- Saîd İbn Cübeyr r.a.

Adsense kodları


Saîd İbn Cübeyr r.a.

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Sat 18 September 2010, 03:11 pm GMT +0200
Saîd İbn Cübeyr (R.A.)



«Saîd İbn Cübeyr öldürüldü. Yeryü­zünde hiç kimse yoktur ki onun ilmîne muhtaç olmasın»,[1]

Bedeni güçlü, ahlâkı mükemmel ve hareketli bir gençti.

Bunlardan başka o, iyi kaipli, keskin zekâlı, iyi olan şeylere düş­kün, haram olanlardan uzak duran birisiydi...

Renginin siyahlığı, saçının kıvırciklığı ve habeş asıllı olması, onun üstün ve eşsiz şahsiyetine asla gölge düşürmüyordu...

Yaşının küçüklüğüne rağmen o böyleydi.

Habeş asıllı, Arap uyruklu genç, ilmin kendisini Allah´a ulaştıran en sağlam yol olduğunu, ancak takvanın kendisini cennete ulaştıran yol olduğunu anladı.

Böylece takvayı sağına...

İlmi soluna koydu.

Onların üzerine ellerini koydu...

Hiçbir gevşeklik göstermeden onlarla hayat yolculuğunu katet-meye başladı.

Çocukluğundan itibaren insanlar onu ya öğrenmek üzere kitabına eğiimiş olarak...

Ya da ibadet etmek üzere mihrabında saf durmuş olarak görür­lerdi...

İşte o, çağında müslümanlarrn gözde kişisi olan Saîd İbn Cübeyr-di. Allah ondan razı olsun ve onu razı kılsın.

Genç Saîd İbn Cübeyr ilmi, Ebu Saîd el-Hudrî, Adiyy İbn Hatim et-Taî, Ebu Musa el-Eşarî, Ebu Hurayra ed-Devsî, Abdullah İbn Ömer ve müminlerin annesi Hz. Aişe gibi büyük sahâbîlerden aldı.

Ancak onun en büyük öğretmeni, Muhammed ümmeti´nîn büyük alimi Abdullah İbn Abbas´ti...

Saîd İbn Cübeyr gölgenin sahibinden ayrılmadığı gibi Abdullah İbn Abbas´tan ayrılmadı.

Ondan Kur´an´ı ve tefsirini...

Hadîsi ve garibini aldı...

Onun vasıtasıyla dinde fakih oldu ve ondan tefsiri öğrendi...

Ondan di! dersi aldı ve o konuda en yüce mertebeye erişti...

Hatta çağında, herkes onun ilmine muhtaç hale geldi.

Daha sonra ilim aramak için müslüman diyarında dolaştı.

İstediği ilmi tamamlayınca Küfe´yi kendisine yurt ve ikamet yeri yaptı. Küfe halkına öğretmen ve imam oldu.

Ramazan´da insanlara imamlık yapar, bir gece Abdullah İbn Me-sud´un [2] kıraatiyle...

Öbür gece Zeyd İbn Sabit´in [3] kıraatiyle...

Üçüncü gece bir başkasının kıraatiyle okuyor ve böyle devam ediyordu...

Tek başına namaz kıldığı zaman, bazan bir namazda bütün Kur´an´ı

okurdu.

Azîz ve Celîl olan Allah´ın:

«... Kitab´ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülün sonra ateşte yakılırlar» [4] sözüne veya tehdit âyetlerinden birine geldiğinde, tüyleri diken diken olur, kalbi paramparça olur ve gözlerinden yaşlar boşanırdı...

Daha sonra onlara tekrar başlar, ölecek hale gelinceye kadar de­vam ederdi.

O, her yıl iki defa Beyt-i Haram a gitmeyi alışkanlık haline ge­tirmişti...

Bir defa Recep ayında umreye... Bîr defa da Zilkade ayında hacca...

İlim, hayır ve nasihat isteyenler, Saîd îbn Cübeyr´in gür ve tatlı kaynaklarından almak ve onlardan yudumlamak için Kufe´ye gelirlerdi...

İşte birisi ona, haşyet (korku) nedir diye soruyor. Ona şöyle cevap veriyor:

«Haşyet, korkusu senin günahlarına engel oluncaya kadar Allah´­tan korkmandır».

İşte bir başkası da zikrin ne demek olduğunu soruyor.

O şu cevabı veriyor: «Zikir, Azız ve Celîl olan Allah´a itaattir...

Kim Allah´a yönelir, ona itaat ederse onu zikretmiş demektir.

Kim ondan yüz çevirir, itaat etmezse, gecesini teşbih getirerek ve Kur´an okuyarak geçirse bile onu zikretmemiştîr».

Saîd İbn Cübeyr Kufe´yi ikamet yeri yaptığında orası Haccac İbn Yusuf es-Sekafî´ye boyun eğmişti. Çünkü Haccac o gün Irak´ın, doğu­sunun ve Maveraünnehir ülkelerinin valisi idi...

O sırada Haccac güç ve otoritesinin zirvesindeydi...

Bunu da Abdullah İbnu´z-Zübeyr´i [5] öldürüp onun hareketini bas­tırdıktan sonra sağlamıştı...

Haccac İrak´ı Emevilerin hakimiyetine boyun eğdirmiş, orda bur-da ortaya çıkan ayaklanmaları bastırmış, müslümanları kılıçtan geçir­miş, ülkenin her tarafına korku salmıştı...

Öyleki kalpler ondan ve derhal öldürmesinden korkmakla dol­muştu.

Daha sonra Haccac İbn Yusuf es-Sekafî´y´e, büyük komutanların­dan birisi olan Abdurrahman İnbu´l-Eş´as arasında bir çarpışma oldu.

Çarpışma bundan sonra kuruyla yaşı yiyen bir fitneye dönüştü... Bu fitne müslümanların vücudunda derin yaralar bıraktı. Bu fitneyle ilgili haberlerden birisi şöyledir:

«Haccac, İbnu´l-Eş´as´ı bir orduyla Sicistan´in [6] gerisindeki böl­gelere hakim olan Türk hükümdarı, Ratbil´le savaşmaya gönderdi.

Kahraman ve muzaffer komutan, Ratbîl´in ülkesinden büyük bir bölümüne saldırdı ve bazı muhkem kaleleri ele geçirdi. Şehir ve köy­lerinden de birçok ganimet elde etti...

Komutan, büyük zaferin müjdesini ve beytülmale konulacak beş­te bir nisbetindeki ganimetleri götürmek üzere elçiler gönderdi.

Ona bir de mektup yazdı. Mektupta, ülkenin içini ve dışını kont­rol etmek ve durumu öğrenmek için bir süre savaş yapmamak konu­sunda ondan izin istiyordu.

Bu, muzaffer ordu, bilinmeyen ve aşılmaz yollara dalmadan, çe­şitli tehlikelerle karşılaşmadan önce olmuştu.

Haccac buna öfkelendi...

Ona, korkaklık ve beceriksizlikle suçlayan bir mektup yazdı...

Onu öldürmek ve ordu komutanlığından uzaklaştırmakla tehdit ediyordu...

Abdurrahman, askerlerin ileri gelenlerini ve birlik komutanlarını topladı...

Onlara Haccac´ın mektubunu okudu ve bu konuda onlarla istişare yaptı...

Onlar Abdurrahman´a, hemen Haccac´a karşı çıkmayı ve ona itaat etmemeyi teklif ettiler.

Abdurrahman onlara şöyle dedi:

«Bu konuda bana biat edip Allah Irak toprağını onun pisliğinden temizleyinceye kadar bana yardım eder misiniz?»

Askerler, Abdurrahman´ın teklif ettiği şey konusunda ona biat ettiler».

Abdurrahman İbnu´I-Eşas Haccac´a karşı tiksinti dolu ordusuyla yürüdü.

Abdurrahman´Ia Haccac´ın orduları arasında, Abdurrahman´ın ga­lip geldiği büyük çarpışmalar oldu.

Abdurrahman, Sicîstan ve İran´daki şehirlerin çoğunu ele geçirdi... Daha sonra Küfe ve Basra´yı Haccac´ın elinden almak istedi.

İki taraf savaşa devam ettiği ve İbnu´I-Eşas zaferden zafere koş­tuğu sırada, Haccac´ın başına,´ hasmının~gücünü artıran kötü bir hal geldi.

Bu da şöyle oldu: «Büyük şehirlerin valileri Haccac´a bazı mektup­lar yazdılar. Mektuplarda şunlar yer alıyordu:

«Zîmmîler, [7] vermekten kurtulmak için İslâm´a girmeye başladılar.

Çalıştıkları köyleri ve içinde oturdukları şehirleri terkettiler. Haraç [8] kesildi... Vergiler tükendi...»

Haccac Basra ve diğer şehirlerdeki valilerine bazı mektuplar yaz­dı. Mektuplarda zimmîlerden şehirlere göç eden herkesi toplayıp ne-kadar uzak olurlarsa olsun onları köylere sürmelerini emretti.

Valiler emri yerine getirdiler.

Bunlardan pek çoğunu yurtlarından... rızıklarının kaynaklarından uzaklaştırdılar.

Onları şehirlerin etrafında topladılar...

Onlarla birlikte kadın ve çocuklarını da çıkardılar.

Bir süre onları çoluk çocuklarından ayrı bıraktıktan sonra köyle­re gitmeye zorladılar.

Kadınlar çocuklar ve ihtiyarlar ağlayıp feryat etmeye, Vay Mu-hammed! Vay Muhaınrned! diyerek yardım istemeye başladılar, başladılar.

Ne yapacaklarını ve nereye gideceklerini şaşırdılar.

Basra´nın fakih ve kurrast onlara yardımcı olmak için yanlarına git­tiler.

Fakat bunu başaramadılar.

Onların ağlamalarına dayanamayıp onlar da ağlamaya başladılar».

Abdurrahman İbnu´I-Eşas bu fırsatı ganimet bilip fakihleri ve kur-rayı [9] kendisine yardıma çağırdı.

Tabiîn´in büyüklerinden ve müslümanların imamlarından olan bir grup onun davetine icabet etti.

Bunların başında Saîd İbn Cübeyr, Abdurrahman İbn Leylâ, [10] eş-Şa´bî, [11] Ebu´l-Bahteri [12] ve daha niceleri vardı.

İki taraf arasında savaş devam etti. Önceleri üstünlük İbnu´i-Eşas ve yanındakilere aitti.

Daha sonra Haccac´ın tarafı yavaş yavaş ağır basmaya başladı. Nihayet İbnu´I-Eşas kötü bîr yenilgiye uğradı ve canını kurtarmak için çareyi kaçmakta buldu...

Ordusu Haccac ve askerlerine teslim oldu.

Haccac, sözcüsüne, yenilen askerleri kendisine yeniden biat et­meye çağırmasını emretti.

Çoğu onun çağrısını kabul etti. Bir kısmı da ona görünmedi. Görünmeyenler arasında Saîd İbn Cûbeyr de vardı.

Teslim olanlar Haccac´a biat için geldiklerinde, ansızın hesapta olmayan birşeyle karşılaştılar.

Onlardan birine şöyle demeye başladılar: «Müminlerin emîrinin valisine olan biatini bozmakla küfretmiş olduğuna şehadet eder mi­sin?»

Eğer o, evet derse, onun yeni biatini kabul ediyorlar ve onu ser­best bırakıyorlardı.

Eğer, hayır derse, onu öldürüyorlardı.

Bazıları Haccac´a boyun eğip canını kurtarmak için kendinin küf­retmiş olduğunu ikrar ediyordu.

Bazıları bunu kabul etmeyip boynunu veriyordu.

İçinde birkaç bin kişinin öldürüldüğü bu korkunç mezbahanın ha­beri her tarafa yayıldı...

Küfür işlediğini ikrar ettikten sonra birkaç bin kişi o mezbaha­dan kurtuldu...

Bunlardan birisi şöyledir: «Has´am kabilesinden yaşlı bir kişi, iki tarafı tutmadan Fırat nehrinin gerisinde ikamet ediyordu.

Diğerleri gibi o da Haccac´a götürüldü...

Onun huzuruna getirilince halini sordu. O da şu cevabı verdi:

«Bu savaş başladığından beri ben bu nehrin gerisindeydim.

Savaşın bitmesini bekliyordum.

Zaferi sen kazanınca sana biat etmeye gelecektim». ,

Haccac ona: «Yazıklar olsun sana...

Savaşın neticesini beklemek üzere oturup komutanınla birlikte sa­vaşmıyorsun ha?» dedi.

Sonra ona şunu sordu:

«Kâfir olduğun konusunda şehadet eder misin?»

Adam: «Seksen yıl Allah´a ibadet ettikten sonra kendimin kafir olduğuna şehadet edersem ben çok kötü birisi olmam mı?» dedi.

Haccac: «Öyleyse seni öldürürüm» dedi. Adam: «Beni öldürsen bite...

Vallahi, benim ömrümden eşeğin iki su içimi arasındaki zaman

kadar [13] az bir süre kalmıştır.

Eşek sabahleyin içer, akşamleyin ölür... Ben sabah akşam ölümü bekliyorum. Sen istediğini yap» dedi.

Haccac celladına: «Boynunu vur...» dedi.

Cellad boynunu vurduktan sonra Haccacın orada, yaşlı adama

rahmet dileyecek ne dostu ne düşmanı hiç kimse kalmadı».

Haccac, Kemîl İbn Ziyad en-Hehaî´yî [14] getirtti ve ona şöyle dedi.

«Kâfir olduğuna şehadet edermisin?!»

O: «Vallahi; şehadet etmem» diye cevap verdi.

Haccac «Öyleyse seni öldürürüm» dedi.

Kemîl: «İstediğini yap...

Allah´ın huzurunda hesaplaşacağız...»

Haccac: «O gün delil senin aleyhine olacak, lehine değil» dedi.

Kemîl: «O gün hakim sensen öyledir» diye cevap verdi.

Haccac: «Öldürün onu...» dedi.

Ve öldürüldü...

Sonra Haccac´a sevmediği ve kendisiyle dalga geçtiği için öldür-. meyi çok istediği başka bir adam getirildi...

Hemen ona:

«Karşımda, kâfir olduğuna şehadet etmiyeceğini zannettiğim bir adam görüyorum» dedi.

Adam: «Yapma, canıma kıyma. Ben yeryüzündekilerin en kâfiri yim. Ben Firavun´dan daha kâfirim» dedi.

Öldürme aşkıyla yanıp tutuşurken onu serbest bıraktı.

Birkaç bin sağlam müminin öldürüldüğü bu korkunç yere ait ha­berler her tarafa yayıldı...

Oradan, kendilerini küfürle damgalamaya zorlanan birkaç bin ki­şi kurtuldu...

Saîd İbn Cübeyr şuna kesin kanaat getirdi; Eğer Haccac´in huzu­runa giderse, o üçüncüsü olmayan iki şey arasında kalacaktı. Ya boynu vurulacak...

Ya da kendisinin kâfir olduğunu ikrar edecekti... Bu en tatlısı bile acı olan bir durumdu. Böylece o Irak´tan çıkmayı... Ve gözlerden uzak kalmayı tercih etti.

Haccac ve casuslarından gizlenmek için Allah´ın geniş toprakla­rında devamlı dolaştı ve nihayet Mekke topraklarında küçük bir köye sığındı.

O bu şekilde on yıl kaldı. Bu süre, kalbinde tutuşan Haccac ateş­lerini söndürmek ve içinde ona karşı duyduğu kini gidermek için yeterli olmuştu.

Ancak hiç kimsenin beklemediği birşey oldu.

Bu da şöyle olmuştu: Emevîlerden yeni bir Vali Mekke´ye gol" misti...

Bu, Halrd İbn Abdullah el-Kasrî´ydi.

Saîd İbn Cübeyr´in arkadaşları onun kötü halini bildikleri ve on­dan kötülük bekledikleri için ondan çok korktular.

Bazdan Saîd´e gelip şöyle dediler;

«Bu adam Mekke´ye seldi ama biz onun sana kötülük yapmıya-cağından emin deliliz...

Bizi dinle de buradan çık

Saîd: «Vallahi, Allah´tan utanır hale gelinceye kadar kaçtım... Ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim.. Artık Allah bana dilediğini yapsın».

Halîd, halkın onun hakkındaki kötü tahmini yalanlamadı.

Saîd İbn Cübeyr´in yerini öğrenir öğrenmez ona askerlerinden bir bölük gönderdi ve onlara, Saîd´i Vasıt [15] şehrindeki Haccac´a kelep­çeli olarak götürmelerini emretti.

Askerler şeyhin evini sardılar...

Bazı arkadaşlarının gözleri önünde kelepçeyi ellerine geçirdiler...

Ona Haccac´a gitmesi gerektiğini söylediler.

Şeyh onları sakin ve içi rahat bir şekilde karşıladı.

Arkadaşlarına dönüp şöyle dedi:

«Ben kendimi ancak bu zalimin vasıtasıyla öldürülmüş görüyo­rum...

Ben ve iki arkadaşım bir gece ibadet ediyorduk. Dua etmenin ta-dını alınca Allah´a dua edebildiğimiz kadar dua edip yalvardık.

Allah´tan bize şehitliği yazmasını istedik. Allah o iki arkadaşıma şehitliği verdi ve ben onu beklemek üzere kaldım...»

Daha sözünü bitirir bitirmez, küçük kızı yanma geldi ve onu ke­lepçeli bir halde askerler tarafından götürülürken görünce, babasına sarılıp bağırıp çağırmaya başladı.

Onu yumuşak bir şekilde babasından ayırdılar ve babası kızına şöyle dedi:

«Yavrum! Annene söyle, buluşma yerimiz inşaailah cennettir... Ve yürüdü...»

Askerler, alim, abid, zahid ve muttaki imamı Vasıt şehrine ulaş­tırıp Haccac´ın huzuruna soktular.

Saîd yanına gelince Haccac kinli kinli ona baktı ve: «Adın ne senin?» dedi. «Saîd İbn Cübeyr» diye cevap verdi. «Hayır, Şaki İbn Küseyr» [16] dedi.

Saîd: «Hayır, annem adımı senden daha iyi biliyordu» dedi. Haccac: «Muhammed hakkında ne diyorsun?» Saîd: «Abdullah´ın oğlu Muhammed´i (s.a.v.) mi kastediyorsun?» Haccac: «Evet».

Saîd: «O Adem oğlunun efendisidir, seçilmiş Peygamberdir. . Gelmiş geçmiş insanların en hayıriısıdır...

Risaleti [peygamberliği] yüklenmiş ve emaneti eda etmiştir...

O Allah için, kitabı için, müslümanların avamı ve havassı için na-

sihatta bulunmuştur».

Haccac: «Ebu Bekr hakkında ne diyorsun?»

Saîd: «O sıddîk´tir. Allah´ın elçisinin halifesidir. Övülmüş olarak gitti ve saîd (mesud) olarak yaşadı. .

Peygamber´in (s.a.v.} yolu üzere yürümüş ve hiçbir değişiklik yap­mamıştır».

Haccac: «Ömer hakkında ne diyorsun?!»

Saîd: «O, Allah´ın kendisiyle, hakla batılın arasını ayırdığı Faruk´­tur...

O, Allah´ın ve elçisinin seçtiği kimsedir.

O, iki arkadaşının (Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekr) yolu üzerin­de yürüdü.

Övülmüş olarak yaşadı ve şehid olarak öldü». Haccac: «Osman hakkında ne diyorsun?»

Saîd: «O. Ceyşu´l-usre´yi (Tebuk savaşına giden orduyu) donatan kimsedir...

Rume kuyusunu [17] kazan...

Cennette kendine bir ev satın alan kimsedir...

Resûlüllah´ın (s.a.v.) iki kızıyla evlenen damadıdır.

Resûlüllah (s.a.v.) ona, kızlarını semadan gelen vahiyle vermiştir.

O, haksız yere öldürülmüştür».

Haccac: «Ali hakkında ne diyorsun?»

Saîd: «O, Resûlüilah´ın (s.a.v.) amcasının oğludur.

Çocuklardan ilk müslüman olan odur.

O, Fatımatu´l-Betul´un kocasıdır.

Cennet halkının gençlerinin efendileri olan Hasan´la Hüseyin´in babasıdır».

Haccac: «Emevî halifelerinden hangisini daha çok beğeniyorsun?» Saîd: «Halik (yaratıcı)tarını en çok memnun edeni».

Haccac: «Onların Halik (yaratıcı)larını en çok memnun edeni han­gisidir?»

Saîd: «Bununla ilgili bilgi onların gizlisini saklısını bilen kim­sededir».

Haccac: «Benim hakkımda ne diyorsun?»

Saîd: «Sen kendini daha iyi bilirsin».

Haccac: «Ben senin görüşünü öğrenmek istiyorum?»

Saîd: «Öğrenirsen bu seni üzer, memnun etmez».

Haccac: «Senden mutlaka dinlemem lâzım».

Saîd» «Ben biliyorum ki, sen Allah´ın kitabına aykırı hareket edi­yorsun, Bazı korkutucu işler yapıyorsun ama onlar seni tehlikenin içi­ne atıyor ve seni cehenneme itiyor».

Haccac: «Vallahi, seni öldüreceğim».

Saîd; «O zaman, sen benim dünyamı mahvedersin, ben de senin ahiretini mahvederim».

Haccac: «Kendin için, istediğin bir ölüm şeklini seç».

Saîd: «Aksine, onu sen seç, Haccac!

Vallahi, beni nasıl öldürürsen, Allah da seni ahirette öyle öldü­rür».

Haccac: «Seni affetmemi ister misin?»

Saîd: «Eğer bir af olursa, Allah Teâiâ´dan olur...

Ama senin için ne af ne de bahane vardır».

Haccac öfkelenip: «Kılıcı ve deriden örtüyü getirin» dedi.

Saîd gülümsedi ve Haccac ona:

«Neden gülümsüyorsun?!» dedi.

Saîd: «Senin Allah´a karşı gelmene ve Allah´ın da sana yumuşak davranmasına şaşırdım».

Haccac: «Ceilad! Öldür onu» dedi. Saîd kıbleye yöneldi ve şöyle dedi:

«Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönele­rek çevirdim, ben müşriklerden değilim». [18]

Haccac: «Yüzünü kıbleden çevirin» dedi.

Saîd: «Nereye dönerseniz. Allah´ın yönü orasıdır» [19] dedi.

Haccac: «Onu yüzüstü yere yatırın» dedi.

Saîd: «Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız».[20]

Haccac: «Allah´ın düşmanını boğazlayınız. Kur´an ayetlerini on­dan daha iyi misal getiren hiç kimseyi görmedim».

Saîd ellerini kaldırdı ve şöyle dedi:

«Allah´ım! Haccac´ı benden sonra hiç kimseye musallat etme».

Saîd İbn Cübeyr´in ölümünün üzerinden daha onbeş gün geçme­den Haccac hummaya (sıtmaya) tutuldu ve hastalığı gittikçe arttı.

Arasıra bayılıp ayılıyordu.

Kısa bir baygınlıktan sonra sıçrayarak ve şunları haykırarak uyan­dı:

«İşte bu, Saîd İbn Cübeyr, boğazımı tutuyor.

İşte bu, Saîd İbn Cübeyr, Beni niçin öldürdün? diyor?

Benim Saîd İbn Cübeyr´le ne alıp veremediğim var?

Saîd İbn Cübeyr´i benim karşıma çıkarmayın...»

Haccac ölüp üzeri toprakla örtülünce birisi onu rüyasında gördü ve ona şöyle dedi:

«Haccac! Öldürdüğün kimselerden dolayı Allah sana ne yaptı».

Haccac şu cevabı verdi:

«Allah beni, her kişi karşılığında birer defa öldürdü.

Ama Saîd İbn Cübeyr karşılığında yetmiş defa öldürdü». [21]





[1] Ahmed İbn Hanbel

[2] Resûlülloh´ın (s.a.v.) hizmetinde bulunmuş bir Sahabî´dir. Kur´an´ı ilk defa açık­tan okuyan kişiydi.

[3] Vahiy Kâtiplerinden olan bir sahabîdir. Kıraat, hüküm ve fetva vermede başta geliyordu.

[4] Mümin, 70-72.

[5] Zübeyr İbnu´l-Avvam´ın oğlu Abdullah´tır, ki halife olarak ona biat ediidi aoıa Haccac tarafından öldürüldü.

[6] Sicistan : İran´la Afganistan arasında yer alan bir üike.

[7] Cizye : Zimmüerİn müslümanlara verdikleri vergi

[8] Haraç : Araziden alınan vergi

[9] Kurra : Kur´arVı ezberlemiş zahid kullar

[10] Abdurrahman îbn Leyla : Büyük tabiilerden biri.

[11] Eş-Şa?bî : Fakîh, şair ve nadir zekâya sahip tabiilerden biridir.

[12] Ebu´l-Bahteri : Abid ve zahid bir tabiîdir.

[13] Eşek susuzluğa dayanamadığı için böyle bir benzetme yapılrmştir.

[14] Kemîl ibn Ziyad en-Nehaî : Güvenilen ve Kavmi arasında saygı gören bir ta­biîdir. Sıffin´de Ali´nin yanında bulunmuştur.´ Onu Haccac öldürmüştür

[15] Vâsi t: Basra´yla Küfe arasında bir şehirdir. O ikisinin ortasında yer aldığı için böyle adlandırılmıştır. Basra´yla Kufe´den uzaklığı ellişer mildir.

[16] Saîd´in zıddı, Şaki, Cübeyr´in zıddı da Küseyr´dir. «Saîd» (mesud, mutlu), «Cü­beyr» (yiğitçik) anlamlarına gelmektedir

[17] Rume Kuyusu : Medîne-i Münevvere´nin Akik vadisinde bulunan bir kuyudur. Hz. Osman onu yüz deve karşılığında satın atmış ve onu müslümanlara ba­ğışlamıştır.

[18] Enam, 79

[19] Bakara, 115.

[20] Taha, 55

[21] Saîd İbn Cübeyr hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:

1. Tabakatu İbn Sa´d, VI/256.

2. İmam Ahmed İbn Hanbel, ez-Zûhd, s, 370.

3. Tarihu´t-Taberi, 111/461,

4. «Ihbaru´l-Kuzat, 11/411.

5. Eş-Şîrazî, Tabakatu´l-fukaha, s. 82.

6. Vefayatu´l-a´yan, U/371.

7. Tarihu´l-İslam, İV/2.

8. Tezkiratu´l-huffaz, 1/71,

9. El-lber. 1/112.

10. El-Bidaye vepn-nihaye, !X/96-98,

11. El-Akdu´s-semİn, İV/549.

12. En-Nucumupz-Zahire, I/228.

13. Tabakatu´l-müfessirin, 8

14. Şezeratu´z-zeheb, 1/108.

Dr. Abdurrahman Refet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2270-283.