- Salah ve Aslah

Adsense kodları


Salah ve Aslah

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ezelinur
Thu 8 April 2010, 01:35 pm GMT +0200
Salah ve Aslah


I - Konunun Allah´ın Fiilleri Ve Kelam İlmiyle İlgisi

Allahu Teâlâ´nı, yarattığı ve kendisine ibâdetle mükellef tut­tuğu insanlardan her biri için en muvafık ve en sâlih olan şeyleri yaratması vacip midir?

Kul için aslâh olan nedir?

Bir kul için en muvafık ve en menfaath olan şeyi yaratmak Allahu Teâlâ üzerine vacip olur mu? Vacip ise, bunlar dünya ha­yatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için midir?

îşte bu soruların cevabım inceleyen Kelâmcılar arasında, «Sa­lâh ve Aslâh» adıyla meşhur olan bu konu, Hak Teâlâ´nm Fiilleri ile yakından ilgilidir.

Bu bölüme başlarken belirttiğimiz gibi, Yüce Allah´ın FüllerF-nin başında «halk ve icâd», yani «yaratma» fiilleri gelir. Kulların menfaatına en uygun olan şeyleri Allah´ın yaratmasının * vacip olup olmadığı hususu, Hak Teâlâ´nm yaratma fiili de, dolayısiyle İrade ve Kudret Sıfatlarıyla ilgilidir.

Ehl-i Sünnet´e göre, Allahu Teâlâ´nm bütün fiilleri Yüce Zâtı´-nm icabı olmayıp, îlim, İrade, Kudret ve Tekvin Sıfatlarının birer taallûku olarak «Mümkraât» tan, yani «Câizât» tandır. Bu fiiller «Vâcibât» dan değildir. Çünkü bu fiiller, Zât-ı Ilâhî´den, icâb tari­kiyle zarurî olarak değil, irade ve ihtiyar tarikiyle südûr eder. Zira Hak Teâlâ, Fâil-i Muhtar´dır. O´na hiç bir fiili yapmak vacip ol­maz.

Bu esasa rağmen, biraz sonra açıklayacağımız veçhile Mû´te­zile, «Kul için aslâh, yani en uygun veya en menfaath olan şeyi yapmak, Allahu Teâlâ´ya vâcip´tir» demişler ve bu esas üzerinde birleşmişlerdir. Böyle bir görüşe sahip olmaları, «Halk-i Ef´âI4 ibâd» bahsi ile, «Hüsün ve Kubuh» meselesindeki görüşlerinden doğ­muştur. O halde, Salâh ve Aslâh mes´elesi, bu iki aslî mes´eleden doğan fer´î bir inanç konusudur. Ehl-i Sünnet ile Mû´tezile arasın­da orada çıkan ihtilâftan yeni ihtilâflar doğmuştur. Bu ihtilâfların en meşhurlarından biri de «Salâh ve Aslâh» mes´elesidir."

Verdiğimiz bilgilerden, bu bahsin, Allah´ın Fiilleri, dolayısiyle Halfe-ı Efâ´l-i tbâd ve Hüsün - Kubuh mes´eleleri ile olan yakın ilgisi anlaşılmıştır. Saydığımız bu ana mes´elelerin Kelâm îlmindeki önemli yeri daha önce belirtilmiştir.

îşte bu sebeplerle, Ehl-i Sünnet ile Mû´tezile arasında önemli bir ayrılık ve tartışma konusu olan «Salâh ve Aslâh» bahsini kita­bımıza eklemeyi ve bu bölümde, «Hüsün ve Kubuh» mes´elesinden sonra incelemeyi uygun bulduk.[1]

Bu Konudaki Mezhepler Ve Delilleri

A) Mezheplerin Beyanı


«Allahu Teâlâ´mn, insanlardan her birinin menfaatına en uy­gun ve en sâlih olan şeyleri yaratması vacip midir?» sorusuna, Ehl-i Sünnet «hayır», «Mû´tezile ise «evet» diye cevap vermiştir. Böylece, «Salâh ve Aslâh» adıyla şöhret yapan bu Kelâm mes´elesi ve yukarıda kısaca temas ettiğimiz mezhepler ortaya çıkmıştır.

Aslında bu mezhepler, Ehl-i Sünnet ve Mû´tezile olarak ikidir. Ancak, Ehl-i Sünnet mezhepleri olan Eş´ariyye ve Mâtürîdiyye, esas ve delil yönünden bir olmakla beraber, aralarında küçük bii" görüş farkı mevcuttur.

«Kul için aslâh olan her şey, Allah üzerine vaciptir» kaziye­sinde birlesen Mû´tezüe ise, asîâh´m mânâsında, bunun dünya ha­yatı için mi, âhiret hayatı için mi, yoksa her ikisi için mi, olduğu hususunda ihtilâfa ve esaslı görüş ayrılığına düştüklerinden, üç ayrı mezhep olarak ortaya çıkmıştır.

Şu hususa da işaret edelim ki, bu mezheplerin, özellikle Mû´te-zile mezheplerinin görüşlerini ve debilerini tesbitte, ana kaynaklar­daki metinlere istinat edilmiştir. Bu kaynaklar, Kelâm ilminde ve Fırak-ı îslâmiyyede muteber ana kaynaklardır. Bunlardan Özellik­le; îmam-ı Eş´arî´nin, «Mâkâlâtu´l lslâmiyyin»i, Şehristânî´nin «EB Milel ve´n - Nihal»i, İmâmül Haramey´in «Kitâbü´l - îrşâd...»ı îmâm-ı Râzînin «El-Muhassal...»ı, Seyyid-i Şerifin «Şerh-i Mevâ-kıf »ı, Saadeddin et - Taftâzânî´nin «Şerh-i Makâskbı ve «Şerh-i Akâid»i ve Haşiyeleri esas alınmış, bütün bu kaynakları eleştire­rek, bu bahisteki mezhepleri ve delillerini metodlu olarak arzeden ve tartışmasını yapan Kzher Üniversitesinin bu konudaki en yetkili iki profesörünün [2] yazdığı «Fakülte Notlarından büyük Ölçü­de faydalanılmıştır.

Şimdi, saydığımız ana kaynaklardaki nakillerden ve Fakülte notlarından faydalanarak, bu önemli konudaki dört mezhebin her birini önce beyan edecek, sonra her birinin delillerini ve münaka­şasını özetliyeceğiz [3]

1- Ehl-i Sünnet Mezhebi:

Bunlara göre, Hak Teâlâ fiillerini yapmakta muhtardır. Çün­kü bütün fiilleri Yüce Zâtı´nin muktezası (icabı) olmayıp, ilim, trade, Kudret ve Tekvin sıfatlarının taallûk ettiği (ilgili olduğu) ve bunların sahasına giren şeyler olarak «mümkînât»tandır. Hak Teâlâ´mn ilâhî hikmetine uygun olarak vukua gelen hiç bir füü işlemek, Yüce Allah üzerine vacip olamaz. Aksi halde bu fiiller Kak Teâlâ´mn irade ve ihtiyarı ile değil, Zat-ı îlâhî´den icap ve fü-yuzât tarikiyle zarurî olarak sudur etmiş olur. Bu ise, Allahu Teâlâ hakkında muhaldir, imkânsız olan bir noksanlıktır.

Bu esas prensipten hareket eden Ehl-i Sünnet, Yüce Allah üze­rine hiç bir fiili işlemek vacip olamaz. O halde; «Kullar için aslâfr olan, yani menfaatlerine en uygun ve en sâlih olan şeyleri yarat­mak» Allahu Teâlâ, hakkında vacip değildir. Bu sebeple kul için astâh olan bir şeyi.terkedebilir.» demişler ve bu esasta Eş´arÜerle Mâ-türidiler genel olarak ittifak etmişlerdir. Bu bakımdan ilerde göre­ceğimiz gibi, dâvalarını isbat için aynı delilleri, hasımlarını ilzam için de aym metodu kullanmışlardır.

Bu ittifaktan sonra, Hak Teâlâ´nın, kul için aslâh olan bir şeyi nasıl terk edeceği hususunda iki görüş ortaya çıkmıştır.

Bunlardan birincisi Maturidîlor´e aittir. Bunlara göre Allahu Teâlâ, kul için aslâh olanı, ilâhî hikmeti terketmeyi icap ettirirse terkederek, onun yerine başka bir şeyi yapabilir. Çünkü Hak Teâîâ*-nın Fiilleri, hikmetten hâlî değildir, ilâhî Fiillerin mutlak bir hik­mete dayanmaması, Allah´ın münezzeh olduğu bir noksanlıktır.

Mâtnrîdîler: «Hak Teâlâ´mn Fiillerinde mutlak hikmet ve menfaat gözetmek vardır» derlerse de, bu, Allah üzerine vâcip´tir. demezler. Ayrıca, «özel bir hikmet gözetimi vaciptir» de demezler. «Hak Teâlâ´mn Fiillerinde mutlak hikmet gözetimi vardır.» sözüF «Hak Teâlâ üzerine hiç bir şey vacip değildir» hükmüne aykırı düş­mez. Çünkü Mâtürîdîler, kul için lütuf ve aslâh gibi «Hususiyât denilen şeylerde «vücûbu», yani «mutlaka vuku bulması» esasını reddederler.

İkincisi Eş´arîlere aittir. Bunlara göre Hak Teâlâ kul için as­lâh olan her şeyi, yani «mutlak a$lâh»ı, terkedilmesini gerektiren bir hikmet olmasa dahi terkedebiiir. Çünkü Allahu Teâlâ üzerine hiç bir şey vacip değildir. Onda özel hikmetler veya mutlak hik­metler bulunması bu hükmü değiştirmez.

2 - Bağdad Mû´tezilîleri´nin Mezhebi :

Bunlara göre; «Kullar için dünyada ve dinde aslâh olan şey­leri yapmak, Allahu Teâlâ´ya vaciptir.»

Yukarda bahsettiğimiz ana kaynaklar bunların görüşünü şöy-te tesbit ediyor :

a) Aslâh; kul için Enfa´ = en faydalı olan) değil­dir. Aslâh; ,CÎ ahkem, yani hikmete ve tedbire en uygun olan-dır [4]ve Hak Teâlâ´ya vaciptir.

b) Dünya´da ve yaratılışın başında kul için aslâh, yani ah koni olanı yapmak, Allah´a vacip olur. Bu cümleden olarak, kulu yarat­tığı zaman onu mükellef tutacağını bildiği İçin, onun akimi tamam­lamak, ona kudret vermek ve teklife esas olacak sebepleri hazır­lamak, Allah´a vacip olur.

c) Sonsuz lütuf. Yani Hak Teâlâ´ya, kullarına karşı bilgisin­de olan ve kulun inandığı bütün lütuflan son had ve derecesine ka­dar göstermek, onları kula vermek vaciptir.

d) îmâm-ı Râzi´nin «Muhassal» ma göre, Hak Teâlâ´ya, snç-lulara azap (ceza) vermek de ?bunlara göre? vaciptir.

3- Basra Mû´tezîlÜeri´nin Cumhura Mezhebi:

Bunlara göre; «Kullar için aslâh olan şeyleri yapmak, Allanır Teâlâ´ya vaciptir.» Ancak bu aslâh, dünya´da değil, din´dedir.

Bunların görüşünü de (ana kaynaklara göre) şöyle Özetîiye-biliriz :

a) Aslan´ın mânâsı; kul için dininde Enfa´), e» f ay d alı olandır.

b) Teklif vâki olduktan sonra sonsuz lütuf vermek. Yani, Hak Teâlâ´ya kullarına karşı bilgisinde olan bütün lütuflan son haddi­ne kadar göstermek vaciptir.

Bunlara göre lütuf : Kulu itaata yaklaştıran ve onu masiyet-ten (günah ve isyandan) uzaklaştıran her şeydir. Bu, Allah´ın ful­lerinden olup, tekliften sonra, onları kul için yapmak, Hak Teâlâ´­ya vaciptir.

c) Yalnız din´de, ikdar ve temkin vermek, yani dinin icâbını yapma gücüne sahip kılmak Allah´a vaciptir. (Bu esası Bağdatlı­lar da kabul etmektedirler.)

d) Aslâh bunlara göre; yalnız din´de en menfaatti olan mânâ­sına geldiğinden, Bağdatlıların yukarda (b) fıkrasında iddia ettik­leri, yani yaratma esnasında aklını tamamlamak gibi dünya ile il­gili aslâh´ın Hak Teâlâ´ya vacip olmasını (en isabetli rivayet sayı­lan İmâm-ı Haremeyn´e göre) kabul etmezler.

Bu ösasa göre Allah, mükellef olan müslüman için üzerine va­cip olanı yaptığı gibi, kâfir olan için de yapmıştır. Kâfirin küfrüm kendi zâtının ve kendi kudreti ile yaptığı fiilinin eseridir. Çünkü bunlara göre kul kendi ihtiyarî fiillerinin sahibidir.

e) Bir rivayette, kulların selim havash, yani sağlam âzah (duyu organlı) olmaları, ayrıca nimetleri elde etmeye müsait bu­lunmaları da Hak Teâlâ´ya vaciptir. [5]

Görüldüğü gibi her iki mezhep de, bir çok noktalarda birleşi­yor ve kul için aslâh olanı yapmak Allah´a vaciptir, diyorlar.

Ayrıldıkları en Önemli nokü. ise, aslâh´ın mânâsı ile bunun dinde veya din ve dünyada Hak Teâlâ´ya vacip koşulmasıdır.

önemli bir husus da şudur : Yukarda Özetlediğimiz bu iki Mû´-tezilî mezhep, ?Şehristânî´nin rivayetine göre? «Salah»ın, din ve dünyada Hak Teâlâ´ya vacip olduğunda ittifak halindedirler.[6]

4- Basra Mû´tezilîlerinden Ebu Ali El - Cübbâi´nin Görüşü ; Mû´tezile reislerinden sayılan bu zâta göre : «Allahu Teâlâ´nm ilmine göre kul için dinde aslâh olan şeyleri yapmak, Hak Tealâ´ya vaciptir.»

Aslâh´ın mânâsı; kul için din´de enfa´, yani en faydalı olandır. Kabul ettiği bu ana esasa göre, kul için dininde faydalı olacağını bildiği îman´ı yaratmak, yani kulu mü´min kılmak Hak Teâlâ´ya vacip olduğu gibi, kul için dininde faydalı olmadığını bil­diği küfrü yaratmayı terketmek de vacip olur. Hattâ bu fiili işle­mek Allah hakkında muhaldir, imkânsızdır.

Böylesine acaip ve mesnetsiz bir iddiada bulunan Cübbâî, vak­tiyle kendisinin talebesi olan Ebu´l Hasan El - Eş´arî tarafından meşhur «îhve-i selâse = üç kardeş» sorusuyla ilzam olunarak sus­turulmuştur. Çünkü bu esasa göre mükellef çağdaki kâfirlerin ya­ratılmaması, veya çocukken öldürülmesi, veya aklının alınması ge­rekirdi. Zira küfrün kul için dininde bir faydası olmadığı, bilâkis onuebediyyen (sonsuz olarak) cehennemde azap görmeye mahkûm ettiği aşikârdır.

Yapılan bu itirazla Basra Mû´tezilîlerinin Cumhuru da ilzam olunur. Ancak onlara, çocukken ölen veya büyüdükten sonra deli-ren kimseler misâl gösterilir. Çünkü bu hal, onlar için din´de asîâb sayılmaz.

Bu konudaki mezhepleri böylece özetlemiş bulunuyoruz. [7]

Şimdi Ehl-i Sünnet mezhebinin delillerini, sonra Mû´tezüe mez­hebinde olanların müşterek delilini ve Ehl-i Sünnetin verdiği ce­vaplan kısaca beyan edeceğiz.[8]

ceren
Fri 5 August 2016, 08:20 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Ehli sünnete tabi yaşayan ve allahın emir  ve yasaklarına uyup allahın rahmetine kavusan kullardan olalım inşallah...

ceren
Fri 7 December 2018, 01:54 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm. Rabbım razı olsun emegi geçen kardeşlerimizden...

Bilal2009
Sun 4 August 2019, 12:52 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Sun 4 August 2019, 05:17 pm GMT +0200
Aleyküm selâm Allah ın yarattığı herşey önemlidir O onun yaratması olağanüstü bir şeydir

gulsahkilicaslan
Sun 4 August 2019, 11:32 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun