- Şam’daki Osmanlı izlerinden örnekler

Adsense kodları


Şam’daki Osmanlı izlerinden örnekler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 18 August 2012, 02:45 pm GMT +0200
Şam’daki Osmanlı izlerinden örnekler
Önder KAYA • 90. Sayı / TARİH


Osmanlı devletinin en önemli şehirlerinden biri Suriye’nin bugünkü başkenti Şam kabul ediliyor. Nitekim Osmanlıların Şam’a yaptıkları yatırım, adeta bunu doğrular nitelikte. 1516’dan hemen sonra Osmanlı idaresi altına giren kent, daha 16. yüzyıldan itibaren önemli yapılarla donatılmış. Bu yüzyıl içinde Selimiye ve Süleymaniye Külliyeleri, Murat Paşa Camii ve türbesi, Derviş Paşa Camii, türbe ve çarşısı, Lala Mustafa Paşa Camii ve hanı ile başlayarak 19. ve 20. yüzyıllardaki Hicaz Demiryolu binası, Hamidiye kışla ve çarşısı, Merce anıtı, Hukuk mektebi ile devam eden imar faaliyetleri bu durumun ispatı sayılıyor. Osmanlıların hac güzergâhı üzerinde kalan bu şehre kazandırdıkları en önemli yapılardan biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle inşa olunan ve onun adını taşıyan Süleymaniye Külliyesi’ydi.

Yazımıza konu teşkil eden hazirenin de içinde yer aldığı Süleymaniye Külliyesi’nin merkezinde cami bulunuyor. Caminin planı, Mimar Sinan tarafından çizilmiş. Yapı iki minareli olup, bu yönüyle bir selâtin camii görüntüsü arz ediyor. Osmanlılar’da bilindiği üzere sultanların yaptırdığı camilerin birden fazla minareye sahip olması geleneği vardı. Ancak hemen belirtelim külliye; kervansaraylara ve hacılara hizmet vermesi için yapıldığından dolayı cami bir selâtin camisine göre küçük boyutlara sahip. Mimarbaşı Sinan, cami ve yanı başındaki imaretin planını çizmiş, yapım işi ise Todoros adlı bir yerel mimar tarafından gerçekleştirilmişti. Todoros, Hassa mimarı olmadığı halde Mimarbaşı Sinan Ağa tarafından bu işle görevlendirmişti.

Mimar Sinan’a atfedilen külliye
İstanbul’daki Şehzade Külliyesi’ni tamamlayan Sinan Ağa, 1550-1557 yılları arasında yine başkent İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’ni inşa etmekle meşguldü. İşte bu süreç devam ederken 1555-1559 yılları arasında Süleymaniye Külliyesi’nin Şam’daki adaşı olan yapı topluluğu inşa olundu. Doğal olarak Mimar Sinan, Şam’daki inşaat işlerine nezaret edememiş, bu iş ile yerel bir gayrimüslim mimarı vazifelendirmişti. Yine de yapı Sinan Ağa’ya mâl edildi. Bununla birlikte Mimar Sinan’ın külliyenin kondurulacağı yeri daha önceden gördüğü neredeyse kesin. Zira Sinan Ağa, henüz bir yeniçeri iken Yavuz Sultan Selim’in Memluk seferine katılmış ve 1518 senesinde padişah ile birlikte Şam’da bulunmuştu. Dolayısıyla Barada Nehri’nin geçtiği bu yeşil arazi, onun belleğinde yer etmiş olmalı. Mekân, Şam surlarının biraz dışında bulunmakta olup, büyük bir külliye yapımı için gayet uygun bir konumdaydı. Zaten burada daha önceki yıllarda Memluk sultanı Baybars tarafından yaptırılan ve “Kasru’l Ablak” olarak bilinen bir sarayın yer aldığı da biliniyordu. Şam’a en büyük zararı veren hükümdarlardan biri olan Timur, 1400 senesinde kenti kuşatma altına aldığında bu sarayda ikamet etmiş, ilerleyen yıllarda saray harap olmuştu. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki, Memluklar öncesinde yani Eyyubiler döneminde de bu alan, cirit ve çevgen oyunlarının oynandığı bir mevki durumundaydı.

Külliye’ye Türkiye’nin ilgisi
Külliye, başlangıçta sadece cami ve iki yanında uzanan imaretten ibaret iken sonradan farklı eklemelerle büyütüldü. Zira Şam, hac yolunda son derece önemli bir güzergâhtı. Anadolu’dan, Kafkaslardan ve Orta Asya’dan gelen hacılar burada buluşup ve toplu kafileler halinde kutsal beldelerin yolunu tutarlardı. Aynı zamanda Osmanlılar bu yapı kompleksinin içinde sonradan inşa ettikleri medrese vasıtasıyla da, muhtemelen Sünni Hanefi hukukunu bölgede baskın hâle getirmeyi hedeflemişlerdi. Yapı, 20. yüzyılın başında Osmanlı mimarisinin son dönemdeki en önemli isimlerinden biri olan Mimar Kemalettin’in nezaretinde elden geçirildi. Kendisinin, buraya kadar gelerek yapı ile alakalı bazı direktifler verip çizimler yaptığı biliniyor. Cami ve etrafındaki yapı kompleksi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgilenmesi, 21. yüzyılın ilk yıllarına tesadüf eder. 2004’de Suriye hükümeti külliyenin korunması amacıyla birtakım çalışmalar başlattığında, Türkiye de bu sürece dâhil olma teklifinde bulundu. Zira yapı topluluğu, hem Kanuni Sultan Süleyman’ın hem de onun sermimarı Sinan’ın mührünü taşıdığı gibi, haziresinde de Osmanlı padişahlarının sonuncusu olan VI. Mehmed Vahideddin başta olmak üzere pek çok hanedan üyesinin mezarını bulunuyor. Suriye hükümetinin bu teklife sıcak bakması sonucunda başlayan süreç çerçevesinde pek çok uzman, Türkiye’den hem bu yapı topluluğunu hem de Şam’da bulunan Selçuklu-Osmanlı devri kültür envanterini tespit için bu şehre gelerek bilimsel çalışmalarda bulundu. Şam’da bulunduğum en son tarih olan 2009 yılında Süleymaniye Camii’nin iç restorasyon işleri devam etmekte ve Türkiye’den giden uzmanlar bu sürece aktif olarak destek vermekteydi.

“Tekke Selimiye” yakıştırması sakıncalı
Şam’daki Süleymaniye Külliyesi esasen başlangıçta sadece cami ve imaretten ibaret iken, yapıya Sultan II. Selim zamanında tamamlanacak olan bir arasta ile medrese de ilave olundu. Nitekim bu durumdan dolayı külliyenin adı bazı kaynaklarda “Tekke Selimiye” olarak geçti. Kanımca bu durumun iki sakıncası var. İlki, yapının gerçek banisi olan Kanuni Sultan Süleyman’ı gölgelemesi, ikincisi ise Yavuz Selim tarafından Şam’da, Kasiyun Dağı’nın Salihiyye semtinde inşa olunan Muhyiddin Arabi yapı kompleksi ile karıştırılmasına neden olması. Hâsılı kelam yazımıza konu olan yapı topluluğuna en nihayetinde son büyük ekleme bir dergâh olacak. Söz konusu dergâh, bugüne ulaşamadı. Bugüne ulaşan kısımlarına şöyle bir göz atalım ve akabinde hazireye geçelim.

Süleymaniye Camii
Süleymaniye Külliyesi’nin en merkezi yapısı hiç şüphesiz camisi. Çift minareli ve kare planlı cami, külliyenin güney tarafına düşüyor. Geniş son cemaat yeri sayesinde küçük olmasına rağmen cami görkemli bir görünüm sergiliyor. Caminin arka tarafında ise Sultan II. Abdülhamid zamanında inşa edilen Hamidiye Kışlası uzanıyor ki, yapı bugün Şam Üniversitesi tarafından kullanılıyor. 2007’de Şam’ı ilk ziyaretimde cami kullanıma açıktı. Ancak 2010’daki son gidişimde restorasyon halindeydi.

Caminin iki yanında tabhane odalarına tesadüf olunur. Tabhane dediğimiz yapı, Mekke’ye giden hacıların ağırlandığı bir misafirhane işlevini gören odacıklardan oluşurdu. Daha doğrusu bu odacıklarda hatırlı hacı adayları ağırlanırdı. Zira oda sayısı sınırlı olup, toplamda 12 oda bulunurdu. Eski gravürlerde sıradan hacı adaylarının tabhanenin hemen arka tarafında kurulan çadırlarda ağırlandıkları rahatlıkla görülebilir. Tabhane odalarının her birinin içinde ısınma ve yemek pişirme amacına hizmet eden ocaklar bulunuyor. Günümüzde odalardan bir kısmı büro ya da cami görevlilerine ait mekânlar olarak kullanılıyor.

Külliyenin içinde bir de imaret bulunuyor. İmarethanede vakıf kayıtlarına göre bir zamanlar günde 600’den fazla ekmek pişiriliyordu. Bu sayının hac zamanında arttığı rahatlıkla tahmin olunabilir. İmaretin fırın ve yemekhane gibi kısımları da bulunuyor. İmaretin sağında ve solunda ise çifte kervansaray uzanıyor.

Arasta
Külliye içinde aslî amacına hizmet eden en önemli kısım, 44 dükkân üzerine inşa edilen “Arasta”sı yani çarşısıydı. Söz konusu yapı bugün de Suriye işi otantik eşyalar, dokumalar, tespihler ve müzik aletlerini temin edebileceğiniz turistik bir pazar durumunda. Arasta içinden yolunuza devam ettiğinizde, medresenin girişi ile karşılaşırsınız. Medresenin inşası, Molla Ağa el Acemi adlı bir mimar tarafından gerçekleştirilmiş. Günümüzde ticarî işlev sadece arasta kısmı ile sınırlı olmayıp medresedeki bazı öğrenci odaları da birtakım atölyelere tahsis edilmiş vaziyete. Bilhassa geleneksel ahşap ve sedef işlemeciliğinin güzel örneklerini bu odalardan satın alabilirsiniz. Medresenin dershane kısmı ise 2007 yılındaki ilk ziyaretimde mescid olarak kullanılıyordu. Medrese, 1566’da Kanuni tarafından külliyeye bağışlanan vakıfların gelirleri ile inşa olunmuştu. Malum olduğu üzere bu tarihte Kanuni, Zigetvar Kalesi önlerindeki kuşatmada sağlık problemleri nedeniyle hayatını kaybetmiş ve yerine oğlu Selim tahta çıkmıştı. Nitekim yapı da onun zamanında bitirilmişti. Medrese yüksek kubbeli bir dersane ile yirmi iki talebe odasından meydana geliyor.

Osmanlı Hanedan Haziresi

Külliyeyi asıl önemli kılan unsur arka taraftaki hazirede ağırladığı misafir, daha doğrusu misafirler. Osmanlı hanedanının son temsilcileri, başta son Osmanlı sultanı Mehmed Vahideddin olmak üzere, bu caminin güneydoğu kısmına denk düşen hazirede ebedi uykularına yatıyorlar. Hazirenin kapısının kapalı olduğuna bakmayın. Kapıdan içeri seslendiğinizde çıkan türbedara meramınızı anlattığınızda, en azından bir “ene Turki” dediğinizde kapı açılıyor. Buradaki görevli türbedar Türkçe bilmiyor ancak sizi haziredeki her mezarın önünde durdurarak Arapça olarak haziredeki kabirler hakkında uzun uzadıya bilgiler veriyor.

Hazirenin ağırladığı en önemli şahsiyet hiç şüphe yok ki otuz altıncı ve son Osmanlı padişahı olan VI. Mehmed Vahideddin. Aynı zamanda Türkiye sınırları dışına gömülen ilk ve son Osmanlı padişahı. Bu hazirenin ilk misafiri de o. Sonrasında Osmanlı ailesi üyelerinin gömülmeye devam edilmesi neticesinde burada zaman içinde bir hanedan haziresi oluşagelmiş.

4 Ocak 1861’de Dolmabahçe sarayında Sultan Abdülmecid’in en küçük oğlu olarak doğan Vahideddin, bilindiği üzere veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’nin 1 Şubat 1916’da intihar etmesi akabinde önce veliahdlığa yükseldi, 3 Temmuz 1918’de de ağabeyi Sultan V. Mehmed Reşad’ın ölümü sonrasında da tahta çıktı. Oldukça nedametli bir dönemde tahta geçen Vahideddin, tükenen bir imparatorluğun idarecisi olarak Mondros Ateşkes anlaşmasını imzaladı, sonrasında yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak da 17 Kasım 1922 Cuma sabahında İngilizlerin “Malaya” zırhlısına binerek Malta Adası’na gitti. Buradan İngilizler tarafından Arabistan meliki ilan edilen Şerif Hüseyin’in daveti üzerine kutsal topraklara geçen Vahideddin, ilerleyen günlerde de İskenderiye yoluyla İsviçre’ye gitmeyi tasarlamıştı. Ancak İngilizlerin Lozan görüşmelerinin yapıldığı bu ülkede sultanın kalmasını doğru bulmaması üzerine İtalya’ya yönlendirildi, sonrasında ise hayatının sonuna kadar ikamet edeceği San Remo kentine yerleşti. Ancak ülkeden ayrılırken yanına cüzi miktarda para aldığından ve 3 Mart 1924’ten sonra yurt dışına çıkarılan hanedan üyelerine de ailenin reisi sıfatı ile bakma mecburiyeti hissetmesinden dolayı, kısa sürede elindeki sınırlı miktardaki para bitti ve padişah ciddi bir borcun içine girdi. Bunun dışında hanedanın liderliği konusunda son halife Abdülmecid Efendi ile aralarında süren ihtilaf sebebiyle de eski Osmanlı topraklarında bulunan ve hanedana ait mülklerin satışı konusunda bir dizi sıkıntı yaşadı.

Son Osmanlı padişahının cenazesi
Son Osmanlı padişahı 16 Mayıs 1926’da öldüğü vakit geride 60 bin liret civarında bir borç bıraktı. Bunun neticesinde sultanın son ikametgâhı olan Villa Manolya’daki eşyalarına ve daha da önemlisi cenazesine San Remo esnafınca el konuldu, bir ay boyunca cenaze (diğer eşyalarla beraber) bir odada kilitli tutuldu. Ancak paranın bir ay sonra temin edilmesi neticesinde cenaze villadan çıkarılabildi.

Cenazenin nereye gömülmesi gerektiği konusunda hanedan içinde yapılan müzakereler sonrasında Suriye yönünde görüş ağırlık kazandı. Bu durumun en temel nedeni o sıralarda Suriye hükümet reisi olan Ahmed Naim Bey’in II. Abdülhamid’in kızlarından Ayşe Sultan’la 1911’de evlenmiş olmasıydı. Her ne kadar 1921’de bu evlilik sona ermiş olsa da, hanedanın eski damadının defin işlemleri için kolaylık sağlayacağı düşünülmüştü. İlerleyen günlerde yaşanan gelişmeler, Osmanoğulları’nın bu konuda yanılmadığını gösterdi. Vahideddin’in cenazesi Şam’da devlet töreni ile karşılandı ve Süleymaniye Camii’nin haziresine defnedildi. İlerleyen yıllarda mezar için bazı hanedan üyelerine bir de türbe sözü verilmişse de, bugüne kadar böylesi bir teşebbüs gerçekleşmedi.

Hâlihazırda bugün Sultan Vahideddin’in mezarının üzerini bir kayısı ağacı gölgelemiş vaziyettedir. Son derece sade olan mezar, mermer bir sanduka biçimindedir. Sandukanın çevresini saran bir Ayete’l Kürsi duası okunmakta. Sultan Vahideddin’in mezar taşını Türkçeleştirecek olursak şöyle bir ifade yer almaktadır: “Sultanoğlu Sultan / Sultan Altıncı Mehmed Vahideddin Han, Ruhuna Fatiha / Doğumu: 21 Şubat 1861 (20 Receb 1277) / Ölümü: 16 Mayıs 1926 (18 Zilhicce 1345)”

Sultan Vahideddin’in yanına Sultan Abdülmecid’in torunu Abdülhalim Efendi, onun da yanına Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan gömüldü. Hazirede yatan diğer hanedan üyeleri şunlar; Sultan II. Abdülhamid’in oğullarından Mehmed Selim Efendi, Mehmed Abid Efendi, Bedreddin Efendi, Burhaneddin Efendi, kızlarından Refia Sultan, torunlarından Fahriye ve Hamide hanımlar. V. Murat’ın kızları Hatice ve Fehime Sultanlar, torunu Ahmed Nihad Efendi. Sultan Abdülaziz’in oğlu Seyfeddin Efendi, kızları Fatma ve Nazime Sultanlar ve torunu Mihriban Hanım.

Hâsılı son Osmanlı padişahı Vahideddin’in mezarı etrafında zaman içinde en kalabalık hanedan hazirelerinden biri teşekkül edecekti. Umarız Suriye’de sular en kısa zamanda durulur. Böylelikle hem Kanuni devrinin mührünü taşıyan bu büyük külliyeyi, hem de onun içinde gelişen ve Osmanlı tarihi açısından son derece önemli hazireyi, bu şekilde görebilme yeniden imkânı doğar.


Kaynakça
-     Murat Bardakçı; Şah Baba Osmanoğulları’nın Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahideddin’in Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, İstanbul 1998
-     Abdülkadir Dündar; “16. Yüzyılda Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan’daki İmar ve İnşa Faaliyetlerine Katkıda Bulunan Bazı Osmanlı Mimarları”, Ortadoğu’da Osmanlı Dönemi Kültür İzleri Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, I, Ankara 2001, s. 219-226
-     Cevat Ekici; “Bir Arşivcinin Şam İzlenimleri”, Arşiv Dünyası, sayı: 7, Ocak 2006, s. 37-42
-     Feridun Emecen; Osmanlı Sultanları-I, İstanbul 2011
-     Mehmet Yaşar Ertaş; “1759 Şam Depremi’nde Büyük Hasar Gören Emeviye, Selimiye ve Süleymaniye Camilerinin Onarımı”, Ortadoğu’da Osmanlı Dönemi Kültür İzleri Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, I, Ankara 2001, s. 240-248
-     Cevdet Küçük; “Mehmed VI”, DİA, cilt: 28, İstanbul 2008, s. 422-430
-     Selçuk Mülayim; “Süleymaniye Camii ve Külliyesi”, DİA, cilt: 38, İstanbul 2010, s. 114-119
-     Neriman Şahin Güçhan-A. Esin Kuleli; Şam Süleymaniye Külliyesi ve Koruma Sorunları, Ankara 2009
-     M. Baha Tanman; “Süleymaniye Külliyesi”, DİA, cilt: 38, İstanbul 2010, s. 119-121
-     Kerim Türkmen; “Gurbette Bir Sultan Haziresi: Şam Süleymaniye Külliyesi Haziresi”, Prof. Dr. Harun Güngör Armağanı (haz: Mustafa Argunşah-Mustafa Ünal), İstanbul 2010, s. 325-344