sol tarafından verilenler. Mümin olanlar, kâfir olarak Ahirete göçerler. A1lah-u Teâlâ'nm «Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun.»[374] kavî-i celî­linde onlar hakkındaki vaîd tahakkuk etmiştir. Ve çirkinlikte en son hadde ulaşan isimler, onlara gerekmiştir. Amma bu hadde ulaşamiyan kimse, onlar hakkında gelen vaîd bir kaç yönden meydana çıkar : Zikret­tiğim o hallerin ihtiyar edilmesinden korkutulması üzere veyahut eğer kendisi ile beraber iyi amellerden, ondan başka bir gey olmazsa o ameli ile cezalanması üzere. Veyahut da Allah-u Teâlâ'nm ilmi ve hikmetinde on­lar hakkındaki affedilmeye ve kendilerine seçkin kullarının şefaat[375] etme­lerine müstahak olmalarının bulunması üzere; veyahut Allah-u Teâlâ'nm onların günahlarım hasenatdan başkası ile örtmesi üzere; veyahut da şirk günahından günahı kadarmca azap çekmesi yönü ve son olarak da Allah-u Teâlâ'nm kendisine ikram ettiği ve dünyada Rabb'isine itaat et­mek için ona hidayeti in'âm etmesi ve bu husustan dolayı Allah'a hamd-ü Senada[376] bulunmasından dolayı kendisine sevap vermesi üzere tecelli eder. Kuvvet ancak Allah'tandır. [377]



[338] Kitabın aslında «ve kadı kelimesi .ev kad» olarak yazılmıştır.

[339] Kitabın aslında »ve ehlu'r-ndâ» cümlesi «ve ehlur'ridâ bihim» olarak yazılmıştır.

[340] Kitabın aslında «alâ vecheynî» ibaresi mükerrerdir.

[341] Ğafir, âyet 7.

[342] El-Enbiyâ, âyet 28.

[343] Kitabın aslında -hafâ» kelimesi noktasız 'ha' harfi İle yazılmıştır.

[344] El-Mâide, âyet 109.

[345] El-Mâide, âyet 117.

[346] Kitabın  aslında   «el'meâsimu»   kelimesi   -elmâu  sümme.

[347] Kitabın aslında «ta'zîbııhû» kelimesi noktasızdır

[348] Kitabın aslında «yeskıhî» kelimesi noktasızdır.

[349] Kitabın aslında  ıfebutlânu» kelimesi  «fatale»  olarak yanlmıştır.

[350] Kitabın aslında «lekâne» kelimesi mükerrerdir.

[351] O, nahv ve luğat âlimlerindendir.  Kûfe'li olup 197 / 812 tarihinde vefat etmiştir. Bak:.İbni Nedim:   El-Fihrist, s. 44, 97.

[352] En-Nisâ,  âyet, 48.

[353] En-Nisâ.   âyet,   31.

[354] Kitabın aslında   «et'tafdüu»  kelimesinde  'ya'  harfinden bagka harfler  noktasızdır. Metinde böylece noktasız  *sad' harfi ile tekrarlanmıştır.

[355] En-Nisâ,  âyet, 31.

[356] Kitabın aslında  .tueddî»  kelimesi  .yuveddî» olarak yazılmıştır.

[357] Kitabın   aslında   «izâ»   kelimesi   metinden   olduğuna   işaret   edilmekle beraber   dip notta yazılmıştır.

[358] Kitabın aslında .enne zâlike»  cümlesi «en kâne zâlike» olarak yazılmıştır. Metinde «kâne»  kelimesi  silinmiş  gibi görülmektedir.  Onsuz  da  mânâ  doğru olur.

[359] En-Nisâ,  âyet,  82.

[360] Fussılet, âyet, 32.

[361] El-Hicr, âyet, 9.

[362] İl-înfitâr, âyet, 13, 14.

[363] El-Mutaffifîn, âyet, 7.

[364] kelime metinde okunamamıştır.

[365] Es-Secde, âyet, 18.

[366] Âl-i îmrân, âyet, 86. Es-Saff, âyet, 7.

[367] EI-Müdessir, âyet, 43.

[368] Yusuf,  âyet,  37

[369] El-Bakara,  âyet, 275.

[370] En-Nisâ,  âyet,  161.

[371] El-Bakara, âyet, 275.

[372] Kitabın aslında  •bağyen»  kelimesi noktasızdır.

[373] Âl-i îmrân,  âyet.  103.

[374] Âl-i İmrân, âyet, 131. 

[375] Kitabın  arlında  «lişefîin» kelimesi noktasızdır.

[376] Kitabın aslında «ve! hamdu> kelimesi *ve'l hammu* olarak yazılmıştır.

[377] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:546-556.


ceren
Tue 5 June 2018, 03:18 am GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri onun emir ve yasaklarına uyarak islam yolunda iman yolunda peygamber efendimizin yolunda yasayan ve onun rahmetine peygamber efendimizin sefaatine erisip kurtulusa erisen kullardan eylesin inşallah. ..

Bilal2009
Tue 5 June 2018, 01:31 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Wed 6 June 2018, 12:55 am GMT +0200
Aleykümüsselam şefaat insanların kurtuluşu için gereklidir en büyük şefaatçi bizleri yaratan Allah tır