müzzemmil
Fri 16 September 2011, 05:53 pm GMT +0200
Şarap Hakkındaki Ayetlerin İniş Sebepleri
Şarap hakkında yasaklama emri gelmeden önce sahabîlerden bir kısmı sarhoş oldukları halde yatsı namazına durmuşlardı ki onlara imam olan zat, “Kâfirûn» süresindeki “lâ âbudu ma tâbudun» (sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem) Ayetini sarhoşluğun gafletiyle “âbudu ma tâbudun» (sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet ederim) şeklinde hatalı okumuştu. Bunun üzerine Nisa Sûresinin meali (sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın 43.) olan ayeti (**) indi. Bundan sonra ise Müslümanlardan şarap içmeye devam edenler, yatsı namazlarını kıldıktan sonra içmeye başlmışlardı.
Hz. Sa'd İbni Ebi Vakkasın, oğlu Mıs'ap, babasından şunu rivayet eder ve babam dediki der :
“Muhacirlerden birisi bana “gel sana yemek ve şarap ikram edeyim» dedi. Bu da'vet, şarabın haram kılınmasından önceydi. Ben onun bostanına gittim. Yanlarında boğazlanmak üzere bir deve bir de şarap küpü vardı. Onlarla yedim içtim. Aramızda, geçmiş hatıralardan konuşuyorduk. Ben, muhacirler (Mekkeliler) Ansardan (Medinelilerden) daha hayırlıdır dedim. Medinelilerden orada bulunan biri, devenin çene kemiği ile benim burnuma vurdu. Ben de Resülüllâha onu şikâyet ettim. Ondan sonra şarabı haram kılan Ayet indi» Bu Hadisi Şerifi Müslim, Ebî Hayseme'den rivayet eder. [130]
Şarabın Haram kılınmasına ait bir sebebi de, Hz. Ali (r.d.) bildiriyor :
“Bedir gazasında alman ganimetlerden nasibime yaşlı bir deve düşmüştü. Resülüllâh da bana, kendine ait beşte birden de bir yaşlı deve hediye etmişlerdi. Ben Resülüllâhın kızı Fatma ile ev kurma hazırlığmdaydım. Kayınka' kabilesinden nakışçı bir kişiyi benimle gelsin diye de hazırlamıştım. Bunun için boya otu satın almak üzere kuyumculara gittim. Maksadım, düğünüm için o kişinin bana yardımcı olmasıydı. Bu arada semer, ip ve saire ne varsa hepsini develerle birlikte Ensardan bir kişinin evi yanına bırakmış gitmiştim.
Dönüp develeri almağa geldiğimde, gözüme de inanamıyacağım bir manzara ile karşılaştım. Develerin ikisinin de koltuk altlarından etler alınmış ve bağırsakları yarılarak ciğerleri sökülmüştü. Bunu kim yaptı dedim? Bana “onu Hamza yaptı, şimdi de Ansardan Kayne denilen bir şarkıcı kadınla ve arkadaşlarıyla içki içiyor. İşte o, kılıcıyle develerin böğürlerinden etler aldı, ciğerlerini söktü, bağırsaklarını dışarı döktü» dediler.
Ben Resülüllâha gittim, yanında Zeyd Bini Harise vardı. Resüîüllâh, başıma geleni bilricesine bana “sana ne oldu» dedi. Ben de durumu olduğu gibi Resülüllâha anlattım. Kaftanını istedi ve Hamzanm bulunduğu eve doğru yürüdü, ben de Zeyd Bini Harise ile beraber onun izini ta'kıbettik. Hamzanın bulunduğu evin kapusuna gelince izin istedi, içeri girmek için izin aldı. İçeri girince Hamzayı şaraplanmış (sarhoş) bulduk. Resülüllâh, Hamzayı yaptığı bu işinden ötürü kınadı. Hamzanın gözleri sarhoşluktan kızarmıştı. Hamza, Resülüllâha baktı ve gözlerini kaldırıp onun yüzüne çevirdi ve “siz kimsiniz babamın köleleri» dedi. Resülüllâh onun çok sarhoş olduğunu anladı ve üzüntü içinde geri döndü,o çıktı, biz de çıktık»
Bu vakayi Buharî, Ahmet Bini Salihten rivayet etmiştir. Şarabın haram olduğunu bildiren Ayetin inmesine işte bu olay sebeptir [131]
Özetle ifade edelim ki, şarap hakkında inen ve mealleri yukarda yazılı bulunan Bakara Sûresinin 219. Ayetiyle Nisa Sûresinin 43. Ayetinde, şarabın içlimesine ait müsamahakâr hükümler, yine yukarda meali yazılan Maide Sûresinin 90 ve 91. Ayetleriyle nesholmuşlar, şarabın içilmesi, her ne suretle olursa olsun ticareti ve hatta hibe edilmesi bile yasaklanmıştır. .
Nitekim İmam Alımed, İbni Ömerden naklen rivayet eder ki; Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır :
“- Şarap, on cihetten lanetlenmiştir. Şarabın kendisi, onu içmek, kadehini dağıtmak, satmak, satınalmak, üzümünü sıkmak, sıktırmak, taşımak, taşıtmak ve onun yüzünden kazanılan parayı yemek.»
Yine İmamı Ahmedin rivayet ettiği bir Hadiste, Peygamber Efendimizin zamanında şarap ticareti yapan Keysan, Şamdan getirdiği şaraptan bir tulum doldurrup Peygamberimize hediye getirmiş ve
- Ya Resülüllâh, saha çok iyi bir şarapla geldim, demişti. Peygamber Efendimiz ona,
- Ya Keysan! Sen Şama döndükten sonra şarap haram kılındı, buyurup bu hediyeyi kabul etmeyince Keysan,
- Öyleyse bunu satarım, demişti. Bunun üzerine de Peygamberimiz,
- Şarabın bedelini alıp yemek te haram oldu, buyurdu. Artık bu defa Keysan, şarap satılan sokakta olan şarap kablarını, ayaklarından tutup hemen döktü. [132]
18- “Sana hangi şeyi nafaka vereceklerini de soruyorlar. Deki: -ihtiyacınızdan artanı (verin) Allah size böylece ayetlerini (güzelce) açıklar. Olur ki, Dünya ve Ahiret hususlarında iyice düşünürsünüz [133]
Zekâtı farz kılan ayet gelmeden önce müslümanlar, kendilerine geçinmek için yeter derecede olanın fazlasını fakirlere vermekle mükellef tutulmuşlardı. Kendilerine, ihtiyaçlarından bir şey artmıyor, mal biriktiremiyorlardı. Tabii bu hal, Müslümanlara ağır geliyordu.[134] Sonra bu uygulama, meali altta yazılı ayetle değişmiş, yani nesholmuş ve alınacak mikdarlar, Peygamber Aleyhisselam tarafından, mallara göre, nisbetlere bağlanarak tahsili (zekât olarak) emrolunmuştur. [135]
“Onların mallarından öyle bir sadaka al ki, bununla onları (günahtan) temizleyesin (mal ve sevaplarını) bereketlendiresin ve onların üzerine du'a eyle, senin du'an onlar için (tatmin edici bir) sükûnettir. Allâhu Taâlâ (her şeyi) işitendir, bilendir.» [136]
19- “Ey mu'minler) İman edene kadar, Allâhu Taâlâya ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. İman eden bir cariye, Allah'a ortak koşan bir (hür) kadından, çok hoşunuza gitse dahi, elbet daha hayırlıdır.»[137][138]
Bu Ayetin İniş Sebebi
Abdullah İbni Abbastan rivayet olunur ki bu Ayet, Abdullah İbni Revaha hakkında indi. Onun kara bir cariyesi vardı. Bir gün ona kızarak tokat vurdu. Sonra bu hareketini Peygamber Aleyhisselama haber verince Peygamber ona “nasıl bir kadındır o ya Abdullah?» dedi. Abdullah “Ya Resülüllâh, oruç tutar, namaz kılar, güzel abdest alır, Allah'ın birliğine ve senin de Resul olduğuna şenadet eder» der. Peygamber ona “Ya Abdullah, o mu'min bir kadındır» der. Abdullah “seni hak peygamber gönderen Allah'a yeminederim, onu azad edip, nikâhlıyacağım» der ve onu nikâhlar. Ama Müslümanlardan bir takım insanlar, cariyesi ile nikahlandı diye onu ayıplamaya başlamışlardı o sıra, hasep ve esaletleri sebebiyle Allah'a ortak koşan kadınlarla evlenmeye bir temayül da vardı. Sonra meali üstte yazılan ayeti kerime indi [139]
Bakara Sûresinin, üstte meali yazılı 221 sayılı Ayeti Kerimesinde, nesih suretiyle değişiklik yapan, yâni kitap ehli olan gayri müslim kadınlarla evlenmeye müsaade eden Ayetin meali şerifi şudur :
“Bu gün size iyi temiz (ni'metler) halal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hıristiyan) yiyeceği de size halal oldu, sizin yiyeceğiniz de onlara helal oldu. Mehirlerini onlara verdiğinizde, zina etmemek, gizli dost da tutmamak üzere, mu'min kadınların, sizden önce kendilerine kitap gelmiş kadınların, hür ve afiflerini nikahlamanız da keza size halal kılındı» [140]
Abdullah İbni Ömerden gayri tefsirciler, Maide Süresindeki bu Ayetin, Bakara Süresindeki 221 sayılı Ayeti Kerimeyi neshederek ta'dil ettiğine kaildirler. İbni Ömere göre, Bakara Sûresinin bu ayeti muhkemdir, mensûh değildir. Mensûh olan ise, meali üstte olan (Maide 5) Ayetidir. Ama İbni Ömeri destekliyen bir tek kişi yoktur.[141] Ancak “İmamiye» (şiî) ve “Zeydiye» mezhepleri de, Abdullah İbni Ömer gibi düşünmekte, Müslüman olmayan kadınlarla asla evlenmemektedirler. Esasen Cumhüri Ulema ve bu arada dört mezhep, Maide Sûresinin 5. Ayeti kerimesinden istidlal ederek, kitap ehli olan namuslu kadınlarla müslümanlarm evlenmesini caiz görmüşlerdir. [142]
Kitap ehli olan namuslu kadınlarla Müslümanlarm evlen melerini caiz gören cumhuri ulemanın uayaıvıJdarı şunlardır.
A- Kur'anda Allah'a ortak koşanlar denince bundan, kitap ehli değil de putperestler kasdedilmektedir. Nitekim Bakara Sûresinin 105. Ayetin mealinde “Size Rabbinizden hiç bir hayır indirilmesini, kitap ehli olan kâfirler de istemez, Allah'a ortak tanıyan) müşrikler de» buyurulmaktadır. Bu Ayette, kitap, ehli ayrı gösterilmiş, müşrikler ayrı bir zümre olarak bildirilmiştir.
B- Katade bu Ayetin tefsirinde, müşrikât (Allah'a ortak koşan kadınlar) dan, kitap ehli olanlar değil, o günün Arap putperestleri kasdedilmiştir, der.
C- İbni Ömerin dediği şekilde. Bakara Süresindeki 221. Ayetin, Maide Süresindeki 5. Ayeti neshetmiş bulunması mümkün değildir. Zira, Bakara Sûresi, Medine'de inen ilk Sûredir. Maide Sûresi ise, Medine'de inen en son sûrelerden birisidir. Önceden inen bir ayetin, sonradan inen bir ayeti neshetmesi mümkün olmaz.
D- Hüzeyfetül Yamanı, bir Yahudi kadınla evlenmişti. Halife Hz. Ömer ona bir mektup yazarak, bu kadını terketmesini istemişti. Bunun üzerine Hüzeyfe Hz. Ömere mukabil bir mektup yazarak “Ya Ömer, bu kadının bana haram olduğunu mu düşünüyorsun?» diye sormuştu. Hz. Ömer de cevabında “Hayır onun sana haram olduğunu düşünmüyorum, Yahudilerle karşılıklı oalrak, kadınlarımız arasında, biri birlerinin evlerinde gecelemlerinin başlamasından korkuyorum», demiştir.
E- Hz. Abdullah bin Avftan rivayet edilen bir hadîsi şerifte, Peygamber Efendimiz ateşperestler hakkında,
“Ateşperestlerle olan münasebetlerinizi, kitap ehli ile olan gibi yürütün. Ancak kitap ehli olan kadınları nikahlama işleriniz bunun dışındadır» buyurmuştur.
Eğer kitap ehli kadınlarla evlenmek caiz olmasaydı, Peygamberimiz, bu beyanlarında, kitap ehli olan kadınlarla evlenme keyfiyetini, anmaya lüzum hissetmezlerdi. [143]
Bizim kanaatimiz odur ki, kitap ehli olan kadınlarla evlenmenin caiz olması, mealleri yukarda yazılı Maide Sû. ait olan 5. ayetin, Bakara Süresindeki 221. Ayeti neshetmesiyle ancak mümkün olmuştur. Zira “Allah'a ortak koşan kadınlar» denince bundan, yalnız kitapsız putperest kadınlar değil, ayni zamanda, Allah'a ortak koşan Hiristiyan kadınları da anlamak lazımdır. Zira Hıristiyanların da, Allah'a Hz. İsâ ile Hz. Meryemi ortak koştukları ayetle sabit bir husustur. Nitekim meali tırnak içine alınan Maide Sûresinin 116. Ayeti, bunu isbatlıyor:
Allah : “Ey Meryemin oğlu İsâ, insanlara Allah'ı bırakıp ta, beni ve annemi iki ilâh ediniz, diyen sen misin?» dediği zaman o, şöyle dedi : “seni tenzih ederim (yarab) hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer onu soylemişsem, elbette bunu bilmişsindir. Benim içimde olan (her) şeyi sen bilrsin. Ben ise, senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz gayipleri hakkıyle bilen sensin)
Hiristiyanların bu sapıklığının halâ devam ettiğini, Yunanistan Anayasının 2. maddesindeki şu metin gösterir :
“Madde 2 - Yunanistan, Ortodoks Kilsiesi başkanı olarak, tanrımız İsa'yı tanır.»
Görülüyor ki Allâh'a yalnız putperestler değil, kitap ehli olanlar da ortak koşmaktadır. Ama buna rağmen Maide Sûresinin meali yakarda yazılan 5. Ayeti, kitap ehli olan kadınlardan mehirlerini vermek, zina etmemek ve gizli dost da edinmemek şartıyle hür ve namuslu olanların nikâhlarını, Müslümanlara helal kılmış, Bakara Sûresinin 221. Ayetini neshetmiştir.
20- “Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız (aybaşı hali) müddeti beklerler. Eğer onlar Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, onlara helal olmaz. Kocaları bu bekleme müddeti içinde, barışmak isterlerse, onları geri almaya, çok haklıdırlar. Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi, kadınların da onlar üzerinde (hakları) vardır, (ama) Erkeklerin onlar üzerinde (daha fazla) bir derecesi vardır. Allah mutlak galiptir, hikmet ve hüküm sahibidir.» [144]
Bu Ayeti Kerimenin gelmesiyle, boşanmış erkek ve kadınların, üç aybaşı halinin süresi içinde tekrar birleşmeye hak kazanmış oldular. Ancak bâzı erkeklerin bunu, kadınları mütazarrir edecek şekilde kullandıkları görülmüştü. Mesela, erkek karısını boşuyor ve üç iddet dolmadan alıyor, sonra yine boşuyor, keza üç iddet dolmadan onu yine alıyor ve yine boşayabiliyordu. Kadınları nafaka ye mehirden vaz geçirmek için bu hal, baskı aracı oluyordu.
Nitekim, Resülüllâh Aleyhisselâmın zamani saadetlerinde bir zat, karısını bu minval üzere bir kaç defa almış ve boşamış ve sonunda da ona, ila nihaye bu işe devam edeceğini söylemişti. Kadın Peygamber Efendimize şikâyette bulunmuş dert yanmıştı. Bunun üzerine, bu çok geniş hakkı sınırlayan ve böylece, neshederek değiştiren şu Âyeti Kerime nazil oldu. [145]
“Boşama iki defadır. (Ondan sonra)ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır. Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (geri) almanız size helal olmaz. Meğer ki erkekle kadın, Allah'ın sınırlarını (koyduğu evlilik nizamını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş olsunlar. Eğer bu suretle siz de onların (karı-kocanın) Allah'ın sınırlarım hakkıyle muhafaza ve ifa edemeyeceklerinden korkarsanız, (kolay boşanması için kadının) fidye vermesinde (erkeğinde almasında) ikisi üzerinde de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.» [146]
Kocası ölen veya boşanan kadınların, tekrar evlenebilmeleri için beklemeye mecbur oldukları müddetlere İslâm Hukukunda “İddet» denir. Bu usul, kadının hamile olup olmadığının tesbiti için konmuştur. İzaha hacet yoktur ki böylece çocuk da'vaları önlenmiştir.
Kadınlar için emredilen “îddet» müddetleri dörttür ve şunlardır :
1- Kocası ölen kadının “iddet» müddeti dört ay on gündür.
2- Boşanan kadınlardan, aybaşı görenler için “îddet» müddeti, üç defa aybaşı halini görmesidir. Şafiî mezhebine göre kadının evlenebilmesi için, üçüncü olarak gördüğü aybaşı halinden tamamen temizlenmesi şarttır.
3- Kadın aybaşı olmuyorsa onun “iddet» müddeti tam üç aydır.
4- Hamile olan kadınların “İddet» müddeti ise, çocuğunu doğuruncaya kadar devam eder.
21- “İçinizden zevceler bırakıp ölenler (sağken) eşlerinin (evden) çıkarılmayarak yılına kadar faydalanmalarını vasiyet etsinler. Eğer kendi istekleriyle yılı tamamlamadan (evinizden) çıkarlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru (suç olmayan) işlerden ötürü size bir vebal yoktur. Allah Azîz ve Hakimdir»[147]
İslâmdan önce kadın hiç bir miras hakkına sahip değil, aksine o miras bırakılan mallardan sayılırdı. Ölen kocasının yakınlarında kendisine talip olanla, istesin istemesin, evlenmeye mecburdu. Bununla beraber, kocası ölen böyle bir kadın, izinsiz çıkamaz ve icabında evden de koğulabilirdi.
Bu ayet inencedir ki kadın, ölen kocasının evinde bir yıl kalabilme ve gerekli gördüğünde de çıkabilmeye hak kazanmış oldu. Şunu da söyliyelim ki kadın, ayette gösterilen bir yıl iddeti doldurmadan başkasiyle nikâhlanması yasaktı. Bu konuda Peygamber Efendimizin şöyle bir uygulaması olmuştur :
Sahabei Kiramdan Hükeym Bini Harisin (r.d.), vefatı üzerine Aleyhisselam Efendimiz, varislerden baba ile çocuklara terike malları taksim edip vermiş. Hükeymin dul kalan eşine bir şey vermemişse de onun, terikeden bir yıl müddetle evde bakılıp gözetilmesini emretmiştir. [148]
Başta İbni Abbas (r.d.) olmak üzere müçtehitl'erin pek çoğuna göre yukardaki hükümleri getiren ayet (Bakara : 240) meali altta yazılan ayetle neshe uğramıştır. [149]
“İçinizden ölenlerin bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine 4 ay 10 (gün) beklerler. Bu müddeti bitirdikleri zaman, artık onların kendileri hakkında meşru olanı (evlenmeyi) yapmalarından ötürü size vebal yoktur. Allah işlediklerinizden haberdardır.» [150]
Mealleri yazılan bu iki ayetin sıra numaralarına bakılınca, nesheden bu ayetin önce, neshedilen yukardaki ayetten sonra indiği sanılarak, tereddüde düşülebilr. Halbu ki gerçek durum aksinedir. Yâni nesheden 234. ayet, 240. ayetten sonra inmiştir. Nitekim İbni Abbâs (r.d.) şöyle demiştir.
“Vaktiyle ölen bir kimsenin eşi, kocasının evinde bir yıl iddet bekler ve orada nafaklanırdı. Bundan sonra Allah (c.c.) bu müddeti 4 ay 10 güne düşren ayeti (Bakara : 234) indirdi. Ancak hamile olanların iddeti doğuruncaya kadar devam eder.» [151]
Bu ayetlerde olduğu gibi bir durumla Ahzap Sûresinde de karşılaşacağız. Yâni orada da, ön sırada olan bir ayetin, arkadaki diğer bir ayeti neshettiğini göreceğiz. Esasen Kur'an Tarihi bölümünde de okunacağı üzere, gerek sûre ve gerekse ayetler, iniş sırasına göre Mushaf'ımıza alınmış değildir. Nitekim Mekke'de inen sûrelerin pek çoğu, Mushafm son taraflarında, Medine'de inenler ise Mukaddes kitabımızın baş taraflarında yer almışlardır.
Ayetler de ayni durumdadır. Onlardan öyleleri var ki, Mekke'de indikleri halde Medine'de inen Sûrelerde, yine öyleleri vardır ki Medine'de inen sûrelerdedirler. Bunlar delilleriyle görülecektir.
Önce indiği böylece asbit olan 240. ayet, evli kimselerin, ölümleri halinde eşlerinin bir yıl evlerinden çıkarılmayıp bakılmaları için vasiyet etmelerini emretmişti. Sonradan inen 234. ayet ise, vasiyet hükmüne dokunmamış, ancak bir yıllık iddet müddetini neshedip, 4 ay 10 güne düşürmüştür. Esasen ölen evli bir erkek, diliyle vasiyet etmemiş olsa bile, hükmen vasiyet etmiş sayılır ve eşi de iddetini, kocasının evinde barınıp nafakalanarak geçirirdi. Daha sonra inen ve meali altta yazılan miras ayetiyle bu vasiyet ve barınma hakkına ait hükümler, İbni Abbas, Mukatil ve Katadeye göre neshedilip kaldırılmıştır : [152]
“Eğer (ölünce) çocuğunuz yoksa, bıraktığınız (mal) dan dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızdan sekizde biri, yapılan vasiyet yahut borç (çıktık)tan sonra yine onların (eşlerinizin)dir...» [153]
Bu ayet indikten sonra kadın, ölen kocasının bizzat varislerden sayıldığı için, iddetini doldururken artık, diğer varislere yük olmaktan kurtulmuş oldu. [154]
[130] «Esbabun-nüzül» S. US
[131] Ebul Hasan EnnisabUrî'nin «Esbabun-nüzübu S. 119
[132] Tefsiri îbni Kesir C. 2, S. 93, 94
[133] Bakara: 2/219.
[134] Tef. İbni Kesir : C. 2, S. 93, 94
[135] Tafsilat 1 No.lu ra&nsuh bölümünde.
[136] Tevbe: 9/103.
[137] Bakara: 2/221.
[138] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 50-53.
[139] Ruhul Maanî» C. 2, S. 117 «Keşşaf tefisin» C. 1, S. -200 «Fethul Kadîr» C. 1, S. 244 «Zadül Mesir» C. 1, S. 245
[140] Maide: 5/5.
[141] «Ennesihu vel mensûh» S. 24
[142] «Tefsiru Ayatü Ahkâm C. 1, S. 287
[143] Tefsiru Ayatil Ahkâm C. 1, S. 287, 288
[144] Bakara: 2/288.
[145] İmam Beyhakînın Süneninde rivayet edümigtir. «Kurtubî C. 3, S. 242
[146] Bakara: 2/229.
[147] Bakara: 2/240.
[148] Esbabı Nüzul S. 45
[149] İbni Kesir Tf. C. 1, S. 296
[150] Bakara: 2/234.
[151] İbni Kesir Tf. C. 1, S. 269
[152] İbni Kesir Tf : C. 1, S. 269 El İtkan : C. 2, S. 22, 23. Ennasih vel Mensûh : S. 27
[153] Nisa: 4/12.
[154] Ahmet Gürkan, Kur’an’ın Nasih Ve Mensuh Ayetleri, Yeni İlahiyat Kitabevi, Ankara, 1980: 53-60.